18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 26 KASIM 1991 LEVENT KOKER Paris Şartı'na Uygun Demokrasi... Türkiye, 1991 genel seçimlerine iki kümede toplanabile- cek sorunların ağırlığı altında girdi. İlk kümede ekonominin 'yeniden yapılanması', enflasyon hızının düşürülmesi, eko- nomik gelişmenin sürdürülmesi ve adil gelir dağılımının sağ- lanması sorunları öncelikliydi. İkinci kümede ise başta 1982 Anayasası olmak üzere bütün hukuk sisteminin 'demokra- tikleştirilmesi', toplumun siyasal karar alma süreçlerine ör- gütlü ve özgür katılımını engelleyici antidemokratik hüküm- lerin temizienmesı, çoğulculuğu engelleyen kıtle iletışim arac- ları üzerindeki devlet tekelinin kaldırılması (veya TRT'nin tam anlamıyla 'özerkleştirilmesi'), YÖK'ün kaldırılması veya üni- versrte özerkltğini bozmayacak ölçüde yeniden düzenlenme- si, adil bir seçim kanununun yapılması, seçme ve seçilme yaşının indirilmesi gibi 'siyasal' sorunlar yer alıyordu. Seçim gününe doğ- ru yakiaştıkça bu ıki sorun kümesinden ekonomı öne çıkar- ken •demokrasi-iie ii- Insanı insan yapan temel öze Ujğjn 'siyasal katllim' olduğunun unutulduğu, giii soruniarm geriye ceplerin ve midelerin i t i i e b i d p doldurulması probleminin düşünce, örgütlenme ve katılım özgürlüklerinin geliştirilmesi problemine ağır bastığı bir seçim öncesi dönem yaşadık. itilmeye başlandığı görüldü. Partiler, RP ve SP hariç 'serbest' veya 'sosyal' sıfatları- nı eklemedeki farklılık dışında 'piyasa eko- nomisi' üzerinde an- laşmış göründüler. Sorun 'piyasa ekono- misi'ni hangi partinin daha iyi uygulayacağı noktasında dü- ğümlenir oldu. Serbest ya da sosyal piyasa ekonomisinin hiç- bir anlaşılış mantığına sığmayan vaatler, vaatlerin bol kese- den atıldığı yolundaki eleştiriler birbirini izlerken 'demokra- tikleşme sorunu'muz unutulmaya başladı. Oysa ekonomide 'piyasa' ile sıyasette 'demokrasi' arasın- da bağ, ancak hem ekonomik hem de siyasal karar alma sü- reçlerine örgütlü toplum kesimlerinin aktif ve özgür katılımın- da olabilecek bir şeydi. Yaşamak için emek güçlerini satmak zorunda olanların coğunluğu oluşturduğu bir düzende 'ser- bestlik', ekonomik bakımdan en az ayrıcalıklı olan toplum ke- simlerinin örgütlü ve sınırlandırılmamış bir pazarlık gücüne sahip olmalarıyla mümkündür ve bu da doğrudan doğruya siyasetin 'demokratik' niteliğine bağlıdır. 'Merkez sağ'daki iki partinin -DYP ve ANAP'ın- 'liberalizm' anlayışları, her ikisinin de 'milliyetçi ve muhafazakâr dene- tim'i gerekli görmelerinden ötürü bu bağlantıyı kuramazdı. Buna karşılık 'sosyal demokrat' partilerin bunu vurgulama- ları gerekirdi. Seçim öncesi dönemde ekonomi-demokrasi bağlantısını en tutartı ve vurgulu biçimde kurmaya özen gös- teren parti, SHP değil DSP oldu. (Hayalcilıkle suçlanmak veya 'kooperatif sözcüğünün Türkiye'deki yaygın olumsuz çağrı- şımlarından kaynaklanan eleştırilere hedef olmak pahasına.) Ayrıca Türkiye'nin kurulu ekonomik düzeni, parçası oldu- ğu dünya kapitalist sisteminin gerekleriyle veya dayatma- lanyla sınırlandırılmış bir çerçeve içinde işlemektedir. Buna karşılık siyasal sıstemimizi demokratikleşt; r mek bakımından çok daha özgürce davranabılecek bir konumda bulunmak- tayız. Dolayısıyla ekonomide özellikle enflasyon hızının dü- şürülmesi ve gelir dağılımının hakça bir düzene kavuşturul- masına yönelik olarak 'beni izlemeye devam edin' türü vaat- leri öne çıkarmanın yerine Türkiye'yi Batı ölçülerinde demok- ratik bir toplum halıne getirme- yi sağlayan somut öneriler vur- gulanmalıydı. Çünkü ekonominin işleyişin- de yapılması düşünülen işler, ancak demokratik bir siyasal mekanizmanın var olması ha- linde 'adil' (yani toplumun en az ayrıcalıklı olan kesimlerine en fazla yarar sağlayacakyön- de) sonuçlar doğurabilır. Ozet- le ınsanların 'doğal' isteklerinin öne çıkanldığı, insanı insan ya- pan temel özelliğin 'siyasal katılım' olduğunun unutuldu- ğu, ceplerin ve midelerin dol- durulması probleminin düşün- ce, örgütlenme ve katılım öz- gürlüklerinin geliştirilmesi problemine ağır bastığı bir se- çim öncesi dönem yaşadık. 1991 genel seçimi, hıçbır partiye tek başına iktidar olma olanağını vermedi. Sonuç tek bir partinin hükümet kurabil- mesi olarak (ve yanlış olarak) anlaşılan 'istikrar' uğruna ada- letli bir seçim sisteminden vaz- geçmek meşruluk temelini tü- müyle yitirdi. Artık yüzde 10'luk Türkiye barajı işlemiyor. Bu demokrasi açısından olumlu bir sonuctur. Nedenine gelince: Merkezi iktidarın he- men tüm güçleri kendinde top- ladığı, devlet dışı özerk toplum- sal örgütlenmelerin cılız oldu- ğu Türkiye gibi bir toplumda si- yaset (ve dolayısıyla seçim), bu güçlü merkezi iktidan ele geçir- mek için oynanan bir 'ya hep ya hiç' oyununa dönüşmekte, iktidan tek partinin -hem de adaletsiz bir seçim sistemi yoluyla- eline geçirmesi halin- de de bir yandan iktidar 'uz- laşma' gereğini duymaksızın bildiğini okuma yolunu yeğle- mekte, diğer yandan da 'iktida- rın meşruluğu'na ilişkin bir 'bunalım' sürüp gitmektedir. 1991 seçimleri adaletsiz seçim sistemine rağmen bu ya hep ya hiç' oyununun tekrarına izin vermemiştir. Yapılması gereken, 'demok- rasi'den yana olduklarını ilan etmiş bulunan bütün partilerin ve örgütlü örgütsüz toplum ke- simlerinin katılımıyla Türkiye 1 nin siyasal, hukuksal ve ku- rumsal çerçevesinın yeniden düzenlenmesidir; tabii demok- rasinin meşruluk zeminini oluş- turan temel hak ve özgürlükle- re herkesin eşit olarak sahip ol- ması ilkesini zedelemeyecek biçimde. 20 Ekim seçimlerinin ortaya koyduğu tablo ve bu tab- lonun ürünü olan yeni 'koalis- yon', 1980'lerde istikrarı de- mokrasiyi budamanın gerekçe- si haline getiren Türkiye'nin Paris Şartı'nın öngördüğü 'de- mokrasi'yi eksiksiz bir biçimde ve 'koalisyonia gerçeklestirebi- lecek bir gelişkinlik düzeyine ulaştığını kanıtlama olanağına sahiptir. Bu olanağın en iyi bi- çimde kullanılacağını umuyo- rum. Yeni Koalîsyon ve Kanun Gücünde Kararnameler Türkiye'de bugün, yeni iktidar döneminin başlangıcında, önemle vurgulanan "demokratikleşme" girişimleri umut ve sevinç kaynağımızdır. Geçmiş dönemde "fişi çekilmiş" bir parlamentoda, parmak kaldınp indiren kalabalıkları "babasının malı" gibi yönlendiren siyasal buyrukçuluğun Türkiye'nin parlamenter demokrasisine zararı büyük olmuştur. Prof. Dr. AHMET N. YÜCEKÖK A. Ü. Siyasal Bilgiler Fak. 20 Ekım 1991 genel seçımler sonrası ortaya çı- kan DYP-SHP koalisvon hükûmetinin günde- mini oluşturan en önemli konulardan bıri, "demokratıkleşme" olarak tanımlanan bir siya- sal yeniden yapılanma sürecidir. "Demokradkleşme" kuşkusuz. 12 Eylül'ün '•yasakçı'" mantığmın son kahntılannı da siyasal yaşamımızdan silmeye yönelik bir gınşimdır 12 Eylül mantığı aslında çok basit ve nettır: "Anarşi özgûrlükierden doğmuştur; özgürlükleri yok edin, anarşi de yok olur." Okullar olmasa ••maanfîn" daha kolay yürutüleceğinı sanan (!) despotik- beleşçi bır mantıktır bu. Bu nedenle de o döne- min meşhur "Tencereyi Pisletenler" soyut suçla- ması ıle toplumun tüm katmanlanna yönelik kolektıf bir ceza uygulanmış, 12 Eylül'ün sapta- dığı "seçkınler" dışında tüm Türk halkı uzunca bir süre her türlü demokratik hak veözgürlükler- den yoksun bırakılmıştır. Siyasal katılım. örgütlenme, düşünme, payla- şım için pazarlık özgürlükleri kısıtlanmış Türk insanının. eli kolu bağlı bu suskun hali. ülkenın demokrasi olmadan daha kolay yönetıleceğıne ınanan çevrelenne yeni ilhamlar vermıştir. 12 Eylül koşullannda hayat bulmuş ve o koşullar ıçındekı "ıcraatın" daha "ış bitınci"' olacağına ınanmış bır sivıl iktidar, halkın suskunluğundan kaynaklanan bır "'depolitizasyon" ortamında, yargıyı denetim altına almaya çalışmış, ceza yağ- dırarak, ekonomik baskılar uygulayarak ya da düpedüz devlet tekelcıliğinı kullanarak kendin- den bağımsız olarak gelişebilecek her türlü olgu>u denetim altında tutmak ıstemıştir Bu çerçeve ıçınde yaptığı en onemlı "ıcraat" ıse par- lamentonun fişinin çekılmesi olmuştur. Parlamentolar. yoğun ış bölümü, ıhtısaslaşma, ekonomik ve sosyal çıkar farklılaşmalanna bö- lünmüş toplumlann etkilı ve sağlıklı siyasal ürünüdürler. Halkın farklılaşmış çıkar ve görüş- lennın temsilcisı olan ve bu nedenle demokratik rejımin vazgeçılmez unsurlan olarak nıtelendiri- len siyasal partilenn oluşturduğu bir zeminde halk adına yasama ve siyasal denetim görevlerini yaparlar. Parlamentolann gerçek demokratik rejimlerde ışlevleri önemli olduğu kadarzahmetli ve zaman alıcıdır. Yalnızca genel kurul çalışma- lannda değil. her bıri kendi alanında ihtısaslaş- mış çeşıtlı komisyonlardaki titiz çalışmalarla ulusun temsilcılen, özveri, sabır. bilgi isteyen, "yürütme erkini" denetleme ve yetkilendırme görevlerini yenne getınrler. Ama bazı "'yürütme" organlan sabırsızdırlar. Kendi çok bilmiş "icraatlan" için parlamentoyu bir ayak bağı olarak görürler. Hele önlerinde beş orgeneralden oluşmuş bir yasama meclisinin ba- şına buyruk örneği varsa, ülkeyı parlamentosuz yönetme arzusu büsbütün iştahlannı kabartır. Parlamentodan kanun kuvvetinde kararname yetkisini alarak, parlamentoyu yasama işlevle- nnde devre dışı bırakırlar. Hatta bazen parla- mentonun devre dışı kalması bile "gerçek" iktidar sahıplennın "ış bitirici" acüllüğünü tat- min etmez. Bakanlanna boş kâğıtlara ımza attı- rarak kendi kabınelennin de ayak bağı (!) olmasını önlerler. Ne yazıktır ki TBMM'de, demokratik rejim anlayışı ile taban tabana zıt böyle bir yetki devri olayı yaşanmıştır. Sayıca çok büyük bir üstün- lükle iktidan elde tutan ANAP'ın parlamento grubu. garip bir teslımiyet içinde yasama yetkile- nnı bakanlar kuruluna ve cumhurbaşkanma devretmışlerdır. Böyle yaparken de parlamento- dan yalnızca muhalefetı değil, kendilerini de dışlamışlardır. Parlamentonun kurumsal etkinlı- ğı ile ulus adına kullandığı siyasal irade ile ve asıl önemlisı taşıdığı siyasal sorumluluk ile kesin ola- rak bağdaşmayan bu yetki devrinin, ülkemizdeki yeni siyasal iktidar dönemınde sağlıklı demokra- tik bır çözüme kavuşturulması, yeni koalisyon yönetımınin ılk "demokratikleşme" adımlann- dan bin olmalıdır. Katılımcı demokrasi, uluslararası anlaşmalar- la tarif edilmiş insan haklan, demokratik hak ve özgürlükler, şefTaf karakollar, gözaltına alınma- da avukat bulundurma hakkı, bütün bunlar kuşkusuz "demokratıkleşmenin" olmazsa ol- maz haklandır. Ama demokrasmin sımgesi parlamentodur. Etkinlik alanı da orasıdır Çün- kü asıl siyaset parlamentoda yapılır ve sıyasetsız bir parlamenter demokrasinın "demokrasf' ol- duğuna ınanabilmek için ınsanın bol afyondan sonra gördüğünü vahmettiği bir Hasan-Sabbah cennetinin müridi olması gerekir Ülkemizde, TBMM'yı yeniden meşru, halka dayalı siyasetin odağı halıne getirme gırişimleri- ni yaşayıp göreceğiz. Ama gecmişte. bir başka ülkenin parlamentosunun böyle bir yetki devn ile ilgilı olarak başına gelenler, ulus adına parla- mentoya emanet edılen yasama hakkının sorum- suzca yürütmeye devredılmesinin nelere mal olabileceğının a a bir ömeğidir. Bu örnek olay Almanya'nın Weimar Cumhuriyeti dönemidır. Gerçı Weımar Cumhunyetı'nın yıkıhşı ve ıktı- dan Nazılenn ele geçirişi yalnızca Alman parla- mentosunun sorumsuz davranışından ve teslimiyetçiliğınden kaynaklanmıyordu. Enflas- yon, işsizlık, pahalılık ve terör toplumu felç etmiş; parlamenter tıkanıklıktan kaynaklanan becen ve meşruıyet erozyonu bir otorite boşluğu yaratmıştı. Işte bu parlamentonun siyasal meş- nııyetinin zayıflayıp. otorite boşluğunun ortaya çıkinası, Alman Anayasasının cumhurbaşkanına 48. maddeyle verdıği yetkilerle büsbütün hız ka- zanmaktaydı. Türkiye gıbı otonter bir devlet geleneğı olan Almanya'da bu yetkiler, cumhur- başkanına, anayasal olarak devlet gücü korun- sun ve siyasi partılerle parlamento karşısında "yürütmenin" dengesi kurulsun diye verilmiştı. Işte anayasanın bu ganp ikilemı Almanya'da demokrasinin çöküş sürecinin önemli bir unsum oldu. Çünkü parlamento tabanlı hükümetler. PARİS'TEN SELÇUK DEMÎREL kolay yolu parlamenter denetımle sağlanan siya- sal sorumluluktan kaçmada ve yönetimi cum- hurbaşkanının "iradesine"' bırakmada buldular. Bu durum, demokratik parlamentanzmın can düşmanı olan Nazılenn, rejim karşıtı savlanna güç kazandırdı. Sorumluluklannı giderek daha fazla cumhurbaşkanına karşı duyan hükümetler ve bakanlar nedeniyle iktidar kaynağı parlamen- to olmaktan çıktı. Iktidar sınırsız. denetimsız ve pek tabii ki sorumsuz olarak yürütmenin eline geçmiş oldu Parlamento krizı anayasal bir krize dönüştü Bu knz süresince hükümetler parla- mento desteğı arama zorunda kalmadan, yani parlamento tarafından "ibra"' edilme, desteklen- me ya da denetlenme külfetine katlanmadan siyasal sistemi. partiler üstü ve parlamento dışı bir "otorite" alanına çektıler. Böyle bir anti- demokratik düzeni siyasal çıkarlan açısından olağanüstü kullanışlı bulan bazı radikal açık re- jim düşmanlan ise cumhurbaşkanbğımn güçle- nen konumunu süreli bir diktatörlüğe dönüştür- mekıstıyorlardı. Sıstemın totaliter baskıya giderek açılan bu kapısından Naziler kolaylıkla geçtiler. Parla- mentoyu yalnızca siyasal olarak ezip yok eünedı- ler. Hırslannı alamamış olmalılar ki bır de yakarak, flzıkı olarak ortadan kaldırdılar. tşin acı tarafı, demokratik kurumlar birer birer yıkı- lıp Alman parlamenter düzeni Nazı "hoolıganla- nn" pençelerinde paramparça edilirken Alman toplumu tüm bu olup bitenlere karşı direnecek hıçbir moral güce. hıçbir inanca ve sadakate sa- hip değıldı. Çünkü becerisını, etkinliğini ve tüm moral değerlenni siyasal bezırgânlann elinde yi- tırmış olan Alman parlamentosunun, Alman halkı nezdinde artık hıçbır meşruiyet payandası kalmamıştı. Bir başka deyişle Alman parlamen- tosu. 1930-1932 yıllan arasındaki çürüme süreci sonucunda. toplumda demokratik rejim yanlısı inanç ve bağlılıklan yıkarak, Nazi ıktidanndan çok daha önce kendi ıpını kendısi çekmişti 1930 1931 1932 Parlamentonun geçırdıgi yasalar 98 34 5 C umhurbaşkanl ığı kararnameleri 5 44 66 Kaynak: M.R.Lepsıus. The Breakdown of De- mocratic Regimes, Ed. J.Lınz. London. 1978, s. 73. Türkıye'de bugün, yeni iktidar döneminin baş- langıcında, önemle vurgulanan "demokratikleş- me" girişimleri umut ve sevinç kaynağımızdır. Geçmiş dönemde "fişi çekilmiş" bır parlamento- da, parmak kaldınp indiren kalabalıkları "baba- sının malı" gıbı yönlendıren siyasal buyrukçulu- ğun Türkiye'nin parlamenter demokrasısine zaran büyük olmuştur. Şırket gıbı değil. çağdaş değerlere sahip bır halk gıbı yönetilmek istiyor- sak. demokratik geleneklenmizi güçlendirmeli- yız. Unutmayalım ki Hitler, "Reichkanzlerie" SA'lannın darbesi sonucu yerleşmedi Halkın oyu ıle sandıktan çıkarak iktidar oldu. Mussolini de Roma'dakı 'Quinnal'ı faşıst taburlann hücu- mu ıle ele geçirmedı. Kral'm çıkardığı davet üzenne. Roma'ya, yataklı vagonunda mışıl mışıl uyuv arak gitti Bu da bize göstenr kı rejimlerin çöküşünün resmi, kronolojık tarihlen sanıldığı kadar önemli değildir. Çünkü addıvet ve sorum- lulukla sahip çıkılmayan demokratik rejimler, sosyolojik olarak çok daha önce olürler. Doç. Dr. LEVENT KOKER Gazi Üniversıtesi Oğretım Üyesıdir Ortadoğu'nun İki Yeni İş Merkezi Şimdi Çok Yakın: Amman ve Beyrut. O kadar yakın ki... Türk Hava Yolları'yla sadece birkaç saat süren konforlu bir yolcuiuk ve Ortadoğu... 18 Kasım'dan itibaren her pazartesi ve perşembe Amman'a. 15 Aralık'tan itibaren her perşembe ve pazar Beyrut'a... Bu iki önemli iş merkezine uçarken dilerseniz özel .Business Class hizmeti- mizden de yararlanabilirsiniz. Ayrıca kalkış ve varış saatlerimizin uygunluğu, zamanınızı en iyi şekilde değerlendir- menize yardımcı oiacaktır. Tabii bu arada, isterseniz Amman ve Beyrut'tan dünyanın çeşitli kentlerine en uygun bağlantıları da sağlayabiliriz. Sizi Ortadoğu'nun iki önemli merkezine Türk Hava YcHIarı konforuyla ulaştırmaktan mutluyuz. İstanbul-Amman* Amman-İstanbul İstanbul-Amman Amman-İstanbul* İstanbul-Beyrut Beyrut-İstanbul İstanbul-Beyrut Beyrut-İstanbul Gün Pazartesi Pazartesi Perşembe Perşembe Perşembe Perşembe Pazar Pazar Kalkış 11.00 16.15 18.00 21.35 19.00 21.45 1 1.00 13.30 Varış 15.15 19.00 20.35 02.00 20.45 23.45 12.45 15.30 * Şam bağlantılı. Aynntılı bılgi için Türk Hava Yollan Acente ve Burolarına başvurabılirsiniz. TURK HAVA YOLLARI ATILLA DORSAY "Sosyalist Deprem" ve SavaşçıYıllardır uluslararası şenliklerde karşılaşırdık onlarla.. Üstleri-başlan biraz dökülür, ceplerinde harcayacak paralan bulunmaz, bu yüzden festıval yöneticilerı, onlara "özel mua- mele'de bulunurlardı: Orneğin biz "Batı ülkeleri "nden gelenlere otelın dışında bir avantaj sağlanmazken, onların ceplerıne bıraz "yemek parası" konurdu Onlar, sosyalist ülkelerın sanatçıları, sinemacılan ve gazetecıleri idiler Kal- kınmalarını tamamlayamamış, ulusal paralarını uluslararası "konvertibilite"ye uyduramamış, dövız kasaları hep tamtakır ülkelerin vatandaşı olmanın beliı bır ezıklığini taşırlardı. Bu durumu sessizce yaşar. ama pek eleştıremezlerdı. Eleş- tıri, elbette "glasnost'la bırlıkte başladı Istanbul şenliğıne gelen ve artık hayatta olmayan unlu Ermenı kökenlı usta Sergey Paradjanov'un öfkesını anımsıyorum "Cebıme istedi- ğim zaman yemek, yıyecek ve şunu-bunu satın alabılecek para koymadan beni buraya yollayan hükümete ben nasıl saygı duyarım?" dıye söylenıp duruyordu. Ama bu sanatçıların bir tesellileri vardı. Oışarıda yoksuldu- lar, ama ülkelerınde kraldılar. Yönetmen ıselerfılmlerı, yazar iseler kitapları, dünyada hiç bır ülkede olamayacak kadar büyük bir alıcı kıtlesine ulaşıyordu Bunun için elbette küçük bir koşul vardı: Ûrneğın Paradjanov gibi "ınatçı muhalif" değil, Bondarçuk gıbı "resmi sinemacı' olmak gerekıyordu. Dostoyevski gibi "ezeli" veya Soljenıtsın gibi "modern karşı-devrımci" değil, Artık daha özgürler kuşkusuz, artık sansürle boğuşmak, mesajlarına çeşitli kılıflar giydirmek, resmi görüş çevresinde uygun adım atmak zorunda değiller. Zaten "resmi görüş "filan da yok artık.. devrim ruhunu hep taşıyan Maksim Gorki olmak çok daha gü- venceliydi. işte o zaman, sanatın her alanındaki görülme- miş devlet desteğiyle, "sübvansiyonlar" sa- yesinde, dünyanın en ucuz kitapları yüzbın- lerce basılıyor, ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ dünyanın en ucuz sı- ~~^^~™"1 "^^™^™^^™1 '1 ^"^~ nemalarının önünde görülmemış kuyruklar oluşuyordu. Elbette her yazdığınızı bastıramıyordunuz. Ama eğer bastı rabılirsenız, okur sayınız tepelerde dolaşıyordu. Her istedığı- niz konuyu da fılm yapamıyordunuz Ama, eğer yapabilirse- niz, sermaye veya bütçe kaygılarınız yoktu. Istediğiniz bütçeyı elde edebilir, Kızıl Ordu'nun binlerce askerıni beda- vaya kullanabılır, devletın tüm ımkânlarını elinizin altnda bulabilirdiniz. Yeter ki biraz muhalif veya az-biraz bozguncu olmayın!. Şimdi şenliklerde yine rastlıyoruz onlara. Kılık-kıyafetleri yıne parlak değil, yıne ceplerinde para yok. Üstelik şimdi ülkelerinde de "kral" değiller. Sanattan her türlü devlet süb- vansiyonu çoktan kalkmış... Şimdi artık hepsı ister kitaplarını bastırmak için, ıster filmlerini yapmak için sermaye bulmaya zorunlular.. Tüm dunyada olduğu gibi... Artık daha özgürler kuşkusuz; artık sansürle boğuşmak, mesajlarına çeşitli kılıf- lar giydirmek, resmi görüş çevresinde uygun adım atmak zorunda değiller. Zaten "resmi görüş" filan da yok artık.. Ama hangi parayla, nereden bulunacak sermayeyle kotaracaklar yapıtlarını? Birden kendilerini acımasız kapıtalızmin önünde bulan, bır zamanların devlet desteğinin rahatlığına sığınmış bu sanatçılara üzülmeli mi, sevinmeli mi? Evet, sosyalist dünyadakı deprem, sanatçıları gerçekten de fena yakaladı. Değişim, hepsini fırtına gibi önüne kattı. Bu yeni dünyadakı sayısız sanatçının sözlerini nasıl söyleye- bilecekleri, kitlelere ne vertp ne veremeyecekleri, bence yanıtı merakla beklenmeye değer son derece önemli ve ıl- ginç bir soru oluşturuyor.. ANMA Yaşamın sert rüzgânnda bırakıp gittin bizi. Sensiz artık daha da yalnızız, yapayalnız canım annem MUZAFFER EDEOĞLU ölümünün 1. yılında rahmetle anıyoruz. Nur içinde yat. AİLESÎ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear