25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7 HAZİRAN 1992 PAZAR 12 DIZI1AZI Rüyadeııiziııclebîr bahriyeli HUSEYIN AVNI DURUGUN BAHRİYE DAVASININ _ _ _ _ _ _ _ _ _ SON SANIĞI A Y D I N A Y D E M İ R Hüseyin Avni Durugün, yoksulbir ailenin çocuğuydu. Okumak amacıyla Afyonkarahisar'dan İstanbul'ageldi ve Deniz Astsnbay Okuluna kaydol- du. Okulu bitirdikten sonra katıldığı kursu birincilikle tamamladı ve Yavuz gemisinde göreve başladı. Stajyer öğrencilere tekmil vermeyi reddettiği için 4 ay hapis yattı. Yeniden göreve dönünce kendini okumaya verdi. —ı— -Bak, Aydemir kardeşim; ben bu uyduruk Bahriye davasının mahkûm ettiğı, yaşamda kalan son kişisiyim... Yaşim 82. -Daha nice yıllara ağabey! -Eş, dost birlikte Aydın... Hani, diyor ya ustamız; Nâzım usta: Belkı bahtiyarhk değildir artık, boynunun borcudur fakat, düşmana ınat, bırgün daha fazla yaşamak..." tçkiden, kumardan kaçtım. Israf- tan. uykusuzluktan kaçtım. Sefaletten kaçamadım. Körolası yokluk, yoksul- luk; çocukluğumdan bu yana iki araya gelmeyen yakamı hiç bırakmadı. Ama yılmadım, yıkılmadım. En zor koşul- larda bile çalışüm, ürettim. Nâmerde muhtaç olmadım. Olmamak gerek. Düşmeden anlayamazsın bunu. En yakın bildiklerin, senin geçtiğin so- kaklarda gezmez, bir rastlantıdır kar- şılaşırsın selam vermez. oturduğun kahvehanenin önünden geçmez olur. "Yalnızlık zor zanaat" diyor ya us- tamız. Çeken bilir. Yakınlarda hanımı da yitirdim! Bi- zim davada yargılanan ve 15 yıl ceza yiyen Mehmet AIi Kantan'ın kızkar- deşiydi. Kötü ve iyi günleri birlikte göğüslediğimiz, acıyı-tathyı birlikte paylaştığımız... Bir kızımız var, evli. Ben Afyonkarahisar'da doğmu- şum. Dedemler. babamlar Diyarba- kır'dan göçüp geimişler oraya. Öoce babçe, sonra okul Çocukluğum Afyon'da geçti. Hiç yaşanmamış çocukluğum. Babam bahçıvandı. Yüz yıl öncele- rin bahçıvaniığını düşün. Hem de Anadolu'da. Ne getirir insana? Yok- suldu babam. Gönlü zengin yoksullar- dan. İyi insan, iyi bahçıvandı. Çiçekle- rin, ağaçlann, çimin, çımenin, topra- ğın dilinden anlardı. Okşardı, severdi onlan. Her sabah kuşluk vaktine kadar ba- bama yardım edcr, sonra da okuluma giderdim. İlkokuldan sonra ortaokulu da bi- Jirdim Afyon'da. -Ben okumak istiyorum baba, de- dim. -İşte okudun ya, dedi. -İstanbullarda, büyük okullarda okumak istiyorum. -Dedığın yerlerde okumak bize göre değil oğlum, bize kürsü vermezler. -öğretmenlerim okumamı istiyor baba. Ben de okumak istiyorum. -Istemek yeter mi oğlum, uman ol- mayınca... -Yatıb okullar varmış, baba, devlet okutuyormuş. Yıll927.Yaşıml7. Üsteledim: -Ben buradan gideceğim, okuyaca- ğım baba, dedım. -Okumak zenginlerin buynığunda, dedi babam. Barındırmazlar seni. Ama madem bu kadar çok istiyorsun, ne desek bir kulağından girip ötekin- den çıkıp gıdecek. Bir dene bakalım. Ola ki Cumhuriyet'ten birkaç damla da yoksulun tabağına düşer. Dedemi de örnek göstermekten ge- çemedi babam: -Deden Habiboğlu hattattı. İğneyle kuyu kazar gibi eliyle Kuran yazardı. Öteki dünyaya aç gitti. Yazdıklannı Giriş Cumhuriyet dönemiadalet tarihimizde, Nâzım Hikmet vesuç ortaklanyla ilgili iki toplu dava var. Kısasöylemiylebunlar: Harbiye ve Bahriye davalarıdır. 1938 ve 1939yılında karara bağlanan bu davalar, hazırlanışı, sürüşü ve sonucuyla adalet adına hukukun alnına vurulmusyağlt karalardır. Aslı astarı olmayanşıpın işi kanıüarla Harbiye davasmda A. Kadir Meriçboyugibiyetenekli öğrencilerin, Bahriye davasmda ise dürüsllüğü veyurtseverliğikuşku götürmeyen birkısımgedikli çavuslarla, sivillerin canına okunmuştur. Kıtşkusuz namlunun ucundaki hedefNâzun Hikmet 'ti... Bu davaların üstünden geçen 53 yıl,yargı adına işlenenkıyımm yüzkızartıcı ayıbmı örtbas edemedi. Tanitersi, yapılan bu adaletsizlik, gecerizamana kosut olarak okuyan, düsünen, duyan demokrat her aydın kisinin vkdanuu sızlattı durdu. Buyazı dizisinde, Bahriye davasının mağdurlarından yaşamda kalmış son kişisi olan eskibaşgedikli Hüseyin A vniDurugün 'le vaptığımız söyleşiyi okuvacaksınız.A.A. Hüseyin Avni Durugün, Nâzım Hikmet'le beraber Bahriye DavasTnda yargılandı ve S yıl hapis cezasına çarptınldı. Aynı davada yargılanmaJanna karşm ne Hüseyin Avni Nâzım't, ne de şair genç deniz astsubay ını tanıyordu. Tann-peygamber adına yok pahasına aldılar elinden. Kimbilir belki devir değişti. Osmanlı'da da bahçıvandım, şimdi de. Kaybedecek atımız, devemiz yok. Git bakalım, hayırhsı olsun. İstanbul'da bir genç öptüm elini babamın, anamın... Düştüm yola. Vardım İstanbul'a. Ko- nuk oldum akrabalara. Çengelköy Askeri Lisesi'ne başvur- dum. -Yaşın tutmadı, dediler. Kasım- paşa'da Deniz Astsubay Okulu'na git, belki orası abr. Gittim. Okula kabul edildim. Kaydım yapıldı. Yaülıyım. Dersler başladı. Ooh ne gûzel! Ye- mek parasız. yatmak, giysiler parasız. Orhan Veli ağzıyla: "Bedava yaşı- yoruz, bedava." Yemeğe olduğunca okumaya da açım. Dersleri pürdikkat dinliyorum. Not tutuyorum. Öğretmenler soru sorsa da yanıtlasam diye gözlerinin içi- ne bakıyorum. Derslerim iyi, öğretmenlerimin, özellikle Türkçe öğretmenimin, ilgisi sevgisı üzerimde. Arkadaşlanmla aram iyi. Spor yapıyorum. Güreşiyorum. Uzatmış olmayahm. 1931 yıhnda okulu bitirdim. Staj süremi Yavuz savaş gemisinde tamamladım. Bu arada Almanya'dan getırilmiş uzmanlar denetiminde bir meslek kur- su açılmış. Bu kursa benı de gönderdi- ler. Kurs hocasının adı Müller'di. Kursu birincilikle bitirdim. Görev yerünedöndüm. Bu dönemde Bahriye öğrencileri geldi gemiye. Stajyerler. Nöbet tutu- yorlar, seyir ve güverte işleriyle ilgih dersler abyorlar. Stajyer öğrenciye tekmil Talimat gereği her sabah astsubay- lar, bağlı bulunduğu birliğin tekmilini yetkili subaya verir. Bir sabah genç bir nöbetçi teğmen bize emir verdi: '"Bun- dan böyle tekmilinizi stajyer bahriye öğrencilerine vereceksiniz" dedi. "Allah Allah, nasıl olur? Bu emir sa- kat. Biz muazzafız. Erlere derslerde öğretiyoruz: 'Ast ûste tekmil verir' di- yoruz." Şimdi erlerin karşısında, henüz hiç- bir unvanı olmayan öğrencilere tekmil vereceğiz. Erler gülecek halimize. Ben ve arkadaşım Şevki Çavuş bu emre uymadık. Karşı da çıktık. Çıktık ama, hem bölükten alındık: hem de emre itaatsizlikten dörder ay ceza ye- dik. Temyiz hakkımızı da kullanama- dık. Mehil dışı bildirimle bu hakkımızı da gaspettiler. Bize bu cezayı veren, Bahriye davasmda önemli rolü olacak Hâkim Üsteğmen Fahri Çoker'di. "Bu böyledir, dediler; öğrenin, 'Emir, demiri keser'." Bizi İzmit Deniz Komutanlığı Ha- pishanesi'ne gönderdiler. Dört ay yattık. "Çıkın. cezanız bitti" dediler, çıktık. Ardından bir yıl da terfi edememe cezası vermezler mi? Ne yaparsm, "ba- şa gelen çekilir" dedik, çektik sineye. Okulda, kursta tüm başanlanma karşm akranlanmdan bir yıl geç üstca- vuş oldum. Böyle şeyler moral bozar askerlikte, arkadaşlar arasında ayncahk yaratır. Üzücüdür. Sıkıntıdan, meraktan; eksıklerimi, gediklerimi tamamlamaya düştüm. Boş zamanlanmı okumaya ayırdım. Elime geçen kitabı. dergiyi kanştın- yor, beni biraz sararsa okumaya başlı- yorum. Okuma, alışkanlık haline gel- di. Okumadan duramıyor, boşluktay- mışım gibi bir duyguya kapılıyorum. Böylece ülkemin şairleri ve yazarla- nyla tanışmaya başladım. Yani kendi- lerini değil, yazdıklannı tanımaya. Örnegin, Faruk Nafız hoşuma gidi- yor. Severek okuyorum. Orhan Seyfi de öyle. Derken Mehmet Emin, Tev- fık Fikret, vatan şairi Namık Kemal... Kimi gençlik duygulanmı, kimi va- tan-millet aşkımı okşuyor. "Ah, ben de böyle şeyler yazabil- sem" diye iç geçiriyonım. Tam bu sırada" Nâzım Hikmet" adb bir şairin şiirleri geçti elime... Bu şiirler, daha önce okuduklanma hiç mi hiç benzemiyordu. Biçimi de başka türlüydü. Gencim, belleğim taze. Hoşuma gi- den şiirleri ezberleyebiliyorum. Nâ- zım'ınkiler ezberlemeye çalışmadan zihnimde kalmaya başladı. Beynimde özel bir yer edindi sanki. Sürekli be- nimle birlikte. Çalışırken, yürürken, yatağımda Nâzım. Çıkan kitaplannı kitapçılarda buldum, satın aldım. Ya- sak masak değil. Akşam gazetesinde 'Orhan Selim" takma adıyla yazılar yazdığını öğrendim, izliyonım... Yörekte alabora Taranta Babu'ya Mektuplar, "Si- mavne Kadısı Şeyh Bedrettin Desta- nı". Aman Tannm, beynim-yüreğim alabora... Elimde olmadan mınldanıyorum: "Kıyıda çıplak ayaklı bir kadın ağlamaktadır. Ve gölde ipi kopmuş boş bir balıkçı kayığı bir kuş ölüsü gibi suyun ûstünde yuzüyor. SCRECEK Bakü Aııkaıa'ya bakar Ankara iseMoskova'ya D o ğ u - B a t ı İ l i ş k i l e r i I ş ı ğ ı n d a TÜRKİYE^NÎN AZERBAYCAN POLtnKASI E M İ N G Ü R S E S —ı— Osmanlının son günlerinde, Jttihat ve Terakki Cemiyeti liderleri milliyet- çilik ideolojisini vatanın kurtuluşu için son çare olarak görmüşlerdir. Genç Türk hareketi, özellikle 1908 hareketi, milliyetçi ideallerin aydınlar arasında yûkseb'şinin bir ifadesidir. 1908 hare- ketini takiben ilk pantürkist; 'Türk Ocaklan', Azerbaycanlı Ali Bey Hüse- yinzade ve Ahmed Ağaoğlu gibi ay- dınlann katıhmıyla Türkçülüğû gebş- tirmek için kurulmuştur. Birind Dünya Savaşı dönemi pan- türkistlerce Türk birliğini gerçekleştir- mek için uygyn bir fırsat olarak görül- müştür. Fakat Osmanlının dağılması ve yabancı ordulann Anadolu'yu isti- lası. Anadolu'daki yöneticilerini, dün- ya Türklüğünün birliğini kurma dü- şünceleri yerine kendi varlı'klannı korumaya öncelik vermeye zorlamış- ür. 1917 Bolşevik devrimi Kafkasya'da yaşayan halklar için bağımsızlığa doğ- ru uzanabilecek bir umut olarak gö- rülmüştü. Bolşevikler karşı devrimci beyaz orduyla uğraşırken, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan bağunsız- lıklannı ilan ettiler. Azerbaycan 28 Mayıs 1918'de bağjmsızlığını ilan edip Türkiye'den destek istedi. önemli bir Azeri lider olan Ali Bey Hüseyinzade, Azerbaycan Cumhuriyeti'nin geleceği için bazı öneriler ileri sürrnüştür. Bir tanesi de bir genel valilik formülü ile Türkiye ile birleşmektir. Musavvat Partisi'nin Azerbaycan politikasında önemli bir rol oynadığını beürtmek ge- rekir. Bu parti 191 l'de Gence'de ku- rulmuş ve M. Emin Resulzadenin öncülüğünde Müslüman bölgeler için otonomiyi amaç edinmişti. 1918'de ise Azerbaycan için tam bağımsızlık yolu- nu seçen parti, bağımsızlık döneminde (1918-20) Azeri pobtikasını kontrol et- miş ve ideolojik olarak yöresel milli- yetçilik-yumuşak sosyahzm egilimin- de olmuştur. Haziran 1918'de Azer- baycan Cumhuriyeti ile Osmanlı hükümeti arasında bir anlaşma imza- landı. Anlaşmanın 4. maddesine göre, Azerbaycan hükümetinin isteği ile Os- manb hükümeti Azerbaycan'a güven- lik ve iç düzeni sağlamak amacıyla askeri birlik gönderebilecekti. Bolşe- vikler için başkent Bakü iç savaş dö- neminde yakıt ihtiyacını karşılamak için özellikle önemliydi. Bakü yalnızca Bolşeviklerin ilgisini değil, Alman ve İngilizlerin ıştahını da kabartıyordu. Osmanlı ordusu 15 Eylül 1918'de Bakü'ye girdiğinde, Bolşevikler Os- manlıları, İngiiiz işgaline yeğlediler. Lenin, Stalin'e 7 Temmuz 1918'de yazdığı bir mektupta Almanlarla iyi ibşkileri, İngiiiz emperyalizmineyeğle- diğını. karşıhğında Almanlara petrol önerilebileceğini bebrtmiştir. Azeri bir aydın olan Mirza Bala'ya göre ise Bol- şevikler Kafkaslar'da Osmanlı-Al- man işbirliğinden de rahatsız olduk- lannı diîe getlrmişlerdir. İngibzler ise Batum'a çekildikten sonra, Türk or- dusunu, bir süre de olsa, Rus-Alman yakınlaşmasına tercih etmişlerdır. Osmanlının Birinci Dünva Savaşı'n-> da yenilmesiyle Mondros bırakışma- sı imzalandı (30 Kasım 1918)! Bu durum Bolşeviklere Kafkasya'daki Müslüman-Türk hareketleri açısın- dan geçici bir rahatlık sağlamıştır. Osmanlı ordulan Azerbaycan'dan çe- kildi. Bir buçuk yıl aradan sonra Türk-Soyyet ibşkileri milliyetçi Anka- ra hükümetiyle yeniden başladı. Mondros bırakışması Türkler için bir felaketti. Bolşevikler de bu anlaşma- dan rahatsız oldular. Çünkü Rusya'- nın güneyi, boğazlann Ingilizlere açıl- masıyla, saldmya açık bir duruma gelmişti. İngiltere tek güç olarak an- laşmayı düzenledi. Anadolu"daki mil- liyetçiler bir çıkış yolu aramaktaydı- lar. Kâzım Paşa (Karabekir) Ana- dolu'nun kurtuluşu için emperyalizme karşı Bolşeviklerle işbirliği yapmaktan başka seçenekleri kalmadığını belırt- mıştir. Doğu İlleri Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nin Erzurum'daki toplantı- smda (Temmuz-Ağustos 1919) M. Kemal, Rus halkının yabancı işgalcile- re karşı mücadelesini övmüştür. M. Kemal, birleşik Batı koalisyonuna karşı, Kurtuluş Savaşı için destek ara- maktaydı. Bu amaçla Türkiye Büyük Millet Meclisi. Bolşevik liderliğine M. Kemal imzalı ve askeri ve maü destek isteyen bir mektup gönderdi. Bakü"- nün Bolşevikler için önemini bılen M. Kemal, Azerbaycan Cumhuriyetinin Sovyet sistemi içinde kalmasını uygun gördüklerini de belirtmişür (Baa Er- meni yazarlar Türk-Sovyet yakınlaş- masının, Ermenistan'ı yok etmek amacııu güttüğü görüşünü savunmuş- lardır. Tarihçi E.H. Carr, bu görüşleri, "Hiçbir güvenilir kaynağa dayanma- maktadır" diyerek reddediyor. Bakü'nün gjrişimi Azerbaycan'ın, ABD Devlet Başka- nı Wiison'dan Bolşeviklere karşı des- tek sağlama girişimi başansız oldu. VVilson. Kafkasya'da birçok küçük devlet yerine bir Kafkasya federasyo- nu yeğliyordu. MüttefikJer Yüksek Konseyi'nin 12 Ocak 1920'de Paris görüşmeleri sırasında Azerbaycan'ı tanıdığını görüyoruz. Görünüşte. amaç Bolşeviklerin iktisadi olarak de- ğeri yüksek olan Bakü'yü almalannı engellemektir. Azerbaycan'ın tanın- ması. askeri destekten yoksun olduğu için bir şey ifade etmemiştir. Kızıl Or- du 20 Nisan 1920"de Bakü'ye girerek bu cumhuriyetin bağımsızlığına son verdi. Daha sonra Azerbaycan, Gür- cistan ve Ermenistan, Kafkasya Fede- rasyonu adı altında örgütlendiler ve Rusya Sosyalist Federasyonu ile Uk- rayna'yla, 30 Arabk 1922 birlik anlaş- masıyla Sovyetler Birlıği oluşturuldu (5 Arahk 1936'da Kafkasya Sovyet Sosyalist Federasyonu tekrar üç cum- huriyete aynldı). Türk-Bolşevik yakınlaşması iki ül- kenin en zor günlerinde birbirlerine yardımcı olmak ilkesi üzerine kurul- muştur. Türkiye'nin amaa Bolşevik- lerden destek sağlamak, Bolşeviklerin amaa ise ülkenin güneyinin güvenliği- ni sağlamaktı. Churchill'e göre "Bol- şevizm bir hastalıkür." Churchill'in "komünizmin çember altına alınrna- sı" poutikası Bolşevikleri buna itmiş- tir. Bu karşılıklı çıkar ilişkileri, iki komşu ülkeyi bir araya getirmiştir. Anadolu'da iki başü bir hükümet var- dı. Biri İstanbul'da, diğeri ise Ankara'- da. İstanbul hükümetinin Sevr Anlaş- ması'nı 10 Ağustos 1920'de imzalama- sı üzerine, Ankara hükümeti İstanbul ile olan ilişkisini kesti. 18 Eylül 1920'- de, Ankara hükümetiyle Bolşeviklerin diplomaBk ibşki kurmalannın ardın- dan Sovyet askeri yardımlan başladı. Ankara-Moskova arasında dostluk anlaşması 16Mart 192l'de imzalandı. Bu anlaşmayla Bolşeviklerin askeri ve mali yardımını garanti altına alan Türkiye, Batum'u terk etti. Bunun karşıhğında da Moskova, Kars ve Ar- dahan'ın Türkiye'ye ait olduğunu kabul etti. Bundan başka Ankara hü- kümeti Kafkaslar'da pantürkist hare- ketleri desteklemeyeceği konusunda garanti verdi. Türk kurtuluş savaşı için çok değerli olan asken ve mali yar- dımlar savaş döneminde gelmeye de- vam etti. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, son Osmanb kabinesinde savaş bakanı olan Enver Paşa, Bolşe- vikler tarafından, M. Kemai'e bir al- ternatif olarak görülmüş olabilir. Fakat Anadolu hareketi güç kazan- maya başlayınca Bolşevikler önceliği Ankara hüİcümetine verdi. Sİ)RE€EK ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ SalihliAkşanUan...(1) Salirıliye ozan Ahmed Arifin birinci ölüm yıldönümün- de, Cebeci gömütlüğünde yapılan töreni izleyip gelmiştim. İyi ki gelmişim! Konuklara "Kurşunlu" kaplıcalarında ayır- mıştı yerleri Belediye Başkanı Keskiner. Keskiner, yıllar- dır çağırırdı, gidemezdim. Bu kez, 3 Haziran Nâzım Hik- met'in ölümünün 29. yıhnda yapılacak toplantılara kendi gönlümle katıldım. Ne iyi etmişim! 4 haziranda, Ankara da "Edebiyatçılar Dernegi'nin düzenlediği toplantıya katılıp "anılar" anlatacaktm; katılamadım, toplantıları düzenle- yen Ahmet Say'dan özür diledim... Salihli de, Kurşunlu kaplıcalarında, sabahları nasıl yüz- lerce kuşun, bu arada bülbüllerin ötüşüyle uyanıp kalktığı- mı yazmazsam, yüzyıllar boyu gülü, bülbülü işlemiş ozan- lara saygısızlık etmiş olurum. Salihli'ye gelmeden, Cebeci gömütlüğünde, Ahmed Arifi andığımızı yazmıştım. Burada güzel konuşmalar ya- pılmıştı, onlan -yerdarlığı nedeniyle- verememiştim iste- diâim gibi. önce, kısaca o konuşmaları vermek istiyorum. İlk konuşmayı, Kültür Bakanlıgı Müsteşan Emre Kongar yapmış, özetle şöyle demişti: -Ahmed Arif'in değerti dostlan ve geride bıraktığı de- ğerli varlıkları, Ahmed Arif, Türkiye toplumunun çilelerini çekmiş bir sanatçıydı. O, hem sevginin hem de başkaldırının şairiydi. Ve belki de çok zor bir şeyi, o yüreğindeki engin insan sev- gisiyle, otoplümunüstünde acımasızca oluşturduğu baş- kaldırıyı uzlaştırabilen bir insandı. Sevginin ve başkaldırı- nın bu kadar güzel uzlaştınlabildiği bir başka şairi görebil- mek belki pek de mümkün değildir. ölümünden çok kısa bir süre önce, İstanbul'da bir imza gününde birlikteydik. Ve iki kişiydik. İmza gününü yaşadığımız sürece birbiri- mizle dertleştik ve her ikimiz de birbirini derinden anlayan iki insan birlikteliğinin tadını belki de, çok yakınlarımızla bile konuşmadığımız bazı şeyleri birbirimizle konuşarak yaşadık. Bunu yüreğimde çok değişik bir anı olarak saklı- yorum. insan Ahmed Arif ki, o derinliğiyle sohbette tanış- tık, güzelliklerin ve sevginin insanıydı Toplumsal baskıla- rın oluşturduğu isyan ve başkaldırı, onun o sevgisini, o güzelliğini hiçbir zaman örtmedi. Bizim acılarımız, bizim sevgilerimizdir. önümüzde belki daha aydınlık, belki daha karanlık günler var, onu bilemiyorum. Ama, şu gün Amed Arif'i bir imza arkadaşı olarak, burada onun bir dostu ola- rak, resmi bir görevi yerine getirmenin hüzünlü mutluluğu içindeydim. Ruhu şad olsun!' Daha sonra, Ahmed Arif'in dostlanndan Şerafettin Elçi konuştu. O da özetle şöyle dedi: "-insanlığın büyük bir evladını, Ahmed Arif'i kaybedişi- mizin birinci yıldönümü nedeniyle, hep dostlarla beraber burada toplandık. Ahmed Arif, eziien haik içinde doğdu, ezilen halkın ıstıraplarınt içinde yaşattı ve bunu en iyi, en usta bir şekilde diie getirmeyi başarabilen bir şair oldu. Ahmed Arif'in bence en büyük özelliği, namusta süzülmüş bir kişiliğe sahip olmasıydı. Hiçbir zaman maddi çıkarlar veyahut güçlüler önünde eğilme ihtıyacı duymadan, hep ezilenin, mazlum insanın safında yer tuttu, ezene karşı sa- vaş verdi, Özellikle cezaevinde yatan insanlar çok iyi bilir- ler ki Ahmed Arif, cezaevinde yatan insanlar için tükerv mez büyük birdirenç kaynağıdır. Çünkü, kendi dirençliydi. Güçlüklere, yoksulluklara, zorbalıklara karşı en iyi şekilde direnmesini bilrnişti. Onu en iyi şekilde şiirlerinde ifade edebilmişti ve bu şiirler cezaevinde yatan insanlar için en büyük direnç kaynağı oldu. Ahmed Abi için elbette söyle- necek pek çok şey var; bunları burada dile getirmenin pek fazla bir gereği yok. Bu büyük insan, çok onurlu bir yaşam- la, bir babanın evladına ve yakınlarına bırakabileceği en büyük mirası bırakto. Geride servet bırakmadı, han hamam bırakmadı. Ama, çok onurlu bir yaşamı, kendi yakınlarına, akrabalarına ve dostlanna miras olarak bıraktı. Ruhu şad olsun! Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz." Canip Yıldırım da yaptığı konuşmada özetle şöyle diyor- du: -AlbertCamus'nün dediği gibi, insan 'Hayır' diyen, baş- kaldıran bir yaratıktır. Onun tipik özelliğiydi 'Hayır' demek. Karşı olmak. Neye karşı olmak? Birtakım kurallara, yanlış geleneklere, göreneklere karşı olmak. Ahmed Arif, yazdı- ğının, söylediğınin, şiirinin adamıydı. Söyfediğiyle yaptık- ları arasında, kesinlikle bir çelişki yoktur. Namuslu bir insandı, emeğin hakkını verdi, çok mutiu oiduğunu söyler- di, "Çok mutluyum!" derdi. Daima mensup olmak, bir şeye bağlı olmak isterdi Bunu da üvey annesi Arife Hanım'dan üvey kardeşlerinden almıştı. Bundan dolayı Ahmed Arif'in insanlık anlaytşı son derece somuttu. "İki yaşımda ben annemi kaybettim, beni üvey annem Arife Hanım yetiştir- di. Kahraman da, başkaldıran da bu insandır" derdi. Ah- med Arif, daima ezilene, haksızlığa uğrayana mensup olmak isterdi. Ondan yana olmak isterdi. Ahmed Arif, bir veli, bir peygamber gibi, dediğini, söylediğini yapmıştr. Salihli'de, biryandan Nâzım Hikmettoplantılarını izler- ken bir yandan da, Izmir'deki "Oçüncü Iktisat Kongresi" ne kulağımı vermiştim. Türkçesiyle "Geçim Kurultayı", üç kez ertelenmişti. İlk erteleme seçimlerden önce oldu. En son geçen ekimde yapılacaktı; ertelene ertelene bu haf- ta ortasına dek geldi. Toplanırken de "Geçim Kurulta- yı"ndan pek bir şey beklemiyorlardı uzmanlar. Hacı TÖ, önem vermişti buna llkini Mustafa Kemal, ikincisini 1981'- de Kenarı Bey gerçekleştirmişlerdi. Hacı TÖ, yapmasa olmazdı. Bir uzman şöyle diyordu: -On yıldır Türkiye'nin üzerinden birçekirge bulutu geçti. Türkiye'nin geçimsel durumu böyle oldu. Kolay düzelmez! BULMACA 8 ' • ı— I 9 — — SOLDANSACA: 1 2 3 4 1/ Eski Mısırblann 1 kutsal saydıkları öküz... Yerip çekiş- 2 tirme. 2/ içinde „ yağ yakılan toprak J kandil... Hint-lran 4 dil grubuna verilen ad. 3/ "O yer" an- 5 lamında kullanılan sözcük... Eşeklere 6 vunılan eyer. 4/ y Eskî dilde ayak... Bir çeşil topiu ta- 8 banca. 5/ Diş kiri. 6/ Dul kadınlar... 9 Rütbesiz asker. 7/ Teori... Gelecek. »/ Her arzın ken- di talebini yaratacağını öne siiren Jean-Baptiste önadlı ünltt Fransız iktisatçısı... İyi, güzel. 9/ Üstü ka- pab olarak anlatma... Yardım ama- cıyla toplanan para. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ani- den gelen şiddetli koma hali. 2/ Be- yoğlu semtinin eski adı... Sakagı da denilen ölümcül bir hayvan hasta- lığı. 3/ Bir peygamber... Hindistan 1 da kast dışı olanlara verilen ad. 4/ Asker... Büyüme, gelişme. 5/ Oglunun, çarmıha gerileceği tepeye tırmandığını gören Mer- yem Ana'nın aasını işleyen yapıtlara güzel sanatlarda verilen ad. 6/ Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine bağladıklan kalın bağ... Eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatmakta kullanılan de- yim sözü. 7/ Getin taa... Karışık renkli. 8/ iki nicelik arasın- daki bağıntı... Doğalgazın önenrdi bir bileşeni olan gaz. 9/ Don- ma olayına neden olan bileşiklerden arındırılmış yağlara veri- len ad.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear