25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 29 HAZİRAN 1990 Düııyada tlk Sosyalist Devlet MELIH CEVDET ANDAY Gelişim süreci içinde ele alınan insanlık tarihin- de çeşıtli uygarlıklarla karşılaşıyoruz; bu da bize "her toplumun kendineozgu yaşam biçimi" anla- mındaçok sade bir uygarlık tanımı veriyor ki, bu- nun herhangi bir değer yargısı içermediği açıktır. Bıuıa karşı olarak, uygariığj, gelişimin belli bir asa- masuıda vanlmış, ileri bir yaşam biçimi diye anla- yan gorüş, ister istemez, bir değer yargısı savını ta- şır: Deraek geri ve ileri uygarlıklar vardır, öyle ki Paleoiitik dönemden sanayi devrimine değin geçen binyülar boyunca oluşmuş uygarhklar arasında öz- nel yeğlemelere kapı açılmış olur. Teolojik, meta- fizik, pozitivist evreler kuramını, bu anlamda bir sıralama saymak yanlış olmaz sanırım; demek ta- rih, körinançtan aklın egemenliğine doğnı yükse- len bir gelişim çizgisi izlemiştir. Bu görüşe katılmak oldukça güçtür; çünkü o za- man, "Tarihe bu amacı kim verdi?" sorusunu ya- nıtlamamız gerekir ki, bunu araştınrken türlü gi- zemciliklere düşüleceğinden korkanm. Bundan, ta- rihin tümden rastlantısal bir siireç olduğu karşı- savına atlamak ise çok ağır bir baska aldanmaya götürür bizi, insanhğın kültür kalıtı sorunu açık- lamasız, dahası anlamsız kalma dokuncası ile kar- şı karşıya gelir. Tarih felsefesinin çok tartışmalı, birbiriyle çatışan görüşlerine dalmadan, burada şuncası ile yetinmek yerinde olacaktır ki, geçmişi bir bütün olarak almak, onu kendi malımız say- mak en kaçınılmaz davranış olarak görünüyor. Bu tutum ise tUcel toplumlann tarihini küçumsememeyi zorunlu kilacaktır. Yeni insanbilimcilerin (antro- pologlann) uyguladıklan anlayıs budur. Ben de on- ları büyük bir ilgiyle izliyorum ve ilkel toplum in- sanının hiç de ilkel olmadığjnı hem saşkınlıkla hem de sevinerek öğreniyorum. Claude Levi - Strauss'- un "Yaban Düşünce" adh büyük yapıtını (Çeviri: Prof. Tahsin Yucel) okursanız samrım siz de bu- na inanırsınız. Konumuz açısından bizi sık sık durduran başka bir güçlük de kültur-uygarhk kavramlannm zaman zaman uyuşmaz durumda bulunmasından kaynak- lamr. Malinowski, "Kültür, açıkçası aletJerden ve tüketim mallanndan, çeşitli toplumsal kümeleşme- ler için yapıJan anayasal belgeierden, insana özgü düşün ve becerilerden, inanç ve törelerden oluşan bütünsei bir toplamdır" diyor. Bu anlamda kültü- rii bütun insan topluluklannda bulmak, elbette ola- nakhdır. Ama Henri Frankfort, "Belli bir uygar- lığın doğuşunu incelemeye kalktığımızda karşıla- şacağırruz sorunu bir düşunün! O zaman onun, ken- di başına bütünlüğu olan bir varhk oluşturduğu- nu, kendine özgü ve ötekilcrden farklılığı kavra- nabilecek bir karaktere sahip olduğunu varsaymak- la yetinemeyiz; bu karaktenni ne zaman kesinlikle tanımlayabilmeliyiz ki, onu ne zaman ve nerede ka- zandığjna karar verebilelim" demekle bizi sanki ye- niden bir ikilem içine atmaktadır. Uygarlık deyimi, Türk Dil Kurumu'nca yayım- lanan HaJkbilim Terimleri Sözlüğü'nde Prof. Dr. Orhan Acıpayamlı tarafından şöyle tanımlanmış- tır: (Bu bilgiyi Orhan Hançerlioğlu'nun 'Felsefe Ansiklopedisi'nden alıyorum) "Gelişmiş teknik kaynaklarla bilim ve sanatın yarattığı düşünsel ba- şanlardan oluşan, büyuk yayılma ajanlı kültür dü- zeni." Burada kfiltür, gdişerek uygarlık niteliği ka- zanmış oldu. Ama yazımızın başında dile getirdi- ğimiz, değer yargısı taşunayan, öteki tanıma da bir gözatmakta yarar var. Türk Dil Kurumu'nca ya- yımlanan Toplumbilim Terimleri Sözlüğu'nde Prof. Dr. Özer Ozankaya diyor ki, (gene o kay- naktan) "İnsanlığın elde ettiği uygulayımsal, du- şünsel, sanatsal ve tinsel başarüarın belli bir zaman noktasındaki düzeyi." îşte bu "belli bir zaman noktasındaki duzeyi" aşan uygarlıklar da var ki, kimi tarihçi bunu, ge- reksinimlerin zorladığı bir atılım, kimi de biyolo- jiyi örnek göstererek o toplumun gençliğinden kay- naklanan bir enerji ile açıklama yolunu tutuyor. Ama geçmiş uygarhkların birbirleri üzerindeki et- kileri bilinmediği, başka bir deyişle, bütün tarih tam bir gelişim zincirlenmesi içinde kurulamadığı için bu parlak sçratnaJar sanki birer tansık (mucize) gö- rünüşü kazanıyor. Bunlardan biri ve belki de e.ı önemlisi Sümer uygarlığıdır. Sümer, beni hep şaş- kınlıktan şaşkınlığa atmıştır. Bu olayı son olarak bir kazıbilimci olan Henri Frankfort 'un yapıtından okurken şaşkınlığım coşkunluğa dönüştü. Yazırun ilk kez (nasıl? neden?) ortaya çıktığı o dönemde, Sümer kentlerinden birinde yaşamış olmak ister- dim. Yazıya yavaş yavaş gecildiği söylendiğine göre ona yavaş yavaş alışılmış olmalı... Ama buna bir türlü gönlum razı olmuyor. Buluverdiler ve beğen- diler, dahası güldüler, biralarıru arka arkaya yu- varladılar ve yeni biçimleri, çizgileri denemeğe gi- riştiler. "Bu tapınakların içinde, bu çapta işlere girişile- bilmesi, yani büyük öiçekli komünal örgütlenişle- rin gerçekleştirilebilmesi için gerekli olan yeni bir buluşun, 'yazı'nın ilk belirtileriyle karşılaşmz. İlk önceleri yaa, bir kamışı balçık tabletler uzerine bas- tırarak yapılmış izler biçiminde görunür. Bu tab- letlerin Erek'teki tapınakta bulunan en eskileri, top- luluğun bir üretim odağı, deposu ve işliği (atelye- si) olarak işletilen tapınağın işlerinin yürutülmesi- ne yardıma olan "not defterleri" idi. Bunlann en basitleri, birkaç rakamdan oluşan çetelelerden baş- ka şeyler değildi. ötekilerinde rakamlar yanı sıra kayda geçirilen alışverişlerin, işlemlerin taraflan- nı ya da tamklarını göstermek için basılan silindir muhürlerin şekilleri bulunmaktadır." İşte böyle başlayan ilk yazı ile daha sonra, dün- yanın en büyük destanlarından biri olan Gılgaraış destanı yazılacaktır. Büyük ve şaşırtıcı bir uygar- hk çıkmıştır ortaya. Tarihçiler, bu çapta bir uygar- üğın doğması için bolluk etkenini başa alıyorlar. Evet, Sumer, bolluk içinde yaşayan bir sosyâlist ül- ke, dünyanın ilk sosyâlist ülkesi idi. Orada planlı ekonomi uygulamyor, ürün eşit olarak dağıtılıyor ve kır-kent aynmına yol açümıyordu. Uriinden belli bir oranda payını alan tapınak ise bir ambar nite- liğinde idi. Kentte yiyecek azalmaya başladığında bu ambardan halka buğday, arpa dağıtıhrdı. Para yoktu, dışalımlar için gümuş, altm gibi değerli ma- denler, takas malı olarak kullanıhyordu. Proteinli besin, etten çok balık idi. "Okuryazarlığa Geçiş Dönemi'nin sonlarma ait özel mezarlarda, sık sık kurşun taslarla ve taş va- zolarla karşılaşılır. lkinci Eski Hanedan dönemi- nin mezarlarında, bakır kaplar ve üzerine yiyecek tabaklan konan bakır dayanaklar bulundu. Bun- dan az sonraki tarihlere ait yerierde, Kiş'teki ve Ur'- daki mezarlıklarda, bundan daha büyük bir lüks ve incelikle karşılaşılır. Buraiarda bakır aynalar, bakır ve altın tuvalet takımları (cımbızlar, bir kür- dan, bir çembere bağlanmış ve küçük bir konik ku- tuda taşınan bir kulak temizleme kaşığı), lapis la- zuliden (lacivert taşmdan) yuvarlak başları olan ba- kır ve gümüş iğneler, sumermerinden, akikten, la- pis lazuliden yapılmış boncuklar, hayvanlara takı- lan süs eşyalan bulundu. Sümerce'nin hangi dil ailesinden olduğuna iliş- kin araştırmalar ve tartışmalar sürmektedir. "Tan- rılar, Mezarlar, Bilginler" adlı o tadına doyulmaz kitabın yazarı C.W. Ceram, bu dilin Türk Dilleri ailesinden olabileceğini yazmıştır. Yazımızın basındaki tartışmaya dönersek... Sü- mer uygarlığı, "her toplumun kendine özgü yaşam biçimi" anlamındaki uygarlık tanımını çok aşmakta ve insanlık tarihinde akıl almaz bir ilerlemeye ad olmaktadır. Bunu sadece bolluk ile açıklamak, bilrnem doğru mudur? PENCERE ARADABIR SERA TOKAY İki Dünyanın Çözeltisinde Alman Birleşmesi Geçmişin derinliklerinde Alman birliği ilk filizlerini ne zaman vermişti? Çökmekte olan Hıristiyanlığı onarmak isteyen Martin Luther, Katoliklikle bağdaşamayan Almanları, Protestanlıkla çev- resinde birleştırmeyi bilmişti. Bireyin tanrıya aracısız yaklaşımı- nı amaçlayan Luther'le 16'ncı yüzyılda Almanya ilk birleşimine yöneliyordu. Ancak Roma'nın buyurganlığını yıkan Luther, köylüye tinsel haklarını sağlarken bir yandan da Almanya'da kiliseyi güçlen- dirmiş, ister istemez özgür düşünce ortamını da uzun bir süre için engellemişti. "Dinsel kapsamda özgürleşme" karşılığında, halkçı felsefenin kaynağında özgür düşüncenin tohumlanması gecikiyordu. Bismarck 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında Alman birliğini ku- rarken özgürlükleri dışlayan bir politikanın acımasız katılığını yeğ- lemişti. Almanya birleşiyordu; ama, demokrasiyi dışlayarak ve özgür düşüncenin felsefesini bir süre için külleyerek... "Ftolitika, yazgının eyfem bıçimidir" diyen Hitler, bir başka top- lumun yok edilmesi eylemini siyasetle özdeşleştirmişti. Bu kez de Almanya yazgısını nasyonal sosyalizmin düşlemlerinde ve Hitler'in diktatörlük odağında bırlestiriyordu. Marksizme, libera- lizme ve Yahudilere karşı birleşmiş Üçüncü Reich, özgür dü- şünce, bilim ve kültüre dönük yok edlci etkisini dünyayı altûst edercesine gösterdi. Alman tarihinde gördüğümüz "birteşme" ile "özgür düşünce" arasındaki bu tuhaf çelişki, Alman toplumu ve kültürünün özel bir yanını oluşturur. Kozmopolit ve bireysel kaldığı sûrece özgür düşüncesi yeşeren Almanya'nın, evrensel kültüründeki doruk noktalarına güçsüzlük süreçlerinde ulaşıp buna karşılık siyasal ve ekonomik güçle bütünlestiğinde kültürel yaratı gücünden yi- tirmesi, garip bir "karşıtlam"ı vurgular. 21'inci yüzyıla doğru, yeniden birleşme sürecine giren Alman- ya'yı incelerken gündeme gelmesi kaçınılmaz olan bir nokta olan bu ayrıcalıklı "karş/tlam" aynı zamanda olayın anlamını da vur- gular. Birleştikçe "üniformize" olan kitlelerin psikolojik yapısı, tek bir kişinın ya da tek bir düşüncenin yayılmasını kofaylaştırarak etkisini güçlendirir. Daha başka bir deyişle politik birleşme, iç- güdünün "güç arama" potansiyelinin bir dogma çevresinde top- lanması ya da özgürlüğe karşıt bir düşünceye dönük kitlesel ey- leme dönüşmesi tehiikesini de içerebilir. Bu tür birleşmeyle ortaya çıkan güç, Almanya gibi tarih boyu birleşmekte güçlük çeken bir toplum için, uzun süredir birlikte ve birlık içinde yaşayan Fransa ya da ingiltere'den çok daha önemlidir. Ancak günümüzdeki iki Almanya'nın yakın gelecekteki birleş- mesi; milîiyetçi, kapaiı ve gerıye dönük bir eylem olarak nitelebi- lir ya da yorumlanabilir mi? Ta- rih boyunca birleşmekte güçlük çeken Almanya'nın yeryüzündeki iki zıt öğretinin (doktrinin) çözel- tisinde birleşmeye yönelmesi, millryetçilik olgusunu aşan geze- gensel boyuta oturabilecek mi- dir? Doğu'dan esen hızlı rüzgârla yıkılan iki ideoloji arasındaki du- var, iki ayrı düşünce ve yaşam sisteminin evrensel karmaşasını hazırlarken her Almanın benli- ğinde saklı birleşme istencinin tohumlan da beraberinde açılı- yor. Yeni bir yüzyıla doğru Al- manya'da gelişen yeniden birleş- me akımı'nın mimarı ne Alman Başbakanı Kohl ne de bir başka- sıdır. Kohl, birleşmek ve bütünleş- mek isteyen insanların gereksi- nim duyduklan bir orkestra şefi... Üstelik bir toplum, yerel deger- leriyle evrensel anlamda, öteki toplumlara ulaşıyorsa, gerçek birleşimini zaten oluşturmuştur. Gelecek kuşakların tarihsel bel- leğinde Almanya'nın bırakacağı izlerden "Alman olanı" 18 ve 19'uncu yüzyıllarda doruklaşan yerel-evrensel kültürüyle yoğru- lan yaratısıdır. 21'inci yüzyıla yaklaşırken yer- yüzünün büyük bir parçasını iki ana öğretiye sığdıran düşünce dizgelennin (sıstemlerinin) birbir- lerine doğru attıkjan her adım, ancak ulus ve ırk ayrılıklarını erit- tiği sûrece hümanist bir değer ta- şıyabilir ve kurulacak kültürel bir çatı altındaki gezegensel bilinç- ten söz açılabilir. Mimarlar ve Gökdelenler Eski Londra'ya "çivi çakmayan" İngilizin tarihsel Çırağan Sarayı'na beton kazıklar sokması; "görkemli bahçeleriyle" övünen Japonun, Dolmabahçe'nin bahçesine "otel arsası" gözüyle bakması; üç bin yıllık bir kentin "center, plaza, fame city" gibi "üç bin yıldır işitmediği" adlarla işgal edilmesi, kuşkusuz salt bir "kültür farklılığı" ile açıklanamazdı. Demek ki orta yerde açık bir "uluslararası yağma" var... OKTAY EKİNCİ Yüksek Mimar Dünya Mimarlar Günü'nün 5. yılını kutlu- yoruz. Uluslararası Mimarlar Birliği'nin (UIA), 1985 yıhndaki San Francisco toplanüsında, her yıl 1 Temmuzun "Mimarlann Evrensel Daya- ruşma Günü" olarak kutlanmasına karar verü- miştı. Böylece, uygarlık tarihindeki yeri ve önemi, insanoğlunun "bannmaya başladığı" çağlara kadar uzanan bu köklü sanatın yaratıcılan; bir yandan mesleklerini uygularlarken, öbür yan- dan başka uluslardan mimarlarla "ortak sorunlarına" birlikte çözümler arayacaklardı. Neydi bu "ortak sorunlar?" Ya da "dayaruşma" kime, hangi güçlereve neye karşı yapılacaktı?.. Dunya üzerindeki uygarhk kalıtları (miras- lan) tarihsel değerler, doğal ve kültürel zengin- likler... yani geleceğin yaşanıhr ve insancü çev- reierini yaratmada eşsiz kaynakları oiuşturan "birikimler, kazanımlar"... akıl almaz bir "ekonomik büyüme yarışının" gözü dönmüş saldınlan altında hızla ortadan kaidınlıyor, te- ker teker yok oluyorlardı. Bu "yıkırn sürecinin" en yoğun yasandığı ül- keler ise kiminegöre "kalkınmakta" olan, ki- minegöre de' 'geri kalmış'' denilen, ama ortak yanlan "ulusal zenginlikleriyle gelişmiş ülke- leri de beslemesinden ötürü sürekli bir yoksul- luk içinde kıvranan" ülkelerdi. Yeryuvarlağmdaki kuzey/güney ve baü/do- |u uçurumu, mimarb|ın da "Kuzeyde ve Batıda" daha gelişkin olanaklarla ilerlemesi- ne, "Güneyde ve Doğuda" ise "bağımlı eko- nomilerin çıkar hesaplan içinde" kalkınma ye- rine spekülasyona hizmet eder bir "uygulama ortamı" bulmasınayol açmıştı. "llerleyenler", bu gelişmelerini guçlu uygarlık temellerine oturtmak için geçmişteki yaratılan değerlere ti- tizlikle sarilırlarken; spekülasyon ortamında kıvrananlar, "yıkan, yapan ve hemen kazanan" imar uvsulamaları içinde kisiliksiz ve nitebksiz bir yapılaşmarurj açroazma gırdı- ler. Türkiye'de halk, bu açmazın adını "betonlaşma" olarak koydu... II. Dünya Savaşı'nın korkunç yıkımından sonra büe, savaştan yenik de çıksa, yengiyle de çıksa, "gelişmiş ulkelerde" yeniden kurulan pek çok kent, büyük beceri ve giderlerle "tarih- sel kimlikleri" korunarak ve "mahaileler halinde" restoreedildiler. Bukentlerde" ulu- sal özellikler", doğal ve kültürel dokular öyle- sine "kıskanılacak" duzeyde yaşatıldı ki, bu- gun hangi birine baksanız, tumü sanki birer açık "mimarlık tarıhi müzesi" gibidir. Buna karşın, ortak yanları "bağımlı ekonomileri" oian ülkelerde ise kentsel koru- ma bir yana, tek tek eski yapıların bile yıkıma terk edİmeleri; Batıdaki (ya da Kuzeydeki) ör- neklerinden çok daha köklü ve zengin kültür- leri bugünlere taşıyabilen yapıtlann, "mo- dem''! denen garip uygulamalar için''arsa'' iş- levi görmeleri; "ekonomik büyumenin kaçınıl- maz sonuçlan" olarak ilan edildi. Dahası, ta- rihsel dokulan korumak isteyenlere "rutucu", ortadan kaldırarak yerlerine beton kütleler ve gökdelenler dikmek isteyenlere ise "ilerici" denmeye bile başlandı. Üstelik, bu "ilericilerin" aynı anda "rauhafazakâr bir uluslararası ortaklık" içinde bulunduklan; ül- kelerinde en "gerici" politikaların değişmez sa- vunucuları oJdukları da gözardı edilerek... Acaba Kuzeyle Güney ya da Doğuyla Batı arasındaki, kentlerin kimliklerinin korunma- sına karşı gözlenen bu ayrı yaklaşımlar salt bir "kültür farklılığı" ürunü müydü? Yani, bir tngiliz ya da bir Japonlaörneğin bir Türk arasındaki "küitürel uçurum" muydu bu iki ayrı uygulamanın nedeni? Yoksa, yine örneğin bir Turkfirması,Mos- kova'da tarihsel bir yapı grubunun "restorasyonunu" başarıyla yaparken, aynı "basarıyı" Ingilizve Japon firmalanmn da Is- tanhul'da "tarihi yok eden yatınmlarda" gös- termelerinin başka nedenleri mi vardı? Konuşmalarında abartılmış bir "yöresel ağız" kullanarak, "dilinde bile" geleneksel ki- şüiği olduğunu sergileyen bir Türk işadamırun, yine Istanbul'un "geleneksel kimliğini" hızla yok eden gökdelenlerden "44 katlısına" sahip olmak için bunca çaba göstermesindeki "giz" ne olabilirdi? Eski Londra'ya "çivi çakmayan" tngilizin tarihsel Çırağan Sarayı'na beton kazıklar sok- ması; "görkemli bahçeleriyle" övünen Japo- nun, Dolmabahçe'nin bahçesine "otel arsası" gözüyle bakması; üç bin yıllık bir kentin, "cen- ter, plaza, fame city" gibi "üç bin yıldır işitmediği" adlarla işgal edilmesi, kuşkusuz salt bir "kültür farklılıgı" ile ile açıklanamazdı. Demek ki orta yerde açık bir "uluslararası yağma" ve bu yağmaya "bağımlı ülkelerde" uygulama olanağı sağlayan "uluslararası ilişkiler" vardı... Sonuç 1972 Haziraru'nda imzalanan Birleşmiş Mü- letler Dünya Çevre Deklarasyonu'nun 1 nolu "Prensipler" maddesinde şu ilke yer alıyor: '' tnsan, şimdiki ve gelecek nesillerin çevresini korumak ve geliştirmek için kutsal bir sorum- luluk taşımaktadır. Bu sebeple ırk aynmını, 'sömürgecilik' ve diğer eziyet çeşitlerini, 'ya- bancı tahakkümünü destekleyen' ve devamlı kılan politikalar yasaktır ve kaldınlmalıdır.'' îşte UIA, Birleşmiş Milletler'e üye ülkeler- ce kurulan ve BM ilkelerini "mimarlık eylemiyle" de yaşama geçirmekle görevlendi- rilen bir uluslararası kuruluş olarak her yıl 1 Ternmuz'u, "sömürgeciliğin ve yabancı tahakkümünün" ürünü olan doğal ve tarihsel çevre yağmasına karşı "mimarların dayanış- masının güçlendirilmesi" günü olarak kutlu- yor. Hem kendi ülkelerindeki "çağdaş mima- rinin küitürel kaynaklannı kurutanlara" kar- şı hem de uluslararası işbirliği ağlanyla dünya- daki zenginlikleri ortadan kaldırmaya soyu- nanlara karşı. Bu yıl, "sömürgeciliğin" ve "yabancı tahakkümünün" kentlerimizdeki simgeleri olan gökdelenlere karşı "savaşım günü" ola- rak belirlenen iki gün sonraki ITemmuz; bü- tün bu nedenlerle salt mimarlann değil,'' insa- noğlunun binlerce yılhk emeğiyle örülü" kül- türel birikimini koruyup yaşatmayı bir yurtse- verlik görevi sayan tüm "insan haklan savunucularımn" günüdür. Mimarhğm da varoluşnedeni, zaten 'insan' ve onun 'esenliği' değil midir? Yunus Nadi'den...Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde Ankara'nın boşaltıl- masına gerek görüldü. Yeni Gün gazetesi de Kayseri'ye taşındı. Gazete sahip ve başyazarı Yunrs Nadi, Ankara'dan ayrılmadı; ama Yazı İşleri Müdürü Kemal Salih'e (Sel) bir zarf verdi. Yazı işleri Müdürü 22 yaşındaydı. Üzerinde, "Salih Bey'e talimatnamedir" yazılı zarfı açtı. Madde madde yazılmış sekiz on sayfafık notları dikkatle okudu. İki maddenin altını çizdi: "Gazetenin hattı hareketi, Misak-ı Milli hudud ve hukukunun be- hemahal istihsal edileceği (sağlanacağı) hakkında çok derin bir kanaat ve imana sahip olması ve o kanaat ve imanı bütün kuvve- tiyle tecelfi ettirmesidir (göstermesidir.)" •• Ancak bu "kutsal görevi" yaparken Yeni Gün o koşullarda bi- le gazetecilik işlevini ve eleştiri görevini yerine getirecekti. "Sa- lih Bey'e Talimatname"de bu nokta vurgulanıyordu: "...eksik dheOerin tenkidinde de tereddüde mahal görülmeme- lidir. Hususiie (özellikle) icraat hükümete ait olunca onda bihak- kın gözü pek davranılmak icabeder." Yunus Nadi'nın gazetecilik anlayışı, bugünkü kuşaklara ders niteliğindedir. * Yunus Nadi, Yeni Gün'ü İstanbul'da 1918'de çıkarmaya baş- lamıştı. Mütareke yıllarıydı, İngilizler gazeteyi sık sık kapatıyor- lardı. Mustafa Kemal Samsun'a çıktıktan sonra Yunus Nadi de istanbul'dan ayrıldı. Tarih: 2 Nisan 1920. Yeni Gün, Ankara'da Karaoglan Caddesi'nde hapishaneye bı- tişik bir ahşap evde elle çevrilen bir köhne makinede basılırken bütün dünyaya Ulusal Kurtuluş Savaşımızın sesini duyuruyor- du; ama, zor günler sürüyordu. Bu kez de Ankara'yı boşaltmak gerekti; Yeni Gün, Kayseri'ye taşınacak; yine de "hükümetin ek- sik yönlerinin eleştirisinde duraksamaya yer verilmeyecekti." Zaferden sonra yine İstanbul'a dönen Yunus Nadi, bu kez Cumhuriyet'i kurarken amacını kesinlikle belirtiyordu: "Gazete- miz ne hükümet gazetesi ne de parti gazetesidir. Cumhunyet, sa- dece cumhuriyetin, bilimsel ve yaygın ifadesiyle demokrasinin sa- vunucusudur. Cumhunyet ve demokrasi fikir ve esaslannı yıkan ve yıkmaya çalışan her kuvvette mücadele edecektir. Memleket- te her anlamıyla gerçek bir demokrasi kuruiması için gazetemiz bütün vartığıyla çalısacaktır." * Yunus Nadi Cumhuriyet'i çıkarırken koyduğu temel ilkeleri ga- zetenin bütün yaşamı boyunca uygulanmıştır. Bunlardan birisi de şudur: "Bize görB gazete, sahiplerinin değil, okuyucunun malıdır. Oku- yucu her şeyden önce gazetesinde tarafsız ve örryargılara göre yorumlanmamış haber görmek ister. Haber sütunu, okuyucunun sütunu ve okuyucunun sayfasıdır. Okuyucu o sütunlarda olayla- nn doğruluk taşıyan. yanlışlardan ve yanıltmacalardan uzak ka- ian bir yankısını görmek ister. Bu amaçla gazetecilığin gelistiğı ülkelerde haber sayfalanyta makale sayfalan bırbtnnden aynlmtstr. Haber sayfalannda gazeteci yalnız olaylan yazmak ve saptamakla yetinmek zorundadır; haber sütununa kendi düşünce ve görüş- lerini ekleyemez. Gazetecinin düşünce ve görüşlerini bildirmeye yetkili olduğu sayfa makale sayfasıdır" Cumhuriyet 1924 yılında yayın yaşamına başladı; o günden bugüne temel ilkeler geçerlidir. * Bir gazetenin tarihçesiyle bir devletin tarihi kuşkusuz ayrı ay- n şeylerdir. Ne var ki Yeni Gün ile Cumhuriyet'in tarihçeleri, Ulusal Bağımsızlık Savaşı'yla ve Cumhuriyet Devrimi'yle eşzamanh ve eşanlamlıdır. Yunus Nadi 1945'te gözlerini kapadı. O günden beri Cum- huriyet'i Başyazanmız Nadir Nadi yönetiyor Yunus Nadi'nin işi hem çok güctü hem çok kolaydı. Güçtü; çünkü devrimleri karşıdevrimcilere, çağdaşltğı çağdışılığa karşı savunuyordu. Kolaydı; çünkü arkasında devlet kurucusu koca Atatürk vardı. Nadir Nadi'nin böyle bir talihi olmamıştır. Bugün devlet, Türk- Islam sentezi üzerine oturtulmadı mı? Cumhuriyet, ne olursa olsun, yolunda yürüyecektir; Cumhu- riyet olabılmek için bir başka secenek var mı? KAMUOYUNA DUYURU işyerinizde, mahallenizde, okulunuzda, öğrenci yurdunuzda, dini inanç, anlayış, yorum, tutum v© davranışlarınızdan dolayı, ya da çevrenizin dini konulardaki beklenti ve isteklerine uymadığınız için baskı altında kaldınız mı? Haksızlığa uğradığınız oldu mu? BİZE YAZIN Paylaşalım, araştıralım, haklarınızı savunmada yardımcı olmaya çalışalım. LAİKLİĞE ÇAĞRI GRUBU Posta Kutusu: PK. 411 Yenişehir/ANKARA, 06443 Küçük birARÇELİK sevgiye ayrılan zamandır. Ssürücü KursıiK t GÜZEIÎGAH SERVISİYLE J JBdTdNLEME 4Ana. Liselerine â 4 ingilzce Matematık f f. hgillzce Fen f. Bunu en iyi anneler bilir... Sevgi ilgi, ilgiyse zaman ister. İşte bunun için Arçelik, bütün annelere, hayatlarını kolaylaştıracak "küçük" çözümler sunuyor: Arçelik Küçük Ev Aletleri. Arçelik Küçük Ev Aletleri'nin sunduğu kolaylıklardan siz de yararlanın. Sevgiye daha çok zaman ayırın. ARÇELİK MİNİ FIRIN"h ister şiş, isfer börek, YENİ ARÇELİK MİDİ FIRIN'da hem fınn, hem ARÇELİK MULTIMIX PLUS çok hünerlidir. ARÇELİK TOASTER harika bir yardımcıdır. yemekler oninda hazır. ızgaro, hem elektrikli ocak birarada. Ocakto Kekten pastaya, salatodan çorbaya, pureden Her cins ekmeğinizin ilk dilimini ve doho pışırin, fırında kızartın, amnda servıs yopın. meyvo suyuna.yemekler birçırpıdo hazirlanır. sonrakilerı tam ayarında kızartır. CELİK ARÇELİK 8UHARLI UTÜ çok hafiffir, cok pratiktır. Ütü kolay yapılır. ARÇELİK SÜPER ÜTU, kumaşc gore buhar programlıdır. Arçelik Süper Utu nun buhan bin kınşık açar. ARÇELİK PRESS UTU'yle tek parmakla bile ütu yapılır, Katlayın carşaflan, dizın havluları /anyana, gomleğı, pantolonu, yerleştirin; ındırin kolu, presleyın.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear