25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
1MART1994SALI CUMHURİYET2 SAYFA KULTUR Martin Scorsese, 'Masumiyet Yaşı'nda farklı kulvarlara yönelmiş SUNGU ÇAPAN Y ıllarca kurşunların vızıldadığı, silahlann konuştuğu. sert, kanlı ve şiddetli "kara film" çeşitlemeleriyle ken- dine özel bir hayranlar kitlesi edinmiş, günümüzde neredeyse fılm starlannı bile gölgede bırakan üne ve prestije sahip, Hollywood'un "sılcı dostlar klaru'nın ^ ^ ^ ^ ^ _ reisi ve modern Amerikan sinemasının Steven Spiel- ^^^^™ berg ve Francis Coppola'yla birlikte en tanmmış üç si- lahşöriinden biri ve ustası sayılan Martin Scorsese'den en az bir film (Taxi Driver, Azgın Boğa ya da Goodfellas) görmemiş sine- masever düşünülebilir mi hiç? Gencecik Robert De Niro ve Harvey KeiteTİ yönettiği "Mean Streetş"den bu yana çeyrek yüzyıl süresince sinemada epeyce yol alan, İtalyan asılh Scorsese'nin, birdenbire çizgisini değiştirerek 1920'lerin Amerikan edebiyatından seçkin bir kadın yazann ge- çen yüzyılın New York sosyetesi dekorunda geçen, uzun zaman aşımına yayılmış incelikli ve yoğun duygusal bir gönül ilişkisine dayanan romanından uyarladığı "The Age of Innocence", adeta bu yönetmenin farklı bir türde de başanlı olabileceğini kanıtla- maya giriştiği, iddialı. gösterişli bir "çağ filmi". Daha once sınema yazarlannca belırtıldiği gibı "Masumiyet Yaşı" adı yerine kuşkusuz "Masumiyet Çağı" adının daha çok JamesIvory,Beş dalda Oscar'a aday gösterikn Altın Küre ödüllü, yönetmenin farklı bir tür denediği, iddialı, gösterişli bir 'çağ ve dönem filmi'. Luchino ViscoııtiNe selanı sarkıtiY or...daha uygun kaçacağı "The Age of Innocence". günümüz New York'unda çoktan çöpe aülrruş, modern tüketim toplumunun çarklannda ve ya- bancılaşma iletişimsizlik sorunsalının çıkmaz- lannda öğütülerek neredeyse unutulmaya yûz tutmuş temel erdemlerden masumiyet kav- ramını, dünün gelenekler-görenekler dünyasını görsel-plastik açıdan başanyla yeniden kurarak ele alıyor. Beş dalda Oscar'a aday gösterilen, Altın Küre ödüllü fılm. 1870'lerin New York'unda yaşayan and Newland Archer'in (Daniel Day-Lewis), saf, masum ve tecrübesiz bir genç kız olan May Wel- land'la (Winona Ryder) nişanlıyken. Polonyalı bir kontla evlendiği Avrupa'dan dönen, May"in de kuzeni olan Ellen Olenska'ya (Michelle Pfeif- fer) fena halde tutuluşunu ve iki kadın arasında yıllarca bir arada kalışını hikaye ediyor. Hoş ama boş özenti bir stil Archer'a hiç bilmediği dünyalann kapılannı açan. özgür ve bağımsızlığına düşkün kontes de güzelliği ve kişiliğiyle aklını başından aldığı Arc- her'a hiç ilgisiz değildir. Yirminci yüzyılın gör- kemli ABD imparatorluğunu hazırlayan ortam ve koşullann olgunlaştığı geçen yüzyıl sonralan- nda, vaktiyle üç-beş incik-boncuk karşılığında Kızılderililerden satın almış olduklan topraklar üzerinde New York'u kuran ve buraya New Amsterdam adını veren göçmen Hollandalılann sayundan gelme, seçkin zengin aiJelerin. görgü kurallanndan erkeklerin yemek sonrası keyif purolannı yakış tarzlanna kadar yönetmen Scorsese'nin 'adeta saplantı halindeki aynntı tut- kunluğunu' da örnekleyen tasvirlerine pek bir di- yecek yok estetik bakımdan. Ne var ki, iki saat yirmi dakikaya uzayan sü- resine ve Scorsese'nin İtalyan kökenine bakıp kendini Milano kontu soylu Visconti sayarak, alabildiğine 'sanat yapmaya soyunan' ağır, uzun sekanslara dayalı ölgün temposuna (ya da tem- posuzluğuna da diyebilirsiniz) dayanmak pek herkesin harcı olmayabilir tabii. Çok değil bir- kaç gün önce Berlin'de görmek bahüna erdiğim ve üç aşağı-beş yukan benzeri bir konuyu ele alarak işleyen. son James hory başyapıtı "Rema- ins of the Day-Günden Kalanlar"ın etkisinden daha pek kurtulamadığımdan olsa gerek, Scor- sese'nin bütün yırtınıp-çırpınmasının sonucun- da ortaya çıkan ve kimi Anglosakson sinema eleştirmenlerince bu yönetmenin en büyük fılmi olarak alkışlanan "The Age of Innocence-Masu- miyet Çağı", güzel, zarif ama sonuçta havanda su dövmekten pek de öteye gitmeyen bir seyirlik doğrusu, fazla bir şey ifade etmedi bana. M, asumiyetYa$ı (The Age of Innocence) Yönetmen: Martin Scorsese / Senaryo: Jay Cocks, M. Scorsese / Kamera: Michael Ballhaus / Dekor: Dante Ferretti / Kostüm: Gabriella Pescuci / Müzik: Elmer Bernstein / Oyuncular: Daniel Day-Lewis, Michelle PfeifTer, Winona Ryder, Alec McCowen, Geraldine Chaplin, Miriam Margolyes, Michael Goigh, Richard E.Grant/1993 ABD (UIP) Beyoğlu Emek, Şişli Kent, Etiler Akmerkez, Maslak Mövenpick, Bakırköy 74, Kadıköy Kadıköy, Pyramid ve Altunizade Capitol sinemalannda. Başta da belirttiğimiz gibi. Martin Scorsese'- nin bu fılmdeki, üstünde hayli kafa patlaülmış, emek sarfedilmiş, göznuru dökülmüş, para har- canmış ve çok süslü-püslü bir şekilde oluşturul- muş, gözalıcı stili, tngiliz fılm eleştirmeni Nigel Andrews'in de altıru çizdiği gibi "James Ivory'nin Luchino Visconti ustaya rasdayıp hararetÛ se- lamlar sarkıttığı", hoş ama boş ve özenti bir stil. Bu 'cilalı estetik', üpkı bu fılmdeki öyküyü anıştıran James Ivory'nin yakında bizim sine- maseverlere de sunulacak olan ve "Howards EmTden bile daha başanlı bulunabilecek son fıl- mi "Gûnden Kalanlar" seyredüdiğinde, daha bir ortaya çıkacak ve daha iyi anlaşılacaktır sanınm. James Ivory de yanlış secimler yaparak yanlış evlilik ve beraberlikler kuran Anthony Hopkins'le Emma Thompson'un, üpkı buradaki gibi yıllarca öpüşüp koklaşmaktan öteye geçe- memiş bir kınk hayatlar ve aşk kırgınlığı çeşitle- mesi niteliğindeki tutkulu aşk hikayesini anlatı- yor, ancak seyircinin yüreğjnden vurarak. Ivory'deki 'sahicilik tadı', kesinkes Scorsese'nin gözalıcı yapıtında yüzeyselliğinden sıynlamıyor bir türlü. Masumiyet simgesi, pırıl pırıl bir genç kız May rolünde VV'inona Ryder tek kelimeyle harika! rinleşmesi. kontesin kuzeni Ma>'in kocasını elinden almaktansa yeniden tası-tarağı toplaya- rak Avrupa'lara. Paris'lere kapağı atmasına va- racaktır. Bir yanda tanıyıp bildiği Nevv York ve aile ortamı, öte yandaysa daima sahip olmayı düşle- diği Ellen'in temsil ettiği. Avrupa kültürüne yaslanan. çok farklı bir dünyayla karşı karşıva secimini yapmak durumunda kalan Newland Archer'ı Daniel Da>-Lewis her zamanki üstün oyunculuğuyla canlandınrken kontes Ellena Newland Archer'ı oynayan Daniel Day Le- wis'in hayranıysanız' bu fılm kaçmaz*. Kontes Ellena Olenska'yı oynayan Michelle Pfeiffer, yer yer biraz hafif ve iğreti kaçıyor. Olenska'daki Michelle Pfeiffer biraz hafıft iğ- , rek ve sıkıntıyla ta^ammül cdebileccği. reti kaçıyoryervcr Masumı>etsirnecsi,saf*pınl »bir seyiflik. Scorsfce'rtin babasına ıtha pınl genç kız May'deyse \* înona Ryder tek ke- geçen yüzyılın 'şampanyalı-istiridyeli' ahla pzahı ettij limeyle harika! Yan rollerdcki çoğu Ingilız oyuncunun. İngıliz ekolünden gelen perfor- manslan. bu görkemli 'çağ ve dönem filmi'ne katlanılmasınibağlıyor. Birinci sınıf görsel düzcye sahip "Masumiyet Çağı" baştan sona meraklısı için son derece ze- ngin aynntılarla örülü. romantik vc püriten bir 'melo\ ancak sıradan seyircinin oflayıp-püfleye- görgü kurallannı karsımıza getiren, plastik dü- zeyiyle gözalıcı ama içeriği bakımdan \er yer sınıfta kalan "Masumiyet Çağı". zaman zaman iç baysa da kolayca kulak arkası edilecek Holly- wood yapımlanndan değil tabii. Hele benim gibi Montgomery Clift'in günümüzdeki şubesi saydığım Daniel Day-Lewis'in hayranıysanız. her şe\e karşın "bu film kaçmaz!" Homo Semioticus ve Başyapıt ATİLLA BİRKİYE 1993'ün edebiyat ve yayınla ilgili yıl değerlendirmele- rinde ne yazık ki -biz ona gözden kaçan diyelim- yer al- mayan bir kitap vardı: Homo Semioticus (Mehmet Rifat, Yapı Kredi Yay.) Bu tür değerlendirmelerde, gözden ka- çan kitapların olması doğaldır; ancak bu kitap bir baş- yapıtsa. doğrusu budoğal olmanın sınırını aşar.Başyapıt tanımı kuşkusuz kitabın içinde yazmaz. Ama onu baş- yapıt yapan da içinde yazılanlardır. Hiçbir başyapıt, bir kişinin söylemesiyle başyapıt olarak tanımlanmaz. Ço- ğul ister; bir grubun, bir çevrenin tanımını ister; bazen de zaman ister. Yine de, ben kendi adıma Mehmet Rifat'- ın kitabını bir başyapıt olarak tanımlamaktan en küçük bir kuşku duymuyorum. Homo Semioticus'u türsel açıdan, edebiyat bağlamın- da ele alabiliriz: Kuramsal bir deneme. "Denemo'run altını önemle çiziyorum; çünkü buradaki edim, "de- neme "nin ilk elden çağrıştırdığı "bir şeyi yapmaya ni- yetlenme" değil, edebi türün gerçek anlamıyla ele alabi- leceğimiz uslamlamayla verili olan ve olanlar üstüne bir düşünce oluşturma/kurma... Tabii bir de, Homo Semioticus'un ilk olma özelliği var. Bilebildiğimiz kadarıyla, dünya kitaplığında "Homo Se- mioticus" ilk. Yani "yakın çevresinde", homo academi- cus, homo sestheticus, homo poeticus. homo philosop- hicus vb. olmasına karşın, homo semioticus yok. Böyle- ce homo çevresine Mehmet Rifat Homo Semioticus'u katmış oluyor. Gelelim "Homo Semioticus'a. Sözcüğün anlamı ne- dir? Mehmet Rifat, sözcüğü (kavramı) şöyle tanımlıyor: "Homo semioticus, anlamlandıran insandır; dünyada- ki anlamlarm oluşumunu, birbirıne eklemlenerek yep- yeni anlamlar yaratmasını sorgulayan insandır; çevre- sindeki bireysel, toplumsal, kültürel gösterge dizgeleri- ni yalnızca betimlemekle yetinen değil, bu dizgelerin üretiliş sürecini yeniden yapılandıran insandır." Mehmet Rifat, bu anlamlandırmamn, bılınçlı, duzenlı, yöntemli ve tutarlı bir biçimde olması gerekirliğini belir- tirken; homo semioticusun anlamlama sürecinin kuram- sal modelini öneriyor ve anlamlama nesnelerini de ser- giliyor. Kuşkusuz anlamlandırma bir tür "okuma"dır; özellik- le edebiyat türlerinde böylesine bir anlamlama süreciy- le haz duyarak karşılaşacağımız gibi, kimi yazarlarda da bu süreci "bilinçli" bir biçimde buluruz. Yani, yazar sıkı bir "homo semioticus"Xur. Zaten Mehmet Rifat da bu kitapta kendi homo semio- ticuslarını gerekçeleriyle birlikte sıralamış. Biz de bir- kaçının adını anmadan geçemedik: Greimas, Barthes. Saussure, Strauss, Kristeva. Eco, Todorov, Freud, Bachelard, Reichenbac, Aristoteles, Nietzsche, Bau- delaire, Proust, vb; bizden ise Ahmet Hamdi Tanpınar, Nusret Hızır, Nermi Uygur, Memet Fuat, Melih Cevdet Anday vb... Farkında olsak da olmasak da, bütün bir ömrü. yaşadı- ğımız çevreyi, ülkeyi. dünyayı anlamaya, onu kavrama- ya çalışarak; ve olup bitenlere tanıkhk ederek geçiyoruz. Etrafımızda bizi çevreleyen tüm nesne ve ilişkilerden et- kileniyoruz, ya da etkiliyoruz. Etrafımız sonsuz bir olup bitme, yapıp etme edimi içerisinde. Bizden bağımsız, ya daolduğu gibi bize bağımlı. Işıs homo semioticus, ilişkileri, bağlantılar arasındaki j, hfinzerliklerl rastlant'ıları ve zorunlukları yakaiayaa^ bunların farBnda olan insan. Belki de (giderek), hepi- _ miz, sanatçılar, yazarlar, vb birer homo semioticus gö- züyle bakmalı, dünyayı bir de böylesine algılamalı ve anlamlandırmalıyız. Gerekmiyor mu? Mehmet Rifat, eleştirileriyle, yazılarıyla, çevirileriyle başladığı ve sürdüregeidiğı "göstergebilimsel serü- ven"\ne Homo Semioticus ile bir yenisini eklerken. biz- leride "göstergelerdünyasını"farklı biçimlerdeokuma- ya, yeni bir serüvene davet ediyor... Gözalıcı, yüzeysel bir seyirlik Yoğun tutkulu ilişkilerinin giderek zamanla avukat Archer'a da. kontes Olenska'ya da acı verip günah duymalanna yol açacak İcadar de- Thomas Hardy'nin ilginç yaşamı 'Hardy' adlı biyografıde yeniden ele alındı Yazınile gerçeğiniçiçegeçtiğiyaşamKGltür Servisi -1856 yılında Tho- mas Hardy. kıskançhk knzi geçire- rek bir se\yar satıcı olan kocasını öldüren Martha Brown'un ıdanıını seyretti. "Sisli \e yağmurlu ha>ada asılı kalan güzel bir fıgürdü. Önce yarım daire çizip sonra tekrar döne- rek sallanırken. dar si> ah ipek elbi- sesi bu fıgûrii belirginleştiriyordu" diye yazdı bu dencyimınden aklı- nda kalan izlenimleri Hardy. Henüz 16 yaşındaydı, ama ya- şamı boyunca ölüm ve cinsellik onun için birbirinden soyutlana- mazkavramlar olarak kaldı. İlk eşi Emma'yı bir bahçe kapısına \as- lanmış olarak gördüğünde. çarmı- ha gerilmiş olduğu izlenimine kapıldı ve onunla evlenerek Em- ma'yı çarmıha germiş olacağını dü- şündü. Yıllar sonra başyapıtı sayı- lan "Tess Of The d'L rbervilles" ro- manında en tanınmış ve şiirsel kadın kahramanına. sevgilisini bı- çaklamak suçundan idam edilerek ölme sonunu uygun görüyordu. Harvey, aynca bu romanında bı- çaklanan adamın kanının damla damla alt kata sızışmı betimliyor- du. Romanı yazmaya başladığı sı- rada. üst katında oturan asker inti- har etmiş ve kanı Harvey'nin çalı- şma masasma. aynen romanda an- lattığı gibi damlamıştı. Geçtiğimiz ay Ingiltere'de yayımlanan "Hardy" ısimli biyogra'fıde Martin Seymour-Smith. ünlü Ingiliz şair ve yazar Thomas Hardy'nin yazın ile gerçeğin iç içe geçtiği bu ilginç ya- şamını dokuz yüz sayfaya yakın kapsamlı bir çalışmada yeniden ele alıyor. 1840 yılında doğan Hardy. yayı- mlanan ilk romanı "Desperate Re- medies"i özellikle ilgi çekmek ve adını duyurmak için bir "sansasyon romanı" olarak kurguladığını söy- lemişti. Her ne kadar bunu başara- madıysa da, 19. yüz>nlda lezbiyenli- ği konu alma cesaretini göstererek çağının ne kadar ilensinde bir ya- zar olduğunu kanıtladı böylelikle. Harvey, ikinci romanı "Under The Greenwood Tree" ile beklediği ba- şanya kavuştu. Aslında Harvey, romanlanyla adını duyurup asıl tutkusu şiire ağırlık vermek istiyor- du. "Under The Greetmood Tree"- nin şiirsel dili de şıir tutkusunu açı- ğa vuruyordu. Ancak şiirin "satmadığını" an- ladığında kendi kendini bir ro- mancı olarak eğitti. Hardy çevre- sinde, ata binen bir kız çocuğu ya da su taşıyan yaşlı bir kadın gibi, bir an için gördüğü imgelerden yola çıkarak bütüncül ve karmaşık karakterler çikarabilme yetisine sa- hipti. Dahası doğup büyüdüğü, ol- dukça hareketsiz Wessex köyün- den çıkanyordu tüm öykülerini. Eliot'un ünlü sözü "Kırsal kesim- den bir vazar, evrensel sorunları daha kolay yakalama şansına sahip- tir"in en büyük kanıtıydı Hardy. Seymour-Smith. bugüne kadar Hardy ile ilgili biyografılerde den- gesiz ve "şirret" bir kadın olarak tanımlanan Hardy'nin ilk eşi Emma hakıkında yepyeni bir tablo çiziyor ve Hardy'nin o güne kadar hiçbir erkek yazann yakalaya- madığı kadın duyarlıbğını yakala- masının ardında Emma'nın ze- kasının yattığını öne sürüyor. Hardy'nin ilk dönem romanlan- ndan "Bir Çift Ma>i Göz" Emma için yazılmış. Hardy, Emma'nın öldüğü yıl, onun için tam 100 şiir yazmıştı. Ancak Emma'nın etkisi en çok "Çılgın Kalabalıktan L zak"taki şu sözlerde kendini açığa çıkanyordu :"Kadmların duygularını, erkekler tarafından kendi du>gularını ifade etmek için yaratılmış bir dili kul- lanarak ifade etmeleri çok güç." Hardy 47 yaşında\ken. çıft Dorchester'de "çılgm kalabalıktan uzak" bir malikaneye taşındı. Hardy burada "The Major of Cas- terbridge"i kalemealdı. Emma sos- yal yaşamdan tamamen soyut- lanmış bu malikanedc vaşamaya dayanamıyor. Hardy ise yazın uğ- raşlanyla meşgu! olduğu için Em- ma'nın yalnızlığını paylaşamıyor- du. Çiftin bir türlü çocuklannın ol- maması da Emma'nın bunalımını arttınyordu. "The Mayor Of Cas- terbridge"in ilk bölümünün eşinı satan bir adamı anlatarak başla- ması. bu nedenle Hardy'ınin yazın için Emma'yı sattığını düşünmesi- nin yansıması olarak \orumlandı eleştirmenlerce. Hardy insanlardan uzak ya- şamasma rağmen, kitapları üzerine yazılan olumsuz eleştirilerden çok etkileniyordu. 1896 yılında yayı- mlanan son romanı "Jude The Obscure"un çok kötü eleştiriler al- ması ve bir okuyucusunun kitabı yakıp. küllerini kendisine postala- ması üzerine Hardy yazmayı bıraktı ve 1928 yıbnda öldüğü güne kadar başka bir yapıt yayımlama- dı. Seymour-Smith, bu durumu çağının çok ötesinde bir yazann, sı- radan halkı kızdıran yazınsal yete- neği karşıhğında ödediği bedel ola- rak tanımlıyor. Ancak aslında "Tess" eleştirmenlerin hücumuna uğramış olmasına karşın. 1890 yıhnın en çok satan kitabı olma>ı belki de salt bu sebeple başarmıştı. Bu yüzden Hardy'ı "değeri ölddk- ten sonra anlaşılan" sanatçılar arasına sokmak pek mantıklı gö- zükmüyor. Yine de biyografı. bir- çok açıdan basit ve sıradan bir ya- şam sürdürmeyi seçmiş ve bu sıra- danlıktan dünyaya dair en derin gerçekleri süzüp kağıda aktarmayı başarmış bir yazann, büyüklüğünü gözler önüne sermeyi başanyor. 6.ANKARA ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ'NDE BUGÜN Yönetmen Zoltan Huszarik'in 'Sinbad'adh filminden. Kızılırmak Sineması 11.30 "Lavanta Tepesi Sakinleri" Yön: Charles Crichton 14.00 "Lavanta Tepesi Sakinleri" Yön: Charles Crichton 16.30 "Sinbad" Yön: Zoltan Huszarik 19.00 "Sinbad" Yön: Zoltan Huszarik 21.30 "Ölümcül Tango" Yön: Patrice Leconte Kavaklıdere Sineması 11.30 "ZemV Yön: Bruno Bigonı 14.00 "Pimuco'ya Pasaport" Yön: Henry Cornelius 16.30 "Zehir" Yön: Bruno Bigoni 19.00 "Vagon" Yön: Semir Aslanyürek 21.30 "Zehir" Yön: Bruno Bigoni' Kaktüs Komedi Tiyatrosu 14.00 "Yolcu" Yön:Başar Sabuncu 16.00 "Tersûıe Dünya Yön:Ersin Pertan Fransız Kültür Merkezi 16.30 Dünya Kısa Filminden örnekler 18.00 Yeni Teknikler \e Yeniler 19.00 "Saint Nehrinden Kurtarılan Boudu Yön: Jean Renoir Alman Kültür Merkezi 14.00 Huszarik Kısa Filmler Toplu Gösterisi 16.00 "Se\gili Oğlum Askar" Yön: Georgı Khalturin V akıfbank Salonu 10.30 Llusal Kısa Film Yarışması 14.00 Llusal Kısa Fılm Yarışması SÖYLEŞİ" Türk-Amerikan Derneği 14.00 "Tania ,Gerilla" Yön: Heidi Specogna 16.00 Dünva Kısa Filminden Örnekler
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear