23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 5 OCAK 1992 UZAKÎAKIN "Baba"mn Toplumu Demire, 12 Eylül fırtınasfnın ardından yeniden siyasete ve neydanlara âönerken "Kurtar bizi baba" sloganıyla yeni un- vanını kazanmış oldu. Demirel "babalığı" benimsemiş, hem ce fena halde benimsemiş durumda, "Adımız babaya çıktı ya, artık tizim işimiz pürüz çıkartmak değil çözmek..." De- mirel, "baba'lıkla birlikte kendini ve diğer insanları nereye koyduğunj çok iyi özetliyor Balzac da ünlü kahramanı Gori- ot Baba'ya şöyle dedirtir: "Baba olduğumda kendimi Tanrı gibi hisseiım" Goriot Baba'nınki biyolojik babalık olarak ki- şisel tatmn, özgüven gibi duygular çerçevesinde ortaya çı- kan bir Tanrılaşma... Toplumun babasına düşense Demirel'in deyişiyle "pürüz çıkartnak degil, çözmek", yani oğullarını dertlerinden kur- tarmak, onlar adına düşünmek, haklarını belirlemek ve ge- rekiiğı kacarını vermek... Pürüz çıkartmak ise oğulların işi, babann hoşgörüsü oranında kuşkusuz... Siyasette "baba" kavramı İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde biHurlaştı.. Dogu'da "Halkların babası Stalin", Batı'da ise "Za- ferin babası Churchill" iyice yukarılara, Goriot Baba'nın ya- kınlanna cıktılar... Arkadan kendi siyasal imaj ve işlevini "babalık" halesiyle süsleyen diğer babalar sökün etti: Fran- sız ulusunun soylu babası de Gaulle, Yugoslavya'nın birleş- tirici babası Trto derken saygın babaların yerini "karikatür babaları" almaya başladı. Bu role sıvandıktan sonra en hızlı biçimde en dıbe dü- Dünyada babalar dönemi kapandı; çünkü babalık otoritesinin kaynağı olan dogmalar, korkular ve kör inançlar dönemi kapandı. şüşü yaşayanlardan biri, Yunanistan'daki Albaylar Darbesi'nin başı Papadopulos ol- du... Batı'nm en tepele- rinde babalığa heves eden son lider Rea- gan ıdı, o da kendı ^ ™ ~ ~ > ^ ^ ~ ^ ~ toplumunun böyle bir gereksinımi olmadığını herhalde biraz geç anladı.. Batımızda Tıto doğal ölümüyle başlarından ayrılınca Yu- goslavya'yı oluşluran tüm uluslar 45 yıllık hesapları ortaya döküverdiler... Fransızlar da soylu babaları de Gaulle'ü oy- larıyla, 1969 çalkantısınm ardından köyüne göndermişlerdi. De Gaulle ie birlikte "baba toplumu" dönemini kapatan Fran- sızlar, Mitterrand'ın bütün çabasına karşın babalığını kabul- lenemiyorlar... Bizim ilk "baba"mız olmaya adaylığını koyan, Kenan Ev- ren oldu. "Ata" olması mümkün değildi, ona ancak "baba" olmak kalıyordu: Ulusu 12 Eylül öncesinin karanlıklarından kurtarmış bir kişi olarak "babalığı" hak ettiğini neredeyse her konuşmasında anlattı birkaç yıl boyunca. Süleyman Demi- rel'in doğal baba adaylığı ile Kenan Evren'in zorla baba aday- lığının altından gelen Turgut Özal da "baba imajını" üstlen- meye yatkır olduğunu düşündürten girişimlerini eksik etmedi. Özal da biranlamda kurtarıcı değil miydi, askeri yönetimden bu ülkeyi kendısi kurtarmamış mıydı? Gerçek özgürlüğü ve liberalizmi o getirmemiş miydi? Ama Özal'ın babalık otorite- si kurmaya zamanı olmadı ve önemli özellikleriyle en güçlü baba adayı olan Demirel "babalığı" kaptı ve simgeleşmiş şap- kasıyla birlikte havada sallamaya başladı. Özal-Demirel arasındaki çekişmede babalığı az farkla ka- çırmış olan Özal, kuşkusuz çok geride kaldı. Demirel ise pü- rüz çözen, gerekirse de pürüz yokmuş gibi davranabilen bir baba olarak onu pürüz çıkaran büyük kalabalığın arasına en azından görüntü olarak itmiş gibi davranıyor. Dünyada babalar dönemi kapandı; çünkü babalık otorite- sinin kaynağı olan dogmalar, korkular ve kör inançlar döne- mi kapandı. Artık bir gün en tepede ülkeyi yöneten, ertesi gün aşağıda bir görev almaktan yüksünmüyor; çünkü onlar normal insan, hiçbiri "baba" değil; toplumları da onlann "baba" olmasını istemiyor. Yetişkin halklar da yetişkin insanlar gibi "baba"lar tarafından değil normal, ama yetenekli insanlar tarafından yönetilmek istiyorlar. Arkadaşımız MUSTAFASUPHİ ile DEMETYANUK evlendiler. Mutluluklardilerız. 4Ocak1992 ÜSKÜDAP 1992'nın umut ve beklentilerımızın gerçekleşmesi tçin hep birlikte çaba harcayacağımız bir yıl olmasını dılıyor, tum meslektaşlarımızın yenı yılını kutluyoruz TURKTABİPLERİBİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ DUYURU ARAŞTIRMA/İNCELEME/ÇALIŞMALAR DESTEKLENECEKTİR TürkTabıplenBirlığısağlıkalanındaaraştırma, ıncelemeve çalışmaların her bırıne 2-15 mılyon TL arasında destek sağlayacaktır Tıbbı vesosyal konular yanı sıra sağlıkpersonelının sorunlarına ılışkın çalışmalaraöncelıkverilecektır Desteğımızheralandakıaraştırıcılara açıktır. Başvuru formları Türk Tabıpleri Bırlığı Merkez Konseyı ya da Tabıp Odalan'ndan sağlanabılır TÜRKTABİPLERİBİRLİĞ! MERKEZ KONSEYİ MrtKMithatpaşaCad No 62/18 06420-Yenişehir/ANKARA Tel 11831 56-1183963 Son Başvuru Tarihi 7 Şubat 1992 KÜBA DOSTLARI TANIŞMA TOPLANTISI "Cuba si Yançuis no" "Küba'ya Evet, ABD emperyalizmine Hayır" 8 OCAK 1992 • ÇARŞAMBA • 19.00 - 23.00 TAKSİM BELEDİYE GAZİNOSU Davetiyo : İHD (149 51 48) . ME2OPATAMYA K.M. (154 48 65) TÜM ÖZGÜR-DER . AKADEMİ KİTABEvİ (148 43 96) Nasd Bir Y ©K? Büyük sistemler ile oynamanın kolay ve doğru olmadı|ını son çeyrek asırda öğrenmiş bulunuyoruz. Şimdi, oynanmış böyle bir sistemi yerine yerleştirmek sorunu ile karşı karşıyayız. Böyle bir görevin iki koşulu, yansız damşma ve güçlü yürütmedir. Prof. Dr. ZİYA BURSALIOĞLU Ankara Üni. Eğt. BU. Fak. bdır. Kuşkusuz, uzun bir geçmişi olan bu ku- rul, böyle görevleri gerçekleştirecek biçimde örgütlense ve kadrolansaydı, YÖK gibi bir ku- ruluşa zaten gerek duyulmazdı. Ancak, uzun aralıklar ve kısa süreler içinde toplanan ve son zamanlarda bilgisayardan çıkmış doçentlik jü- rileri ile uğraşan bu kurulun da yeni bir göre- ve teknik bakımdan hazırlanması gerekir. Yönetimde seçim ve atama YÖK'e ilişkin ikinci bir boyut, akademik yöneticilerin makama gelme yollandır. Yöne- timde seçim ve atama yollan, genellikle Ör- gütlerin özelliklerine göre uyarlanır. Bu ko- nuda YÖK tarafmdan yapılan açıklamalar ve yayınlar, Bektaşinin namaz fıkrası benzerin- dedir. Yani genellikle, gerçeğin ikinci yarısı- nı yansıtmaktadır. örneğin üniversite senato- su, fakülte kurulu, aday gösterme komiteleri gibi organlar tarafından seçilen ve en üst bir makam tarafından usulen onaylanan durum- lar ve ülkelerde; akademik yöneticilerin atan- dığı tarafsız (!) TV ekranlarımızdan hikâye edilegelmiştir. Halbuki eğitim sistemleri ko- nusunda, üniversitelerimizde dersler, araştır- malar ve tezier yapılmaktadır. Üniversiteîerimiz çapmda yapılan ve yurt dışında güveniJir yayınlarda yer alan bir araş- tırmada, 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu ör- Her şeyden önce kavramlann anlam ve öne- mini algılamak gerekir; çünkü kavramlar yö- netim görevlerini, bunlar da örgüt yapılarını getirir. Örgütlere ilişkin temel kavramlardan ikisi politika ve yürütmedir ve her turlü yapı- lanmada, bunları üstlenecek organlann beür- lenmesi gerekir. Aksi halde, YÖK durumun- da olduğu gibi bunların karışması olasıdır. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK'e bu görevlerin ikisi de verilmiştir. Böylece YÖK, akademik yöneticilerin atanmasından, öğrenci kıyafetlerinin düzenlenmesine; öğre- tim programları ve bölümleri sayısmdan, araştırma görevlisi kadrolanrun anabilim dal- ları arasında aktarılmasına kadar çok çeşitli görevler üstlenmiştir. YÖK genellikle, politi- ka yerine yürütme görevlerini yeğlemiştir. ör- neğin, uzun süre yükseköğretimde bir Mas- ter Plan hazırlayamamıştır (1). Bu yüzdendir ki Sayın Mesut Yılmaz hü- kümeti, yükseköğretimde 2010 yılına kadar geçerli bir "Master Plan" hazırlamayı prog- ramına koymak zorunluluğunu duymuştur. Ne var ki YÖK Kanunu'nun yeniden değer- lendirileceğini vurgulamasına rağmen; bu de- ğerlendirme sonuçlanna göre, ki kendilerince zaten biliniyordu, en azından yeni bir yapı- lanmaya gidileceğine değinilmemiştir. öğret- men yetiştirme politikası, DPT'nin müdaha- lesini gerektirecek kadar ortada kalmıştır (2). Yürütme görevleri YÖK, yürütme görevlerini yeğlemiştir, çün- kü yürütme, politik güç toplamaya yarayan bir eylemdir. Akademik yükseitme, atama, nakil, kadrolama gibi yetkileri merkezileşti- ren YÖK, kısa sürede büyük bir politik güç biriktirmiştir. Çünkü merkezden yönetim eği- liminin altında, yönetimin güç biriktirme amacı ve hatta hırsı bulunur. Bu birikim sa- yesinde, Milli Eğitim bakanlarına meydan okuyan YÖK, politik çevreleri de şaşırtmış ve ayıltmıştır. Ne var ki su köprüyü böleli çok zaman geçmiştir. Başlangıçta dekatloncu bir atlet gibi piste çıkan YÖK, bu kondisyonu sağlayacak tek- nik menajerler yerine politik olanlan seçtiğin- den, kısa sürede yorulmuş ve ringdeki böyle boksör gibi, yasasında öngörülen ilkelere kar- şıt güçlere sanlmaya başlamıştır. Aynca, yük- lendiği ayrıntılı yürütme görevleri nedeniyle, yükseköğretim kurumlannda yapılan her tür- İü hata YÖK'ten bilinmiş ve onun yıpranma- sını hızlandırmıştır. Bugunkü yasada bulunan ve tekrarlanaca- ğı söylenen koordinasyon görevi de bu kav- ramın yeterince anlaşılamamasından kaynak- lanmaktadır. Çünkü koordinasyon (eşgüdüm) eylemi, yürütme sürecinin bir aşamasıdır. Bu- nunla görevlendirilecek yeni YÖK de gene ay- rıntılı yürütme görevlerine heveslenecektir. öyleyse, yeni YÖK'ün temel göxevi yürütme değil, yükseköğretim alanında üst organlara politika öğütleme (policy advising) olmalıdır. Temel yürütme görevleri de yürütücülerden oluşan Üniversitelerarası Kunıl'a bırakılma- gütsel ve yönetimsel bakımlardan, 2547 sa- yıiı Yükseköğretim Kanunu'ndan üstün bu- lunmustur (3). Diğer bir araştırmada, rektörler hariç, di- ğer akademik yöneticiler, makama gelme yol- larından, "öğretim üyelerince doğrudan seçilmeyi" yeğlemiştir. Başka bir araştırmada, YÖK'ün genel ku- rul ve yürütme kurulu gibi ikiye ayrılması ge- reksiz bulunmuştur. Bu araştırmalar beğenilmiyorsa, en yüksek bilim kurumlannı yöneten YÖK tarafından, on yıllık uygulamanın bilimsel bir alan araş- tırması niçin yapılmamıştır? Demokratça yanşma Taranmış kaynaklara göre ufak farklıhk- lar gösterebilecek bu dağılımın ışığında, ülke- miz açısından YÖK, aday gösterme komitesi gibi kabul edilirse, rektör atamada ikinci, de- kan atamada ise birinci grupta yer almakta- dır. Çünkü rektörün gösterdiği üç aday ara- sından, YÖK genellikle birinciyi atamakta; di- ğer bir deyişle, rektör bir kişiyi dekan olarak atamaktadır. Halbuki, rektörlerin ikinci grup- takiler gibi atandığı bazı ülkelerde bile dekan- lar fakülte kurullan tarafından seçilmektedir; çünkü dekanın yönetilenlere olan mesafesi rektörünkinden daha kısadır. Atama-seçilme karşıJaştırmasındaki görüş- lerimiz, atama ile gelen akademik meslektaş- larımızın aleyhine bir yorumu amaçlamamak- tadır. Ancak onlar kadar değerli meslektaş- larımıza da demokratça bir yanşma olanağı verilmesinin savunmasıdır. Bugunkü yasanın yönetim modeli, akademik yöneticüiği sürdür- müş, fakat akademik liderliği söndürmüştür. Çünkü sosyal bilimlere göre lider gruptan ge- ür, yani lideri insan grubu seçer. Parlamen- ter yönetimde inanılan ve uygulanan bu ger- çek, on yıldan beri, akademik yönetimden esirgenmiştir. Çünkü bir önceki iktidarın, sa- kmcalı da olsa, yasalan ve kararlarından ya- rarlanmak, bir sonrakinin zayıflıklanndandır. Bu nedenledir ki darbe olayları sonrası, veya söylentileri öncesi; demokrasi ve özgürlük fer- yatlannda bulunan politikacılanmız, bilim kurumlan ve adamlanndan bunu ısrarla esir- gemiştir. Son olarak, anayasadaki yerine karşın YÖK'ün yeniden yapılandırılmasının ne ka- dar olanaklı bulunduğu sorunu gelmektedir. Aralık 21, 1987 tarihinde çıkarılan 301 sayılı kanun hükmündeki kararname, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası'nın 6. maddesini de- ğiştirmiş ve YÖK organlarım, Genel Kurul, Başkan ve Yürütme Kurulu olarak üçe ayır- mıştır. O dönemin muhalefet partilerinin dik- katinden kaçan bu bölünme, karar sürecine katılaniarın sayısını azaltmak bakımından sistemi daha kapalı duruma getirmiştir. Çün- kü demokratik yönetimin temel ilkesi, yürüt- me gücünün değil, katılma derecesinin artı- rılmasıdır. Aynca, bu değişikliğe dayalı olarak yapı- lan yönetmeliğin 8. maddesi ile dekan seçim- leri yetkisi Yürütme Kurulu'na aktanlmıştır. Anayasanın 130. maddesi, dekanlann YÖK tarafından seçilme ve atanmasını öngördü- ğünden, bazı hukukçularca aykın bulunan bu uygulama, günümüze kadar devam etmiştir. Demek ki kanun hükmünde kararname ile YÖK'te yapısal ve görevsel değişiklikler ya- pılabilmektedir. Hükümet programı PARİS'TEN SELÇUK DEMİREL Sayın Başbakan Süleyman Demirel'in hü- kümet programında bu konuda şu açıklama yer almış bulunmaktadır: "Hükümetimiz köklü bir üniversite refor- mu gerçekleştirecektir. Üniversitelere bihm- sel ve yönetsel özerklik tanınacak; YÖK sis- temi kaldınlarak yükseköğretim kurumlan- nın, kendi içlerinden seçtikleri organlar eliy- le yönetilmesi sağlanacaktır. Böylece hüküme- timiz özgür.özerk, mali olanakları en iyi aşa- maya getirilmiş üniversiteyi Türkiye'ye kazan- dıracaktır... Üniversitelerin kendi üst kurullannca belirlenecek adaylar arasından seçilecek yüksek öğretim ve eğitim kuruluşu oluşturulacaktır.'' Bu hayırlı mesaja gölge düşürecek bir du- rum da eğitim ve öğretim kavramlan hiyerar- şisinin karıştırılmasıdır. Amatörce yapılmış bu hataya düşmemek için Milli Eğitim Bakan- hğı'nda çeşitli öğretim dairelerinin bulundu- ğunu hatırlamak yeterlidir. Sonuç olarak büyük sistemler ile oynama- nın kolay ve doğru olmadığını son çeyrek asır- da öğrenmiş bulunuyoruz. Şimdi, oynanmış böyle bir sistemi yerine yerleştirmek sorunu ile karşı karşıyayız. Böyle bir görevin iki ko- şulu, yansız damşma ve güçlü yürütmedir. Bu- günkü iktidarın oluşumu, birinciyi sağlamış görünmektedir. tkincinin kanıtını da yeni yükseköğretim yasasının kapsamı göstere- cektir. (1) DPT, Beşinci BYKP, 19S8 Yüı Prognunı, s. 344-346 (2) DPT Sosyal Planlama Dairesi'nin 8.2.1986 ve 648 sayılı yazısı. (3) American Collegiate Service, Handbook of Worid Education, Houston, Texas, 1991, s. 815. Ruşen Keleş, Jurgen Novak, Ilhan Toraanbay, Tör- kiye'de ve Almanya'da Sosyal Hizmetler, Selvi Yayın- ları, 1991 s. 193-194. SAĞLIĞIMIZA ÖZEN GÖSTERİR %100 saf bitkisel yağlardan üretilen bitkisel bir margarindir. Üretiminde hiçbir surette hayvansal yağlar (kuyruk yağı, don yağı, domuz yağı v.b.) kullanılmaz. , sağlıklı ve dengeli beslenmemiz için pastörize süt ve en yüksek seviyede vitamin içerir. değmeden ve hijyenik şartlarda, Gıda Maddeleri Tüzüğü'ne uygun olarak üretilir. ^Üretim süreci boyunca tüm bakteriyolojik kontrolları büyük bir özenle yapılır. 0 Sana, Dünya Sağlık Örgütü (WH0) standartlarına uygun olarak hazırlanmaktadır. AHMET CEMAL Yanlış "Şeylep" Üzerine TRT ve özel televizyon arasında gittikçe kızışan rekabet, yalnızca programlarla sınırlı kalmıyor. Türkce'nin her geçen gün daha yanlış, daha kötü, daha bilinçsiz kullanılması, böy- lece de altmış milyonluk bir izleyici kitlesine anadilin gittikçe daha düşen bir düzeyde sergilenmesi de artk televizyonlan- mızın temel rekabet konuları arasına girdi. Televizyon kanallarımızdaki dil pespayeliği, yalnızca ya- bancı dil bilme ya da bilmeme olayını çoktan geride bırakan bir sorun hiteliğini kazandı. Bu bağlamda olayın adım adım ilerlemiş olduğu da söylenebilir. Iş, önce yabancı dilden yan- lış çevihlerle başladı. İtalya'da geçen bütün birfilm boyunca, Italya'da Napoli diye bir kentin varlığının unutulup "Naples'e gittim... Naples'ten geldim" denmesi dünyaca ünlü birtiyatro yazannın adının sözcüğü sözcüğüne çevrilerek "Korkak No- el" adlı bir oyuna dönüştürülmesi, Almancadan yapılan bir belgesel film çevirisinde Almancadaki "haus" sözcüğünün hem "ev" hem de "bına" anlamınageldiği bilinmeksizin -bu bilgi, Almanca öğreten ders kitaplarının ilk sayfalarında var- dır- filmdeki yaşlı kadının ağzından -Dışişleri Bakanlığı binası yerine - "o günlerde evime giren çıkan belli değildi" diye bir anlatıma yer verılmesi ve bunların benzeri daha nice gaflar, şimdiki durumla karşılaştırıldığında artık "lüks" diye nitelen- dirilebilecek örnekler. Şimdi iş, gelip doğrudan Türkceye, yani Türkiye Cumhuri- yeti sınırları içerisinde ağırlıklı konuşulan dile dayandı. Bu bağlamda işlemekte olan dil cinayetleri, sözcüklerin yanlış kullanılmasından başlayıp, bozuk cümle yapılanna ve yanlış vurgulamalara kadar uzanan geniş bir yelpazede yer alı- yor. Bu konuda verile- bilecek örneklerin sa- yısı ise ne yazık ki sı- nırsız denebilecek ka- dar kabarık. örne- ğin "yaşam" ve "yaşantı" sözcüklerinin rasgele birbirinin yerini tutması, arükyerleşik birdil konumu olupçıkt. "Paniğe uğradım" ve "şok geçirdim" rîadelerinin yerini iseuzunca bir zamandır "panik oldum" ya da "şok oldum" gibi gülünçlükler aldı. Bu alandaki en yeni örneklerden biri de "şey" sözcüğünün televizyonlanmızdaki kullanımı. Daha ilkokul sıralannda öğ- retildiği gibi "şey", dilimizde canlılar için kullanılmaz; hele konu televizyon türünden bir kitle iletişim aracı olduğunda, böyle bir yanlış kullanım hiç düşünülemez. Oysa şimdilerde ekranlanmızda insanların birbirlerine "kötü şey", "utanmaz şey",' güzel şey" vb demeleri de günlük kullanımdan oluver- di. Televizyon dışından gelen ve yaşamlarında -dikkat, "ya- santılarında" değil- ne bir kitap sayfası açmış, ne de söyle- mek istediğini nasıl söylemesi gerektiği konusunda kafa yormuş kişilerin bu yanlışları yapmaları, bir ölçüde doğal karşılanabilir ve bu durum, kitap denen olguyla okuma de- nen eylemi gündeminden gittikçe uzaklaştran bir kültürün doğal yansımaları diyedeğerlendirilebilir. Buna karşılık tele- vizyon gibi görsel yoldan bilinç etkileyişi bunca güçlü bir ileti- şim aracının bu bağlamdaki özensizliği, aynı doğrultuda değerlendirilemez. Çünkü düşüncenin dışlaşma yolu ve biçi- mi olan dil, bu niteliğiyle aynı ramanda bir bilinç oluşturma aracıdır. Bu aracın düzeyi, doğal olarak oluşturulması amaç- lanan bilincin düzeyini de etkileyecefttir. Bu gerçekler açısından bakıldığında, resmisi ve özeliyle bütün televizyon kurumlarımızın artık zaman yitirmeksizin kendi iç yapılarında bir dil denetimini gerçekleştirmeleri, bir zorunluluktur. RRMHUIİIIUUIMIUIIIHI Kulll şsyVutamnazşayViûnl şsy" vt. dsnnteri ounHk kuJtannndsA okıvBrdl.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear