23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
14AĞUSTOS 7990**** HABERLERİN DEVAMI CUMHURİYET/17 KÖRFEZ KRÎZt...KÖRFEZ KRÎZt... KÖRFEZ KRÎZÎ...KÖRFEZ KRÎZÎ... RÖI Ambargodan Ablukaya. (Baştarafı 1. Sayfada) gücümüz var." ABD Dışişleri Bakanı'nın yasai dayanak olarak nitelediği noktayı. Suudi Arabistan'- daki Kuveyt Emirinin önceki gece ABD'ye yaptığı çağrı oluşturuyor Başkan Bush da pazar gecesi yaptığı açık- lamada, "Gemileri durdurma karanmızın, BM Güvenlik Konseyi karanyla uyum içinde oldu- ğuna inanıyoruz. Önemli olan, Irak'tan pet- rol çıkışını önlemektir" dedi. Burada dikkati çeken nokta, Başkan Bush ve yardımcılarının uygulamaya sokulan ye- ni yaptırımı abluka olarak tanımlamaktan özenle kaçınmalarıdır. Bunun nedeni açık: Abluka, düşman bir ül- keye uygulanan askerı nitelikli bir önlemdir. Amerikan iç mevzuatma göre, savaşın bir aşaması, i!k adımı sayılan "abluka"n\r\ bu özelliğinden btürü Kongre'den geçmesi ge- rekjyör. Öyle anlaşılıyor ki adını koymaksızın ab- luka uygtılamak, bugün için Amerikan yöne- timinin işine daha çok geliyor. Nitekim, 1961'deki Küba krizi sırasında da abluka yerine karantina sözcüğünü yeğ- lemişti Kennedy yönetimı. Körfez krizindeki bu yeni tırmanış karşısın- da Fransa, Batı kampmda belki de ilk çat- lak diye nitelenebilecek, ılginç bir tutum al- dı. Fransız Hükümet Sözcüsü dün yaptığı açıklamada, ülkesınin ABD tarafından Irak petrolü taşıyan gemilere el konulması kara- rına katılmayacağını bildırdi. Sözcü. BM Gü- venlik Konseyi'nın ekonomik ambargo kara- rının, ABD'nin bu yeni önlemını kapsamadı- ğını belırtti Gelinen noktaya ikı açıdan dıkkat edilme- si gerektiği söylenebılir. Birıncisi, krizin hızla derinleşmekte oluşu- dur. VVashington, ekonomik ambargoyu da geride bırakan bir adım atmış ve askerı ni- telikli bir yaptırımı, yani "abluka'yt adını koy- maksızın yürürlüğe sokmuştur. Ufak bir kıvılcımın petrol denizıni tutuştu- racağı noktaya doğru hızla yol alınıyor. Bu durum, bir kez daha Turkiyenin ne denli uyanık olması gereken günlerin yaşan- dığını göstermektedir. Bir an bile gözden kaçırılmaması şart olan ikincı noktaysa, kraldan çok kralcı bir çızgi- den uzak durmaktır. Bu açıdan, Fransa'nın davranışı anlamlı bir örnek sayıiabilir. Savaş rüzgârlarının her geçen gün daha şiddetlendiği bir dönemde Türkıye, nerede durması gerektiğini iyi bilmek durumunda- dır; çünkü zemin olağanüstü kaygandır. Örneğin bu bakımdan önceki gün ANAP iktidarının hükümete "savaş yetkisi" verilme- sini öngören girişiminin, muhalefetin ağır basmasıyla "saldırı" koşuluna bağlanarak "izin"e dönüştürülmesi, olumlu bir gelişme- nin altını çizmiştir. Arap dünyası Habur'da lokantacılar, seyyar satıcılar, bakkallar, manavlar kara kara düşünüyor: 'Ya sınır tümüyle kapatıhrsa?' VEDAT YENERER CİZRE — Türkiye'nin Habur sınır kapısında giriş çıkış trafîği bütün hızıyla devam ediyor. Dün de yaklaşık 450 kişilik Kuveyt'te v'alışan Türk işçi grubu Irak tara- fında iki gun bekletildikten son- ra Türk tarafına geçiş yaptılar. Habur sınır kapısı dün Mardin Valisi'nin emriyle gazetecilere ka- patıldı. Polis zoruyla gazeteciler, giriş kapısının dışarısma göturül- düler. Geçiraini bu kapı sayesin- de sağlayan binlerce insan, merak- lı bir bekleyiş içinde. Irak'tan son bir hafta içinde Türkiye'ye geçiş yapan araçların sayısı 6 bine ulaş- tı. Irak Televizyonu devamlı ola- rak yayınlan keserek halka yiye- cek stoku yapmamaları yolunda çağrılarda bulunuyor. Silopi, Cizre ve Nusaybin'den başlayarak İskenderun'a kadar gi- den hat üzerinde geçimlerini sa|- layan lokantacılar, seyyar satıcılar, bakkallar, manavlar kara kara dü- şünüyorlar. "Ya sınır tümüyle ka- patılırsa", "Daha ne kadar kapalı olacak, bir ay mı, bir sene mi?" diye birbirlerine soruyorlar. "Kapı kapatıiırsa bütün bu insanlar is bulmak için başka yeriere göçmek zornnda kalacaklar" diyor Silopi esnaflarından Kâmil Ökten. Irak'ta yayımlanan TV prog- ramlarını, bölgede televizyonu olan herkes yakından takip ediyor. En büyük kızgınlıldan Saddam'a. Televizyonda yaptığı konuşmala- rında Saddam'ın insanları stok yapmarnaya sürekli olarak çağır- dığı dikkati çekti. Programlar kı- sa aralıklarla kesilerek Saddam'- ın resminin altında, "Halkımız her tnrlii düşmanlığı ve iktisadi am- bargoyu yenecek güçtedir", "Bas- ra'dan Zaho'ya kadar, büyük Irak.' 1 Ya da "Dallar kökte top- lanıyor" yazılı anonslara yer veri- yorlar. Irak'ın resmi gazetesi Ka- disiye, Batı basınmdan kaynak göstererek, "Suudi Arabistan'ın Amerika ve IngUtere'ye kendilerini konıma ucreti olarak 2 milyar d o lar ödetne yapacağını" ileri sürdü. GEÇİŞ SURÜYOR — Kuveyt'te çalışan 450 kişilik Türk işçi gru- bu, Irak tarafından iki giin bekletildikten sonra Türk tarafına geçiş yaptı. (Fotoğraf: Reuter) Önceki gün Irak sınırına yerleşti- rilen uçaksavann dün askerler ta- rafından başka bir yere götürül- düğü gözlendi. Son bir hafta için- de, Türkiye'ye Habur sınır kapı- sından yaklaşık 6 bin araç giriş ,yaptı. Irak'a geçen araçların sayı- sı ise yaklaşık bin 200 olarak bil- dirildi. Edinilen bilgilere göre Irak'a geçiş yapan yolcu sayısı 438 iken, Irak'tan Türkiye'ye geçiş ya- panların sayısının da 626 olduğu açıklandı. Bu sayının 139'unu ya- bancı uyruklular oluşturuyor. (Baftarafı 1. Sayfada) işgajj ile kendisini bir anda kriz diplo- masisinin merkezinde bulan Mü- barek, Kahire Zirvesi'ne kadar başarıyla götürdüğü yarışı, Sad- dam'ın 'cibat' ve 'İsrail işgal al- tında tuttuğu topraklardan çekil^in' cağrılanndakı "zaman- laması\la' geriden takip etmeye başladı. Irak'ın, Suudi Arabistan'a 'Çokuluslu Arap GucıT gonderil- mesi kararına gosterdıği 'Kahire Zır\esi aslında 9-9 berabere bitti" şeklindeki tepki de son gelişmeler çerçe\esinde doğrulanmaya baş- ladı. ŞahinlerMn giicü Kahire'deki Arap Zirvesi'nin sonuç bildirgesi üzerine yapılan oylama, Arap dünyasının 'parça- lanma'nın eşiğinde olduğunu açıkça ortaya koyması bakımın- dan da ılginç ozellıkler taşıyordu. Mısır lideri Mübarek'in tüm ça- balanna karşın Libya ve FKÖ, ço- kuluslu Arap gücüne karşı çıka- rak, Irak'ı desteklemeyi seçmişler- di. Cezayir ve Yemen'in 'çe- kimser' oyları da Arap dünya- sında 'Irak'a destek' olarak de- ğerlendirilmişti. Karara 'rezerv' koyarak evet diyen Ürdün, Mo- ritanya ve Sudan'ın da çokuluslu Arap gücüne pek 'istekli' görün- memeleri, Kahire Zirvesi'nden 'Irak'a 8 oy çıktı' gorüşlerini kuv- vetlendirmişti. Irak'ın 9. oyunun da karara evet demesine karşın Cibuti'den geldiği kaydedilmişti. Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, "12 oyla Suudi Arabis- tan'a olası bir Irak saldınsına kar- şı bu ülkeyi korumak üzere çoku- luslu Arap gücü gönderilecektir" şeklinde açıklama yapmasına kar- şın zirvenin üzerinden geçen 4 gün süresince, Mısır dışında karara evet diyen 12 ülke hâlâ sessizliği- ni sürdürüyor. Kahire'deki siya- si gözlemciler, bunda özellikle Saddam'ın tam zirvenin sonuç- lanmasma yakın yaptığı çağnnın büyük etkisi olduğunu belirtiyor- lar. Saddam'ın 'cihat çağrısı'nın Arap ülkeleri üzerindeki etkileri Kahire'deki 'kriz diplomasisi'ne yakm kaynaklarca şöyle değerlen- diriliyor. 1- Yıllardır Arap dünyası içinde Libya lideri Muammer El Kadda- fı, FKÖ lideri Yaser Arafat ve Irak lideri Saddam Hüseyin'in şahısla- rında güç bulan Şahinler grubu, Saddam'ın 'kutsal topraklar ya- bancılann elinde. Tüm Müslü- manlar cihada' çağrısıyla, Arap Dünyası'nın geniş halk kitlelerini harekete geçirmeyi başardı. Ür- dün, Cezayir, Kahire Zirvesi'ne katılmayan Tunus, Sudan, FKÖ, Libya, Yemen, Saddam'ın çağnsı- na açık destek verdiler. lslam dün- yasının fakir ülkelerinden Cibuti bile kutsal dopraklardan ABD as- kerlerinin çekilmesini istedi. Batı Şeria ve Gazze'de radikal Filistinli gruplar Saddam yanlısı gösterile- re başladılar. Ürdün'de Saddam'- ın cihat çağrısına destek yürüyüş- leri yapılmaya başlandı. Irak'a dış müdahaleden yana olduğunu açıklayan lran'ın desteklediği Şii Hizbullah Örgütü bile Saddam'a destek vermeye başladı. Cezayir- de, lslamcı Selamet Cephesi, Mı- sır'da Müslüman Kardeşler, cihad çağrısını benimsediler. 2- Saddam, iyi bir zamanla- mayla, hem topraklanndaki radi- kal İslami grupların güçlenmesin- den korkan Ürdün, Cezayir, Mı- sır gibi ülkelerdeki fakir ve radi- kal tslami harekeüere eğilimü ge- niş halk kitlelerini harekete geçir- meyi başararak bu ülkelerin hareket kabiliyetini smırladı hem de Körfez krizini tslam-Hristiyan çatışması biçiminde göstermeyi sağladı. Bu durum, gün geçtikçe, Saddam'ın Arap dünyası içinde- ki kredisini arttırdı, hatta onun için 'Yeni Abdül Nasır' benzetme- leri yapılmaya başlandı. Arap dünyası içindeki 'sertlik yanhlan' böylece kaybettikleri pu- anları yeniden loplamaya başla- yarak güç gösterisine giriştiler. Ilımlılar ABD'ye yakınlıkları ile tanınan Mısır \e Suudi Arabistan'ın ba- şını çektiği 'ılımlılar grubu' Sad- dam'ın uyguladığı taktikleri bo- şa çıkaracak hiçbir eyleme henüz girişmediler. Mısır'ın ABD'ye ya- kınlaşarak Arap dünyası içinde li- derliğe soyunması, son gelişmeler- le 'iyice imkânsız' görülüyor. Topraklanna ABD askerlerinin yerleşmesine ses çıkarmayan Su- udi Arabistan da Basra Körfezi ülkeleri üzerindeki kontrolünü gi- derek yitirme yolunda ilerliyor. 'Şahinler'le yanşta ılımlılar (özel- likle Mısır ve Suudi Arabistan), grubunun bütunleşmesi ve güçlen- mesi için de şu kozlara sahip gö- rünüyorlar. 1- ABD yardımı - Mısır ve Su- udi Arabistan; Irak, Libya ve FKÖ dışında kalan ve 'Sahinler' grubuna sempati toplayan ülkele- ri, ABD'den gelebilecek yardım teklifi ile kendi saflarına çekip Irak'a karşı güç oluşturmayı dü- şünüyorlar. 2- Irak'ın saldırganlıgı - Ilımlı- lar, hemen hemen her aşamada, Saddam Hüseyin'in diğer Körfez ülkelerine de saldırabileceğini gündemde tutarak şimdiye kadar Bahreyn, BAE, Katar gibi ülke- leri saflannda tutmayı başardılar. Ancak özellikle Mısır'da, petrol zengini Körfez ülkelerine karşı oluşan ve tabandan gelen muha- lefet, Mısır'ın bu ülkelerle daha ne kadar işbirliği yapabileceği so- rusunu gündeme getiriyor. Kahire Zirvesi'nde Mısır ve Su- udi Arabistan'la birlikte çokulus- lu Arap gücüne evet diyen Lüb- nan da iç sorunları nedeniyle, kri- zin uzağında kalmaya özen gös- teriyor. tç savaşın verdiği yılgın- hk, Lübnan'ın ılımlılar içindeki durumunu, enikonu 'pamuk ipü- ği' ile bağlanmış bir duruma ge- tiriyor. Yine karara evet diyerek Kahire'deki diplomatlarca asker gönderme hazırlıklanna başladık- ları bildirilen Suriye ve Fas, şim- diye kadar bu konuda resmi bir açıklama yapmadılar. Bu ülkele- rin Suudi Arabistan'a asker gön- dermesi durumunda bile gelişme- ler 21 Arap ulkesinden 17'sinin çokuluslu Arap gücunun dışında kalacağını gösteriyor. Tarafsızlar Arap dünyasının iki kutbu ara-' sında kalan bu ülkelerin büyük çoğunluğu buyuk ekonomik so- runlar nedeniyle krizin dışında kalmayı yeğliyorlar. Ancak Sad- dam'ın 'cihat' ve 'İsrail işgal al- tındaki topraklardan çekilsin' çağnlarının heyacanını da duyu- yorlar. Bu ulkelerde ortaya çıkan bir durum da, 'fakir edebiyatı'. Cezayir, Cibuti, Ürdün, Yemen, Moritanya, Sudan ve FKÖ, duy- gusal olarak Saddam Huseyin'in Kuveyt'i işgal etmesine fazla ses çıkarmıyorlar. Zengin Körfez ül- kelerine karşı 'asağılık kompleksi' içindeki bu ülkeler, bu duygula- nnı net olmasa bile 'Şahinler'e yaklaşarak yenmeyi yeğliyorlar. Arap dünyasının zıt iki kutbu ve aradaki tarafsızların durumu şimdilik bu. Ancak Saddam'ın başını çektiği 'Şahinler", Körfez krizinden daha çok yararlanma- nın yollarını anyorlar. Irak lide- rinin, önceki gün yaptığı "İsrail, Suriye işgal ettikleri topraklardan çekilsin' çağnsı da kutuplar ara- sındaki dengeyi Şahinler lehine bozmuş görünüyor. Suriye, İsra- il, Mısır dışında hemen hemen tüm Ortadoğu ülkeleri ve Arap dünyası, bu çağnyı destekler yön- de açıklamalar yaptılar. Kahire'de artık 21 Arap ülke- sinin oluşturduğu 'Arap Birliği'- nin kâğıt üzerinde kaldığı, Irak'- ın Kuveyt'i işgali ile ortaya çıkan gerüimin 'Şahinler'e yaradığı, an- cak Araplann 'birik' hayallerinin tam anlamıyla suya duştüğü ve Arap ülkeleri arasında geçmişten bu yana var olan derin görüş ay- nhklarının artık kapatılamayaca- ğı konuşuluyor. Incirlik'te hareket ERGUN AKSOY ULLDERE/ÇLKURCA — Irak, Şırnak'm Uludere ve Hakkâ- ri'nin Çukurca ilçeleri arasmdaki birliklerini takviye ederek asker sayısıru arttınrken, iki günden beri sakin olan Adana'daki tncirlik Üssü'nde dün yoğun bir hava tra- fiği yaşandı. Irak'ın Kuveyt'i işgal ve ilhak et- mesinden sonra, yaklaşık 300 ki- lometrelik sınır kesimini oluşturan Uludere-Çukurca ilçeleri arasın- daki bölümde, Türkiye ve Irak ye- ni düzenlemelere gitti. Irak'ın özellikle son günlerde Türk sını- nna yeni birlikler kaydırarak mev- zilendirdiği bildirildi. 19-20 sınır taşlan arasındakı Irak'a en yakın yerleşim birimimiz olan Yemişli köylüleri, Iraklı askerlerin sınır çizgisini oluşturan Koru deresine kadar indiklerini ve sürekli Türk tarafını gözlediklerini öne sürdü- ler. Köy muhtarı Mehmet Cengiz de Permergelerin Türkiye'ye sız- masından sonra Bağdat yönetimi- nin sınır kesimindeki köyleri bo- şaltarak asker yığdığını, Kuveyt- in işgalinden sonra da asker sayı- sını arttırdığıru savundu. Cengiz, "Irak'ın sınıra sürekli asker yıg- ması huzunımuzu kaçırdı" dedi. Öte yandan, Türkiye'nin sınır bölgesindeki karakolları takviye ettiği, sınır karakolları komutan- lıklanna başta Ankara olmak üze- re, diğer kentlerden getirilen yeni subayların atandığı bildiriliyor. Aynca karakollarda sık sık alarm verilerek askerlerin olası bir sal- dırıya karşı hazır bekletildigi kay- dedildi. Yetkililer, yeni düzenleme- nin Irak olayıyla bir ilgisinin bu- lunmadığıru, tümüyle PKK'ya yö- nelik olduğunu açıkladılar. Sakin bir hafta sonu geçiren Adana Incirlik Üssü'nde dün yi- ne yoğun bir hava trafıği yaşan- dı. Hangarlara çekilen dokuz F-lll, bakımları yapıldıktan son- ra dörderli gruplar halinde eğitim uçuşuna çıkarıldılar. Güney tlleri Büromuzun haberine göre, uçak- ların üs üzerinde pike dalışları yapması dikkat çekti. Bu arada, Körfez krizinden son- ra tncirlik Üssü'ne ilk kez Türk Hava Kuvvetleri'ne bağlı bir heli- kopter iniş yaptı. Dün saat 10.00 civarında inen helikopterin geliş nedeni konusunda bilgi edinileme- di. Ayrıca, NATO'nun îskende- run'da bulunan akaryakıt dolum tesislerinden ikmal yaptıktan son- ra Basra'ya hareket edeceği bildi- ren 6. Filo tankerinin limana ya- naşmayacağı bildirildi. Harb-iş Sendikası ile bazı ba- ğımsız milletvekillerinin ABD iş- yerlerinde ertelenen grev ve gün- cel dış politika konulannda, yann saat 11.00'de lncirlik Üssü girişin- de bir basın toplantısı yapacakları bildirildi. Ikinci Ordu'ya bağlı Malatya'- daki Erhaç Hava Üssü'nde de dün büyük bir hareketlilik yaşandı. Havaalanırun çevresine çok sayı- da uçaksavar yerleştirildiği ve ra- dar yönünün Irak'a çevrildiği bil- dirildi. Dün üsten havalanan F-16'lar tekrar tekrar iniş ve kal- kış yaptı. GOZLEM UGUR MUMCU (Baştarafı 1. Sayfada) 1957 yılında ortaya atılan bu doktrinden önce Amerika'nın bir ülkeye askeri yardım yapması ya da asker göndermesi o ülkenin "Batı ittifakı"na girme koşuluna bağlıydı. Buna "Truman Doktnni" denirdı. "Eisenhower Doktrini" 1957 yılında Ortadoğu ülkelerin- deki gelişmeler üzerine ortaya atılmıştı. Doktrin, Amerikan askeri yardımı için yeni bir koşul getirmişti. Bu koşul, "ulus- lararası komünizme direnme" koşuluydu. "Eisenhcwer Dok- trini"n\r\ amacı, Ortadoğu'daki Arap rejimlerinin kendi pet- rollerine sahip çıkmalarını ve Sovyet etkisine kapılmalarını engellemekti. Bu doktrin. bölgede Amerikan çıkarlarıyla çe- lişen her gelişme ve oluşumu, Amerika ve Batı ülkelerine karşı "dolaylı saldırı" sayardı. Bölge ülkelerine askeri yardı- mın gerekçesi, "uluslararası komünizm" ve "uluslararası ko- münizme karşı direnme" gibi değerlendirmelerdi. NATO'nun görev alanının sınırlarını genişleten "out of area" teorisinin ipuçları, işte bu "Eisenhower Doktrini" ve bu doktrinin öngördüğü "dolaylı saldırı" varsayımındadır. NATO içindeki "outof area" tartışması, Afganistan'ın Sov- yetler Birliği'nce işgalinden sonra ortaya atılmış ve Ameri- ka'nın Körfez'deki çıkarlarının korunması için de bugüne ka- dar savunulmuştu. NATO'nun görev alanı, Türkiye'nin sı- nırlarında bitmeyip Körfez ülkelerini de kapsarsa, o zaman NATO'nun görev alanı, iyice belirsizleşir. Bu belirsizlik, Türki- ye'yi de bölgedeki her türlu askeri serüvenin içine itebilir. Türkiye'den beklenen "Körfez'deki petrol bekçiliği" midir? Evet, öyledir. Anımsayalım, Türkiye'nin NATO'ya girişi 1951 yılında Men- deres hükümetinin Batı'ya verdiği "petrol bekçiliği" güven- celerinden sonra gerçekleşmiştir. Menderes hükümetinin o günlerde Amerika ve ingiltere'ye verdiği güvence, devrin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü tarafından şöyle dile getiril- mişti: —Ortadoğu savunmasının gerek stratejik, gerek ekono- mik bakımlardan Avrupa'nın korunması için zorunlu olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle Türkiye, Atlantik Paktı'na katılınca, Ortadoğu'da bize düşen rolü etkin biçimde yerine getirmek ve gerekli önlemleri birlikte almak için ilgililerle derhal mü- zakereye girmeye hazır olacaktır. Bugün Türkiye'nin dönüp dolaşıp geldiği nokta 1951 yı- lında Menderes hükümetinin NATO'ya girerken bulunduğu noktadır. Menderes hükümetinin NATO'ya verdiği güvence- ler —anlaşılıyor ki— bugün ışleyecektir. TBMM'nin Akbulut hükümetine verdiği, "yabancı ülkele- re asker gönderme" ve "yabancı askerieri Türkiye'ye çağırmaT yetkisinin anlamı budur. NATO ülkelerindeki NATO birliklerinin emir ve komutası savaş halinde NATO Başkomutanlığı'nageçer. NATO ülke- lerinde NATO amaçları için kullanılacak askeri birlikler "air- market for assignment" olarak bilinir. Akbulut hükümeti, Irak'tan Türkiye'ye yönelecek bir saidırı karşısında silahlı kuvvetlerı NATO başkornutanlığının emrine verebilecektir. Olası bir saldırı karşısında NATO'nun "allien mobile force" olarak bilinen "müttefik çevik kuwet"\ önceden belirlenen bölgelerde caydırıcı görevler yapar. Bu çevik kuvvetler, Av- rupa'daki karargâh ve birliklerinden hareket ederek, caydı- rıcı önlem olarak daha önceden kullanılacakları bölgelere yerleştirilirler. Türkiye'de de önceden belirlenmiş böyle bölgeler vardır. Bu bölgelerden biri Türkiye'nin Sovyetler Bırliği sınınna en yakın bölgedir. Bir başka bölge de hiç kuşkusuz bu "Kör- fez bekçiliği" için kullanılacak Güneydoğu bölgesidır. NATO Başkomutanlığı Avrupa'daki bu kara, hava, deniz birliklerinden oluşan çevik kuvveti Türkiye'ye göndermiş de- ğildir. NATO, "reinforced alarm" adı verilen "takviyeli alarrrf'a da karar vermiş değildir. NATO'nun kendisi bölgede böyle kararlar almamış ve Av- rupa'daki kuvvetlerini caydırıcılık amacıyla Türkiye'ye kay- dırmamış ve "takviyeli alarm"a da karar vermemişken hü- kümetin, Irak'a karşı savaş ilanı hazırlıklanna girdiğini gös- terir yetkiler alması, "NATO'dan fazla NATO'culuk" anlamı- na gelmiyor mu? Sudan'da 200 bin kişi yürüdü Saddam'a destek Dış Haberler Servisi — Irak'ın Ku\eyt'i işgalıyle tüm dunyanın tepkisini üstüne çeken De\let Baş- kanı Saddam Huseyin. bazı Arap- lar tarafından desteklenivor. Su- dan'ın başkenti Hartum'da. Ür- dun'de \e İsrail i>gali altındaki Batı Şeria'da dün Saddam lehine genış gosteriler duzenlendı. Filis- tin Halk Kurtuluş Cephesi lideri George Habbaş da Saddam'ın Kuveyt'tekı Irak ışgalinin sona er- mesi için gönderdıği planı destek- lediğinı açıkladı. Sudan'ın başkemi Hanurr.'da. öğrencı \e ışçilerden oluşan 200 bin ki>i, Irak De\leı Başkanı Sad- dam Hüseyin'i destekleyen bir gösteri yaptılar. Gostericiler, ABD abkerlerınin CÜNEYT ARCAYÜREK yaz.yor Dönüm NoktasıANKARA— Geleneksel dış politikamızın nereden gelirse gelsin ancak saldırı durumunda savaşmayt öngören ana kuralını temelinden değiştirerek saldır- gan öğelere bağlamayı hedef alan Akbulut imzalı Başbakanlık tezkeresinin Meclis'in gizli oturu- munda özde tümüyle tersyüz edilmesi birkaç açıdan genelde rahatlık yarattı. Ne var ki içeriği birkaç açıdan önemli tartışmalar sürüyor. ANAP grubunun sağduyulu çev- releri, Türkiye'yi savaşın eşiğine getirecek ya da savaşa itecek is- temin yeniden savunu koşuluna bağlanmasındaki çabalardan kendi hesaplarma pay çıkarıyor- lar. Muhatefet ise Inönü ile De- mirel'in gizli oturumda çok açık yargılar getiren konuşmalarından sonra ANAP grubunda gerçeğe doğru bir 'ayılmanın' sezildiğini belirtiyor. SHP ve DYP çevreleri, yetki kavramı yerine, Başbakanlık tez- keresine 'izin' deyiminin konul- masını anayasaya aykırı buluyor- lar. Örneğin İnönü, "savaşa ka- rar verme yetkisinin" her ne olur- sa olsun, TBMM'den alınıp hü- kümete verilemeyeceğint önko- şul olarak savunuyor. Demirel de hemen aynı kanı- da. Fakat DYP lideri muhalefetin çabalarıyla hükümetin —daha doğrusu TÖ girişiminin— 'delindiğini' vurguluyor. Kuşku yok, SHP Meclisten son çıkan metnin Anayasa Mahkemesi'ne gitmesinde yarar görüyor. Ancak sonuçta bir 'tezkere' kabul edıl- miş. Ne yasa ne de bir kararna- me. Anayasa Mahkemesi'nin gö- revleri arasında tezkerenin ana- yasaya aykınlığını araştırmanın bulunup bulunmadığı noktasın- da SHP duraksıyor. Yüksek mahkeme anayasayı yorumlayacak tek kurum. Ta'ri- hinde belki de bir başvurudan sonra mahkeme ülkenin yazgı- sıyla doğrudan ilgili bir "tezkerenin" anayasa hukukuna uygunluğunu araştırabilir. SHP bu yolun açık olduğunu görürse, yüksek mahkemeye yapacağı başvuru ile çok önemli bir konu- ya açıklık getirebilecek. İnönü, şimdi Anayasa Mahkemesi'nin yollarını arıyor. Bir önceki kilometre Önceki gece gerçekten çok önemli siyasal hareketler yaşan- dı. TÖ'nün kamuoyunu yanıltma politikasından başarının doruğu- na tırmandığını sindirme çabala- rından sonra "zaman ve zemini elverişli" bularak tabansız iktida- rın Türkiye'nin yazgısını tek ada- ma teslim etme girişimi birden sahneye girdi. Bir yandan ulusal birlikten söz ederek muhalefetin Çankaya zır- vesine katılmayışı eleştıriliyor, öte yandan yaşamsal ve ulusal ka- nuda Başbakan, Meclis'e başvu- rudan önce muhalefet lıderleri- nin-görüşünü almayı aklına bile getirmiyordu. Atı alıp Üsküdar'ı gectiği hesabıyla sâvaş açma- dan asker göndermeye, üslerı di- lediğinde ABD'ye teslim etmeye kadar uzanacak çok önemli bir yol ayrımında artık ulusal bırliği anımsamanın zamanı değildi, öyle düşünüyordu. Anayasanın 92. maddesi gere- ğince sahip olduğu "ani bir sal- dırıda derhal harekete geçme yetkisini" Genelkurmay Başka- nı'na verdiğini övünerek yayan TÖ, aynı zamanda "savaş hali ila- nıyla asker gönderme, bulundur- ma yetkisini" Meclis'in Bakanlar Kurulu'na devretmesini istiyordu. İstemin anayasaya aykırılığı bir yana, böylesi büyük yetkileri Ba- kanlar Kurulu'na vermek, TÖ'nün eline sonucu neler getireceği bi- partisinden sonra Akbulut elinde tezkere, Bakanlar Kurulu'na gir- diğinde yetki isteminin bu denli aşırıya kaçacağı varsayılmıyordu. İçerik Meclis'te tersine çevrildik- ten sonra Akbulut'a yakın bir ba- kan bize, tır mazeretmiş gibi "Tezkerenir yazımı aceleye gel- di" diyordu. Oysa tezkerenin "ya- zıldığı yer" ile ilgili belirtiler or- tadaydı, sonradan Akbulut'un ce- binden çıkmıştı. Bakanlar Kurulu'nda savaş ila- nına yetki isteyen Akbulut'a kimi bakanlar karşı çıktı. Dışişleri Ba- kanı Ali Bozer, Devlet Bakanı Vehbi Dinçerier, Adalet Bakanı Oltan Sungurlu ve Milli Savunma te birde kışkırtıcılığı kaçınılmaz yetkiler devrinin başımıza bin- bir serüven çıkaracağı kaygısı. dikkate alınmadı. Akbulut da parti grubunda "vaziyete hâkim" devlet adamı rolünde, yetkinin zorunlu olduğunu sert bir dille anlattı. Oysa kabinede Dinçerler'in söylediği gibi zaman kötü seçil- mişti. 1 eylülde zaten Meclis ça- lışmaya başlıyordu. Yetki devrine gerek yoktu. Duyarlı günlerde böyle önlemler almak gereksiz- di. Üstelik, Cumhurbaşkanı'nın saldırıya savaş yetkisi vardı. Meclis'teki açıkoturum, Türki- ye siyasal tarihinde çok önemli Yetki izne dönüşse bile anayasaya ayktrılık yine söz koftusuydu. Kesin sonuç şuydu: Türkiye geleneksel dış politikasından vazgeçmeyecekti. Savaş serüvenierine hangi taraftan olursa olsun girmeyecekti. BM karar verse de Türkiye'nin savaş dışt kalmasındaki yaşamsai gerek, haikın yüzde 80'ini temsil eden muhalefetçe vurgutanmtştı. linmeyen olanakları teslim etmek demekti. Nitekim muhalefet —kuşkusuz gizli oturumda da söylemiş olmalı— açık görüşme- lerde bu noktaya değiniyordu. Hatta, kulise yansıdığına göre iki lider TÖ'nün dışımızdaki odakla- ra "bilinmeyen vaatleri"ni ger- çekleştırmek için yetki tezkeresi- ni gönderdiğinden kuşkulandığı- nı açıkça söylüyordu. Tabii üzerinde düşünülmesi gerekli daha başka önemli öğe- ler vardı. örneğin, Türk ordusu savunu düzenine göre hazıriıklıy- dı Ya bugünkü durumu? Konut- ta TÖ ile dondurmalı geceyarısı Bakanı Safa Giray... Bakanlar hukuksal yanıyla istemi onayla- mıyor, örneğin Milli Savunma Ba- kanı, "konunun 'yııkarıda' konu- şulduğunu ve orada 'gerek' gö- rülmediğinln ifade edildiğini" söylüyordu. Fakat Akbulut'a yan tutanlar, bizzat Başbakan, yetkinin "cay- dırıcı bir faktör" olduğunu öne sürüyorlardı. Teknoloji öylesine ilerlemişti ki ani saldırı karşısın- da beş altı saatlik gecikmeler çok olumsuz sonuçlar verebilir- di. Anayasanın Köşk'e, saldırı durumunda derhal savaş yetkisi veren hükmüne karşın hüküme- bir gündü. İki muhalefet açıkça BM'nin ekonomik kararları dışın- da, özellikle bir savaşa katılımı kesin dille reddettiler Savaş yap- tırımına BM karar verse dahi, Türkiye'nin buna katılmamasın- da direneceklerini bildirdiler. Bu vurgulama ulusun yüzde 80'inin sesi ve isteğiydi. Bu arada İnö- nü'nün ANAP grubunu haikın "TÖ'nün diktatörlük hevesini ger- çekleştirmek için seçmediğini" soylemesi, Demirel'in TÖ'nün anayasadaki görevlerini "tadat eden" ayrıntılarıyla ortaya koyan acıklamaları, iktidarı henüz uyku- dan uyandırmamıştı. Ne olduysa gizli oturumda ol- du. inönü ile Demirel'in yetkinin anayasaya aykırılığından başla- yarak "gizli kimi vaatlerin" karşı- ianması kuşkusunu dile getirme- lerinden sonra çalkantı başladı. Anayasa çiğneniyor, Türkiye sa- vaşın içine itiliyordu. ANAP mil- letvekilleri nefes almak için kuli- se çıktıklannda yüzleri gülmüyor- du. İşin ucunda ülkenin yazgısı, bir o kadar yüce divanda hesap vermek de vardı. Başta ANAP Genel Başkan Yardımcısı Ortıan Demirtaş, yet- ki istemini değiştiren saldırı ye- rine savunu izni getiren bir öner- ge hazırlıyordu. Akbulut bir yan- dan kimi bakanlarca slkıştırılıyor, öte yanıyla grubun önemli bölü- münün yetkiye oy vermeyeceği beliriyordu. Meclis Kanun ve Ka- rarlar Dairesi Başkanı Orhan Dülgerler de devreye sokuldu. Demirtaş yerine tezkereyi son bi- çime sokan önergeyi Akbulut'un vermesi daha uygun görüldü. Hareket gruba mal edileceği- ne, Akbulut'tan gelmesi daha "politik" olacaktı. Tezkerenin tü- müyle değiştirildiğini Meclis Baş- kanı açıkladığında, iktidann be- lirli bölümüyle muhalefet, sonu- cu kendi açılarından değerlendi- riyordu. Yetki izne dönüşse bile anaya- saya aykınlık yine söz konusuy- du. Kesin sonuç şuydu: Türkiye geleneksel dış politikasından vazgeçmeyecekti. Savaş serü- venlerine hangi taraftan olursa olsun girmeyecekti. BM karar verse de Türkiye'nin savaş dışı kalmasındaki yaşamsal gerek, haikın yüzde 80'ini temsil eden muhalefetçe altı çizilerek vurgu- tanmış, bu aşamada kabul gör- müştü. İkinci önemli sonuç ise TÖ: nün bütün dışlama heves ve ça- balarına karşın varlığıyla TBMM'nin ne kadar önemli. vaz- geçilmez değerde bir kurum ol- duğu bir kez daha, artık yadsıma olasılığını ortadan kaldıracak bi- çimde kanıtlanmıştı. Üçüncü sonuç, hükümetin düştüğü durumdu. Cumhurbaş- kanı'na Meclis'in tatilde olduğu zaman olası bir saldırıya karşı hemen harekete geçme yetkisi veren anayasaya karşın, hükü- met —Demirel'in ifadesiyle— ar- tık fazla ise yaramaz "izinler" al- mıştı. Akbulut'un tezkeresi hiçbir anlam taşımtyordu. Daha başka gerçekler: Telefon diplomasisiyle saga sola koşu- şan, bu eylemlerini içeride kişi- sel propagandaya yatıran, Türki- ye'de tek adam olduğunu, Mec- iis'ten büyük yetkilerle donandı- ğını dışa kanıtlamak isteyen TÖ, iki darbe birden yiyordu. Lider- lerin Çankaya'ya çıkmaması, Meclis'in aldığı son kararlar, dı- şarıda "kişilıği üzerinde" önem- li etkiler yapacaktı. TBMM, tek adama —muhale- fetin üstün çabalarıyla— karşı çıkmıştı. Kısacası, Türkiye, önceki gün tarihsel önemde dönüm noktası yaşadı. derhal Arap topraklarını terk et- mesini isteyerek, "Askeri tehdit- leriniz kimseyi yıldırmaz" şeklin- de sloganlar attılar. Öte yandan dun Ürdün ve işgal altındaki Batı Şeria'da Saddam Hüseyin'i destekleme gösterileri yapıldı. Ürdün'de yapılan göste- rı\e yaklaşık 20 bin kişinin katıl- dığı bildirildi. Habbaş'tan destek Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (PFLP) lideri George Habbaş, Irak'ın Kuveyt'teki Irak ışgalinin sona ermesi için one surduğü pla- nın "Dengeli, kapsamlı olduğu- nu. gerginligi azaltacağını ve sa- vaşa engel olacağını, a>rıca Orta- doğu'da barışı gerçekleştirecegi- ni" so>ledi. PFLP Arap Birliği'ni de öneri- >e karşı ciddi ve sorumlu bir yak- laşım göstermeye \e olumlu bir cevap vermeye çağırarak, öneri- nin tüm Arap ülkelerıninortak bir anlayışa varacaklan bir temel sağ- ladığını kaydettı. ECEVİT Erbakan neden konuşmuyor? İç Politika Servisi — DSP Ge- nel Başkanı Bülent Ecevit, RP Genel Başkanı Necrnettin Erba- kan'ın Ortadoğu'daki son geliş- meler konusunda konuşmaması- na dikkat çekti ve "Neden konuş- madı? Nedenini çok merak ediyorum" dedi. Istanbul'a dün akşam ge'erek Bayrampaşa'da seçim turu atan DSP Genel Başkanı Bülent Ece- vit partililerin yolu kesmesi üze- rine "programında olmamakla birlikte konuşma yapacağını" be- linerek dış politika ve Ortadoğu'- daki son gelişmeler konulannda gorüşlerini açıkladı. Ecevit. Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ı tec- rübeli ve konuşmayı seven bir li- der olarak tarumladı. RP yöneti- cileri ile Erbakan'a seslendiğini söyleycn Ecevit, "S«yın Erbakan yanıtlarsa çok sevinirim. Son Or- tadoğu'daki gelişmeler konuson- da hiç konuşmadı. Neden konuş- madı? Nedenini çok merak ediyorum" dedi. Erbakan ve RP'li yöneticilerin Irak-Kuveyt gelişmeleri konusunda kimi, han- gi tarafı desteklediğini, hangi ta- rafları haklı ya da haksız buldu- ğunu da merak ettiğini söyledi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear