25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 28HAZİRAN1992PAZAR 12 DIZIYAZI Pendik, Kartal, Küçükçekmece, Gaziosmanpaşa, Bakırköy... Hepsi görev başında, hizmet üretiyor Kızılay'ınkaıı damarı şubeler BİLMEDİĞİMİZ K I Z I L A Y GÜLÖZBAYı — 5 — Yurt çapındaki 649 şube, 33 dispan- ser, iki bine yaklaşan personel. rrul- yonlarca hasta ve ihtiyaç sahibi in- san... Bızım halkımız... Bunlan tek tek gezmek mümkün olmadığından, elim yettiği, gözüm gördüğünce, bazı Kızı- lay örneklemeleri yapmak, gerçekleri- ni, düşlerini, eksiklerini, fazlalannı ömeklemek istedim... Ve Pendik şube dispansennden koyulduk yola... Pendik şubesi ve buna bağh Küçük- yalı ve Maltepe dispanserlerinin, gün- lük hasta kapasıtesi, ortalama 1500 kişi... Bu konuda görüşlenru aldığım, Kı- alay Pendik Şube Başkanı Yusuf Topçu şunlan anlaüyor: "Bilinen bütün tıbbi iiniteleri, mo- dern laboratuvan ve bakteriyoji servi- siyle. halkımıza ayakta teşhis ve teda- vide hizmet veren dispanserlerimizin, birer küçük amelıyathanesi de mev- cuttur. Yılda 400 bin kişiye muayene yapıhrken, bunlardan 20 bin tanesine Son on yıl içinde, birçok Kızılhaç heyeti tarafından ziyaret edilen, 1988'deyeni ünitelerinin açılışı Kenan Evren tarafından yapılan Kartal Kızılay Dispanseri de günde 600 kişinin üstünde poliklinik yapıyor. Şube Başkanı Remzi Dinçer, yılda, yaklaşık 15 milyon lira tutannda ilaç, 3 milyon liralık gıda yardımı yaptıklannı söylüyor. de ücretsİ7 bakım ve ilaç sağlanıyor. Yılda 96 milyon liralık ilaç, 14 milyon lıralık gıda, 25 milyon lira tutannda burs ve nakit dağıüyoruz. Aynca, do- ğal bir yeşil kart uygulamasını da 1979'dan beri uyguluyor, hiçbir sosyal güvencesi olmayan vatandaştan, her- hangi bir fakırlık belgesi istemeden yardım elimizi uzatıyoruz." . Çok yakında işlerliğe gjrecek Eliza " sistemiyle Pendik, Maltepe ve Küçük- yalı'da, AIDS ve bütün kan hastalık- lannın mikro taramalannı yapacakla- nnı müjdeleyen Topçu, yine aynı tarihlerde bir tomografi merkezi aça- caklannı da belirtiyor. 1992 yılında Maltepe'de tam teşekküllü bir doğu- mevinin yapılması için çalıştıklannı vurgulayan Başkan Topçu, aile plan- laması için ücretsiz araç gereç dağıüla- cağını, panellerle halkın sorulannın yanıtlanacağını, bu ayın ilk haftasında uyguladıklan kan kampanyasında 458 ünite kan bağışı topladıklanıu ve 2 ağustosta Alt Kaynarca'da dördüncü dispanserlerini hızmete açacaklannı söylüyor. KartaTdan oluk gibi kan Son on yıl içinde, birçok Kızılhaç heyeti tarafından ziyaret edilen, 1988'- de yeni ünitelerinin açılışı Kenan £v- ren tarafından yapılan Kartal Kızılay Dispanseri de günde 600 kişinin üs- tünde poliklinik yapıyor. Yılda, yaklaşık 15 milyon lira tuta- nnda ilaç, 3 milyon liralık gıda ve 7 milyon lira nakit yardımı yaptıklannı belirten Şube Başkanı Remzi Dinçer, diğer sağîık birimleriyle rekabet konu- sunda şunlan söylüyor: "Bizler Kızılay olarak, her zaman şefkatli, modem ve çevremize karşı re- kabete hazjr donanımda olmalıyız. Muayene fıyatlannı piyasanın altında tutabilen Kızılay, uzman hekimlikte ve çağdaş tıbbi aletlerle de yerini koru- yabilmeli. Memnun aynlan her vatan- daş, doğal bir reklam kaynağıdır. Kartal Kınlayı'nda, adeta hiç uyu- mayan. tabir caizse "oluk gibi" kan hizmeti verildiğini belirten yetkililer, yılda 1097 ünite kanı yine de yetersiz görüyorlar. Başkan Dinçer, toplanan kanlann hemen Çapa Kan Merkezi'- ne götürüldüğünü ve tetkiklerinin ya- pıldığını anlatırken "Yok satıyoruz, kan yetiştiremiyoruz" diyor. Küçükçekmece ilgi bekliyor Toplam 43 doktor ve hizmetli per- soneliyle günde ortalama 300 hastaya ayakta tedavi hizmeti veren Küçük- çekmece Kızılay Şube Dispanseri, dar- gelırli bir çevrede çalışmanın sıkıntısi- nı çekiyor. Başkan Fazlı Bulut, sörun- lannı şöyle dile getiriyor: "Bize en yakın hastane 25 kilometre ötede. Halk, malum dargelirli ve Kızı- lay'dan hem fıyatlanmızın ucuzluğu (muayene ücreti 40 bin lira) hem de yoğun ücretsiz tedavi olanaklanmız açısından, büyük hizmetler bekliyor. Çocuk. nısaiye servislerimizin nefes almaya zamanlan kalmadı. Yeni bir fizik tedavi ünitesi kurmak için yollar anyoruz, ama karşımıza bu defa da bı- na sorunu çıkıyor. Bölgenin ekono mik düzeyi açısından fazla bağış top- layamıyoruz. Yine, halkın yoğun isteği olan doğumevi ve bir kreş için imkânlanmızı gözden geçiriyor, ilgi bekliyoruz..." Lazerii Gaziosmanpaşa Balkan göçmenlerinin beldesi ola- rak bilinirken. son yıllarda Karadeniz, Erzincan, Tokat, Mardin gibi illerden de gelenlerle, nüfusu 500 bin kişiye ulaşan Gaziosmanpaşa'nın Kızılay Dispanseri Başkanı AÜ Külünk, hal- kın çok bilinçli olduğunu, hergün kreş ve doğumevi taleplerini tekrarladığını belirtiyor. Günde ortalama 300 kişiye tıbbi hizmet verdiklerini söyleyen Başkan Külünk, çok yakında Gaziosman- paşa"nın lazerleşeceğini müjdeliyor: "Moskova ile yakın temas halinde- yiz. Anlaşma sağlanırsa, getirteceği- miz doktorlar ve cihazlarla, halkımı- zın göz, akciğer ve kalp hastalıklanm arük lazerle tedavi edeceğiz. Böylelik- le, yeni yüzyıla yakışır bir girişimde bulunmanın hazzını. Kızılay olarak tadabileceğiz." Cerrahpaşa gibi poliklinik Ülkemizde, Türk Kızılayrnın ılk dispanserlennden bin olan Bakırköy şubesi, yılda ulaşüğı 75 bin hasta ka- pasitesiyle. kendi deyişleriyle Cerrah- paşa gibi poliklinik yapmaya başla- mış... Şube Başkanı Ibrahim Ethem Veli ve Kızılay Merkez Kurulu üyesi Fethı Gençkal'ın belirttiklerine göre. halk özellikle röntgen, bilgisayarlı elektro, göz ve solunum fonksiyon cıhazlan- run bulunduğu ünitelere rağbet edi- yor. önümüzdeki kısa dönem içinde, yılhk hasta sayısının yüzde 10'una isa- bet eden ücretsiz muayene ve ilaç mik- tannı yüzde 20'lere ürmandırmayı planlayan Bakırköy Kızılayı, kan ko- husunda da çok duyarlı... Kendi kan istasyonlan olmamasına karşın, bağış konusunda çevredeki tekstile da>ali fabrikalarla. kamu dai- releriyle, yerel yönetimlerle sıkı diya- log içinde. Ya mobil sistemle ya da direkt Çapa Kan Merkezi'ne kan ba- ğışı yapılması için çeşitli ikna yollannı deniyor. İnsanlann bu olaya ısındınl- ması açısından bağışçılara bedava maç bileti verilmesini. hatta çok üstün bağış yapan donörlerin de renkli tele- vizyonlarla ödüllendirilmesinin büyük hareket kazandıracağı, Merkez Kuru- lu üyesi Fethi Gençkal tarafından vur- gulanıyor... —Btnt— 85 yaşındaki Neyyire Kondumer evini Kızüay'a bağtşladı. Kondumer: Evîm kreş olacağı için mutluyum Kızılay Pendik Şubesi'ne, ölümünden sonra iki katlı ve bahçe içindeki evıni bağışlayan 85 yaşındaki hayırsever Neyyire Kondumer"le söyleşiyoruz... Acaba neden, Kızılay'a bağışladığınızevinizi, başka bir kuruma veya kişiye bırakmıyorsunuz diye soruyorum. Aldığım cevap çok öz ve anlamlı: "Kızılay her yere, zamanında yetişiyor. Dünyada iyi günler olduğu kadar kötü günler de var, yardımsız yaşanmıyor. Işte Kızılay, hep yardıma koştuğu için bugün değeri yaklaşık iki milyar liraya ulaşan, bahçe içindeki evimi bağışladım..." Çocuklan çok seven, ancak çocuğu olmayan Kondumer, Kızılay kreşi olacak evi için şimdiden mutluluk duyuyor: "Olümümden sonra da mutlu olacağım. Çünkü Kızılay'ı ve çocuklan çok seviyorum. Kapıya adımı duyuran bir plaket çakanlar, çocuklar beni unutmasın, bana yeter. Bagışsız bir Kızılay düşünemiyorum Kızılay Pendik Şubesi'nin anaokulunu ziyaret eden Bangladeş Kuüa\ he> eti, Başkan YusufTopçu'dan bügj alıyor. Türkiye'de ilk defa Abdülhamid, üniversite öğretim üyelerini irade-i şahanesiyle görevlerinden uzaklaştırdı Tek şef dönemi Abdülhamîdle başladı TÜRKİYE'DE ÜNİVERSİTE VE YÜKSEKÖĞRETİM 1870-1991 ITUNCER GÜVENÇ —z— Abaülaziz'i tahttan indiren paşalar ve askerler kısa bir süre sonra Abdül- hamid'i padişah yaptılar. Abdülhamid tam 24 yıl Darülfünun'un özerkliğine dokunmadı. Her ilerici fikirden kor- kan Abdülhamid, 1900 yılında kendi adına Darülfünun-u Şahane adıyla, bir irade-i şahane ile bir nizamname yayımlayarak yönetimsel ve bilimsel özerkliği olmayan, Ulum-u Aliye-i Di- niye, Ulum-i Riyaziye ve Edebiyat şubelerinden oluşan bir kurum kurdu. Yönetimsel ve bilimsel özerkliği ol- mayan. tüm fakülte dekanlannı, öğre- tim üyelerini, memurlannı tek kişi tarafından (Zat-ı Şahaneleri) atanan bu yüksek öğretim kurumunu Tür- kiye'de ilk defa 2. Abdülhamid kurdu. Yüksek öğretimde tek kişinin atama zincirini kurma şerefı herkesten önce Abdülhamid'e aittir. Bu kurum, emir komuta zincirini en küçük birime ka- dar gerçekleştiren bir istibdat, bir dik- tatörlük kurumudur. Meşnıtiyet darülfununu II. Meşnıtiyet döneminin ilk işi da- ha önceden kurulmuş olan hukuk ve tıp (1827) okullannı da içeren yeni bir Darülfünun-u Osmani kurmak ol- muştur(1908). Burada ilahiyat, hukuk. fen. tıp ve edebiyat şubeleri bulunmakta ve temel işlevi, bilirrü bulmak, korumak ve yay- mak olarak belirtilmektedir. Bilimsel özerklik 1919'da yasallaşmış ve Da- rülfünun Divanı (Senato) kurulmuş- tur. Yönetimsel ve bilimsel özerkliği bulunan Meşrutiyet Darülfünunu'- nun müderrisleri (öğretim üyeleri) İn- giliz işgal kuvvetlerince gözaltına alı- narak hapsedilmiş ve Malta'ya sürül- müştür. Geri kalanlar da aynlmak zonında kalmışür. Türkiye'de ilk defa Abdülhamid. üniversite öğretim üyelerini irade-i şa- hanesiyle görevlerinden uzaklaştır- mış, tek kişinin elinde olan atamalarla emir komuta zincirini oluşturmuş ve üniversiteye ilk defa darbe indirerek cumhuriyet dönemine kadar kendini toparlayamayacak duruma sokmuş- tur. Bu darbeden sonra ne yeterli bilim adamı yetiştirilebilmiş ve ne de darül- fünun üniversite işlevini üstlenebilmiş- tir. Öğretim üyelerinin grup halinde tutuklanması da ilk defa İngiliz işgal kuvvetlerince gerçekleştirilmiştir. Kısaca, Osmanlı Darülfünunlan yöneüm ve bibm özerkliğine sahiptir ve bu 1900-1908 arasında Abdülha- mid tarafından kesilmiştir. Yine de 24 >ıl mutlakiyet döneminde üniversite özerkliğine dokunmayan Abdülha- mid'in belirtilecek bir yanı vardır. Cumhuriyet dönemi Cumhuriyet vönetimi, Darülfü- nun-u Osmaniyi Istanbul Darülfünu- nu adıyla yeniden kurmuş. başkanına "Darülfünun Emini" (rektör) adı veri- lerek öğretim üyeleri tarafından seçil- mesi. bilimsel, yönetsel ve yargısal yetkileri bulunan "Darülfünun Di- vanf'nın, fakülte reislerinin (dekanla- nn) öğretim üyeleri tarafından secil- mesi esasını getirmiştir. Genç cumhuriyet kendisine yakışır şekilde bilimsel ve yönetsel özerkliği tarumış ve bu sistem. Atatürk devrim- lerinin yerleştirilmesi zorunluluğu dönemi hariç cumhuriyetin gereği ve ilkesi olmuştur. Genç cumhuriyetin beklentilerine katkıda bulunamayan ve Abdülha- mid darbesinden sonra kendine gele- meyen ve "üniversite" olamayan bu darülfünuna yapılan eleşliriler bugün de üzerinde düşünmemiz gereken eleş- tirilerdir. Bunlar Darülfünunun cum- huriyet devrimlerine katılmaması, bi- limsel araştırma yapmaması, içindeki birimler arasındaki kopukluğun ileri derecesi. müderrislerin dışanda bilim- sel araştırma ve eğitim dışında ticari amaçla çalışması, bilimsel eser verme- meleri, öğrencilerr. dönük ders kitap- lan hazırlamamalan, öğretim üyeleri ile ögrencilerin ilışkilerinin derslikler- de kalması, öğretim üyelerinin ülke sorunlanna ilgi göstermemeleri ve bu konularda çalışma yapmamalan vd. dir İlk üniversite Genç cumhuriyetin çağdaşlaşmaya yönelik devrimleri yaymaya öncülük edecek bilım adamlanna. ülke sonın- lanna eğilen ve gençliği geleceğe hazır- layan bir üniversiteye gereksınimi vardır. Kendisine tanınan olanaklara %e fırsatlara rağmen Abdülhamid dar- besinden sonra Darülfünun ileriye dönük bilim adamlan yetiştirememiş. alışkanlıklanndan kurtulamamış ve devrimlere pasif kalmış veya ters düş- müş bu darülfünunun yerine bir üni- versite kurulması gerekmıştir. İsviçreli Prof. Malche'ın görüşleri alınarak ve Nazi Almanya'dan kaça- rak Türkıye'ye sığman 15 kadar bilım adamından da yararlarularak 1933 yı- lında Milli Eğftim Bakanı Dr. Reşit Galip döneminde İstanbul Üniversite- si kurulmuştur. Atatürk'ün istek ve katkılanyla kunılan bir üniversitenin işlevi "araştırma yapmak. milli kültür ve yüksek düzeyde bilgiyi genişletmek, yaymak. ülke hizmeti için ileri düzey- de elemanlar yetiştirmek" olarak be- lirtilmiştir. Burada bilimsel araştırma yapmak. bilim adamı yetiştirmek, ileri düzeyde geleceğin insan gücünü yetiştirmek, toplumun sorunlanna çözüm getir- mek ağır basmaktadır. İlahiyat Fakültesi'nin kaldınlarak Edebiyat Fakültesi'nin bir enstitüsü durumuna getirilen bu 2252 sayılı ya- sada üniversitenin yönetsel özerkliği kısıtlanmıştır. Rektör. Milli Eğitim Bakanı'nın önerisi üzerine hükümetçe ortak kararname ile atanmakta. rek- törün seçtiği kişiler arasından dekan- lar Milli Eğitim Bakanı'nca atanmak- tadır. Üniversite yine hükümetin üstünde ve dışında düşünülmemiştir. Bu arada 1944 yılında Yüksek Mü- hendis Mektebı. Teknik Üniversite olarak, aynca 1941 yılında Ankara Hukuk, 1935 yılında Dil Tarih Coğ- rafya, 1943 yılında Ankara Fen ve 1945 yılında Ankara Tıp Fakülteleri ile birçok yüksek okul yurt düzeyinde kurulmuştur. İstanbul Üniversitesi ile- ride kurulacak özerk üniversitelerin çekırdeğıni oluşturmuş, cumhuriyeti yaşatan yöneticileri yetiştirmiş ve üni- versiteyi Anadolu'ya getirmiştir. Savaş sonu Türkiye yeni gelişmelere ve çoksesliliğe açılmaya başlamıştır. Nüfusun ve öğrenci sayılannın artma- sı, öğretim elemanı yetiştirmenin ye- terli olmaması yeni üniversitelere ge- reksinim yaratmış, yeterli olmasa da önemli sayıda çağdaş bibm adamlan- nın yetişmiş olması özerk üniversitele- ri ofuşturacak yeni bir yasa gerekliliği- ni ortaya çıkarmışür. Özerk üniversite Bu amaçla 1946 yılında 4936 sayıh sayı ile özerk üniversiteye dönüş sağ- lanmıştır. Üniversitelerin amacı bilımi geliştirmeye yönelik araştırmalar yap- mak, bilime dayalı sağlam düşünceli aydınlar yetiştirmek, kalkınmanın sağlanması için hükümet ve diğer ku- rumlarla işbirliği yapmak. araştırma ve inceleme sonuçlannı toplumun ya- ranna yayımlayarak sunmak vd. ola- rak belirtilmiştir. Bu yasada bilimsel araştırmaya önem ve öncelik verilmiş. bılgi üretımi, toplum sorunlanna eğilmek, gelişme- lere öncülük etmek. yayın yapmak, eğitim ve öğretim görevleri ile birlikte vurgulanmıştır. Üniversitenin özerkli- ği bilimin gereği olarak görülmüş, kendi kendini denetlemesi getirilmiş- tir. Milli Eğitim Bakanı'nın başkanlı- ğında oluşturulan Üniversitelerarası Kurul işbirliğini sağlamak ve ortak so- runlara çözüm getirmekle görevlendi- rilmiştir. Bu yasada da üniversite hükümetin üstünde veya dışında ön- görülmemiş, Milli Eğitim Bakanı'nın üniversitelerin başı olduğu ve denetle- me yetkısi olduğu belirtilmiştir. Demokrasiyle birlikte Türkiye'de üniversite kavramında, sıradan Ame- rikan taşra üniversitelerine özentiye yönelme görülür. ABD'de yerel so- runlara yönelik bölge üniversitesi. daha doğrusu bölgesel yüksek öğretim kurumlanna eğilim doğar. Bu üniver- sitelerde bilim ve eğitimle ilgisi olma- yan yerel ileri gelenlerden oluşan müşavirler heyeti oluşturulması düşü- nülür. Sıradan bir Amenkan üniversitesi örnek alınarak ve yardımı sağlanarak tanm. hayvancılık, küçük üretim. işçi ve işadamlannın sorunlanna yönelik Erzurum'da bir üniversite kurulur ve özel statü verilir. Böyle bir yaklaşımın yanhşhğı çabîık anlaşılır ve müşavirler heyeti gerçekleşmez, fakat özel statü ile kolaylaştınlan öğretim üyeliği. kali- tenin düşmesine neden olur. Daha ile- ride aynı yanlışlıklara tekrar düşüldü- ğü görülecektir. Bu arada, yine Amerikan üniversite sistemine benzetilerek Ortadoğu ülke- lerine dönük amaçlarla Birleşmiş MiU letler ve Amerikan yardımı ile ODTÜ kurulmuştur (6887 ve 7307 S.Y.). Burada üniversite yönetimi için "mütevelli heyeti" ve öğretim üyesi ol- mayan bir kişinin rektör olması da öngörülmüştür. Ortada vakıf gibi bir kuruluş olmadan. kimin yenne geçtiği, kimın velisi olduğu bilınmeyen kişilere bir kamu kuruluşunun yönetimi veril- miştır. Bu deneme de fazla sürmeye- cek ve ODTÜ de cumhuriyet üniversi- tesi sistemine katılacaktır. Bu üniversi- tede kurulduğundan beri İngilizce eğitim yapılmaktadır. Bu dönemde ünıversite kavramında karmaşa sürer. Yine özel statülü, siste- mi sarsan, kaliteyi gözetmeyen bir uygulama da KTÜ'nün kuruluşunda (1955) görülür. Burada da öğretim üyeliğinde kolaylıklar, uçan profesör- ler, atanan rektörler görülür. Daha sonra bu üniversite de cumhuriyet üni- versite sistemine girecektir. Bunlann dışında bazı yüksek okul- lar. genelde ticaret okullan. genişletile- rek akademi adı altında diğer bir sınıf yüksek öğretim lyjrumlan oluşturu- lur. StHECEK ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Tonguç Baba: (2) Köy Enstitûleplni Eleştirenler... Köylüler benzetmeyi çok severler. Anam, tarih kitabımı karıştırırken Köprülü Mehmet Paşa'nın resmine bakar ba- kar: -Kâtip dedene nasıl da benziyor! derdi. Nadir Nadi sağ olaydı da bu yazıları okuyaydı, sanıyo- rum hoşlanırdı. Nadir Nadi, Köy Enstitüleri üstüne en gd- zel yazıları yazmış, onları yürekten desteklemiş kişiydi. Köy Enstitülerine, Ismail Hakkı Tonguç'a yapılan saldırı- lar, benzerleri Nadir Nadi'ye de yapıldı. Tonguç gibi o da bunlara karşılık bile vermedi. Aralarında böyle bir benzer- likgördümişte! Ismail Hakkı Tonguç'un oğlu, sağın (hekim) Engin Ton- guç anlatıyordu, hep dinliyorduk. "Öğretmen Dünyası"- nda dinleyenlerin sayısı 50-60 kişi var, yoktu. Bunlan tüm Türkiye'nin dinlemesini istedim, onun için yazıyorum. Be- nim bir işim bu, çok ufak yerlerde, topluluklarda olanları, yığınlara aktarmak, kalabalıkları genişletmek; gazetecilik bir yerde bu değil mi? Engin Tonguç, konuşmasını sürdürüyordu: "- Şimdi, olumlu eleştirileri bir kenara bırakıyorum, on- ları hepimiz biliyoruz, olumsuz olan bir iki örneğe değirv mek, onlara bazı yanıtlar vermek istiyorum. Dıyeceksiniz ki: -O olumsuz eleştiriler açıklanalı yıllar oldu, bir tartesi 1970'ten önce, öteki 70'ten sonra, şimdi bu kadar zaman gectikten sonra mı yanıt vereceksiniz? Yanıt verme gerek- sinimi şuradan doğuyor, o olumsuz eleştiriler, bugün yeni- den etkili olmaya başladı. özellikle genç kuşak üzerinde. Çünkü genç kuşak, geçirdiğimiz dönemleri çok iyi bilmi- yor. O eleştirilerdeki Hakkı Tonguç kişiliğine baktığımız zaman, eleştirilerin daha geniş boyutlu ayrıntısına, anali- zine girmek istemiyorum, anma toplantısı olduğu için da- ha çok kişisel olan kısımlanyla ilgili sözler söylemek isti- yorum; baktığınız zaman, insan diyor ki: "Benim evde bütün gençliğimi, çocukluğumu geçirdiğim adam mı onla- rın yazdığı adam, yoksa bir başka kişiden mi söz ediyor- lar?" O kadar değişik birtakım tasvirler, resimler çiziliyor Hakkı Tonguç portresi olarak o eleştirilerde. Ona birazdan geleceğim, onların yanlışlıklarına; "bu eleştirilerin amacı ne" diye düşünüyorum; yani, olumlu birtakım şeyler yapı- lıyor; oradan da saygı duyduğumuz, "aydın" diye, "sol aydın" diye bildiğimiz insanlar çıkıyorlar, çok değişik bir- takım eleştiriler yapıyorlar. Bunlann amacı ne? Bir kez, benim dikkatimi çeken şöyle bir şey var, 1960'tan beri, bir sürü yabancı inceleyici geldi, gitti; ne bileyim Hamburg Üniversitesi'nden, işte Pedagoji Fakültesi'nden bilmem kim, kalkıyorgeliyor: -Ben Köy Enstitüleri konusunda tez yapacağım! diyor, sizi buldum, siz yakınıymışsınız, elinizde de birtakım bel- geler varmış, bu belgeler nelerdir? işte, "Hangi kitabı okurdu? Mektupları neydi?" uzun uzun burada günlerce kalıyor, Ankara'da, bizimle defalarca konuşuyor, Türkçe bilmediği halde, Türkçe bilen bir adam buluyor, mektup- lardan, kitaplardan fotokopiler alıyor, gidiyor. Bizde, ne- dense şu otuz yıl içerisinde bana bu konuda başvuran insan sayısı herhalde ikiyi, üçü geçmez! Onlar da gayet ^üzeysel birtakım şeyler sorup ortadan kayboluyorlar. Ama, ondan sonra bir bakıyorsunuz, son derece iddialı, son derece geniş, kapsamlı birtakım şeyler yazıyorlar... Şimdi, yabancı inceleyicilerin yaklaşımı genellikle, ince- ledikleri konu içerisinde olumlu olan nedir, onu bulmaya yönelik oluyor. Olumlu bir şey bulduğu zaman da sevini- yor, "Aaa, diyor, bak bunu ne güzel düşünmüş!" Bizimki- ler de olumsuz bir şey buldukları zaman çok seviniyorlar! "Aman, ne güzel hata etmiş! Oh, Qh..." Çok memnunlar bir yanlış varsa. Bu,t>ir kez çok garip bir özellik bizim incele- yicilerde, olumsuz konuda inceleme yapanlardan söz edi- yorum; Batılı inceleyicilerle tam birbirinin zıddı bir özellik. Şimdi, bu neden? Hekim (sağın) olarak da ilgilendiriyor in- sanı, yani bizim ulusal yapımız bakımından ilginç. Oyle sanıyorum ki bir kez ruhsal yapı açısından biz, özgün ol- ma, kendisini kanıtlama gereksinımi içerisinde birtakım insanlarız; yani, "herkesten farklı bir şey yapayım da, ken- dimi kanıtlayayım", "bak, işte bu da bir şey biliyor!", de- sinler! Bir kez, bu komplekste olan bir insanız. Birincisi bu... Ikincisi, kişiliğin dışında, amaç olarak öyle sanıyorum ki bunların bazıları, "daha önceki tüm değer olabilecek her şeyi silelim, yepyeni şeyler getirelim. O eskilerin etkisin- den tamamen arınalım, hiç bulaşmasın eski olup bitenler, biz her şeyi yeni yapalım" diyorlar. Şimdi bu aslında çok riskli bir şey, güzel bir şey belki de ilke olarak, çok riskli bir şey; çünkü çok güçlü olmanız gerek bunu yapabilmek için; hepsini aşmış olacaksınız sizden öncekilerin; hepsinden daha çok eylem yapabilme olanağını yaratmış insanlar olacaksınız; o zaman bir değer taşıyor. Yok, bunu yapa- maz da sadece eskileri yıkmakta, eskileri karalamakta kalırsanız, o zaman ortaya hiçbir şey çıkmıyor. ikinci şey de bu, bu tür eleştirilerde. İki örnek vereceğim, bildiğiniz klasik örnekler; bir tanesi Kemal Tahir örneğidir, ikincısi Yalçın Küçük! (Engin Ton- guç'un Kemal Tahir'le, Yalçın Küçük'ün eleştirilerine ya- nıtlarını gelecek yazılarda aktaracağım.) BULMACA SOLDAN SAGA: 1/ Tüylü toplarla oynanan, tenise ben- zer bir oyun. 2/ Biri Erzurnmlu, diğeri ErcLsli lakabıyla anı- lan iki halk ozanımı- zın ortak adı... Oyunda cezalı ço- cuk. 3/ Bir nota... Halk müziğine özgü telli bir çalgı... Tuza- ğa düşürülen şey. 4/ Bir göz rengi... Ista- tistikte, bir grup ve- ri içinde en sık görü- len değere verilen ad. 5/ Bir işi yaptırabilme gücü... Bir çe- şit düz ve ensiz kıuç. 6/ Damızlık er- kek koyun... Kılığından ve davranış- lanndan hoşlanılmayan kimseler için kullanılan bir sözcük. 7/ Türkçede adm durum eklerinden biri... Büyük çivi... Yapısına girdiği sözcüğe, "iki, çift" anlamı katan yabancı önek. 8/ Iskâmbilde koz... Doğu Karadeniz bölgesinde yetişen ve kara ağu da de- nen ormangülü. 9/ İki ya da daha çok kişinin yüz yüze gelerek oynadıkları halk oyunu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yuvarlak bir başlık... Atıf Yılmaz'ın bir fılmi. 2/ İşçi... Yu- nan abecesinüe bir harf. 3/ Bir akademik unvanın kısa yazıh- şı... Küçük su kanalı... Tümör. 4/ Donuk renkli... Doğu ve Gü- neydoğu Anadolu'da kuçukbaş hayvanların kışı içinde geçirdi- ği dam. 5/ tki anlamı olan bir sözcüğün akla en az gelen anla- mının amaçlanarak kullanılması sanatı... Küçük bohça. 6/ Sert bir içki... Sofa. 7/ Tellür elementinin simgesi... Hile, düzen... Su. 8/ Bölmeli göcebe çadırı... Sabır. 9/ Türk müziğinde bir makam... Yunan halk müziğinde kullanılan ve kemençeye çok benzeyen yaylı çalgı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear