25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 11TEMMUZ1993PA2AR OLAYLAR VE GORUŞLER I- Meclissınıfta kaldı!Sizier, değişmez, toparlanmaz. milleti her söylediğinizi hikmet olarak algılayan koyunlar sanmaya devam ederseniz, en kısa zamanda o sizi değiştirecektir. bundan hiç kuşkunuz olmasın. tnsanlanmızı böylesine umutsuzluğa düşürmeye hiç hakkınız yoktur. Prof.Dr. TÜRKAN SAYLAN 3 temmuz cumartesi günü sa- bah saat 10.00dan akşam saat 20.00'ye kadar TVnin karşısında TBMM"deki ko- nuşmalan büyük bir sabıria dinledim ve görüntüleri ızle- dim. Dinlerken ve bakarken bazan sade bir seçmen. bazan ıddiasız bir partili, bazan politikaya atılmak iste- yen bir yurttaş. bazan da birikimi olan insanlann siyasal yaşamda yer alma- lan için çaba gösteren bir biİim insanı olarak gözlerimin önüne serilen gö- rüntüleri nitelemeye. değerlendirmeye çalıştım. Çocukluğumuzda TBMM'ye ülke- nin en saygın, en akh başında. en ağjr- başlı ve en yurtsever insanlannın seçil- diğini: bu insanlann sokaktakılerden ve bizlerden çok daha farklı olduklan- nı sanır; ülke sorunlanna ait her şeyi çok iyi bildiklerine ve bizleri yönetecek niteliklere sahip olduklanna inanır- dık. O dönemlerde TV yoktu. bizim de düş gücümüz kuvvetliydi. Türkiye"nin Büyük Millet Meclisi'ni oluşturanla- nn; yurttaşhk bilgisi kitaplannda fo- toğraflannı gördüğümüz Cumhun- yet'in ilk devrelerindeki "mebus"lara ya da "saylav'lara benzediklerini, on- lar gibi kibar. düzgün giyimli. düzgün oturuşlu, güzel ve saygılı konuşan seç- kinler olduklannı sanırdık. Sonra yemin törenlerinde seslerini duymaya.kısacıkvekâğıttanokunarak söylenen milletvekilı yemininde çoğu- nun nasıl zorlandığıru, özellikle "de- mokrasi" ve "laik" sözcüklerini söyle- mekte ne denli güçlük çeküklerinı far- ketmeye başladık. Çocuk aklımızla bunun yöre farkına bağlı olabıleceğini dûşünüp çok da üzerinde durmayarak güven ve inancımızı sürdürdük sanınm. TV ile başlavan görsel ve işitsel bilgı- lenme, seçilrniş parlamerHerlerimizi çeşitli toplantılarda yaptıklan konuş- malar ve davranışlar nedeniyle izleme olanağını verdi bizlere. Yine de iyim- serliği elden bırakmıyor. onları tanı- maya, seçilmelerine, bakanlık gjbı önemli görevlere atanmalanna neden olan niteliklerinı ve farkhlıklannı an- lama> a çalışıyorduk. Öncelen, belli bir konunun bakaru olarak, o konuda bilgi birikimi bulu- nan kışılerin seçildığını. dolayısıyla bir bakarun. konusuna hâkim, bu konuda kendini yetiştirmiş bir seçkin olacağını saruyorduk. Sonralan bunun böyle ol- mad'ığmı, bakanlann belli konularda bilgi birikimi olanlardan seçilmediğini ve siyasal dengelere göre atandı- klanru, birçoklannın da bakan olduk- lannı TV'den öğrendiklerini hayretle gözlemeye başladık. Sağlık Bakanı olarak pazarlamacılar. Milli Eğiüm Bakanı olarak avukatlar gördük karşımızda, hepsi de analanndan ko- nunun uzmanı olarak doğmuş gibi gj- nşiyorlardı işe: önceki yönetimin yapugı her şeyi bir yana bırakıp (ya da yanm bırakıp) tam tersi bir uygulama- ya ve de atamalara girişince her şey yerli yerine oturuyordu. Onlarca, ah- şılrruş, gelenekleşmiş davranış biçimi buydu ve kimse de bunu yadtrgamı- yordu. Devlet yönetiminde devamhhk diye bir şey yoİctu. Birinin başlattığını öteki bozuyordu. Firsatını bulup bir baka- na "Sağlıkta hükümet politikası değil bir devlet politikası olması ve sürekli- lık içinde yürütülmesi gerekir" demek cesaretini gösterdiğimde; "Ne demek devlet politikası.. böyle saçma şey olur mu" diye yarut aldığımı hiç unuta- mam. Evet. yıllar geçti, seçimler seçimleri. ihtılaller ıhtilalleri ızledi. Kih seçilen- ler kâh aiananlarla yönetildi ülkemiz ve bızler hep demokrasiyı, uygarhğı, çağ- daşlığı, bizi ereklere taşıyacak vekille- rimizi arayıp durduk. Dıyojen ömeği.. ve sonra TBMM oturumlannın bazı bölümlerinin TV' kanahyla halka açı- lması olayı gerçekleşti. Ne önemli ne ilen bir adımdı bu. İngıltere'de bile daha gerçekleşmemişti, parlamento görüşmelerinin TV'ye açılması. Biz ise seçuklerimizin Millet Meclisi'ndeki davranışlannı, konuşmalanru izleye- bilecek, ülkemizin yönetilişi hakkırida bilgi sahıbi olabilecek, TV yoluyla da olsa mekanızmaya bir anlamda katıla- bilecektik. TBMM oturumlannı ilk izlediği- mizde sıralann boşluğunu, toplanüla- nn bir avuç ınsanla sürdürüldüğünü, kürsüdeki konuşmacılann adeta boş bir salonda prova yapan oyunculara benzediğini farkettik. Öncelen bu du- rumun olağandışı olduğunu, daha sonra rasüantısal olarak üst üste geldi- ğini düşündük ve neden sonra da ola- ğan bir durum olduğunu anlayıp şaş- kınlıklar içinde kaldık. Ülkenin en önemli konulan bir avuç insanla görü- şülüyor ya da görüşülemiyor; böylece bınlerce yasa tasansı TBMM'de üpkı milletvekiUerimiz gibi "uykuya yatı- yordu". Neyse ki toplanülann tümünde sa- lon bomboş olmuyor, yılda birkaç kez de olsa çok önemli oylamalarda ya da çok iddıalı durumlarda salon oldukça doluyordu. O zaman da konuşmacıla- ra tepki olarak sıra kapaklanrun vu- rulduğuna, milletvekillerinin küfiirle- şip kavga etüklerine, birbirlerine ve konuşana el kol hareketi yaptıklanna. bir şeyler fırlattıklanna, birbirlerinin üzerine yüriidüklerine, hatta silah çe- kip öldürdüklerine bile tanık olmaya başladık. Dinlerken birbirleriyle soh- bet ediyor. gazete okuyor ya da uyuk- luyorlardı, çoğu oturuş adabından bile yoksundu. Sade vatandaş olarak büyük bir düş kınklığı yarattı bu gözlemlerimiz; mil- letvekiUerimiz örnek insanlar olmaky- düar; böylesine saldırganlıklar. sataş- malar, konuşanlan susturma gjrişim- leri, dinlememe gibi tepkiler obnama- lıydı. olamazdı. Her yerde olduğu gibi TBMM'de de bir disiplin gerekiyordu. Acaba yanlış mı görüyorduk, yoksa kırk yılda bir olup biten bir davranış mıydı bu? Zamanla hiç de öyle olma- dığını, her önemli birleşimde kavgalar çıkuğıru, kötü laflann söylendiğini ve de bunlann daha sonra tutanaktan çı- kanldığını öğrenmeye başladık. Peki bu insanlar milktin hangi tara- fını nasıl temsil ediyorlardı? Halkımız, bizleT hangj nileliklerine göre onlan seçip ülkeyi yönetsinler diye buralara, karşımıza getiriyor sonra da davranış- lanna şaşkınhkla bakabiliyorduk? Yanhşlık nereden kaynaklaruyordu acaba? Üştelik bu kötü tablo, iktidar- lar değiştikçe düzelme, değişme gös- termiyor, adeta eşyanın doğal yapısıy- mısçasına giderek daha da kalıcı olu- yordu. Bizler. yurttaşlar ya bomboş sı- ralara konuşan bir konuşmacıyı sakin şekilde dinlemekten ya dafiavgalıgü- rültülü, ne konuşulduğu bile anlaşı- lamayan kalabalik oturumlan ızle- mekten başka seçeneğe sahip değildik. Politika bu muydu? Birbirine saygı- sızhk, konuşulanlan dinlememek. ko- nuyla ilgisi olmayan konuşmalar. ha- karet düzeyine varan kara eleştiriler, gerçek bilgi sahıbi olmadan, dolduru- luşa getirilerek ve magazin basırurun özel yaşamla ilgili dedikodulanndan yararlanılarak yapılan suçlamalar, on yıllardır nane şekeri saüalannın na- melerine benzeyen aynı eskimiş slogan cümlelerle kelime oyunlan yapmak marifet rniydi; iç ve dış siyaset böyle mi yürütülür, böyle mi denetlenirdi; milletvekili maaşlan böyle mi hak edi- lirdi? Milletimizin layık olduğu düzey bu mu idi? Evet, pek çok insan, "Ne yapabm biz buyuz, bizim vekillerimizin de da- ha farklı olması beklenemez" diyerek konuyu genelleyebiliyor, olduğu gibi kabulü yeğliyorlardı, ama bu hiç de doğru ve mantıklı bir davranış değildi bence... 3 temmuz cumartesi günü saat 10'- dan 20'ye kadarki on saatte kendimi çeşitli kimlikteki insanlann yerine koyarak izledim. TBMM'yi ve millet- vekillerini; benimle birlikte ülkemin sağduyu sahibi kadın-erkek, genç yaş- lı, tüm ınsanlan da izliyordu kuşku- suz. Ne yazık ki konuşulanlann çoğu- na yakını, ınandığını, bildiğini ve ülke- si için yapılması gerekeni savun- muyor, yahiız ve yalnız "TV'de halka konuşma fırsaünı en iyi şekilde nasıl değerlendiririm" düşüncesiyle sözcük oyunu ve duygu sömürüsü yapıyordu; hiçbirinin ilkeleri çıkarlannın önünü alamıyordu. Meclis yerine dışanya hi- tap ederken de yurttaşlan koyun saru- yorlardı, onlan inandırdıklanna gü- venleri tam olarak çalımlannı atıyor- lardı. Dinleyenler ise çoğunlukla TBMM'de var olmanın anlam ve öne- mini kavramaktan yoksundular. san- ki mahalle kahvesinde maç dinliyor ve geleneksel şekilde hakeme laf atıyor- lar, birbirleriyle ağız dalaşına giriyor- lardı. "'Sayın" sözcüğünün adeta bir hakaret ifadesi olarak bol bol kullanıl- dığı salonda, aslında ne kendilerine ne birbirlerine ne de onlan seçme gafle- ünde bulunan millete saygmm en ufak bir izi vardı. Sanınm politika pek çok aklı başın- da insarun uzak durmaya özen göster- digi bir iticilik kazand^bu yüzden. Bu yüzden politikaya aülmaktan söz eden nitelikli insanlara "dur" diyor dostla- n. Bu yüzden halkımız sevmiyor, gü- venmiyor, inanmıyor politikacılara; söyledikleri sözlerin hiçbirinin temelli olmadığını, ilkeli olmadığını biliyor, gözlüyor ve yaşıyor. Partiden paıtıye dolananlar, göklere çıkardığıru bir sü- re sonra saf değiştirince yerin dibine bauranlar hiç de iyi örnek olmuyor in- sanımıza... Hiç, ama hiç kimsenin si- yaseti böylesine yozlaşürmaya, siyaset adamını böylesine olumsuzlaştırmaya hakkı yok! Halkımız, takım tutar gibi parti tut- maktan, oy makinesi olarak görül- mekten usandı. Farkh bir politikacı özleminde artık. özüyle sözü, söyle- dikleriyk davranışlan, ilkeleriyle ya- şam biçimi tutarh; belli konularda ger- çekten bilgi birikimi ve fikir üretimi olan; uzmanı olmadığı konulan bilen- lere soran; her konuda olur olmaz, herkesi akılsız sayarak ahkâm kesme- yen; demagoji ve polemiğe sapmayan; kendisine olduğu kadar seçmenine ve de seçmeyenine, TBMM'ye, öbür mil- letvekillerine, yöneticilere, yasalara ve genel insanlararası kurallara saygılı, dürüst; aldığı yüksek maaşı hak eden, TBMM'ye düzenli katılan, kaülmadı- ğında cezalandınlacağının bilincinde olan; uçaklan bekletmeyen; yollan kestirtmeyen; yeniden seçilmeyi değil, seçildiği sürece hizmet vermeyi amaç- layan poütikacılar istiyor milletimiz. Artık hiç kimsenin yalnız eleştiri, yalnız iğneleme dinlemeye dayanacak hali yok; cözüm seçenekleri getirilme- den yapılan eleşürilerin, süslü sözcük- lerle ve başanlı hitabetle de olsa inan- dınalığı kalmadı. Kendimizi ve baş- kalannı aldatmayahm ve bir an önce özeleştirimizi yaparak o dillerden düş- meyen "değişim" ve "yeniden yapılan- ma" sürecine gerçekten adım atalım. Sizier, değişmez, toparlanmaz. mil- leti her söylediğinizi hikmet olarak al- gılayan koyunlar sanmaya »devam ederseniz, en kısa zamanda o sızi de- ğiştirecektir, bundan hiç kuşkunuz ol- masın. tnsanlanmızı böylesine umut- suzluğa düşürmeye hiç hakkınız yok- tur. (•) (•) Bu yazı, görevım gereken bılinç ve so- rumlulukla yapan saygıdeğer milletvekıUeri- mıa kaosamaz. ARADABIR MEHMET H. DOĞAN Bltmeyen Kavga Inançla bilincın, körükörüne ınanmakla bilmeye, anla- maya çalışmanın yüzyıllardır süren kavgasında bılinç, kör inanç karşısında bir kez daha yenik düştü 1990'lann Türki- yesi'nde 36 ölüsüyle. 400 yıl önce Bruno'yu. konuşmaması için ağzına tıkaç sokarak yakmaya götüren ve dıri dirı yakanların Ortaçağ artığı torunlan, Sıvas'ta 36 Türk aydınını, şairinı, ozanını. yazarını dumanla susturdu, dırı diri ateşe verdı bir otelin içinde. Televizyonda herkesın gözien önünde gerçekleştinlen bu Ortaçağ vahşetinı, bu akıl almaz katliamı anlamanın yolu, bu 36 insanın "nıçin öldüğünü" değil "nıçın öldürül- düklerinı" sormaktan geçiyor. Çünkü 21 yüryıla girmeye hazırlanan dünyanın büyük bölümünde insanlann düşün- celeri yüzünden, düşündüklerini çeşitli yollardan açıkladı- kları için öldürülmelerı, çok eskiden gorülmuş bir karaba- san olmalıydı çoktan. Her türlü öldürme çoktan çağdışı ol- malıydı. Gel gelelim, bu yaşlı dünyanın, ozanların özlemi "tek- düzenli renginde" değil de, kapitalin "tek odaklı düzenin- de" son on yıldır insanlar bırbirinin boğazına sarılmaya ktşkırtılıyor, bırbirini sonsuza kadar susturmaya cesaret- lendiriliyor, bu uğurda etnik köken mi, millıyetçılık mı, diıv sel inanç mı ne bulunuyorsa kullanılıyor, sömürüluyor. Evet, bu saırleri, bu yazarları. bu halk ozanlarını, bu aydı- nları niçin öldürdünüz? Bu soruyu, daha cuma namazında başını secdeye koy- duğunda bu melaneti nasıl işleyeceğını, bılısiz (cahil) ın- sanlan nasıl kışkırtacağını. peşinden nasıl sürükleyeceğini düşünenlerden. planlayanlardan; Kültür Sarayı'nı basan- lardan; Pir Sultan Abdal'ın heykelini, öldürüluşünden dört yüz yıl sonra nasıl kör bır hınçla yerinden söküp sokaklarda sürükleyenlerden, sürükletenlerden; oteli kundaklayanlar- dan; içeride yanan insanlan tekbir getirerek alkışlar içinde seyredenlerden; canını kurtarmaya çalışanları yeniden ateşin ıçine süren, tartaklayan. dövenlerden. nasılsa kurtu- lanları polisin elinden alıp kara kalabalığa teslim etmeye çalışan yöneticilerden... Ölüler henüz yerlerde yatarken, daha neyın nasıl olduğunu araştırmadan, Sıvas'tan ayağının tozuyla çarpıtıcı beyanlarda bulunan, öldürenleri değil de, ölenleri öldürülmek istenenlen suçlu ilan ederek zihinleri bulandırmaya çalışan bır İçışleri Bakanı'na, 36 ınsanınbarbarcaö!dürüldüğünübırandaunutup,"dışarıda- kilere bır şey olmamış" dıyen. olaylar bır mezhep kavgası- na dönüşmediğı ıçın neredeyse sevınen bir Başbakan'a kadar bütün sorumlularasormakgerekir: Bu 36 insanı niçin öldürdünüz, niçin öldürttünüz? Vereceklerı hiçbir yanıt, bulacakları hıçbir bahane, sa- pacaklan inkâr yollan, bu ülkenin sağduyulu, namuslu, iyi niyetli insanlarını, yüzlerce yıldır ölmekten korkmayan aydınlannı, şairlerinı, yazarlarını ne bugün, ne de yarın inandıramayacaktır. Vereceklen bır yanıt yoktur çünkü. Oysa çok basit! insanlar düşünmesin, konuşmasın, yazmasın istiyorlar onlar. Düşünmekten, anlamaktan, öğrenmekten korkuyor- lar çünkü. Aydınlıktan, kafaların aydınlanmasından korku- yorlar... Yüzyıllardır karanlık içinde yaşamaktan körleşmiş gözleri, kendilerine sunulanı, gösterılmeye çalışılanı göre- miyor artık. Kendilerinden ayrı düşünen, kendilerınden başka ko- nuşan, yazan insanlara verilecek yanıtları edecek sözleri de yok bu yüzden. Bir tek şey bilir onlar: Susturmak, sustu- ramazsa öldürmek! idam sehpalarına, bıçaklarına, dürbünlü tüfeklerine, sa- atli bombalarına Ortaçağın karanlıklanndan çekıp çıkardı- kları bır yenisini eklediler. Ateş, kundak. Bir kez daha anlıyoruz ki. Türk aydını için değişen bır şey yok aslında. Düşünen, konuşan, düşüncelerıni şıirle, yazıy- la, resimle dıle getıren insanlann yazgısı yüzyıllardır hep bu olmadı mı? Hapse atılmıyor muydu hep. sürgüne gönde- rilmiyor muydu, ya köşelere sıkıştırılıp ya sınır boylarında öldürülmüyor muydu zaten! Ama onlar da o ufacık beyin- ciklerıni bırazcık işletip anlamaya çalışsalar ya! .Hoşgörü, düşünceye, insana saygı hep bızden; bağnazlık, an- layışsızlık, zorbalık hep onlardan mı gelecek? «IYF? Cörkemli coğrafyalar ATLAS'ı, Temmuz sayısında da yeni keşiflere, maceralara ve yolculuklara çıkıyor. ülkecle gençlere bedava KARANLIKIÇINE YOLCULÜK Fethivt-deki bu kanvonu ilk kez A7I.AS geçli. Karaman'ın gi/emli topraklarında jip safari. Kimsenin görmediği Fethiye, Datça ve Marmaris köşeleri. Ihlara Vadisi ve insanlan. Bahadağ'dan Ölüdeniz'e uçanlar. Amasra, Apolyont Gölü, Portofino, devre mülk tatil. BenANDAÇMANDI Erkeklige ilk adıtnımı korktnadan attım. Beni sevenlere duyururura 10.71993 İznik gölü kenannda sahibinden satılık 43 dönüm çiftlik arazisi Tei: 265 78 35 GÜLERYÜZLÜ CÎDDtLİK Vedat Giinyol 30.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yaymlan Turkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-htanbul Zayi İTÜ Makuna Fakültesi'nden aldığım 615-11781 No'lu dıplomamı kaybettım. Hükümsüzdür. HA MDl BOĞAÇ ÖZDEM/R PENCERE Nesimi Çimen Niçin Diri Diri Yakıldı?.'. Ozan Nesimi Çimen, Sıvas'ta Pir Sultan Abdal Şenlik- lerinde yakıldı. Neden? Olayın nedenini anlamak için 15'inci yüzyıla doğru uzanmak gerekiyor; Nesimi Çımen'in diri diri yakılma- sındaki sır, beş yüzyıl önce Halep'te diri dıri derisi yüzü- len Seyyid Nesiminin yaşamında gızlidir. • Nesimi'nin doğum yeri kesinlikle bilinmiyor, Diyarba- kırlı, Bağdatlı. Tebrizli olduğu söylenir. Doğum yılı da saptanabilmiş değil, İsa'dan sonra 1404 olduğunu ileri sürenler ağırlıktadır. Gençliğinde çok dolaşmış; Iran, Irak, Anadolu'yu gezmiş; Maraş'ta bir süre kalmış, bir ara Bursa'ya yerleşmiş, sonunda Suriye'de karar kıl- mış. Nâzım Hikmet 20'nci yüzyıl Türkhyesi'nde düşünceleri bakımından sakıncalı gorülüyordu... Nesimi 15'incı yüzyılın sakıncalı şairlerindendi; insa- na ınanıyordu, insana dönüktü, insanı seviyordu, insan- da gorüyordu Tann'yı... Şeriata karşıydı... Seyyid Nesimi'ye göre insan sürekli sevgi eyleminde yoğrulmalı, çevresindeki bütün nesnelerde Tann'yı gö- rüp sezmeliydi, şiirlerinde bu sevgiyı uyum, coşku ve derinlikle işliyor, yobazları kızdırıyordu.Tanrı'yı sevmek için tapınma (ibadet) gereklı değildi, sevgi yeterliydi; in- san namazını sonradan kılabilır orucunu sonradan tuta- bilirdi, oysa sevgilısiz geçen bir yaşam süresinin eksıkli- ğini sonradan gıdermek olanaksızdı. • Şiirlerine yansıyan düşünceleri şeriata aykırı görülün- ce, MemlukSultanı Nasirüddin Berkukoğlu'nun buyruğu üzerine öldürüldü Nesimi... Şairin diri diri derisi yüzüldüVlalep'te... Nesimi derisi yüzülünce üryan (çıplak) kalmıştı... Şiırınde "Ey sevgili, senin yüzunde 'Tann yücedir' ya- zısı vardır, güzelliğine vurulmamın, seni sevmemin nedeni de budur" diyen şair, sözünün bedelini ödedi. Halk arasındaki söylenceye göre Nesimi, yüzülen de- risini hilat (padişah kaftanı) gibi sırtına alıp Halepin on iki kapısından birden çıkıp strrolmuştur Bektaşilerin en yüce yedi şairınden biridir, unutulma- mıştır anısı, şiirleri, yaşamı... Arif Nihat Asya, Nesimi için bir rübai yazdı: Şîrin'i ya Şeyhl. ya NevaJ'ye verin, Çöl lalesi Leylâ yı Fuzulî'ye verin; Lâkın kapanıp kabrine, dünyada bütün Hii'atleri uryân Nesimi'ye verin. Nesimi'ye kefeni çok görenlere karşı Arif Nihat, padi- şah kaftanınıyakıştırıyorşaire . • Günümüzde yaşanan çoğu olayın gizemi, tarihsel za- manın mantığında saklıdır.. 15'inci Yüzyıl geride kaldı... ikinci Binyıl'ın sonuna geldik... Ama, Seyyid Nesiminin adaşı, Alevi ozanı Nesimi Çi- men de Sıvas'ta diri diri yakıldı. Neden? Bilmem ki artık "neden" diye sormanın gereği var mı? Beş yüzyıl arayla iki ozan da aynı nedenle öldürülmüş- tür, şeriat yobazının acımasızlığı bir kez daha damga- landı. Her iki Nesimi de insanı sevdiklerı için cezalandırıldı- lar; Batı'nın ve Doğu'nun karanlık tarihlerinde insanı sevmek, insana dönmek, insanı amaçlamakkolay olma- mıştır; çünkü dinsel bağnazlık, insana katlanamaz, kul- luk üzerine kuruludur. A HER FARKIMIZ TURLARIMIZ BİÜHÇÜ TATİL ROTALARI YEŞİL YOLCULUK/DOĞU KARAOENİZ 3.380.000 .-Tl Sınop, Samsun, Kümbet Yaylası Gıresurt, Akçaabat, Trabzon, Sümela Manastın O( Sarp sınır kapısı, Ayder Yaylası, Kaçkartar. Ordu Amasya, Hattuşaş, Yazılıkaya, Ankara Kales AnadcİL MederaysHeri Mûzesı KARADAN ÜKYA/PATARA/FETHİYE ZMTOMO ^TL Xanfros, Leioon. Patara, Tios, SaMıkent, Kaş Kalkar, D«mt«, Uyra, KahM (BatıKkent), üçağız, Kale, Theimessos (Fethıye), Karmylassos (Kayaköyl.Ölûdenii KARADAN KARYA/KIZKUMU • MARMARİS 2.280.000 ..TL Şelale, Turgut, Pıramrl, Bayırköy (Syma), Bytassos (trekking), Eıflel Sayir Koyu (Inbukü). Çökertme, Dışlee Adası, Kamarya Adası, Hemıtıa Tapırtağı (trekking) I Datça Knidos, Dalyan, Köyceğız, Kaunos ve Izîuzu seçmelıdır.) &nnçii Taiıl Rotaları programlarımızda ulaşım yanm pansiyon esasına göre konaklama (sabah kahvaltısı & akşam yemeğı) transferter tüm çevre gezıten, miıze, arrft kem ye ören yen gınş Ocretien TC TurEm Bakartiığı kokartı taşryan protesyonel rehberter eşiığınde çevre gezılen KDV fıyata dahıkjır DİNLENME TURLAfll / KENTİN STRESfNDEN KAÇINJ ALANYA • ASSOŞ - KAŞ • MARMARIS/KIZKUMU - KUŞADASI - AYVALIK • FETHİYE - PATARA • OLYMPOS - BODRUM • KAPADOKYA • SIDE SINIR ÖTESİ PROGRAMLARI KIBRıS - ROQOS - ITALYA DALMA / TREKKİNG / RAFTİNG PROGRAMLARI • MAVİ YOLCULÜK Fethıye Konaklamalı amator dalgiçlara yönebtı programlar • 1 hafta sjrelı Mavı Yolaıluk & dalma programlan Mavı Yolaıluk (rote seçeneklı) Lıkya'da trekking Çoruh'ta raftıng Peşin ödemede %S indirim. 3 aya kadar vade olanagı. BAYBASOS TURİZM^eSiSr^ İSTANBUL 3381651 -3469175 / ANKARA 42590821 KAŞTA YAZ+ KIŞ ŞİRİN BİR EVİNİZ VAR AMMOTEL Yazın billur deniz sonbaharda doğada yürüyüş kışın Toroslar'da avcıhk ve ilkbaharda emsalsiz medeniyetler İŞTEÜK^A * Tüm odalar balkonlu. du«lu, WC'li ' 24 saal sıcak »u * PANORAMtK \IANZAR-\LI CİCt BİR TF.RAS 2 KİŞİ ODA + KAHVALTI (AÇIK BÜTE|: 250.000, TL. 2 KlŞt OD\ + K.ALTI + AKŞAM YEMEĞt: 400.000, TL. T0M CUMHURİYET OKURLAMIU %10 İNDİRİM Rezervasyon: 9 (322) 61791 Kış için Istanbul 338 8Ş 07 Adres: Recep Bilgin Cad. Wo: 12/B KAŞ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear