25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
17 TEMMUZ1994 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Hollywood'da erkek oyuncular kadın oyunculardan çok daha fazla kazanıyor Yetenek değil, 'star'lık önemliKOttür Servisi - Hollywood'da yıldızlann fılm başma aldıklan ücret ve malvarlıkJan hep gûndemde olmuştur. Sessiz sinema yıÛannda Mary Pickford, döneminin en çok kazanan yıldızıydı. 1915 yılında haftada 2 bin dolar kazanı- yordu. 1917 yılına geldiğimizde ise gaze- teler Chariie Chapiin'e Mutual fırması tarafından yılda bir milyon dolar öden- diğini yaayordu. Bu, o zamanlar için inanılmaz bir ücretti; çünkü o günlerde gelir vergisi yoktu ve tüm oyuncular ser- vet sahibi olabilmek için Hollywood'a yerleşmenin yeterü olacağını düşûnü- yorlardı. Aradan yıllar geçip de 1987 yılına gel- diğimizde ise Cannon Films'in ortak- lanndan Menahem Golan sinema en- düstrisini altûst edecek bir ücret ödeme- ye karar veriyordu ve Sytvester StaDo- ne'ye "Bras de Fer"de başrolü oynaması için 12 milyon dolar teklif ediyordu. Bu iki tarih arasında Hollywood yıldı- zlanna milyarlarca dolar ödenmeye de- vam edildi ve ücretler sürekü arttı. Ar- noM Sdmarzenegger, James Cameron'- un "True Iies" fılmi için 15 milyon do- lar, Tom Cruise "Intenriev VVith The Vampire", Kevin Costner "WaterworMn filmleri için 14 milyon dolar, Sytvester StaUone "The Specialist" ve Mkhael Do- uglas "Disclosure" filmleri için 12 mil- yon dolar ücret ahyorlardı. Bu ücretler o kadar yüksek ki, starlar vergilerini öde- dikten sonra bile gayrimenkul almaya, borsada paralannı katlamaya ya da çağdaş sanat eserlerine ilgi göstermeye yetecek kadar paralan kahyordu ceple- rinde. Hollywood piyasasında ücretlerin bu denli cazip olmasını nasıl açıklayabiliriz? Çok basit olarak arz-talep kuramıyla sa- nınz... Gösterime girdiği ilk hafta salon- lan doldurmayı başarabilen bir filmin oyuncusu, yönetmeni, ya da senaristi 8 milyon dolarlık barajı aşabibr gibi görü- nüyor bu günkü şartlarda. Bunun yanı sıra Patrick Swayze, Rkhard Gere ve Nick Nohe gibi starlar oynadıkkn fılm başanya ulaştığında, bu, kendi sayele- rinde olmasa bile yükJü bir ücreti hak ediyorlar. Patrick Swayze "Dirty Dancing" ve "Gbosfun dünya çapındaki inanılmaz başanlannın ardından Disney'le bir an- laşma yaparak "Faüıerhood" için 5 mil- yon dolar almayı başardı. Ancak bu fil- min başansızlığa uğrarnası Swayze'nin fılm başma aldığı ücretin 2-3 milyon do- lara düşmesine neden oldu. "Pretty Wo- man" ve "Sommersby" fılmleriyle genç kızlann kalplerindekı yerini daha da sağlamlaştıran Rkhard Gere, "Intersecti- on"daki rolü için 7 milyon dolar ücret al- mayı başardı. Fakat fılm gösterime gir- diğinde 'box-office'lerde yayımlanan ra- karnlar, filmin salonlan doldura- madığını, halkın ilgisini çekmediğini kanıtladı. Richard Gere ise bu filmin gösterime girmesinden önce "First Knight" filmi için 8 milyon dolarlık bir kontrat imzaladığından bu işten şanslı çıkmayı başarabilmişti. Tabii bu şansı, Gere'in ileride alacaği ücretlerin, önce oynadığı fılmlerin gişe başansına bağlı olduğu gerçeğinigölgelemeyecek. Nick Nolte'un aldığı ücret ise VViUiam Friedkin'in "Blue Chips" filminin ba- şansızhğından sonra düştü. Hollyvvo- od'da 10-15 milyon dolarlık ücretler alan mültimilyoner yıldızlar arasında Tom Cruise, Arnold Schwarzenegger, Kevin Costner, Robert Redford. Harrison Ford, Sylıester StaDone, Mkhael Doug- las ve Mel Gibson'u sayabiliriz. BiU Murray uçuk bir komedi olan "Un Jour Sans Fin"deki rolü için 10 mil- yon dolar ücret almıştı. Jack Nkrhobon ise bir psikopatı canlandırdığı "Hoffa"- daki rolü için 10 milyon dolar alıyordu. Eddie Murphy, Bnıce VViltis ve Mkhael Keaton yıldız olmaya adım attıklan ta- rihte kendileriyle özdeşleştirilen kahra- manlan canlandırdı. Eddie Murphy, John Landis in "Beverly Hilk", Bruce VVİllis John McTknuufın "Die Hard" Michael Keaton ise Joel Schumacher'in "Barman" filmlerinin üçüncüleriyle se- yirci karşısına çıkmaya haarlanıyorlar. Eddie Murphy "Boomerang" ile hızını kaybetti ve fılm başma aldığı ücret 7-9 milyon dolara düştü. Bruce Willis ve Michael Keaton ise film başına 4'er mil- yon dolar ile aynı kaderi paylaşıyorlar şu günlerde. Ya Macaulay'a ne demeli? Ba- bası ve aynı zamanda menajeri olan Kit Culkin, Howard Deutch'un "Rends La Monnaie, Papa!" fılmindeki rolü için 8 milyon dolar almasını sağlamış. Tabiı Hollywood'da da zaman zaman evdeki hesap çarşıya uymuyor. Birdenbire ko- mediye geçen Stallone, tasarladığı ba- şanya ulaşamadı bir türlü. Çünkü ne ya- parsa yapsın o, hayranlannın gözünde bir macera adamıydı ve seyirci onu ko- mik bulmuyordu. Stallone, bu komedi- lerin ardından rol aldığı "Demob'tjon Man" ve "Clifîhanger" fılmleriyle yeni- den eski parlak günlerine bir dönüş yaptı. Schwarzenegger, "Last Action He- ro"da daha önce canlandırdığı tiplerle dalga geçmeyi denedi ama, tüm starh- ğına karşın halka yeni bir imaj suna- madı. Kevin Costner'in başrolünü oy- nadığı "Kusursuz Dünya"run başansız olmasının nedeni de buydu belki. Kimse Costner'in canlandırdığı suçlu rolüne ısınamamıştı nedense. Kadın yıldızlara baktığımızda durum biraz daha farklı. Juüa Roberts'ın "PeB- kan Dosyası" ile 8 milyon dolar. Whoo- pie Goldberg'in "Sister Act" ile 7 milyon dolar, Michelle Pfeiffer ve Jodk Foster'- in fılm başına 6 milyon dolar aldıklannı söyleyebiliriz. Tabii bu fılmlerin, başrol- lerinde oynayan kadın yıldızlar sayesin- de ister istemez ilgi odağı olduklan da yadsınamaz. Barbara Stretsand, Demi Mogre ve Sharon Stone. fılm başına 5 milyon dolar alıyorlar. Meg Ryan ve Meryl Streep icinse bu rakam 3-4 milyon dolara düşüyor. Gleım Oose, Goldie Hown, Kathken Turner, Jamie Lee Ctır- tis, VVinona Ryder, Debra Winger, Mda- nie GriflRth ve Geena Davis'in ise fılm başına aldıklan ücret 2-3 milyon dolar arasında. Erkek ve kadın yıldızlann aldıklan ücretler karşılaştınldığında Hollywo- od'da ne gibi haksızhklar yapıldığı ister istemez ortaya çıkıyor. Hiç kuşkusuz "ne kadar iş o kadar para" mantığıyla yola çıkılsa karşımıza daha farklı bir tablo çıkardı ama Hollyvyood'da kural- lan hala "arz-talep" eğrisi belirliyor. PENALH Kevin Costner, Tom Cruise, Harrison Ford (10-15 milyon dolar), Julia Robert (8 milyon dolar) ve Jodk Foster (6 milyon dolar) film başma aldıklan ücretler. Kiûtüryaymcıhğı zovchmmtdaANKARA (AA) - Kültür Ba- kanlığVnın desteğiyle gerçekleştirilen "Türkiye Yayıncdık Sektörü Araştı- rması"na göre Türkiye'de 1980'li yıllann başından bu yana. yayımlanan kitap sayısı her yıl sürekli ve düzenli bir düşüş gösteriyor. Nüfus ve okur- yazarbktaki sürekli artış da göz önüne alındığında, kıtap pazannda son dere- ce ciddi bir daralmamn söz konusu ol- duğu ortaya çıkıyor. Kültür Bakanlığı ve Türk Pazarlama Vakfı tarafından gerçekleştirilen ve 5 aylık birçahşmay- la ortaya çıkan araştırmanın sonuç- lanna göre "kültür yayıncdığı" ağırbklı olarak küçük ve orta ölçekli işletmeler tarafından yapıbyor. Kültür yayıncılannı. cğitım düzeyı, yabancı dil bılme ve mesleki yayınlan izleme oranı yüksek, mesleğe giriş ve sürdürüş motivasyonu farkb bir grup Kadın çıplakhğının ötesinde..Kültür Servisi - Son günlerde Ingiltere'nin en meşhur erkeklerinden bir tanesi olan Hugh Grant'i, top modellerin hem fizik hem de kişilik olarak tam aksi yönünde olmasıyla ünlenen Ella Mac Pber- son'ı ve Raphael öncesine özgü o pijamasız 'pinek- lenıe' partilerini bir araya toplarsanız "Sirens" adlı fılm karşınıza çıkıyor. Filmin konusunu özetleyen bir yoruma göre; "Sirens"; "Avusturalya'nın ma>i dağlarmda gecen, düğümlerini çözihererek zeki ve nükteli bir duyaruk sınavı veren" bir çahşma. Gerçekten de öyle mi?Ya- zar Antnony Quinn'e göre ise: "FOmde kaçınılmaz bir surette. bir hayli fada çıpiaklık sergflenerek biz- lerin bir şeyler hissetmesine çauşıbnış, ancak yönet- men John Duigan'ın bu konu haklunda yapabikceği pek fazla bir şey yok." Romantik bir komedi Yönetmenin kişisel düşüncesi sorulduğunda şöyle bir yanıt veriyor: "Herhangi bir kategoriye sokuunası oldukça güc bir film. Sanırun romantik bir komedi olarak da adlandırabilirsiniz. Sabun kö- püğü türünden ounadığı da bir gerçek. Eğer bir kişi, yağmuriuğu içinde sadece boşca vakit gecirmek için filmi izlemeye geUrse ciddi bir şoka uğrayacak de- mektir." Filmde Hugh Grant, piskopos tarafından eserleri skandala neden olan sanatçı Norman Lindsay'e (Sam Neill) gönderilerek çalışmalannı sergiden kaldırması için ikna etmek üzere görevlendirilen tecrübesiz ve saf bir Anglikan bakanı canlandınyor. "Ciddi bir şok" filmin konusu içinde de ciddi bir unsur oluşturuyor. 1930'larda Avustralyalı sanatçı Norman Lmdsay, son derece erotik olan çıplak kadın resim ve heykelleriyle o zamanın muhafaza- kar toplumunda büyük bir skandala sebep olmuş- tu. özellikle, Hz. İsaVı çıplak bir kadın olarak tas- vir ettiği, ona işkence yapanlan da kilise adamlan ve avukatlar olarak gösterdiği "Çanmhtaki Ve- nüs" adb eseriyle kibse tarafından kafirlik ile suç- lanmıştı. "Sirens" adb fıbnde ise yönetmen John Duigan, bu yazınsal anektodu kendine konu ala- rak, işbyor ve tartışmaya açıyor. Filmde Hugh Grant, piskopos tarafindan eserleri skandala ne- den olan sanatçı Norman Lindsay'e (Sam Nefll) gönderilerek çabşmalannı sergiden kaldırması için ikna etmek üzere görevlendirilen tecrübesiz ve saf bir Anglikan bakanı canlandınyor. Insamn bazı sırlan olması çok güzel Filmde aynca, sanatçı Norman Lindsay'in göz- lerden uzak dağlık bir bölgedeki, adeta kartal yu- vasuıı andıran evine gelen Campion ve kansına da (Tara FıtzgeraM) tanık oluyoruz. Dürüst ve erdem- ü bir çift olan Campionlar, aksi ve haşin köylülere, adeta kabadayı gibi karşılanna çıkan çıplak eserle- re ve çevrelerinin tesiriyle kendi kişisel hareketle- rinde meydana gelen çekingenliğe karşı savaş aç- mak ve hatta yüzleşmek zorundadırlar. Öte yandan, yöreye geçici olarak görevli gelen ve orada birkaç gün daha kabnaya mecbur bırakılan Lalihsiz bakansa, kendi kişisel ahlaki misyonuyla aüay edümesi, önemsiz bulunmasından ziyade, evli- liğinin kansının sirenlere karşı neredeyse büyük bir aşka dönüşen bir bağbbk duymasıyla yıkıbşma şa- hit olur. Variety dergisine göre,"Duigan, A^ustral- ya sinemasının duyumsal imparatorluğunun yeni hü- kürndan." 44 yaşındaki yönetmen, koyu püritan- lann pobtik dürüstlükten yana olduklannı ve fıbn- deki bazı sahnelerden hoşlanmayacaklannı bilme- sine rağmen, ses getiren bu çahşmasından oldukça raemnun:"Şu andan itibaren her an fihne tepki gös- terebüecek insanlarla karşdaşabOirsiniz. Bunlann içinde çıplaldığı sömürü ile eşit sayanlar oiacağı gibi, John Duigan (üstte), çıplakbğın filmdeki en önemli özellik durumuna gelebüir olmasından ûzüntü duyuyor.'Sirens' filmindenbir sahnede Portia de Rossi. Tara Fitzgerald, Ella Mac Pherson ve Kate Fischer (>anda). eieştinnenlerin de belirttiği şekilde Sirens'i, piaybo- yu köşe yazılan için okuduğunu söyleyenler gibi seyredenler de olacaktır. Kadın vikuduna hayranlık duyduğum ve onu filmimde kullaDdığun için özür di- lemeyeceğim. Ama sanırım filmin içinde kadın çıplaklığınuı güzelltğinden çok daha fazlası var. Ger- çek hayatm içindeki bir fantezi dünyası ile ilgileniyo- rum. Cmit ederim ki kiliseııin muhafazakar ogretisi ile kişinin kendine özgü duygusal yaşamındaki haz- lar arasındaki gergûüiğJ, nükteli bir şekilde anlata- bilmişnndir." Filmdeki Campionlann sempatik olmadığı yolunda çıkan görüşlere de katılmıyor Duigan: "Şu doğru. FHmde Hugh'un oynadığı karakte- rin üzerinde çok dunıyor ve seyirciyi şaşırtıcı bir kavisin içine alıyor. Başlangıçta. gözümüze saçmasapan bir adam gibi gözüküyor. ancak daha sonraları kansına deli gibi aşık ve onda olan değişiklikleri anlamakta güçlük çeken. kolay incinebUir bir insana dönüşüyor. Bu nokta- da da kansına "İnsamn bazı sırlan olması çok güzel' de- mekk yetiniyor. Kişisel fikrimce bu, tarttşılabilir bir konu. Eğer her ilişki tamamıyla açık olsaydı, insanlar kendilerini iç dünyalarınuı her safhasını, her halini açığa vurmayı hissederierdi ki bu durumda da hiçbiri de normal aktşında vürüyüp gidemezdi." oluşturuyor. Araştırmada, "Yayıncılığı (kâr etmek ya da para kazanmak) için değil. asıl olarak idealleri ıığnına yapan bu grubun. bo- ğuştuğu ağır ekonomik koşullara rağmen, hala direnmesinin temel nedenini, bu farkhlı- kta aramak doğru olacaktır" denıliyor. Mevcut koşullarda kültür yayıncıbğını sürdürmenin ekonomik olmaktan gıttikçe uzaklaşan bir faaliyete dönüştüğü, belli ön- lemler alınmadığı takdirde kültür yayıncıhğının iyice küçüleceği vurgulanıyor. Manevi tatmin var, ama... Araştırmanın sonuçlanna göre, yayına- lann yüzde 9O'ı yaptığı işten manevi tatmin alıyor, buna karşıbk yüzde 80'i oluşturan grup işinden maddi tatmin alamadığını be- lirtiyor. Yayın sektöründe hakim olan ölçek küçüklüğünün, teknolojik donanım düzeyi- nin de fazla gelişememesine neden olduğu vurgulanan araştırmada, sektörde bılgisaya- ra geçmenin henüz tam anlamıyla gerçekleş- mediği, yayınalann yüzde 20 gibi önemli bir bolümünün son 5 yıl içinde işini gebştirmek üzere hiçbir yatınm yapamadığı belirtiliyor. Yayınevlerinin yüzde 33'ünün tümüyle te- lif, yüzde 10'unun çeviri eserler yayımladığı. diğer bölümün ise karma bir yayın yelpaze- sinde yer aldığının ortaya çıktığı araştırma- da, yaymcılannın yüzde 57'sinin tebf ajans- lanyla herhangi bir ilişkisi olmadığı, yayına- lann kullanabildiğj tanıtım yollanrun olduk- ça kısıtlı olduğu belirtiliyor. "Televizyon ve radyo bu anlamda etkin bi- rer mecra haline dönüştüriilememiştir. Hali- hazırdaki mecralara ulaşmak ise küçük ve orta ölçekli yayınevleri için önemli bir sorun haline gelebilmektedir" denilen araşürmada. bu nedenle birçok küçük ölçekli yayınevleri için tek tanıtım mecrasının yılda bir kez dü- zenlenen kitap fuan olduğu, yayıncılann tarutıma para ayıramadıklan kaydediliyor. Yurtdışı bağlantılar zayıf Yayınalann yüzde 27'sinin geçen yıl için- de hiçbir kitabı için basın ilanı veremediği, yüzde 48'inin de bir kitap için en fazla 1 ile 3 arasmda ilan verebildiği sonucu ortaya çı- karken yayınalann yurtiçi fuarlanna katıl- ma oranının yüzde 75, yurtdışı fuarlanna katılabilenlerin oranının ise yüzde 32 olduğu saptaması da yapıbyor. Yayınalann, "Türkiye'deki girdi fiyat- lannın dünya fıyatlan civannda sevrettigi. buna karşdık kitap fiyatlannın, dünya fiyat- lanndan daha düşük olduğumı düşündüğü" araştırmada belirtiliyor. Araştırma sonuç- lanndan bazılan da şöyle sıralanıyor: "YayuKilann yaklaşık yüzde 90*1 kağıt ödemelerinde ve yüzde 70'i de, telif/çeviri öde- melerinde gecen yıla oranla zorlanmaktadır. \'ayıncüann yüzde 30'u, faaüyetlerini sürdü- rebihnek için gayrimenkul satmak > a da ipo- tek ettirmek, yaklaşık yüzde 75'i de şahıslara ya da bankalara borçlanmak durumunda kalmtştır. Ortalama baskı adedi düşüktür. Yayıne>1erinin yüzde 80'i bir kitaptan 2-4 bin arasmda basmaktadır. Yayıncılaruı yüzde 55'i, geçen yıl içindeki satışların bir önceki yıla oranla ya mutlak olarak düştüğümi ya da aynı kaldığmı beürtmiştir." BestseUer yakalama şansı düşük Yayınevlerinin bestseller (en çok satan) yakalama şansımn düşük olduğu da ortaya çıkan araştırmada, kitaplann kağıt ve cilt kabtesinin düşük olduğuna, ağırlıkla 3. ha- mur kağıda basıb cütsiz kitaplar yayı- mlandığına da işaret ediliyor. Yurtiçi saüşlann çok büyük ölçüde İstan- bul, Ankara ve Izmir'le sınırh olduğu, diğer büyük kentlerin toplam satışlar içinde çok düşük paylar alabildiği saptanan araştırma- da, yayınalann yüzde 75'inin yayınevinin kendine özgü bir okur kitlesi bulunduğunu düşündüğü de belirtibyor. Yayıncılann yüzde 62'si yayın politikasında herhangi bir değişikliği düşünmediğini açıklarken en faz- la "ders ve çocuk kitaplanna yöneune" şek- bnde bir değişikliği düşündükleri kaydedili- yor. "Yaymcdıgın her alanı sorunhı" sonucu- nun ortaya konulduğu araştırmada, telif/ çeviri konusunda en önemli sorunun "kor- san yayiDcdık" olduğu da bir başka saptama olarak yer abyor. MEMET BAYDUR Balıkçı Karıları Resim, heykel galerileri kentlerin kimlik kartlarıdır bir bakıma. Kitapçıları, parkları, çocuk bahçeleri, barları, kahveleri, sokak müzisyenleri, tiyatrolan, konser salon- lan, pantomim sanatçıları, atfı karmcaları, müzeleri, anıtları, meydanları gibi bir şehrin resim-heykel galeri- leri, müzeleri ne kadar iyi ise o şehir de o kadar şehirdir. Kaldırım gibi otobüs durağı, çöp kutusu, posta kutusu, üstünde döner lokantasıyla televizyon kulesi, çiçekçi dükkanlarıyla şehir olur bir şehir. Eski olanın korundu- ğu, yeni olanın yüreklendirildiği, çirkin olanınsa nere- den gelirse gelsin karşısına dikilen vatandaş kentlileriy- le geniş yerleşim alanları "kent" olurlar. Kentleri, bir düzlükte çadır kurmuş yayla insanlarmın kargaşasın- dan ayıran olgu, estetik denilen kavramdan nasibini almış insanların dayanışmasıdır bir bakıma. Bu bir du- yum sorunudur doğal olarak. Estetik duyunun ise şehir- ciliğe "tarafsız" bir gözle bakması gerekir. Bir başka deyişle, karşı olduğunuz ideolojinin yaptırımlarından önce, dost bildiğiniz kişilerin, yaşadığınız kente diktiği tüyleri görüp eleştirerek başlamak gerekiyor işe. Bir kenti süslemek ile yağlı güreşlerde bir pehlivana teza- hürat yapmak arasındaki ayrım o kadar ince değildir. Birbiriyle hiç ilgisi olmayan sorunlardır bunlar. Bilmediğim, tammadığım bir kente ayak basınca ilk işim kitapçıları bulmak olur. ikinci işim de elimdeki kitabı okurken iki kadeh içki içecek keyifli bir kahve ya da bar bulmaktır. Kalabalık, ucuz, çok insanın girip çıktığı ma- halle kahvelerini yeglerim hep. Kitapçı ve kahve mese- lesini hızla hallettikten sonra sıra resim galerilerine ge- lir. Londra'da Hayvvard, New York'ta Metropolitan Mü- zesi'nin resim galerileri insana her adımda olağanüstü güzellikler sunarlar. Büyülü, buğulu bir haz verir insana büyük bir sanat eserinin karşısında durmak. Goya, Klee, Da Vinci, Ma- tisse, Miro, Rothko, Picasso, Dali... Sağınızda bir Japon çift, solunuzda iki üç Italyan, ardı- nızda üç beş Norveçli, ortak bir coşkunun sessiz keyfin- de yelken açıp gidersiniz bir tablonun karşısında. Eşi benzeri olmayan bir heyecandır bu. Uygar olan her insanın paylaştığı, yaratıcıya saygı duyan insanların iyi bildiği dingin coşkudan söz ediyorum. Salvador Dali'nin gençlik yıllarında yaptığı tablolar, bu yılın ilkbaharında Londra'da Hayvvard Galeri'de sergi- lendi. Sonra haziran sonunda New York'a gitti, aynı ser- gi, oradaysa ünlü Metropolitan Müzesi'nde sergilendi. Bu büyük ustanın, tanınmamış bir ressamken yaptığı tablolar büyük ilgi gördü. Sergilenen tabloların arasında Salvador Dali'nin yirmi dört yaşında yaptığı, 1928 tarihli "Kadaklı Üç Balıkçı Karısı" adlı tablo da vardı. Mayıs ayında Hayvvard'da, temmuz ayındaysa Metropolitan- da açılan sergide sözünü ettiğim tablonun ters asıldığı 5 Temmuz 1994 günü anlaşıldı. İki aydır binlerce insanın önünde tepetaslak duran tablo indirildi, çevrildi ve yeni- den asıldı müze duvarına. Resmin başaşağı asıldığı an- laşılıncaya kadar, binlerce insan geçmiş bu tablonun önünden. Aralarında ünlü sanat eleştirmenleri de var. Serginin kataloğuna da başaşağı basılmış tablo. Eleştir- menler sergiyi övmüşler de övmüşler. ingiliz Indepen- dent gazetesinin sanat eleştirmeni Tim Hilton, bu resmi "serginin doruk noktası" olarak tanımlamış yazısında! Şimdi herkes süklüm püklüm, eh öh, peh poh diyerek vaziyeti kurtarmaya çalışıyor. Metropolitan Müzesi'nin yöneticileri resmi ters bastıkları sergi kataloğunun içine bir not koydular: Burada ters basılı olan bu tabloyu, kata- loğu yüz seksen derece çevirip seyredin gibi bir şey. Dali'nin genç bir ressamken yaptığı tabloysa olağa- nüstü güzellikte. Duvara nasıl asılırsa asılsın, koruyor güzelliğini. Bu dediğim benim gibi resim sanatından an- lamayan sade vatandaş için geçerli elbette. Bir tablo, ressamının yaptığı gibi asılmalıdır duvara. Yoksa Londra ve New York'un bu ünlü galeri yöneticisi uzmanların yaptığı iş, Joyce'un Ullysess'inin ünlü bölü- münü noktalı, virgüllü yayımlamak gibi bir şey. Müze yöneticilerinden Nathalie Garnier, "Soyut sanat eserle- rinde bu gibi yanlışlıklarm kolaylıkla yapılabileceğini" söylemiş. Dali'nin tabloâu bana göre pek soyut bir eser değildi. Ayrıca resimde soyut-somut ayrımını pek anlayamamış bir cahil olarak bundan böyle büyük müzelerde, ünlü galerilerde göreceğim resimlere daha dikkatli bakmam gerekiyor galiba. Mondrian, Rothko, Malevitch gibi çok sevdiğim ressamların tablolarına da yenıden bakmak gerekebilir. Kentlerden yola çıktık nerelere geldik! Benim asıl merak ettiğim şey ise bambaşka. Dali'nin Balıkçı Karıları tablosu ters mi asılmış, düz mü asılmış, benim asıl merak ettiğim şeyle ilgisi yok. Ben asıl şunu merak ediyorum: Goya'mn Çıplak Maya'sı müstehcen midir? Mona Usa ters asılsa, bazı kentlerin belediye re- isleri fark ederler mi? Birtakım zamane ressamlarımızın resimlerini yan yatırsak ne olur? Ne olmaz? Bilkenrte konserli sınav • ANKARA (ANKA) - Bılkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatlan Fakültesi Enstrüman ve Kompozisyon Bölümü öğrencileri. halka açık konserlerle bitirme sınavına giriyor. Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatlan Fakültesi Dekanı Prof. Ersin Onay yaptığı açıklamada. öğretim yılı sonunda kompozisyon bölümünden 6 öğrencinin mezun olduğunu bildırdi. Bitirme sınavlannınbu yıl ilk kez halka açık konserle yapıldığmı kaydeden Onay. "Önceki dönemlerde öğrenciler bestelerini yazar ve kurul bunu kağıt üzerinde değerlendirildi. Bu yıl ilk kez öğrenciler, kendi bestelerini Bilkent Üniversitesi Akademik Sinfoniette Orkestrasf nı yöneterek seslendirdiler. Konserlere eleştirmenler, sanatçılar ve isteyen herkes katıldı. Öğrencilerin besteleri ve orkestra yönetimi, canb bir şekilde, geniş bir katıhmla değerlendirildi. Aynca öğrencilerin besteleri büyük ilgi ve beğeni gördü" dedi. Çocuk ve tiyatronun geleceği • İZMİR (AA) - İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü Cengiz Yılmaz, tiyatrolann seyirci sıkıntısı çektiğini belirterek, "Böyle devam ederse tiyatrolar büyük bir krize girecektir" dedi. Yılmaz, yaptığı açıklamada, özellikle Devlet Tiyatrolan'nın. yannın seyircisini yetiştiımek için çocuklara müzik ve tiyatro konusunda altyapı hazırlamalan gerektiğini beürterek şunlan söyledi: "Çağın sorunlanm, çelişkilerini yansıtan tiyatro sanatı konusunda çocuklanmızı yetiştirmeliyiz. Küçük yaştaki çocuklara müzik ve tiyatro kültürünü verirsek yannın seyircisini elde edebiliriz. Çocuklanmızla bu işe başlamazsak tiyatrolanmız tamamen seyircisiz kalacak." Yılmaz, küçük yaşta müzik eğitimi veriknesi durumunda, çocuklann kabteli ve kalitesiz müziği ayırt edebileceklerini ve müzik dinleme tercihlerini daha sağlıkb yapabileceklerini sözlerine ekledi. Emlakbank'tan kûltürel destek • KOC AELİ (AA) - İzmit Eski Evleri Yaşatma Projesi (İZEYAP)çerçevesinde-oluşturuIan kûltürel fona, Emlakbank 150 milyon lira destek sağladı. Kocaeli İl Kültür Müdürü ve İZE YAP Başkanı Birgül Yürüker, projenin daha hızlı yüriitülebilmesi amacıyla, "Bir kiremit de sen koy" sloganıyla başlaülan kampanyaya ilk yardımı, 150 milyon lira ile Emlakbank'ın yaptığmı söyledi. Emlakbank'ın yaptığı yardımın, restorasyon çalışmalan devam eden Kapanca Sokağı için kullanılacağı belirtildi. Birgül Yürüker, İZEYAP'ın, İzmit'teki tarihi yapılann korunması açısından çok önemli olduğunu vurgulayarak tüm kuruluşlan bu projeye destek vermeyeçağırdı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear