23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 15 ŞUBAT1992 CUMARTESİ 14 GORUŞLER KARŞILAŞMALAR ADALET AĞAOĞLU OKartnlar O nlan sık düşünürüm; büyük değişimlerin sarsıntı- lan ortasında yaşayıp da kendilerini tiiç açıkla- mamış olan kadınlan. Sayın Mevhibe Inönü'nün ölûmü ardından bûsbütün düşünüp kaldım: 'O kadınlar" neden iç dünyalan en az merak edilen kadınlar ol- dular? Neden derinden görülme. bilinme merakıyla yazıl- madılar? Yazıldıklannda, salt toplumdaki misyonlan açısı- ndan yazıldılar? Devlet adamı eşi, dernek başkanı, gönüllü hemşire, onbaşı, öğretmen, ilk avukat, sadık eş, iyi anne... Sanki bu görûntüierin altında etli kanlı; duyan, dûşünen, bazen korkan, bazen çok mutlu, bazen çok mutsuz olan, öf- kelenen, sevda çeken ya da bir sevdadan kaçan insan yok. M'evhibe Hanım'ın öne fırlama, her fırsatta kendini göster- me gereğini hiç duymamış olması, hem hep göz önünde ya- şarken, hem öyle geri çekümiş durması, onu özellıkle ilginç kılmıyor muydu? Kılmıyor rau? 'O kadınlar' üstüne merak edilecek ne kadar çok şey vardı; onlara sorulabilecek ne kadar çok soru. Hâlâ da var. Artık yanıtı kendilerinden alamayacak olsak bile! Mevhibe Hanım'ın, büyük bir devlet adamının eşi olmaktan gelen korunaklı durumu da, o kadar dalgalanmab bir dönemde kendini dengeli bir aile hayatı içinde koruyabilmiş bulun- ması da, hatta resmi anlamda daha başka gerekçeler, bu so- rulan ortadan kaldırmamaktadır. Tam karşıtı, bûsbütün çoğaltmakta. Mevhibe Inönü, tek parti döneminde, 'Milli Şef in eşi du- rumundayken bile bütün yakıştırmalara karşın sadece ken- disi kalabilmiştır. Bir günden ötekine tam karşıtıyla değişti- rilmesi gereken bir hayatın ortasında, kendisi... Peki, ama işte o kendisi, kimdi? Bunun yanıtını bulmak zorundayız. Çünkü Mevhibe Hanım, aynı zamanda da Batılılaşmaya adımlannı ilk attıklan sıralarda geçirdikleri sarsıntılan içle- rine gömmüş, orada yaşamış bütün 'o kadınlar'ın bir simge- sidir. Ne seçimlerini, ne seçmediklerini ele vermişti onlar. Birer aşıya o kadar gereksinimleri varken kendileri birer aşı olabilmiş, deneysizliklerine karşın birçok şeyi sessizce gö- ğüsleyebilmiş, çocukluklanna karşın kendilerine aşma ol- gunluğu gösterebilmiş gencecik kadınlar... Gerçekten, tarihin bir aynlma anında bu kadınlar, öylesi hazırlıksız ve zayıf omuzlanyla yepyeni bir hayat yükünün altından nasıl kalktılar? Erkek için fazla sorun olmayan, olsa da 'namuslannf doğrudan zedelemeyen birçok şeyin her biri onlar için sorunken? Bu yeni hayat o kadar da yeni sayılmazdı; 1923'lerle değil 1839'larla zaten başlamıştı; özellikle lstanbul'da oturanlar için... demek fazla bir şeyi çözmüyor. Çünkü artık tstanbul'- da yaşanmıyordu; bir. *O kadınlar', bir içgüdüyle bu değişime hazır idiyseler bile dıştaki hayat hiç de hazır değildi iki. Ne olsa hâlâ namaz seccadeleri üstünde dedeler nineler anneler babalar kayın- valideler... Bunun Malatyası var, Kayserisi var daha; An- karası var; Ankara'da komşu bağevleri... Halkevi girişine dizilip 'Milli Şefin kansına, onun şapkasına, emprimesine bakanlar hazır mıydılar? Çevre, en küçük sürçmede saldın- ya hazır erkek terazilerle dolu. Kolay değil, ama bırakalırtı bunlan; aynı evin içinde, na- mazında niyazında yaşlılann önünden ne olsa dudakta bi- raz rujla, İcısa kollu geçmek, evi dans edenlere açmak, kadınlı-erkekli bir kalabalığa şampanya, şarapdağıtmak... Mutfaktakiler 'bu işlere' ne kadar hazırdılar acaba? Yıl, 80'- ler, 90'lar değil, 20'ler, 30'lardır; taşra henüz kendi töresine kan bağıyla bağlıdır. 'O kadınlar', hiç dengeleri bozuhnadan bütün 'kem göz- ler' altından kalkabilcn kadınlardı. Daha dün Arapça ya- zarken ertesi gün Latince alfabeyle okumalan, yazmalan gerekenler, 'elin adamlanyla' dans ederken dozu ayarlama- lan kendilerinden büyük ustahk isteyenler, yaşmağı, çarşafı atsalar da giyinik görünebilenler.t. Bdebıyatımızda, elbet klasik roman anlayışı çerçevesinde, hemen her tip kadın ele ahnmış, her sınıftan, katmandan kadın kahramanlar yazılmış, oluşmuş-oluşmamış karakter- ler biçiminde yansıtılmışlardır: Cariyeler, yetim-öksüz genç kızlar, evlatlıklar, yüce analar, kutsal kanlar, melek kızkar- deşler, yoldan çıkmışlar, köy gelinleri, köy analan, öğret- menleri, züppeler, en koyu Müslürnanlar, en tuhaf Batılılar, kasabada ev yıkanlar, kentte kendileri yıkılanlar... Çoğu da erkek yazarlar tarafından tabii. Sonralan, artan sayıda 'kadın yazarlar' arada sırada da yazar kadınlar tarafından onlann bilinmeyen dünyalanna ışık düşürülmeye ca- lışılmıştır. Ama "o kadınlar'ı, yani daha dün, mesela Süleymaniye'- deki gerçek dindar bir dede evinden çıkıp da, henüz ne kahraman ne şef ne cumhurbaşkam olan bir erkeğin yanı sıra bugünkü değişimlere yalnızca ayak uydurmak değil on- lara önayak ve örnek olmak durumunu her yönüyle yaşamış çocuk kadınlan kim biliyor? Şimdilik onlann sadece fotoğraflannı biliyonız. Oradaki tebessümleri, içte yaşanan kimbilir nice kasırgayı gizliyor. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1962: Celal Bayar'ın tedavisi Sabık'Cumhurbaşkanı Celal Bayar bu gece saat 23.25 de Ankaraya getirilmiştir ve Tıp Fakültesi İntan Hastalıklan Kliniğine yatınlmıştır. Bir haftadanberi Kayseri Devlet Hastahanesinde tedavi edilmekte bulunan Bayann tam teşekküllü bir hastahanede müşahede altında bulundurulması gerektiğinden bu yolda verilen rapor üzerine Ankarava nakli kararlaştınlmıştı. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN KADIN HAKLARI UGRUNA.. 1914-'TE BUGÜN, İNGİLİZ KAOtNLARt, İÇİÇL€Rİ 8AKAN- İ./ĞI ÖUÛNPE BÜYÛK BİR GÖSrEfZİ YApn VE &İNA- NlN CflAALARlHI KIHDf f^/GiLT£eE'De 186S'r£ <U- RULAN İLK KAOIN OY HAKKJ KOAAİTESİNDEN BU YA- S1A BİRÇOK. KAt/SA V£IZİCAAtŞ/ ÖzeiJ-iia.E ZO-YÜZ- YIL BAÇL/tC/AJDA, KADIN EÇİTLİĞİ İÇİU YAPlLAN £Y~ LEhtLER. ARTMŞTr. "KADlfJLAR SOSYAL v£ SİYA - SAL si/ea'Ği" ADU Kaeau/fL/t BİG.UK.TE, KAPIN HAKLA/Zl İÇİN ORTAYA PAHA MiümNCA DifZENiŞ BİÇİAJLS& ÇtKM/fp. MÛCAOfLe ÇOĞU ZAMAN AClLI OLUYO&OU.ÖGHEĞİN, ÜNLÜ ZAOIN HAKlA- Rf SAVUAJUCUSU EMMEUNE PANKMURST VE 8A- Zl ARKAOAŞtARl SU USUfSDA CSZAEVİfJE S/'lS Û f . 1918'DE, PAfZUttoEfiPOOAfil EÇinJK KA- Ç/KAMA DE&iN oueuM. oesiÇM/yeCEK.r/.r Garip Şiiri NECATİ CUMALI O rhan Veli "Garip"in ilk baskısını 1941 nisanında Istanbul'da yayımlamıştı. Hepsi hepsi 500 basan kitap, basında büyük gürühü kopardı. O savaş yıllannda neredeyse cephelerde olanlan unutturdu. Mayıs ortalanna doğru Or- han, Mısır seferinden dönen Sezar gibi döndü Ankara'ya. Eller üstünde karşı- landı. Edebiyat çevrelerimiz, basın yayın or- ganlan Garip'in 50. yılını değerbilirlikle andılar, kutladılar. Bu kutîamalar sı- rasında yazılanlan gözüme ilişebildiği kadanyla izledim. Okuduklanm arasın- da ne yazık ki Garip şiiri ile ilgili geniş kapsamlı nesnel bir inceleme ile karşıla- şamadım. Bizim sınıflandırmayı, yanı sıra da ge- nellendirmeyi seven bir değerlendirme anlayışımız var. Bir konu üstüne van- lan, duygularla kanşık yorumlar çok ça- buk yaygınlaşıyor, bir daha da doğrulu- ğu yanhşlığı üzerinde durulmuyor. El- linci yılında Garip şiiri anıhrken izlenen tutum bu oldu. Çıkış yıllanndan baş- layarak Garip şiiri üstüne yaygınlaşan üstünkörü yargılann eleştirilmesine gi- dilmeden, bilinen sözler edildi, "Garip Dosyası", 1940'larda kaldınldığı raflar- da kaldı. Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cev- det Anday, 1936 sonlannda, ilk olarak ölçülü uyaklı şiirleriyle, tek sayfada bir arada görünürler Varhk'ta. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın uzantısı bir anlayış- la yazılmış egzotik bir içerik taşır yaz- dıklan şiirler. I937'de birden ölçüyü uyağı, egzotik özlemleri bir yana bırakır, Garip şiirleri ile çıkarlar okuyu- cu karşısına. Yine bir aradadırlar Varhk sayfalannda. Bu kez dört kişi gibi görü- nürler. Orhan Veli, Mehmet Ali Sel tak- ma adıyla iki payla katılır bu ortaklığa. Bu çıkışla Garip şiirinin başlangıa 1941 değil 1937 yılına uzanır. 1946'tottkfeaşnı Garip'in ilk baskısı dört formahk bir ki- tapçıktır. Orhan Veli, Ahmet Haşim'in Piyale'nin yayını sırasındaki tutumuyla uzun bir önsöz ekler kitaba. Şiirler bölü- münde Melih Cevdet Anday, Oktay Ri- fat ile kendisinin, çoğu 8-10 dizelik top- lam 62 şiir yer alır. Daha sonra Garip'in 1945 nisanında yayımlanan ikinci baskısında Orhan Ve- li tek başınadır. "Garip İçin" başlıgı al- tıda ikinci bir önsöz ile iki baskı arasında yazdığı 12 yeni şiir ekler kitabına. Orhan Veli'nin garip dediği, kendileri- ne gelinceye kadar yüzyıllar boyu yazıl- mış, şüre başladıklan yıllarda kendileri- nin de yazdıklan ölçülü uyaklı şiirlerdir. Bu şiir, konuşma dilinden ayn hiç de do- ğal olmayan ayn bir şiir dili oluşturarak garip düşmüştü. Konuşma dili ile şiir dili arasındaki aynhğj kaldırmak, ölçünün uyağın zorlamalanndan şiiri kurtar- mak, bu "garip"liğe son vermek gerekir. Teşbih gibi, istiare gibi doğal olmayan söz sanatlanndan da ayıklanmalıdır şiir. Dizeleriyle değil bütünüyle değerlendi- rilmelidir. Geçmişte rahatı yerinde kent- soylu sınıfa seslenen şiir, bundan böyle çalışan insanlann beğenisine yönelmeli- dir... Garip'in ilk baskısında, O. Veli, şiir anlayışının ilkelerini böylesine açıklıkla belirlemişken, Garip şiirinin anlamı bûs- bütün ters olarak yerleşir kamiıoyunda. Garip sözü Orhan Veli'nin kendisi ile ar- kadaşlarının şiirlerini nitelediği, adlan- dırdığı olumlu bir tanımlama olarak bel- leklerde kalır. 1945 baskısına eklediği "Garip tçin" açıklamasında, Orhan Veli, çektiği acı- lardan, yalnızlığından yakınır. Güçlük- lere tek başma karşı koymaya kararlıdır. Daha önceden kendi kendine verilmiş, "Hiçbir yaptığımdan pişman olmayaca- ğım" diye sözü olmasa, 1941'de Garip adında bir kitap yayımladığı için dövü- neceğini söyler. Aradan beş yıl geçmiş- tir. Şimdiki aklı olsa Garip'i yayımlama- yacağı gibi garip anlayışında değişiklik- ler, gelişmeler olduğundan söz eder. Bu değişiklikler ve gelişmelerin neler oldu- ğunu açıklamayı ise gereksiz görür. Orhan Veli, Garip'in ilk baskısı çıktı- ğında 27 yaşını süren gencecik bir şair- dir. İkinci baskısına kadar geçen beş yılı, "Beş yıl sonra da aynı şeyleri söyleyecek olduktan sonra ne diye yaşadım?" diye çok önemser, ama otuzunun ilk yıllann- dadır henüz hâlâ gençtir kocamamıştır. Cumhuriyetin ilk inançlı yıllannda, öze, humanizmaya dönük atılımların edebiyatımıza yansımasıdır Orhan Veli'nin eleştirisi. Garip anlayışında Orhan Veli'nin sonradan aynmına vardığı şu yanılma- lar olabilir sanıyorum: Sanat doğalın karşıtıdır. Asur heykelleri olsun. Mısır ehramlan olsun doğal değildirler. Ne ki yaratıldıklan biçinueriyle kendi doğal- lıklarını kabul ettirirler. Mozart'ın mü- ziği, Rimbaud'nun şiirleri, Mozart'ın, Rimbaud'nun dünyalannın doğal ürün- lerıdir, bizim dünyamızın doğal ürünleri değil. Yine, şiir hiçbir dönemde kentsoy- lu sınıfın, varlıklann beğenisine hizmet etmeyi amaçlamamıştır. Yunus, Dante ya da Shakespeare, varhklan yererken alt kat insanlanna davrandıklanndan daha sert, daha öfkelidirler. Nedir ki yazdıklannı okuyup anlayacak olanlar eğitim görmüş varlıklı kesimden gelen- lerdir. Aydın bir şairin dile getirdiğı dün- ya ne yazık ki eğitilmemiş kitlelenn kül- tür düzeyinin çok ılerısındedir. Kültür düzeyi gelışmemiş halk katlannın kendi kültür düzeyi çızgısınde söz, saz sanatçı- lan yetiştinne gereksinmesini duyması bu yüzdendir. Aydın bir şairin halkına hizmet etmesi için alfabeye dönmesi ge- rekmez. Ona düşen en ileri, en çağdaş düşüncelerin, duygulann şairi olmaktır halktan yana. Yorumlan, uygulamalan ile halka ulaştıranlar olacaktır yazdıkla- nnı. Şiirin güç bir sanat oluşunun ölçü uyak- la ilişkisi yoktur. İyi şairler ölçüyü uya- ğı, şiirlerınin bütünü içinde doğallaştı- nr, şiirin bütününden aynlmaz bir çizgi- ye getirirler. Ölçü ile uyak, bazen ufak tefek aksakhklannı örtmeye yardımcı bile olur şiirin. ölçüsüz uyaksız şiir, sa- nıldığının aksine yazılması daha güç şiir- dir. Haşim'in deyimiyle sözcükler arası- nda "elektrik akımını" aksatmadan ge- reken bütünlüğü sağlamakta, şaire yardımcı olacak sadece şaırlığjnden ge- len sezgı gücüdür. daha kısa söylemek gerekirse şairliğidir. 194O'lı yıllarda neredeyse salgın halin- de öykünüldü Garip şiiri. Bu salgının baş nedeni kolay sanılmasından geliyor- du. Ölçü uyak derdinden kurtulmuştu öykünenler. Daha önce derleme duygu- lar, düşüncelerle ölçülü uyaklı yazmaya çahştıklan sözleri, bu kez gelişigüzel satırlan alt alta getirerek karaîıyorlardı. Bu salgın Garip şiirinin 1940'tan sonra Türk şiirini geniş ölçüde etkilediği yo- lunda değerlendirildi. Garip şiirinin etki alanı dikkatle in- celenmiş değildir günümüze kadar. Sa- nat kişisel bir uğraştır. Etkilenme söz konusu ise önce grubu oluşturan O. Veli, O. Rifat. M.C. Anday arasında karşıhklı etkilenmelerin, sonra da Garip şairlennın yerli yabancı kimlerden etki- lendiklerinin üzerinde durulması, aynca o dönem cumhuriyet şiirinin toplu geliş- mesi içinde nesnel olarak değerlendırıl- mesi gerekir konunun. 1940'lann başında Yahya Kemal yeni şiirleriyle gündemdedir. Dağlarca, Dıra- nas kendi çizgüerini sürdürürler. Nâzını Hikmet'in Bursa Cezaevi'nde yazdığı şi- irler ellerde dolaşır. Bu arada Türk şiiri- ne yeni katılan adlar ilgi çeker. 1939'da Sabahattin K. Aksal, 194O'ta C. Külebi. Benim Kızılçulu Yolu adlı ilk kitabım, 1941 yılı sonunda baskıya hazırdır. Ga- rip şiirinin ortak özelliği nükteye daya- nan kurgusu, alaycı edasıydı. S.K. Ak- sal, Külebi, benim şiirlerimde lirik öğe- ler egemendir. HiaMtnnayı itaük atHımlar Garip'in, 1945'te ikinci baskısı çıktıgın- da Garip şairleri dağılmıştı. O. Rifat "Güzelleme"yi yayımlamış. M.C. An- day, Garip öncesi yayımladığı ölçülü uyaklı şiirlerinde başveren duyarlığına dönüyordu. Orhan Veli, genç yaşta ölü- müne kadar, Garip önsözünde sergiledi- ği ilkelerine bağlı kaldı. Çağdaş Türk şii- rinin gelişmesinde en büyük katkısının eleştirisel yanı olduğu kanısındayım. Kendisiyle birlikte şiir sanatının temel öğeleri üzerinde bir kez daha durup dü- şünmeye çağırdı dönemin şairlerini. Söz sanatlannı zorlamanın, yapayhğın tehli- kelerinden korunmayı, anlamın, yalınlı- ğın önemini unutmamayı hatırlattı. Bu açıdan ele alınırsa demecini doğru yo- rumlayanlara önemli etkileri oldu. Ben kendi adıma bir sıfatı kullanırken gerek- li mi değil mi diye kendi kendime sorar, karşılığını onun kulağıma fısıldadığını duyanm. Biz de cumhuriyetin ilk inançlı yıllannda, öze, humanizmaya dönük atılımlann edebiyatımıza yansımasıdır Orhan Veli'nin eleştirisi. Onun gerçek- leştirdiği kadanyla her zaman saygıyla anılmayı hak eder. FERRUHDOĞAN * f l / 7 /* T /* V 1 Çevre KorumaAdına Yapılanbr BENGÜL KURTAR Çevre Mühendisi S anayide kullanılan hammad- delerin büyük bir bölümü, so- nunda atık olarak dışan çıkanhr. Bu atıklann nasıl yok edileceği, dev bir sorun oluşturur. Dü- zensiz depolamanın pis ve masraflı kalıntılan gözler önüne çıktıkça, aşın tüketim şekillerinin çatlaklanndan biri olan "çöp sorunu" dünyanın çe- şitli ülkelerinde tansiyonlan yükseltir- ken ülkemizde de 14 Mart 1991'de yayımlanan "Katı Atıklann Kontrolü Yönetmeliği" sonrasında sanayicile- rin de gündemlerindeki konulardan biri haline gelmiştir. Katı Atık Yönetmeliği, "...çevreyi olumsuz yönde etileyebilecek olan tü- ketim maddelerinin idaresini belli bir disiplin altına alarak havada, suda ve toprakta kalıcı etki gösteren kirletici- lerin" ve ekolojik dengeyi bozmasının önlenmesi ile buna yönelik prensip, politik'a ve programlann belirlenmesi, uygulanması ve geliştirilmesi amacıy- la, birtakım eksiklik ve yanhşlıklarla da olsa, ancak sekiz yılbkbirgecikme ile çıkanlmıştır. Yönetmelik çıkarılır- ken bira, su ve meşrubat üreticisi 18 firmanın görüşü doğnıltusunda "de- pozito" uygulanması "kota-geri top- lama" şeklinde değiştirilirken tüketi- cilerin görüşlerine başvunılmamıştır. Yönetmelikte depozito veya kota uy- gulanacak kaplar içindeki malzemeye göre sınıflandınlmış, bu listede yer al- mayan ürünlerin yaratacağı kirlilik gözardı edilmiştir. Kota uygulanmasmın başlayacağı tarih olan 1.1.1992 tarihinden iki ay önce ÇEVKO'nun (Çevre Koruma ve Ambalaj Atıklan Değerlendirme Vak- fı) kuruluşu, Resmi Gazete'de yayım- lanarak tüzel kişilığine kavuşmuştur. 1 Ocak 1992 tarihi itibanyla 52 su, meşrubat, deterjan, bitkisel yağ, koz- metik sektörlerinin önde gelen üretici ve dolumcu fırması; tüketim maddesi ambalaj atıklannın toplatılması, sınıf- landırılması ve ekonomiye yeniden kazandınlması faaliyetlerine destek olmak amacıyla kurulmalanna rağ- men yönetmelikte yer alan, 1992 yUı için % 25, 1993 yılı için % 35 ve 1996 yılı için % 70 kota hedeflerinin "bilim- sel" ve "gerçekçi" unsurlara da- yandınlmadığı göriişündedirler. Yönetmeliğin yayımlanması sırasın- da müdahale şansı olan üreticilerin, şimdi de kota uygulamasına geçilme- mesi yönünde bir eğilim içinde olduk- lan anlaşılmaktadır. Bu tür geciktir- meleri ortadan kaldırmak için biz, satış bedeli içinde ödenen ambalaj üc- retinin tüketicilere "depozito" ücreti olarak geri ödenmesi yöntemiyle geri dönüşünün daha sağhklı işleyebileceği kanısındayız. Geri dönüşümde gözetilen amaç, ekonomiye giren ve çıkan malzemele- rin miktannı azaltarak hammaddede çıkanmı ve işlenmesi sırasında oluşan atığın uzaklaştınlması veya yok edil- mesi sırasında çevresel bozulmanm en aza indirilmesidir. Cam, çelik ve alü- minyum, yeniden işlenmesi ve üretimi sırasında, yol açılacak enerji tüketi- minden ve kirlilikten önemli ölçüde tasamıf sağlar. Ancak plastik atıkla- nn yeniden işlenmesi, metal, cam ve kâğıtta ulaşılan düzeye erişmemiştir. Dolayısıyla plastik malzemenin yeni- den üretimi, daha fazla enerji tüketimi demektir. Çevre korunması konusunda du- yarlı birer tüketici olarak tüm tüketici- leri "depozito uygulaması" başlatıla- na kadar, daha az enerji tüketimi için dönüşümsüz malzemeleri satın alma- ma kampanyasına katılmaya davet ediyoruz. f^ORTAM ŞAHtN ALPAY Ah Şu Emperyalizm!... M ÇP lideri Alpaslan Türkeş, "Yurdumuzda yaşanan olaylar emperyalizmin düzenlediği canavarca faaliyetlerdir. Teröristler emperya- lizmin uşaklandır," demiş (Türkiye gazetesi, 8.2.1992). Milliyet gazetesi için yazdığı yeni yıl yazısında da Türkeş, bizi bölüp parçalamak isteyen emperyalizme karşı Kuvayı Milliye ruhunu harekete geçinme gereği üzerinde durmuştu. Gerçekte en sağcısından en solcusuna bizler ülkemiz- deki tüm olumsuzluk ve kötülükleri emperyalizmle açık- lamaya o kadar alıştık ki. Ekonomik bakımdan geri mi kaldık? Sebebi emperyalist sömürüdür. Demokrasimiz kısıtiı mı? Çünkü emperyalistler Üçüncü Dünya'da de- mokrasi istemiyor. Askeri darbeler mi? Hepsini emperya- listler tezgahladı. Kürt sorunu mu? Emperyalist oyunu- dur. Terör mü? Emperyalist kışkırtmasıdır. Kurtuluş Sa- vaşı'nın İngiliz emperyalizminin eseri olduğunu iddia edenler dahi görülmüştür. Herşeyi emperyalizmle acıklama anlayışının ardında fi- lozof Karl Popper'in "toplumsal komplo teorisi" dediği "teori" yatıyor. Bizde ve bilimsel düşüncenin fazla ge- lişmediği öteki ülkelerde yaygın olarak inanılan bu teori- ye göre, toplumsal olaylar bundan çıkan olan bazı güçlü odaklann eseridir. Bütün olaylar kimilerine göre emper- yalistlerin, kimilerine göre kapitalistlerin veya komünist- lerin, kimilerine göre de Siyonistlerin ya da misyonerlerin işidir. ^ Tümüyie akıi ve bi- Emperyalizm Hm dışı olan bu batıi kapitalizmin en yüksek inançlan bir yana bı- a «ama«sı Hpâil rakmanm zamanı gel- „ aşamasi Oegll. medi mi? Topiumu- Kapıtabzmden önce de muzdaki olumsuzluk- vardı, kapitalizmden lann ve kotuluklenn r ,. , derinlere inen çok çe- SOnra SOSyaÜZmle şitii ekonomik, sosyai birlikte de görüldu. ve siyasal nedenlerini ——____^^^^^^_ araştırmamıza köstek olan; esas sorumlulan toplumu- muz dışında aramamıza yol açan bu tür anlayışlar, sorun- lanmızın çözüme kavuşturulmasını engelliyor. Emperyalizme ilişkin bazı gerçekleri de artık kabul et- memiz gerekiyor. Bunlann başhcalan şunlar: - Gelişmiş ülkelerden borç almak, sermaye ithal etmek, bunlarla ticaret yapmak kaçınılmaz olarak sömürûlmek, geri kalmak sonucunu doğurmuyor. Aksine, bu olanak- lardan yararlanmasını başaramayan ya da kendi kendine yeterliğı seçen ülkeler geri kalıyor. Şimdi siyasi rejimleri ne olursa olsun bütün azgelişmiş ülkelerin yabancı ser- maye çekebilmek, gelişmişlerle ticaret yapabilmek için çırpınmalannın nedeni bu değil mi? - Üçüncü Dünya'nın yoksulluğu, Birinci Dünya'nın zenginliğiyle açıklanamaz. Sömürgecilik Batı'nm zengin- liğinin bir nedeni olabilir. Ama azgelişmiş ülkelerin yok- sulluğunun tek nedeni sömürgeciliğe maruz kalmış olma- lan değildir. Kötü yönetim, israf, eğitimsizlik, vb. çok çe- şitli etkenlerin rolü azımsanamaz. Uzakdoğu'da ve başka yerlerde bazı azgelişmiş ülkelerin sanayileşmeyi başar- malan, Üçüncü Dünya'nın geriliğe mahkum olmadığının belki en önemli kamtıdır. Günümüzde gerek sermaye akımlannın gerekse ticare- tin yûzde 80-85 dolayındaki çok büyük bölümü gelişmiş ülkelerin kendi aralannda cereyan ediyor. Gelişmiş ülke- lerin ham maddelere ihtiyacı da teknolojik gelişmeler so- nucu giderek azalmakta. Azgelişmiş ülkeler bakımından asıl endişe verici olan durum belki bu. - Dünyamız bir yanda "bağımsız" öte yanda "bağımlı" ülkelerden oluşmuyor. Karşıhklı bağımlılığın giderek güçlendiği bir dünyada yaşıyoruz. Birinci Dünya'da eko- nomik durgunluk Üçüncü Dünya'nın kalkınmasını en- gelliyor. Üçüncü Dünya'da yoksulluk, Birinci Dünya'nın banş ve güvenlik içinde yaşamasına imkan tanımıyor. - Emperyalizm yok mu? Elbette var. Ama "kapitaliz- min en yüksek aşamasi" değil. Emperyalizm kapitalizm- den önce de vardı, kapitalizmden sonra sosyalizmle bir- likte de görüldü. Yalnız büyük devletler değil, hemen tüm ülkeler ulusal çıkarlanm siyasi, iktisadi, kültürel ve askeri çeşitli araçlar kullanarak güçleri oranında geliştirmeye, yaymaya çalışıyor. ABD'nin Vietnam'ı, SSCB'nin Afga- nistan'ı işgali emperyalizmdi de, Vietnam'ın Kamboçya'- yı, Irak'ın Kuveyt'i işgali neydi? llginçtir, hiç biri de ba- şanlı olamadı. OKURLARDAN YÖK'ün 'Sanat' Ayıbı Yükseköğretim kurumlan, öğrencileri, öğretim elemanlan, bu kurumlann değerlendirilmesi ve bilimsel araştırmalar konusunda bilgi veren "Türk Yükseköğretimi'nde On Yıl: 1981-1991 "başhkhYÖK incelemesi, Kasım 1991'de 33 sayfalık bir rapor olarak yayımlandı. YÖK Başkanı Doğramacı'nın imzasıyla çıkan sunuş yazısında, 2547 sayılı YÖK'ün yürürlüğe girdiği 6 Kasım 1981'denbu yana geçen 10 yıllık sürede, yükseköğretimimizde büyük atılımlann gerçekleştirildiği savunulmaktadır. 1981'den 1991'e kadar, yükseköğretim kurumlannın sayısında, öğrenci sayısında, öğrenci başan oranında, öğretim elemanı sayısında, öğretimin kalitesinde ve araştırma sayılanndaki hızlı artışlarla övünülmekte, özerkliğin titizlikle korunduğu ileri sürülmektedir. 1981 reformu ve sonuçlannı inceleyen raporda, başanlar (!) anlaülırken bir şey unutulmuş. Bu 10 yıllık süreçte, herhangi bir bağlamda ne 'kültür'den ne de 'sanat'tan söz ediliyor. Kültür ve sanatı böylesine yok sayan bir anlayışın başanlannın da ne tür başan olduğu bence tartışılır. Eğitim, olumlu yönde bir toplumsal değişim aracı olduğuna göre YÖK'ten; genç insanlara. sanat ve kültür eğitimi alanında kazandırdıklarını da rapora koymalannı beklerdim. Acaba kültür ve sanat alanındaki "YÖK icraatlan" çok iyi değil miydi de hiç sözü edilmedi? Kültürlü kişi, yaşam felsefesinin yanına. sanata ilişkin olumlu bakış açısını da yerleştirebilen kişidir. Çağdaş sanatı bilmek, üretici olmasa bile bilinçli bir tüketici olabilmek, sanınm entelektüelizmin de temel taşlanndan birisidir. YÖK, bu 10 yıl içinde 'sanat'a ilişkin neler yapmıştır? Verdiği eğitimle, öğrencilerin kendilerine ve çevrelerine duyarlı olabilmeleri, eleştirel ve yaratıcı düşünebilmeleri açısından ne tür katkılar getirmiştir? Bunlann ortaya çıkartılmasının, yapılacak bilimsel araştırmalarla o kadar da zor olmadığma inanıyorum. Yeter ki istensin... Birdeşusoruyu ekleyebihrim-.YÖK'le geldiğihaldeson değişikliklerle oyuncak durumuna düşen zorunlu-seçimlik dersler (müzik, resim vb.) nasıl uygulanmış, kültür bağlamında ögrencilere neler getirmiştir? Hiç kuşkusuz sorulan arttırabiliriz. Konunun bir de bu boyutuyla tarüşılması dileğiile... RUKENÖZTÜRK/^İ/ Eğitim Bilimleri Fak. Güzel Sanatlar Eğitimi Yüksek Lisans Oğrencisi
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear