14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
6ŞUBAT1994PAZAR CUMHURİYET2 SAYFA KULTUR GUNDEMDEKIKONU BEDRETTINDALAN ONATKUTLAR Bir belediyetutuklusununarulan: 2 S özlük anlamında bir beledi- ye tutuklusu olduğum gibı ben, birçok kentli yurttaş gibi "mecazi'' anlamda da kendimi belediyeye ^ ^ ^ ^ bağımlı, onun gözü ve gö- ^ ^ ^ " z e t i m i altında sayanm. ÇünJcü yerel yönetimlerin ilgi alanına giren birçok şey, benim günlük yaşa- mımı doğrudan etkiler. Evde akma- yan su, günlûk ulaşırn, sokağa yığıl- mış çöpler, hava kirliliği, bakjş alanı- mızı ampara gibi törpüleyen, bizi mutsuz kılan kent mekanlan, çirkin yapılar, yürünemez yollar, ölçüsüz ve vahşi gürültü ve daha nıce şey... Bu nedenle Zülfîi Livanelinın ana- kent, Halil Ergün'ün Beyoğlu aday- lıklan ve başanlan beni yakından ilgi- lendiriyor. Bu nedenle, çok az bakan tanıma- ma karşın, birçok belediye başkanı tanıdım. Ömeğin Ahmet fsvan'ı tanıdım. Çok beyefendi, çok dûrüst; ama buna karşılık ne yaak ki başlıca özelliği. kısmen haklı da olsa, bir işin "ıriçin yapılamayacağmı" olağanüstü bir performansla anlatmak olan bu ilginç başkanı yakından tanıdım. Şimdi dü- şündüğümde, onu. elınde kazmayla Beyoğlu girişindekı o eski güzelim Ef- talikos Kahvesi"nin yerine mafya ta- rafından kondurulan çirkin ve ara- besk birahaneyi yıkmaya çalışıp "y> kamazken" hatırlıyorum. Belki bu başansızlığın haklı nedenleri vardı. Ama o çirkinlik yüzünden bugün bile Taksim'den Beyoğlu'na gırerken ba- şırru öbür yana çeviriyorum. Ya da Yanmca Belediye Başkanı Hüseyin AvniŞirini Birkıyı kasaba- sına koca bir kültür merkezi ve amfi- teatr yaptırmayı başaran acar ve be- cerikli Avni Bey'i. Dalan'ı nasıl tanıdım? Bu yazımda ise size. Bedrettin Da- lan ı nasıl tanıdım, onu anlatacağım. Gene biraz gerilere gjtmeliyim. 1985 yıh bahanna. O sırada bir reklam ajansımız var- dı: Letra. Kenan Dimetoka, Mustafa Göçmen ve ben yönetirdik ajansı.En önemli müşterimiz ise olağanüstü ild insanın, Sezai Türkeş ve Fevzi Akka- ya'nın kurdukJan STFA idi. Bir gün onlann aracılığı ıle bir başka şirketle ilişki kurduk. Belediyeye ait Imar Li- mited Şirketi.'lmar Lımited'in toir mühendis olan genel müdürünün is- teği ile onlara küçük işler yapıyorduk. Antetli kağıt, kartvizit vs. Güneşli bir cumartesi günü, öğleden sonra, ajanstaki odamda çalışırken telefon çaldı. Sekreterler izinliydi, ben açtım. Telefondaki bıçkın, tuhaf ses, biraz küstah bir tonla, "Ben Babakan Ata- sü, kardeşiın nerde benim kartvizitle- rim?" dedi. Konuştuğu telefon bir araba telefonuydu. Cıartılar içindc anlamaya çaüştım: "AfTederaniz" de- dim. "Hangi fîrmadan arıyorsunuz?"" Ses, daha da yükselerek yanıtladı. "Affetmem kardeşiın!" dedî. "Bu ne biçim söz? V erdiğiniz sözü tutun!.. Biz işi zamanında isteriz..." Konuşmanın daha da tatsızlaşmasını önlemek için telefonu ortağım Kenan Dimetoka'- ya bağladım. 'Alo! Ne zaman?' Biraz sonra Kenan geldi. "tmar li- mited'in yeni yan kuruluşunun yöneti- cisi" dedi. "Biraz tuhaf bir adam. Şim- di oraya gidiyorum. Başka işler de ve- recekmiş. Sen de gel." Bu ılk fırçadan sonra doğrusu hiç gitmek istemiyor- dum. Ama Mustafa Gözmen bir eöz kırpü. "Gidelim abi" dedi, «Henf de malı tanımış oluruz..." Atladık gittik. Bir Belediye Yapı şirketi olan Imar Limited'in Zincirükuyu'dakı merke- zinin kapısında karşılaştık Babakan Atasü ile. Orta boylu, hafif mafya tavırh, kemerinden anahtarlar sar- kan, daha çok bir ustabaşıyı andıran kırklannda bir adamdı. "Köyhî" ile "detikanu" arası birjargonla konuşu- yordu. "Benimle kira konuştu telefon- dar dedi. "Ben" diye yanıtladı Ke- nan. "Bak anam"dedi Babakan, "Biz- de işter böyle..." Elini bir telefon ahi- zesi tutar gibi kulağına götürdü: "Alo! Ne zaman?" Hiçbir şey anla- madık. O devam ettı: "Bedri Bey gibi. Alo! Ne zaman?" Gene anlamadık. O aldırmadı. Asansöre yürüdü. Birlikte genel müdürlüğün bulunduğu beşinci kata çıktık. Oldukça yıpranmış, eski püskü masa ve iskemlelerle dolu geniş bir büro katıydı bu. Tatil günü oldu- ğu için memurlar yoktu. Babakan şöyle bir baktı. Sonra bizimle birlikte dolaşan yaşlı bekçiye döndü: "Buraları hiç temizleme baba!" de- di. "Baksana şunlara. Masalar kırık. koItukJarın derisi yırtık. Toz içinde. Bunlan pencereden aşağı atacağız. Memurlaria birlikte." Sonra Genel Müdür'ün odasını gösterdi: "Onu da atacağız. Masasını, koltuğunu, kendi- sini... Hep beraber. Anladın mı?" Yaşlı bekçi tuhaf tuhaf baktı. Babakan de- vam etti: "Şimdi aç bizün katı. Bu adamlar hayadarmda büro görsün- ler..." İki kat aşağı indik. Genış bir büro kaüna girdik. Her taraf bir havaalaru pisuvan gibi beyaz fayanslarla döşen- mişti. Taban, duvarlar. her yan. Orta- da beyaz plastikten ultramodern dı- zayniı yuvarlak masalar. Üstünde de ortağı olduğunu söyledi. Sonra gıt- ti bir tomar pafta getırdi. Açtı ma- sanın üstüne. Bunlar, İstanbul'un imar planlanydı. Yeni şirket İstan- bul'un yeni planlannı haarlayacak, kanalizasyondan ulaşıma kadar her konuda söz ve karar sahibi olacaktı. Durdu. Bircetvel aldı. Planlardan bi- rinin üstüne koydu. Sonra cetveli bir milimetre yana İcaydırdı. "Bak karde- sim" dedi, "Cetveli bir kıl kaydırdım. Şimdi buradaki arsalar bir trilyon fark etti. AnJadmız mı7" 'fstanbul'u yeniden yapıyoruz' Sonra nedense kafası kızdı. "O ibne kıiıklı arkadaşınıza söyledim, anlama- dı" dedi. Ajansta çalışanlardan birini kastediyordu. Daha önce kendisiyle bir kez görüşmeye gelmişti. Hafifçe diklendik. "Yook!" dedi. "Aiınmak, gönül koymak yok. Anlamadı. Ben de kızdun. Bizimkj böyle. Gevezelik yok. İş veririz, tş isteriz. Alo! Ne zaman?" Bu alo ne zaman konusuna iyice ka- Gerçi Babakan Atasü ile iş ilişkimi- zın sonu biraz hazin oldu. Ona sadece kartvizit bastık. Onun da parasını alamadık. Bir süre sonra basmda Ba- bakan'ın başkalanna da para takıp ortadan kaybolduğuna dair haberler çıktı. Biz de işin peşini bıraktık. Ama ben, Babakan"ın "Alo! Ne za- man?" diye özetlediği bu işbitirici Bedri Ağabey'i adamakıllı merak et- meye başladım. Gerçi o sırada Bedrettin Dalan, ba- sınımızın "altm adamı" ıdı. Her gün boy boy resimlen çıkıyor, mavi gözle- ri. okuduğu şiirler. işbıtınciliği dilden dile dolaşıyordu. Her gün cetveli ko- yup "bir kıl" değil, çok daha fazla bir yana kaydınyor, yeni yollar açıyor, eski binalan yıkıyor, Haliç kıyısını sü- pürüyor, kanklı yollar yapıyor, gök- delenlerdikiyordu. İki bin yılhk kentı, babasının çiftliği gibi kesip biçen, bu- nu da büyük bir başan olarak algıla- yan ve algılatan bu kişiyi merak etme- mek mümkün değildı. "İcraatın içinden" her gün milyar- gene beyaz bilgisayarlar, telefonlar. Biryandaki büyük ve beya2 toplanü masasına oturduk. Babakan Atasü ile ilginç bir sohbet başladı. Babakan, Bedri Ağabey'in sağ kolu olduğunu böbürlenerek anlatüktan sonra kasa- ca özgeçmişini özetledi. Suudi Ara- bistan'da on yıl, Almanya'da beş yıl profesyonel deneyime sahip olduğu- nu, şimdi ise İmar Limited'le bir Al- man firmasının ortaklaşa kurduklan bir yeni şirketin hem yöneticisi hem fayı takmıştım. Dayanamayıp anla- mını sordum. Acır gibı baktı: "Yani bu Bedri Abi'nin usulüdür. Telefonu açar. İki cümle sövlen Önce alo der. Sonra işi kelimeyle tarif eder. Sonra ne zaman bitcceğini sorar. Alo! Ne za- man? İşte bu kadar. Biz İstanbul'u ye- niden yapıyoruz. Bizimle ona göre çalı- şm..." Gülmemek ve kızmamak için ken- dımizi zor tutarak bu ilginç yönetici- nın yanından aynldık. Bedrettin Dalan larçıkıp. birilennin hesabma geçiyor- du sonuç olarak. Kimdi bu adam? Merakımı gidermem için çok za- man geçmesı gerekmedı. Yöneticile- rinden biri olduğum İstanbul Kültür ve Sanat Vakfi'nın düzenlediğı Film Şenliği"nde belediye rüsum indirimi saâlamak amaa ile bir yazı hazırla- dık. Yazıyı yanımıza aldık. Ve o sırada sadece festival danışma kurulunda bulunan Şakir Eczacıbaşı, sincma ya- zan Atilla Dorsay, yönetid Hülya l'çansu ve ben bir randevu sağlaya- rak Bedrettin Dalan'ı ziyarete gittik. Bizi geniş başkanlık odasmda, çizgili reye takım elbisesi, tespihi ile karşıla- dı. Şakir Bey, her zamanki dikkati ile, sözcükleri seçerek festivalin önemini anlattı ve anakent belediyesinin yar- dımını istedi, Bedrettin Dalan şöyle bir geriye kaykılarak Şakir Bey'in sözünü kesti: "İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'na zırnık vermem" dedi. Hani derler ya, delikanlıca ve "yekten." Tokat yemış gibi olduk. Bedrettin Dalan önce İstanbul Kültür ve Sanat Vakfi festivallerinin bir avuç kişiye seslendiğini, örneğin kendisinın yann spor ve sergi sarayın- da düzenleyeceği (brahün Tatuses konserine gelirsek aradaki farkı göre- ceğimizi anlattı. Sonra da dilinin al- tındaki baklayı çıkardı: "Hem ben niçin sizin vakfın başkanı değüimr Şakir Eczacıbaşı dilinin döndüğün- ce kendisinin orada doğrudan görevli yönetici olmadığmı, bu nedenle mu- hatap sayılamayacağını, aynca bir vakıf olarak durumunun yönetim ku- nılu başkanının demokratik usullerle seçildiğini, Nejat Bey'in yerine baş- kan oimak istıyorsa bunun da usulü- ne uyularak gerçekleşebileceğini, ama şu anda bunu tartışmanın anlamsu olduğunu anlattı. Hepimizi aptal yerine koydu Ama Dalan, Atilla Dorsay'ın onu rahatlatmak için söylediği övücü söz- len bile dinlemiyor, düşüncesinde ıs- rar ediyordu. Sonunda hem sinirlendim hem sı- kıldım. Ayağa kalktım. "Biz artık Başkan'dan izin isteyelim. Mektup bu- rada. Kararmı verir" dedım, palas pandıras çıktık oradan. Sonraki günler uzun uzun düşün- düm. Gerçekten bu binJerce yılhk kentin ahalisı. kendilerine hizmet et- mek için bula bula bu kişiyi mi bul- muştu? Ama ne yapabm ki necip milletimi- zin kestiği parmak acımaz. O seçil- mişse başkan da oydu. Nitekim, bir- kaç ay sonra, İlhan Evliyaoğlu'nun aynlışından sonra Bedrettin Dalan vakfıni^ucyiar kurulu başkanı ol- tlk kŞnmŞı kurucular kurulu top- lantısında, hepimizi aptaT yerine ko- yan bir hikaye anlattı. Sözde Lond- ra'yı ziyareti sırasında Londra Beledi- ye Başkanı olan Lord, Dalan'a. "Hoş- gcldiniz Sayın Eczacıbaşı" demiş. Da- lan. ismının Eczaabaşı olmadığmı soyleyince de Lord hayret etmiş. "Nasıl olur?" demiş, "fstanbul Festi- vali'nin başkanının adı Eczacıbaşı. Normai olarak o kentin belediye baş- kanı, aynı zamanda festivalin de baş- kanıdır. Sizin dunımunuz çok tuhaf!" diyerek hayıflanmış. Benim ne yazjk ki oy hakkımın olmadığı o toplantı- da, İcurul üyelen, nezaket göstererek bu tuhaflığı (!) giderdiler. Önce Da- lan, sonra da Sözen, kurucular ku- rulu. 'Kabahatin çoğu senin' Ortada bir tuhaflık vardı. Ama bu İstanbul'da mı. vakıfta mı, yoksa ar- keolojik kaalarla bulup sectiğirniz belediye başkanlannda mı bugün bile anlayabiîmiş değilım. Hep yazdığım gibi hiç nostaljikeği- lımleri olan bir ınsan değilim. Hiçbir zaman eskinin iyi ve güzel. yeninin kötü ve çirkin olduğunu düşünme- dim. Ama şuna içtenlikle inanıyo- runr Yaşadığırnız kent veyaşadığımızev kişiliğimizin aynasıdır. Evimize ve kentimize bakanlar, bizim hakkımı- zda yargılara vanrlar. Evlerimize pek öyle kimseyi do- kundurtmuyoruz. Ama kentimiz konusunda nasıl böyle kayıtsız, vurdumduymaz \e tepkisiz olabiliyoruz. Nasıl da kolayca bırakıyoruz onu hoyrat ellere. Nasıl oluyor da sabah erken kalkan, başına geçiveriyor bu ölümsüz kentin? Gelip geçen başkan- lann çok günahı var elbette. Ama canım kardeşim İstanbullu... "Kabahatin çoğu senin" değıl mi? ;mıngwayın konse: :RR MEHMETULUĞ 1985 yılından beri piyanoda Marilyn Crispell ve basta Mark Dresser ile birlikte Antbony Brax- too Dörtlüsü'nün değişmez ele- manı olan davul ve vurmab çalgı- Jar ustası Gerry Hemingway, da- vulculuğun yarunda son 20 yıldır müzik yazmakla da meşgul. He- nüz 38 yaşında olmasına rağrnen saygıdeğer birçok yapıta imza atan Hemingway, Braxton Dört- lüsü'nün dışında 80"li ynllar bo- yunca trombonda Ray Anderson ve basta Mark Helias'la birlikte "Brass Drum Bone" topluluğunu oluşturan üçüncü güç olarak ısim yaptı. Kısa bir süre içinde çok po- püler olan ve sık sık tume teklifle- ri alan topluluk, gelen işlerin yo- ğunluğu nedeniyle üyelenmn bı- reysel calışmalannı kısıtlayınca bu proje bir süre için askıya alındı. 90'lı yıllarda kendi lıderliği altındaki beşlisiyle faaliyet gös- termenin yanı sıra. Alman piya- nist George Graewe ve Hollan- dalı çello ustası Ernst Reijseger ıle birlikte ilginç formasyonlu üçlü- de çalan Hemingway'in son za- manlarda çalışmalar >aptığı di- ğer bir topluluk ise flütte Robert Dkk, basta Mark Dresser ve pi- yanoda Denman Marohney gibı New York'un çağdaş müzısyenle- nnden oluşan "Tambastics" adını verdığı grup. Piyanist Anthony Da>is ve trompetçı Leo Smith gıbi çağdaş müağin öncülerinin ikisivle aynı şehirde büyüyen Hemingway, 20 yıh aşkın bır süre önce Antbony Davis ile ılk calışmalannı yaptığj günleri. müzıkal kariyennde. beste yapma eğiliminin tohum- lannın atıldıâ dönemler olarak anımsıyor. Da>is ve Smith'in mü- ziğe değişik bir pencereden baka- • rak sesleri adeta bir tablo ya- parmışcasına kullanmalannın yanı sıra; Miks, Mingus, EJligton, Jelly Roü Morton ve Armstong gibı ustalann müziklerini etüt etmedeki ciddiyetleri ve müziği sonsuz olanaklar zinciri olarak algılamalan, Hemingvay'i derin- den etkileyerek sadece bir davul- cu olarak kalmasını önlemış. Daha sonra Braxton gibi çağ- daş müziğin ikonoklastlanndan biriyle gelen birliktelik ise He- mınguay'ın yaratıcılığını iyice pekıştirmiş. Hemingway ıçın mü- zikte en önemli unsur yazılı bö- lümler ile doğaçlama bölümler arasmdaki dengeyi bulabilmek. BraAton'la yaptığı çalışmalarda sonsuz özgürlüğe sahip olduğu- nu, kendi lıderliği altındaki top- luluklarla yaptığı çalışmalarda ise bu özgürlüğü belli kalıplar içinde tutmayı tercih ettiğini söy- kyen Hemingway, bestelerini. birlikte çalıştığj müzisyenlerin ye- teneklerini göz önüne alarak yapıyor. Hemıngway'in (stanbul'a ge- tirdiği beşlisinde Amerikah mü- zisyenlerin dışında iki de Hollan- dalı müzısyen yer alıyor: Akustık ve elektrik çello ustası Ernst Reij- seger ve tromboncu VVoher Wier- bos, Reijseger \e Wierbos'un Ste- ve Lacy, Cecil Taylor, Anthony Braxton ve George Lewis gibi kımi zaman Avrupalı çağdaş mü- zisyenlerle çalmayı yeğleyen Amerikah ustalarla çaîışmalan bulunuyor. Alto saksofon, klarnet ve bas klarnette yer alan Mkhael Moore ise, AvTupa'da yaşamayı seçen Amerikah bir müzisyen. Moore. meslektaşfan Reijseger ve Wier- bos gibi Avrupa'nın çağdaş mü- zik çevrelerinde daha aktif. Top- luluğun basçısı ise, Hemıngway'- in uzun yıllardır birlikte çalışma- lar yapüğı Mark Dresser. Belirli çevrelerde en çok aranılan basçı- lann başında gelen Dresser. He- mingway gibı 10 yıb aşkın bir sü- redir Anthony Braxton'la çal- manın yanmda John Zorn'den Laurie Anderson'a kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde faaliyet göstermekte. Davuldaki virtüözlüğü solo konserler verecek ya da plak ça- lışmalan yapacak kadar ıleri olan Hemingway "steel drums" denı- len çelik bidon diplennı de akse- suanna katarak yelpazesıni ge- nişletmış. Çaîışmalan "National Endowment for the Arts" ve "New York Foundation for the Arts" gibı kurumlarca desteklenen sa- natçı, son olarak New York Eya- leti Sanat Vakfı için bir davul konçertosu besteleme görevini üstlenmiş. Konserlennde doğaç- lamanın sınırlanru zorlasa da da- ima besteye sadık kalan Gerry Hemingvvay Beşlisi, hderinin da- vul geleneğine ve ritme sadık coş- kusuyla cazın çevresinde dolaşıp durur. Bir hafta önce aynı salon- da gerçekleşen Bobby Previte Beşlisi konserine gelemeyip caz ve müzik dünyasmdaki son akı- mlan izleme şansını kaçıran caz- severler, bu»akşam saat 20.00'de Cemal Reşit Rey Caz Konserleri Serisi'nin altına konserinde Gerry Hemıngway Beşlisı'ni kaçırmasınlar. PENALH MEMET BAVDUR Nâzım Hikmet Günleri Edebiyatçılar Derneği, 30-31 ocakta Ankara'da beş oturumdan oluşan bir sempozyum düzenledi. Cevat Ça- pan'dan Alpay Kabacalı'ya, Enis Batur'dan Füsun Akaöı'ya, Memet Fuat'tan Hasan Bülent Kahraman'a kadar birçok sanat ve kültür insanı son derece ilginç, yoğun, yeni bakış açıları içeren bildiriler sundular. Sem- pozyumun açılış konuşmasını Kültür Bakanı Fikri Sağ- lar yaptı. Siyasal erkin içinden birinin, dilimizin bu büyük şairine böylesme içtenlikle sahip çıkması orada olan herkesi gönendirdi. Fikri Sağlar konuşmasının sonları- na doğru şunları söyledi: "Biz onun şiirini okuduğumuz zaman yalnızca bir çağın, bir eylemin, bir dönemin ta- nıklığını yapmıyoruz. O şiirle birlikte evrenin tum ger- çekliğini bir kez daha tanıyoruz. Dönüşebilmenin, deği- şebilmenin gücünü duyuyoruz. İnsanlığın olağanüstü cesaretine onun şiirini okuyarak hayran oluyoruz. Na- zırn Hikmet'le dilimizin en büyük ozanlanndan biri oldu- ğu için övünüyoruz ama Nazım insanlığın en büyük ev~ latlanndan biridir. Asıl övünç kaynağımız da budur." Nazım öleli otuz bir yıl oluyor. Bir türlü ölmedi, yasaklan- madı, unutulmadı işte, yaşıyor. Edebiyatçılar Derneği Genel Başkanı Mustafa Şerif Onaran da ilginç sunuş konuşmasında, bir başka büyük şairimiz Melih Cevdet Anday'ın bir sözünü anımsattı dinleyicilere: "Uygar ul- kelerde bir şairin en başta anadiline, ulusal kültürüne olan katk/sına değer biçilir. Onun siyasal görüşleri bun- dan sonra gelir. Siyasal görüşlerse, bir şairin yoksan- masına hiçbir zaman neden olmaz. Çünkü siyasal go- rüşler karşısmda toplumun duyarlığı değişkendir." Sempozyumda Cevat Çapan, 'gelişmiş bir Nazım Hik- met bibliyografyasına ulaşmanın yolları nı açmaya ça- lıştı. Memet Fuat, 'Nazım Hikmet'in Eksiksiz Yaşamoy- küsünü Yazmak/çin Yöntem Arayışı 'başlıklı bildirisinde çağcıl eleştiri yöntemleriyle sanatçının yaşamöyküsü arasında olması ya da olmaması gerekli köprüler üstü- ne düşündürdü bizlerı. Nazım Hikmet gibi yaşamı ile yapıtı, okuyucusunun gözünde iyice örtüşmüş bir şair için, yalnızca yaşamöyküsü yazımı için değıl, şiırınin ye- niden okunması için de yeni bir yöntem arayışı gereki- yor belki. Enis Batur, çok ilginç bildirisinde Nazım'ın şii- rindeki tren imgesi çevresinde şiirsel bir anahtar su- nuyordu bizlere: "Nazım Hikmet'in şiirini; güçlu lokomo- tifinden sık sık ortaya duman koyveren, yüzleri bır silinip bir netleşen yolcularla dolu vagonlanyla uzaklara yola çıkmaya hazır, buyük ve ıssız bir istasyonda bekleyen bir trene benzetiyorum." Edebiyatçılar Derneği, Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla Nazım Hikmet Günleri sem- pozyumuna sunulan bildırilerden oluşan bir de güzel ki- tap yayımladı. Bu kitabı edinmeye çalışın. 31 Mayıs 1962'de Moskova'da adını koymadan şu şıiri yazmış Nazım Hikmet: bütün kapılar kapalı inik bütün perdeler nerdeler nerdeler nerdeler gidilmeyen gelinmeyen bir yerdeler dilsizler fısıldıyor sağırlara uzaktan çok uzaktan bakışın gözleri yok koşunun ayakları yoruldum yakalanmazı kovalamaktan bir cıgara içeyim • Gidilmeyen gelinmeyen bir yerdeler dizesini okuyunca aklıma geldi. Sıvas'ta yobazlarca yakılan 38 kişiden biri olan.Metin Afbofe'un, şair Metın Altıok'un resim sergişi-; açıldı Ankarada, AnkaraBelediyesi Sanat Galerısi'nde. Basınımız pek yer vermiyor böyle şeylere, gidıp gezın o sergiyi, seveceksiniz. Şairlerin yaptığı resimlen oldum bittim sevmişimdir. Nazım iyi bir ressamdı, Metin Eloğ- lu'nun resimleri düşündüm. Oktay Rffat'ın o olağanüstü tablolarını. Bence yazar-şair ressamlann en buyüğu Ci- hat Burak'tır hep. Yazdığım okurken, resmine bakarken hep hayranlıkla karışık bir hayret duymuşumdur. • Yine Sıvas'taki yobazlar tarafından katledilen 38 kişi- den biri olan Behçet Aysan'ı anmagecesi var22şubatta Ankara'da, AST salonunda 18.30'da. Yerel seçımler yaklaştıkça ortalık nareketlendi, herkes Refah Partisi'- nin ne kadar oy alacağını merak ediyor. Bense merak bu ya, Metın Altıok'un sergısini kaç kişi gezecek. üstüne kaç tane yazı yazılacak diye merak ediyorum. • V7£Wce Yenilgiler Kitabı adında bir kitap geçti elime. 177. sayfada bir belediye başkanından söz ediliyor. Meksika'nın Coacaloco kentinin 1978 yılında ıstıfa eden Belediye Başkanı Senyor Jose Ramon Del Cuei Bay Del Cuet, ıstifa gerekçesi olarak belediye başkanlığında başarılı olamadığını öne sürmüş. Bu özverili davranışta bulunmasına, kentin dort bin seçmeni de yardım etmiş biraz. Belediye sarayını basıp Bay Del Cuet'e makamın- da altı kilo muz yedirmişler, adamcağız ondan sonra imzalamış istifa mektubunu. Bu da nereden aklıma geldi şimdi diye soracak olursanız, bilmiyorum. • Yanımdan ayırmadığım, nereye gıdersem gideyim çan- tamda taşıdığım kitaplar vardır. Yolculuk kısa sürecekse on beş-yirmi tane, üç beş yıl sürecekse iki-üç yüz kitabı yanımdan ayırmam. Onlara işim düşeceğini onlarsız edemeyeceğimi bilirim çünkü. Kısa listedeki yazarlar- dan biri de, beş yüz yıl önce yaşamış bir Fransız'dır. François Rabelais. Gargantua ile Pantagruel'i ortaokul öğrencisiyken Ferit Celal Gûven'in evinde sevgili Vedat Günyol'dan duymuştum ilk kez. Yirmı yıl önce Londra- da kapağını araladım bu kitabın, bir daha da kapatama- dım. 1533 yılında muzır bulunmuş Rabelaıs'nin kitabı. Sonra La Bruyere, Voltaire gibı yazarlar da yerin dibine batırmışlar kitabı. Voltaire, "birpislik yığını"olarak nite- lendirmiş bu muhteşem eseri. Yazıldığından beri okunu- yor her şeye rağmen. 1994, Rabelais'nin beş yüzüncü doğum yılı olarak kutlanıyor. Yerel seçimlere bir etkisi olmaz ama yine de bu büyük yazarı anımsamakta yarar- vardır diye düşündüm. Konferanslar, seminerler. ziya- fetler, yiyecek, içecek, felsefe ve dev mitos üstüne bildi- riler hazırlanıyormuş Fransa'da. Bu kitabı Türkçe'de de okumak dileğiyle... Anbumu Ödülleri'ne son başvuru tarihi 6 mart Kültür Servisı - Orhon Murat Anburnu arusına bu yıl da şıir. kısa metrajlı fîlm, kısa metrajlı film senaryosu. uzun metrajlı film öyküsü ve fotoğraf dallannda yine beşdalda verilecek olan Anburnu Ödülleri'ne son başvuru günü 6 mart. Ödüle şiir dalında 10 Nisan 1993 tarihinden sonra yayımla- nan kitaplarla, kısa metrajlı film dalında 30 dakikadan uzun olmayacak filmlerle, kısa metrajlı film senaryosu dalında 25, uzun metrajlı film öyküsü dalında 5 daktilo sayfasmı geçmeye- cek senaryo ve öykülerle, fotoğraf dalında 18X24 cm. ölçüle- rinden küçük olmayacak sıyah-beyaz baskı çalışmalarla baş- vuruda bulunulabilecek. Sonuçlan 11 Nisan 1994 günü açıklanacak olan Anburnu Ödülleri'ne kaülmak isteyenlerin, yapıtlannı bir fotoğraf ve kısa özgecmişleriyle birlikte 7 nüsha olarak 6 Mart 1994 günü- ne kadar "Anburnu Ödüllen. Ahududu Sokak, No: 27 Daire: 7, Beyoğlu 80060 İstanbul" adresıne göndermeleri gerekiyor. (249 75 91)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear