25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
23AĞUSTOS1994SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 Turgay Fişekçi son kitabı 'Dip Sevgi'de Sivas olaylanndan Paris sokaklanna 'şairce' bakıyor Şiir, insanı bîr yerden vurmalı ALEVnLAR TAHSIN YUCEL PELÎN ÖZER "Şiir. benim yüregimi hoplatan şeydir. Bir şiir yazarken de eğer o şiir içimi kıpı- rdatıvorsa "Aaa, bu şıır guzel' diyonım ve yayımiamaya karar veriyorum. Şiir, sıra- danın dışında obnah ve insanı bir yerinden vurmair sözleriyle yarut venyor Turgay Fişekçi şiiri nasıİ tarumladığını sorduğu- muzda. Şiire yüklediği anlamla yazdığı şiirler arasında derin bağlar bulunan Fişekçi son kitabı "Dip Sevgi"yle yeniden okurlanna ulaştı. Şiir okurlan onu; 1981 yıbnda yayımlanan ye 1980 Akademi Kitabevi Şiir Başan Ödülü kazandığı ilk kitabı "Karda Işdtılar", ardından 1983 yılında çıkardığı "KuşkuJuyum Yaşadığn mdan" ve 1989 yılında yayımladığı "Yi- tik Bahar" adlı kitaplanyla ve her ay Adam Sanat dergisinde okuduklan şiir- ieriy|e tanıyor. 1978 yılından bu yana çe- şitli yayın organlannda görev yapan Fi- şekçi, edebiyatla iç içe yaşıyor ve 8 yıldır Adam Yayınlan'nda çalışıyor. Şair, son kitabı "Dip SevgT'de de iddiasız gibi görünen, ancak kendini çoğaltan şiirler yazmaya devam ediyor. Fişekçi, bu ki- tabmda Sıvas olaylanna bakışını şairce bir duyarlıkla dile getirirken Paris so- kaklanndaki gözlemlerini ve bir kentin nasıl gûzelleşebileceğine ilişkin düşünce- lerini de okurlanyla paylaşıyor. En bûyfik ustam Nâzım Memet Fuat'ın "Söylemek istedikleri- ni düpedûz söyleyen bir şair... Okura bos- luklar bırakmıyor... tsterseniz yorum- larsınız, buna kimse engel olamaz, ama şair sizin yorumunuza yastanmıyor. Dü- şüncelerini, duygulannı, düşlerini düpe- düz, açık açık söylüyor..." sözleriyle tavnnı tanımladığı Turgay Fişekçi ile şii- ri ve şiirin yaşamındaki önemi üzerine konuştuk: - En çok yüreğinizi hoplatan şürkrden ve etkilendiğiniz şairlerden örnekler ver- menizi istesek... Şiire başladığım yıllarda, yetişme yıl lanmda en büyük ustam her zaman Nazun Hikmet oldu. Ona çok büyük hayranlık duydum. Hayatına, davranış biçimine, şiirine... O çok büyük biri ve o büyüklük her şeyinde var. Kişiliğimde en çok etkilendiğım şair olarak başta onu sayabilirim. Tabii insan şiir dışında tanıştığı insanlardan da çok etkileniyor. Ben 1974 yılında Istanbul'a gelip üniver- site hayaüma başladığımda ilk taraştığım yazar Vedat Günyol oldu. Bu kitabımda da kendisine yazdığım bir şiir bulunan ve onun öğrencisi olan Höseyin Erdem adlı arkadaşım vasıtasıyla ta- nışmıştım onunla. Onun hayaünı, insan- lara bakışını tanıdım. O kuşağı, o insan- lan sonra Azra Erhat'ı tanıma fırsatı buldum. Vedat Günyol'un çevresindeki insan- lar beni çok etkiledi. Kişiliğim onlann çevresinde oluştu diyebilirim. Yine o yıl- larda en parlak genç şairler olan tsmet özei ve Ataol Behramoğlu vardı. On- lann şiirde yeni bir heyecan getirdikkri- ni gördüm. Onlann şürindeki heyecan hoşuma gitti. Ataol Behramoğlu'nun "Bu Aşk Burada Biter" adlı şiiri beni çok etkilemişti. Daha sonra Türk şiirinin başka ustalannı da çok sevdım. Oktay Rifat ve Meiih Cevdet sonraki yıllanmın ustalan oldular diyebilirim. Tabii pek çok şairden etkileniyor insan. Dağlarca da vardır, NecatigÂ, Güften Akın da vardır. Fakat genel etkilenme çizgisi bu- dur diyebilirim. 17-18 yıllık bir süreç - GeneMe bugün yazıian şiirden farklı bir şiir yazryorsunuz. Şürlerinizffi, düıgia, yumuşâk ve insancıl bir sesi var. Semih Gümüş sizin şüriniz için "Aykın şiir öy- lesine yaygınlaştı ki hani bu ortamda in- sana neredeyse Turgay'ın şiirleri aykın geliyor" demiş. Bu konudaki görüşknnizi öğrenebitir miyiz? Son yıllarda çoğunluğun içinde oldu- ğu genel bir eğilimden söz edebiliriz. Şiir farklı biçimlerde yaalabilir. Benim yazdığım biçimde de Oğuzhan Akay'ın yazdığı biçimde de yaalır. Bunlann ikisi de sonunda şiirdir. Fakat şiiri bir oyun- dan çıkarmak, sanki bir oyun oynuyor- muşcasına sözcüklerle oynayarak bun- dan şiir elde etme yoluna gitmek gibi bir eğilim var. Bu bir yöntem gerçekten. Ba- şanh örneklerine de rastlıyoruz. Ama benim düşüncem, şiir yazarken ön plan- da tuttuğum şey şiirin insanlara bir şey söylemesi. O söyleyeceği şey de herkesin söylediği bir şey olmasın. Çünkü bunlar gazetelerde de yaayor. Şairin burada yaklaşımı gazetecilerden farklı olmalı. Şair, anlatüğı şeye şair gözüyle bakmalı ve şiir yazdığı zaman o şiirde, o olaylar, artık insanlara farklı bir şey söylemeli. Şiir, insanlara farklı bir şey söylemeli. Işte ben bunu yapmaya çalışıyorum. Bu açıdan bakıldığında belki benim şiirle- rim de şaşırtıcı gelebilir. Başkalannın düşünmediği şeyleri de ben şiir haline ge- tiriyorum. Benim şiirim de bu yönüyle farİclılaşmış olabilir. - tlk dönem şürierinizle bugfinkü şüri- niz arasındald gelişimi nasıl değertendiri- yorsunuz? Yirmi yaşımdan bu yana yazdıklanmı yayımlıyorum. 17-18 yıllık süreçten söz ediyoruz. Bu yıllar arasında ülkenin ge- çirdiği sürece baktığımız zaman sanki bir Türkiye kayboldu, yerine başka bir Türkiye geldi. 80*lerin başıyla 90'lann başı arasında çok büyük fark var. Benim şiirimdeki insancıl çizgj, insana yakın ol- mak, insana bir şeyler söyleme, insanın sorunlannı işleme ve bunu doğrudan söyleme kaygısı hiç değışmedı. Fakat yıllar içinde insanın görgüsü, bilgisi artı- yor, kaynaklan çeşitleniyor. 20 yaşında- ki heyecanlanyla 30 yaşındaki heyecan- lan renk değiştiriyor. Şarkı sözü yazmak çok zor - Dip Sevgi'deki "Kent Yazıtlan" bö- lürnunde okuduğumuz şiirler bir kentin nasıl güzelleştirilebileceği. duyarlı insan- lann kente neter katabileceğini de kanrtu- yor... Üç ayhk bir Paris gezim oldu. Orada notlar falan aldım ama şiirleri burada yazdım. "Kent Yazıtlan", gördüğüm çe- şitli kentlerde beni etkileyen izlenimler aslında. Bunlann çoğu tarihle ilgili ama yollarda, sokaklarda gördüğüm şeyler de var. Ama sonuç olarak izlenim diye- biliriz. Bunlann şiir olduklannı düşün- düm. Geçerken yollarda gördüğüm şey, baktım sanki yollarda şiir dolaşıyor. Bir şiir var o bölümde, ben tek bir kelime ek- lemedim. Yalnızca yerini yazdım. O söz- lerin yaalı olduğu bir tabela aynen vardı. Yalnızca yazış biçimini değiştir- dim. Bunlar kenti güzelleştiren şeyler. - İlk kitaplannızdaki bazı şiirler Yeni Türkü tarafından bestelendi ve bir anda sizin o şürlerinizi pek çok kişi ezberiedi. Bu besteler şiirinize karşüık geldi mi siz sonuçlardan memmun kaldınız mı? Başta ilk dört şiiri Setim Atakan beste- ledi. O Ankara'da yaşıyordu, görüşemi- yorduk, ama kitabım çıktığında ona da göndermiştim. Selim, o kitabın başında- kı "Sorma Bana" adlı şiiri besteledi. Bu şarkı onlann "Akdeniz Akdeniz" plak- lannda yer aldı. Daha sonra ikinci ki- tabım "Kuşkuluyum Yaşadığımdan" çıktı. Bunu da yine Selim'e göndermiş- tim. Bu kitaptan da "tşte Yine Gidiyo- rum"u besteledi. Bu da "Dünvanın Kapn lan"nda yer aldı. "Asmaların Dansı"- *Şür, berûm yüreğimi hoplatan şeydir. Şiir sıradanın dışında olmalı. 1 (Fotoğraf: DEVRİM BARAN) Şiir yazarken, şiirin insanlara bir şey söylemesini ön planda tutuyorum. O söyleyeceği şey de herkesin söylediği bir şey olmasın. Çünkü bunlar gazetelerde de yazıyor. Şairin burada yaklaşımı gazetecilerden farklı olmalı. Anlattığı şeye şair gözüyle bakmalı ve o şiirde, o olaylar, artık insanlara farklı bir şey söylemeli. B u açıdan bakıldığında belki benim şiirlerim de şaşırtıcı gelebilir. Başkalannın düşünmediği şeyleri de ben şiir haline getiriyorum. Benim şiirim de bu yönüyle farklılaşmış olabilir. ndan "Yagmurhı gfinlerde seviş benim- le..." diye başlayan şiiri besteledi. Bu şiir "Günebakan" adlı albümlerinde çıktı. "Yitik Bahar"ı da Londra'da besteledi. O sıralarda henüz kitabım çıkmamıştı. Bu besteleri gerçekten çok beğeniyorum. Sonra "Vira Vira" kasetlerinde Derya Köroğta'nun yaptığı beste ve "öyle Sev- dik" adlı beste üzerine söz yazdım. "Vira Vira" 1990 yılında TRT tarafından pop müzik dalında yılın en iyi şarkı sözü se- çildi. Şiir yazan biri için şarkı sözü yaz- mak çok zor. Şiirlerimin bestelenmesi hoşuma gidiyor, ancak o da bestecilere zor geliyor. Doğa benim şiirlerimde imaj - Siz doğaya çok yakın duran bir şairsi- niz. Doğanın bir parçası olduğumı derin- den hisseden bir ses var şiirinizde... Dört yaşımdan 18 yaşıma kadar Balı- kesir'de şehire oldukça uzak bir bağ evinde ve çevresindeki bağda yaşadım. Evimiz, şehirden epey uzaktı, belediye otobüsü bile yoktu. Çevremizde de tek bir ev yoktu. Çok zengin bir bağdı. Bü- tün meyve ağaçlan vardı ve benim hiç arkadaşım yoktu, sürekli o bağda, ağaç- lann arasında yaşıyordum. Her gün tüm ağaçlan tek tek dolaşıyordum. Doğanın benim hayatımın bir parçası olması o günlere dayanıyor. Ama tabii o bir şanstı. Daha sonra şehir hayatı içinde in- sanlann böyle bir hayatı olması müm- kün değil. Doğa; benim şiirlerime imaj olarak benzetme olarak giriyor. Ama günümüzde insanlann doğayla çok cıd- di bir çelişkisi var. Bugün doğayla in- sanlık birçelişkiyi yaşıyor. Ben şiirlerim- de doğayı ön plana çıkanrken amacım biraz da insanlara o duyguyu vermek. Hem doğanın güzelliklerini, hem yıkımını anlatmaya çalışıyorum hem de insanlarla doğa arasında bir arabulucu olmaya çalışıyorum. Şiir yaşamı farklı yere taşır - Son olarak şiirin Türk insanının ya- şamındaki yeri ve önemi üzerine neler söylersiniz? Günümüzde ne yazık ki yine eğitim- den kaynaklanan bir şeyle gençlerimizin şiirle, edebiyatla pek yaİcınlık kuramadı- klannı görüyorum. Ancak kendi kendi- lerine el yordamıyla rastlantılar sonucu keşfederlerse şiir okumaya başlıyorlar. Ülkemizde son derece zengin bir şiir, bu- gün de yazılıyor. Geçmişten gelen müt- hiş bir şiir birikimi var. Ama bu şiir biri- kimini okuyan insan çok az. Oysa ya- almış olan şiirler insanlara çok yardımcı olabilir. Dünyalannı genişletmekte, farklı düşünmekte, onlan dünyaya aç- makta. hayatlan üzerine yeniden düşün- melerinde her konuda onlara yol göste- rebilir. Onlann elinden tutabilir, düşün- meyi öğretebilir. Ülkelerini, çevrelerinı içinde yaşadıklan toplumu daha yakı- ndan tanımalannı sağlayabilir. Çağdaş Türk şiiri bugün Türkiye'de yaşayan in- sanlar için ellennin altındaki bir nimet- tir. Bunu kullanmalannı, şiire yaklaşma- lannı, şiiri sevmelerini. insanlann bu gü- zellikleri görmelerini diliyorum. Çünkü günlük" hayat sıkıcı birşey. Ama şiir ve edebıyat bu hayatı çok farklı bir yere taşıyabilir. 8'incisi gerçekleşecek olan festivale, 3'ü TRTden olmak üzere 11 yapım başvurdu Altın Koza Festivali'ne başvııru süresi üzatıldı Kültür Senisi - Bu yıl 26 Eylül-5 Ekim tarihleri arasında 8'incisi gerçekleştirilecek Adana Altın Koza Festivali kapsamında yer alan Ulusal Film Yanşması'na katılmak üzere, şımdiye kadar 3'ü TRT kaynaklı 11 yapım için başvuruda bulunuldu. Koza Kültür ve Turizm Hizmetleri A.Ş Sinema Sanatı Sorumlusu Kadir Beycioğlu'nun verdiği bilgiye göre, yanşmaya katılmak için. adına başvuruda bulunulan yapımlar ile yönetmenleri şunlar: 'Yaz Yağmuru' - Tomris Giritlioğlu (TRT yapımı). 'Hoşçakal l mut' - Canan Evcimen tçöz (TRT yapımı), 'Yalaocı' - Osman Smav (TRT yapımı). 'Bir Düğün Masah' - Ragıp Taranç, Faik Kartal (9 Eylfil Üniversitesi yapımı), 'Ktzılırmak Karakoyun' - Şahin Gök, 'Buluşma' - Artım Yeres, 'Bir Sonbahar HikayesT - Yavuz Özkan, 'Tersine Dünya' - Ersin Pertan. 'Kızkulesi Aşıklan' - trfan Tözüm, 'Çözülmeler' - Yusuf Kurçenli ve 'Yolcu' - Basar Sabuncu. Bu arada, festival kapsamında yer alan vebaşvuru süresi 1 Ağustos 1994'te tamamlanan Oğrenci Filmleri Yanşması için ise, 35 yapımın kopyalan ile dokümanlan, Koza Kültür Sanat ve Turizm Hizmetleri A.Ş merkezine ulaştınldı. Kadir Beycioğlu, TRTnin festival kapsamındaki ulusal yanşmaya 3 fîlmle katılacak olmasının son derece olumlu olduğunu, bu tür kamusal destek anlayışının sinema sanatının gelişmesi açısından önemi bulunduğunu söyledi. 8'inci Altın Koza Kültür ve Sanat Festivali Ulusal Film Yanşması'na başvuru süresinin, gelen talepler üzerine 20 ağustostan 25 ağustosa kadar uzatıldığını bildiren Beycioğlu, resmi başvuruda bulunan fılmlerin kopyalan ile diğer dokümanlannın, 5 eylül pazartesi gününe kadar. Koza Kültür Sanat ve Turizm Hizmetleri A.Ş merkezine ulaştınlması gerektiğini belirtti. Kadir Beycioğlu, bu yıl festivale başvuran yapım sayısındaki azlığın, Adana Altın Koza ile Antalya Altın Portakal Festivalleri tarihlerinin çakışmasıyla doğrudan ilgisinin bulunmadığını. sorunun sektörel güçlükler nedeniyle az sayıda film üretilmesinden kaynaklandığını söyledi. Beycioğlu. Türkiye'nin iki önemli fıhn festivalinin tarihlenninçakışmasının. katıhmdan çok, 'etkinliklerin sinema kamuoyunun dikkatini, sektörün sorunlanna çekebilme hedefıni olumsuz etkileyeceğini' sözlerine ekledi. ^Başaruıın tadı, fare zelıiıiııe benzer 9 Kültür Senisi "Ölüm gelip en gizli, en özd an- lannuzın ortasına yerleşir. ona yenik düşmemevi nasıl başarabiliriz "ki?". Yaşamı boyunca ölüme 'söven' Elias Canetti de sonunda ona yenik düş- tü. Kendini 'öKknün düşmanı' ilan etmişti. "ÖKbn den nefret etmek gerekir. Bir gün her şeyle banş yapmalı, ama ölümle asla". 25 temmuz 19O5'te Bulgaristan'ın Rouchtc- houk kentinde İspanyol bir anne babadan dün- yaya gelen Canetti'nin aileşi 1911'de Manches- ter'a taşındı. Ana- dili olan tspanyolcadan sonra öğrendiği ikinci dil İngilizce oldu, bunu evde kul^nılan Fransızca izledi. Sanatçıdaki ölüm nefreti, 1913 yılında 30 yaşı- ndaki babasının kalp krizinden ölmesiyle baş- ladı. Kendisindeki edebiyat sevgisinin ilk to- humlannı atan babasının bu zamansız ölümü, uzun süre genç Elias'ın yakasını bırakmadı. Ta ki, annesi veremden ölmeden az önce ona bir açıklama yapana kadar: Annesi kocasını al- datmışü ve ona bunu anlatmıştı. Elias Canetti'- nin otobiyografisinin ilk cildi, babasının yasıyla başlar ve annesinin bundan on beş yıl sonraki cenazesiyle sona erer: "Yaşamda tutmayı başa- ramadıklanmız, bizi. onları kurtarmak için hiçbir şey yapmamakla suçlayabilirler. Bu suçlama, bize yükledikleri bir meydan okumayı da icerir, ölümü yenebileceğimize dair çılgınca ve şeytanca bir yanusamayı da!" Kocasının ölümünden iki yıl sonra Canetti'- nin annesi, oğlunu abp Viyana'ya taşındı ve ona Almanca öğretti. Elias'ta çocukluktan başlayan okuma sevgisi burada bir tutkuya dönüştü. Gündüzleri Shakespeare ve Strindberg hayranı olan annesiyle edebiyattan konuşuyor, geceleri ise gizlice okuyordu. Birbiri ardına okuduğu ki- taplarda kalite aynmı yapmıyordu. 1935'te ilk ve tek romanı "Aotodafe"yi yazdığında, ro- Elias Canetti, yanmyüzyıla yakın kalabalıklann sesine kulak verdi. İnsanoğlunu, dalgalanmalar, iniş çıkışlan içinde incelemeyi yeğeledi. Yaşamı bir arkadaşlıklar coğrafyasıydı ve yaşamını anlattığı kitabının da bütün bunlan içeren bir harita olmasını istemişti. manın kahramanı Peter Kien'de bu doymayan okuma açbğı göze carpıyordu. "Vatan sözcü- ğünün en iyi tanımı kütüphanedir" diyordu Kien. Yaşamı boyunca çeşitli acılar çeken bu kahra- manın bir de saptaması vardır; kadınlar, kitar> lara zararlıdır. Ve kadın cinsinin ortadan kaldınlmasını öngörür: "Kadınlar ne yapmtş- lardır ki tarih boyunca? Çocuklar ve entrikalar- dan başka...". Canetti'nin annesi buna bayıldı çünkü bu, ona tutkun olduğu Strindberg'i anı- msatıyordu. Ancak, Peter Kien'in sonu da pek parlak dcğildir. "Kitap mitap yok, her şey boş" diyen bir ses duymaya başlar ve tüm kütüphane- sini ateşe verir. Kin dolu kitleler. onlann gücü, yıkıcı öfkesi... Canetti, yanm yüzyıla yakın kalabalıklann sesi- ne kulak verdi. Malraux nun dediği gibi, "Şey- tan, topluluklan sever". Canetti de insanoğlunu. dalgalanmalan, iniş çıkışlan içinde incelemeyi tercih etti. Bunun sonunda da 1960'ta ortaya en ünlü yapıtı "Kitleler ve Güç" çıktı. Yaşamı bir arkadaşlıklar coğrafyasıydı ve ya- şamını anlattığı kitabının da bütün bunlan içe- ren bir harita olmasını istemişti. Büyük bir içten- likle Bulgaristan ve Manchaster'da geçen ço^ cukluğunu, Zürih'teki lise yıllannı. kimya öğre- nimini, edebiyatta uğradığı ilk başansızlıklan, annesine duyduğu kinle kanşık hayranlığı, ünlü bestecinin kızı Anna Mahler'e olan bağlılığını dile getirmişti. Çok küçük yaşlardan itibaren dünyanın pek çok ülkesini gezen sanatçı. I968'de bir Paris ge- zısinde şunlan söylemişti: "İnsanlar arasında ciddi bir mesafe var, kimse kimseye gerçekten ulaşamıyor. Sözcüklerin durumu, karşılıklı yu- varlanıp birbirine çarpan bilardo toplarına benze- tilebilir. Hemen hemen hiçbir zaman gercek an- lamları anlaşılamıyor". Canetti, gazetecilerle söyleşi yapmayı redde- diyordu. Bunu. Willam Faulkner'in sözleriyle açıklıyordu: "Gazetecilere asla doğnıyu söyle- medim". Ardından da eklemişti: "En kötü şey, ölmeden moda olmak". Elias Canetti. ne ölme- den ne de öldükten sonra çok moda olacak bir yazar değildi. 1981 yılında. 'geniş perspektife, zengin fikirlere ve sanatşal güce sahip eserleri' için Canettiye Nobel Ödülü verildi. Ama bu onun için pek önemli değildi, gülmekle yetindi: "Başannın tadı, fare zehirine benzer. Bazen kendi kendime soruyorum, acaba sıkıntısız, rahat akademik ka- riyerlerini; sefalet ve umutsuzluk içinde yaşamış bir şairin üzerine kuranlar arasında utananlar > ar mıdırr RkipArJamı Eskiden arada bir çıkar. ortalığı şöyle bir bulandırıp geri çekilirlerdi; şimdi hem yüzeyde kalıyorlar, hem de bayağı çoğalıp çeşitlendiler: Düşüncesini karnının doy- duğu kapılara göre ayarlayan ucuz yazar, iki cam kırıp üç saat gözaltında kalmış sağcı, dinci ya da soicu deli- kanlı, okul bitirme ya da düğün armağanı olarak babası- nın hazır giyim mağazaları zincirinin başına oturtulan zengin çocuğu, hemen kurtarıcı kesiliyor, bu ülkenin bü- yük kurtarıcısına yukarıdan bakmaya başlayarak "Atatürkbirfikiradamı değildi", diye kestirip atıyor, san- ki bu ülkeye daha dün gökten inmişler gibi, 1923'ün ken- dilerini ilgilendirmediğini ya da, Atatürk'ün temel ilkeleri daha 1950de rafa kaldırılmamış da denemeye bol bol zaman bulmuşlar gibi, altı okun kısa geldiğini söylüyor- lar. Ama Atatürk'ün kişiliği, yetişimi ve eylemiyle bağdaş- tıramadıkları bu çoktan eskimiş deyimin anlamı üzerin- de hiç durmuşlar mı acaba? Kimdir fikir adamı? Bir yanıt aramışlar mı? Onlann yapmadıklarını biz yapmaya çalı- şalım. Işte, Türkçe Sözlük, "Herhangi bir düşün alanın- daki görüşlerine değer verilen kişi" diye, yani başkaları açısından tanımlıyor fikir adamını, Büyük Larousse'sa, daha doğru bir tutumla, kendi kendinde tanımlayarak "Düşünsel sorunlar üzerinde özgün fikirler üreten kim- se" olduğunu söylüyor. Bu tanımlarla yetinmemiz duru- munda, her ikisi de fikir adamınınetkinliğini "düşünsel"- le, hatta belirli bir "düşün alanı"yla sınırlı tutup uygulayı- mı dışarıda bıraktığına göre, genç kurtarıcılarımıza inat, devlet kurmak ve gereğince yönetmek için, fikir adamı olmak değil, olmamak gerekir gibi görünüyor. Ama, bana sorarsanız, iki tanım da yetersiz. Bu deyi- mi genellikle "düşünür" (ya da, 1923'e ilgi duymayanlar için söyleyelim, "mütefekkir") sözcüğünün eşanlamlısı olarak, yani, Türkçe Sözlük'ün tanımıyla, "Genelsorun- lar üzerine yeni ve kendine ö'zgü düşünceleri olan kim- se" anlamında kullanıyoruz. Ancak, hemen belirtmek gerekir ki, "fikir adamı"gibi "düşünür"de1azias\y\a ge- niş kapsamlı; ne belli bir alana bağlayabilirsiniz, ne be- lirli bir uğraşla özdeşleştirebilirsiniz. örneğin. düşünür sayılmak için ille de felsefel bir dizge ya da bilimsel bir kuram geliştirmiş olmak gerekmez, ama Kant da, Marx da, Saussure de, Le'vi-Strauss da, Einstein da düşü- nürdür; orneğın Melih Cevdet Anday ozan, Ataç eleştir- men, Sabahatttn Eyuboğlu denemeci. Niyazl Berkes iktisat tarihçisidir, ama dordü de ülkemizin değerli düşü- nürleri arasında yer alır; örneğin Idris Küçükömer ikti- satçı, Şerif Mardin toplumbilimcidir, her iksinin de dü- şünme ve olayları yorumlama biçimi bana ters gelir, ama düşünür niteliklerini kimse yadsımaz. öte yandan, genellikle "yazar"\ çağrıştırmakla birlikte, düşünürün yazar olması gerekmez De Gaulle'ün ya da ChurchhT- in anıları, Atatürk'ün Soylev i düşünürlüğün oluşturucu öğesi değil, sonucudur. Hepimiz, özel yaşamımızda, tek yazı yaytmlamış düşünürler tanımışızdır. Öyleyse Atatürk'e yüksekten bakanlar, hele her düşü- nürün (ya da "fikir adamı"run) ille de doğru düşünmesi gerekmediğine göre, tutarlı bir ülke yönetimi için böyle- sine yuvarlak ve genel bir niteliği neden zorunlu görü- yorlar? Pek çok kişiye, bu arada, bu konuda karar verme yetkisiyle donanmış göründüklerine göre, kendi kendi- lerine de "bahşettikleri" bir niteliği koca bir devlet kuru- cusundan ne diye esirgiyorlar? Sonra, düşünürlüğün koşulu gerçekten "yeni ve kendine özgü" düşünceleri bulunmaksa, 1919 Mayısı'nda, düşünürlüğüne toz kon- durmayacakları nice insan "manda damanda!" diye tut- turmuşken, her şeyi yitirmiş gibi görünen bir ülkede halkadayalı birkurtuluşsavaşı başlatmak üzere yolaçı- kan adamı, eylemenin zararlı görülmesi durumunda bi- le, başarısızlıkla sonuçlanması durumunda bile, yalnız- ca bir tasarı olarak kalmış olması durumunda bile, düşünür saymamak için iyice bön olmak gerekmez mi? Ancak, bu "fikir adam/an "nın böyle ayrımlar üzerinde durdukları çok kuşkulu. Hepsi de "siviltoplumcu"ya, bir tür ödün gibi kullandıkları şu çirkin "askeri kahraman" sözünün desezdirdiği gibi, Atatürk'ün yalnızca bir asker olduğunu, dolayısıyla devlet işlerinden, toplumsal. eko- nomik, ekinsel konulardan anlamasına olanak bulun- madığını anıştırmak istiyorlar. Bu da yakın tarihimizi ve büyük eğitim kurumlarımızı hiç bilmediklerini gösteri- yor. Atatürk Türkiye Cumhuriyetini çizgi-roman okuya- rak, Amerika'da beyin yıkatıp kilo düşerek kurmadı. Yaşadı, gördü, duydu, düşündü, okudu, tartıştı, savaştı. Ankara'ya yolları düşerse, Anıtkabir'e dek uzansınlar da yıllar yılı okuduğu, okuyup sayfa kıyılarına ince ince not düştüğü kitapların bir bölümünü içeren kişisel kitap- lığına şöyle bir göz kararıyla baksınlar, sonra da ellerini yüreklerinin üstüne koyupsöylesinler: Babaları. dedele- ri, dayıları, amcaları arasında bu kadar kitap okuyan var mı? Kendileri de o gördüklerinin dörtte birini okuyabile- cekler mi? Hiç sanmıyorum. Okuyup öğrenmeyi, ülkenin ekinsel ve toplumsal sorunları üzerinde gerçekten düşünmeyi bilselerdi, Atatürke "askeri kahraman" demezlerdi. Evet, çok büyük bir askerdir Atatürk, ama Türk Dil Ku- rumu'nu ve Türk Tarih Kurumu'nu tasarlamak bile, yazı devrimini bubiçimiylegerçekleştirmek bile, fikir adamlı- ğını fazlasıyla aşan bir bilgi derinliği. düşünce zenginli- ği, imgelem gücü, her şeyden önce de büyük bir aşk gerekirdi. Ama anlamıyorlar, anlayamıyorlar, anlamak da istemiyorlar, "biçimcilik!" deyip çıkıyorlar işin için- den. Yazı devrimi biçimcilik, cumhuriyet biçimcilik, laik- lik biçimcilik! Bu da bir yorum kuşkusuz. Gene de Atatürk devrimlerinin biçimciliğini hazır giyim biçimcili- ğiyle karıştırmamak gerekir. Siz moda salonunuzda etekleri isteruzatır, isterkısaltırsınız,içindekikadınaynı kalır. Ama Atatürk devrimlerinin biçimiyle içeriği bir ka- ğıdın iki yüzü gibidir, birbirinden ayrılmaz. "İsteyen iste- diğini yapar, on yaşındaki kızını çarşafa sokmak, kendi bileceği iştir!"ded'miz mi insanı yaralarsınız, eşitliği, öz- gürlüğü, insanın insan niteliklerini geliştirme hakkını yaralarsınız. İstenirse, "askerikahramanın" Kurtuluş Savaşı da bir biçimcilik olarak nitlenebilir, "Birim dolar, kuralserbest pazar olduktan sonra, İzmir'e pasaportla gitsek kıyamet mi kopardı?" denilebilir. Yakındır, ağızdan dolma dahi- lerimiz oraya da gelirler. 2.5 Milyarlık gitar • Kültür Servisi - Jimi Hendrix"in giysi ve gitarlanndan oluşan bir koleksiyon Londra'da yapılan açık artırmayla iki yüz yirmi beş bin üç yüz yetmiş üç sterline satıldı. 1971' de ölen sanatçının vişne kırmızısı renkli Gibson marka gitan da elli bin altı yüz sterline (yaklaşık iki buçuk milyar lira) alıcı buldu. Aynı açık artırmada John Lennon'un saçı 715 sterline. Paul Mc Cartney'in bir klibi de 200 sterline satıldı. Halk Eğitim Seminerleri • Kültür Senisi - Çağdaş İstanbul Platformu ve Beşiktaş Belediyesı'nin ortaklaşa düzenlediği ücretsiz "Halk Eğitim Seminerleri" cuma günü sona eriyor. Bu hafta da seminerler cuma gününe dek, Beşiktaş Evlendirme Dairesi'nde izlenebilir. Seminerler kapsamında bugün saat 18.00'de "Söz Seyircinin" başlıklı bir tiyatro semineri verilecek. Seminere konuşmacı olarak Macit Koper, Başar Sabuncu ve Aliye Uzunatağan katılacak. "Halk Eğitim Seminerleri" programında yann saat 17.30'da Eflatun Nuri Erkoç'un karikatür, saat 19.00'da İstanbul Tabipler Odası'nın çevre ve sağlık semineri izlenebilir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear