Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 8 MART 1990
GE\CAYŞAYLA\LAIKLIK NEDİR,NE DEGILDIR?
Dinin içişleri ve devlet denetimiBoratav Devlet, dini Koru İslamın
akımı kontrol ederken müsamahası ve
peyderpey belli bir hoşgörüsü, gerçekten
dinsel akımın kontrolü Türkiye'de geleneği
altına giriyor. olan değerlerdir.
Battal Devletin belli
bir dinsel akım
tarafından kontrol
edildiği yorumuna
katılmıyorum.
Üşür Türkiye'de siyasi
iktidarlar, meşruiyeti
ve kitle desteğini dini
kullanarak sağlamak
istiyorlar.
Okçn İstiklal
savaşımızdan sonra
inananlar üzerinde bir
baskı uygulandığını
sanmıyorum.
Sirmen Din, siyasi
mücadelede bir imtiyaz
olarak kullanılmamalı
ve devlet politikalannı
belirlememelidir.
SORU — Son olarak Serpil
Hanım. tslamcı hareket ve ideo-
lojinin buyuk bir atılım içinde ol-
dağunu söyledi ve bu aşamada ts-
lamcı hareketin kendüiğinden bir
Islami demokrat barekele dönüş-
mesini zor gördügünü belirtti.
Gerçeklen İslami hareket önemli
bir gelişnıe süreci içinde. Örnegin
Ayasofya'nın ibadelc açılması
içta 1 milyon imza toplandığı ile-
ri süriUüyor. Bu çok açık bir si-
yasi girişim, zaten taleple bulu-
oaniar ibadet gereksinmesinden
söz etmiyorlar. bir siyasi progra-
nu dile getiriyorlar. Bu gelişme
potansiyeli devletin konumunu ve
tunmunu gerçekten çok öne çıka-
nyor. Başka bir deyişle sorun dev-
leti her türlü progranı ve politika-
sında laik tutma noktasına indir-
genebiliyor. Sayın Profesor Bora-
tav, dataa öace dinin sivil toplu-
ma bırakılması ve devletin tam
anlamı ile taikleştirümesi geregin-
den söz etmiştiniı. tçinde bulun-
dugumuz donem ve koşullar çer-
çevesİDde bunu gerçekleştinnek
murakün olabilir mi, bu konuda
siz ne düşünüyorsunuz?
KORKUT
BORATAV —
Birkaç gözlemi-
mi dile getirmek
istiyorurn. Mu-
rat Belge'nin
değındiği, dev-
letin dini kont-
rol etmesi beni
de rahatsız edi-
yor. Ama Ali
Sirmen'in de-
ğindiği gibi şimdi ters yönde de
bir eğUim var.Âdeta diyalektik bir
sürecin işleyişini görebiliyoruz;
devlet dini akımı kontrol ederken
peyderpey belli bir dinsel akımın
kontrolü altına giriyor. Bence la-
iklik uygulamalannda sapmaya
da esas olarak bu gelişme neden
oluyor. Devletin dinsel akımlar
tarafından kontrolü gerçekten ge-
lecek açısından sorun yaratıyor.
Bu birinci gözlemim, ikinci göz-
lemim ise geleneksel ve hoşgörü-
ye dayalı "halk lslamı"nın gide-
rek yerini köktenciliğe bırakma-
sı. Bu bence çok korkutucu.
SORU — Halk İslami ile tam
olarak ne kastediyorsunuz, açık-
lar mısınız?
KORKLT BORATAV — Ben
Anadolu insanının >11zlerce yıllık
deneyiminden geçirdikten sonra
oluşturduğu Müslümanhğı "halk
tslamı" olarak tammlıyorum.
Öyle sanıyorum ki köktenci, ki-
taba tam uygun lslamcı arkadaş-
lar halk tslamını, lslam dışı say-
maktadırlar. Fakat halk tslamımn
bünyesinde çok yumuşak öğeler,
engin bir hoşgörü vardır. örneğin
insanlar 11 ay her şeyi yaparlar,
içki içerler, ama ramazanda iç-
mezler. Oruç, genellikle gizli bir
şeydir, gösterisi yapılmaz. Ana-
dolu insanının bu Islamiyet anla-
yış ve uygulayışı, sanıyorum Arap
ülkelerinin lslamiyet anlayışmdan
epeyce farklıdır. tşte bu tslami
anlayışın yavaş yavaş tahrip edil-
diğini görüyor ve büyük endişe
duyuyorum. örneğin Ali Sirmcn
ve Fehmi Koru arkadaşlanmızın
tartışmalan bana bunun ipuçları-
nı veriyor, büyük çatışma unsur-
ları beliriyor gibime geliyor. Biz,
halk tslamımn hoşgörülü ve esnek
öğelerinden katı ve köktenci lslam
anlayışına adım adıtn yaklaştm-
lırsak çok ciddi bir çatışmamn to-
humlart boy vermeye başlar. O
kitabi ve katı İslami öğrenen 300
ya da 500 bin kişinin bir kısmımn
kamu.yönetimine hâkim duruma
gelmesi böyle bir çatışmarnn ola-
sılığını akla getiriyor; yoksa sorun
geleneksel elitlerin iktidaılarını
kaybetmesi değil. Toplum olarak
büytik çatışmalara gidetileceği-
raiz endişesinden doğan bir tep-
kidir bu, klasik cumhuriyet elit-
lerinin korunması değil. Bir göz-
lem daha yapmak istiyorum ve sa-
nıyorum Murat Belge buna üiraz
edecektir. Türkiye diğer Müslü-
man toplumlara benzemiyor.
Meşrutiyet ve cumhuriyet dönü-
şürnleri ile belli bir aydınlanma
yaşamış bir toplum Türk toplu-
mu. Bakın Salman Rüşdü olayı-
na; Türkiye dışında Müslüman
ülkeler olağanüstü tepki gösterdı,
yazarın öldürülmesı istendi.
Türkiye'de de tepki oldu, ama bu
tepki esas olarak insanların vic-
danlannda yer aldı, öyle kitlesel
hareketler, şiddet girişimleri ol-
madı. Bana göre Batı toplumla-
rının ulaştığı kültürel olgunluğa
ulaşmış olduğumuzun göstergesi-
dir bu. Bakın biı haftalık siyasi
dergi var ve burada tslami inan-
cın temel öğelerine cepheden sal-
dın ve eleştiriler yapıîıyor. Bana
göre bu dergide Salman Rüşdü'-
den daha ağır sakhn yapıîıyor,
çünkü o adam nihayet bir roman
yazmış. tnsanlanmız derginin ya-
yınlanna tepki gösteriyor, kimi
protesto mektubu yazıyor, kimi
satın almıyor, ama şiddete baş-
vurmuyor. Bu önemsenecek bir
olgunluk örneğidir. tşte bundan
vaz geçmemek gerekir. örneğin
bana göre halk tslami dediğim
yaklasım, demokralik çoğulculuk
ile bağdaşabilecek, bütünleşebile-
cek birtakım özelliklere sahip.
Yani kritik nokta şu: Farklı gö-
rüşler, birbirlerini yok etmeye ca-
lışmadan yan yana var olabilecek
midir? Sanıyorum bence duyarlı
olmamız gereken nokta budur.
SORU — Sayın Koru, siz Is-
lamcı ideolojinin otoriter rejimler
için uygun bir meşruiyet ve kitle
kontrolü sağlamak için kullanıl-
dıgı göriişü hakkında ne düşünii-
yorsunuz?
FEHMt KO-
RU — Burada
esas tartışma
konulanmızdan
birini oluştur-
masına karşın
üzerinde hiç du-
rulmayan bir
husus var. İsla-
mın özellikleri
üzerinde hiç du-
ramadık. Aca-
ba İslam söylendiği gibi otoriter
rejimlerin ideolojısi olarak kulla-
nılabilir mi, buna musait bir din
midir? Ben kesinükle aksini dü-
şünüyorum. Bakın Tunus'ta oto-
riter bir rejim vardır. Bir saray
darbesi oldu, Abidin Bin Ali adlı
bir general Burgiba'yı devirdi. Bin
Ali, hapishanedeki Müslümanla-
rı dışarı çıkardı, ama onlara par-
ti kurma izni vermiyor. Dünyada
yeni bir gelişme var. Bu gelişme,
sonunda dini bir bloklasmaya gi-
debilir. Gider demiyorum, sade-
ce bir olasıhktan söz ediyorum.
Romanya'da "deccalı öldürdük"
dendi, yani siyasal bir gelişme dini
bir terimle anlatıldı. Bence bu
üzerinde düşünülmeye değer bir
ipucu. Doğu Avnıpa ülkelerini sa-
ran devrimci hareketlerde birçok
din adamıru ön saflarda görüyo-
ruz. Eğer sözünü ettiğim dinsel
bloklasmaya gidiyorsak Türkiye
kendi çıkarlanna göre bir strate-
ji tespit etmek zorundadır, bu ön-
celikli bir iş halini almış gözük-
mektedir. Bunu yapabilmek için
dindarlar üzerindeki baskı ve du-
yulan kuşkulann kalkması gerek-
mektedir. tslamın müsamahası ve
hoşgörüsü gerçekten Türkiye'de
geleneği olan değerlerdir. Ancak
köktenci tslam, halk İslami diye
bir ayrım yapılamaz; Türkiye'de
kesinükle böyle bir aynm mevcut
değildir. Elbet, her kesim ya da
grup içinde olduğu kadar Türki-
ye'deki tslamcüar arasında da gö-
rüş aynlıkları vardır. Ancak bu
bir çatışmayı gündeme getirecek
düzeyde değildir. Dolayısıyla ye-
ni gelişmeleri çok iyı duşünmemiz
ve bu gelişmelere karşı uygun ha-
reket tarzlan seçmemiz gerekmek-
tedir. Bir de yanlış bir değerlen-
dirme var bana göre. Dini sivil
topluma bırakırsanız mali temel-
den yoksun kalmaz. Evet Diyanet
bütçesi 1 trilyonu aşmıştır, ama
geliri ve olanaklan bundan çok
daha fazla olan dini vakıflar var-
dır. Bu noktayı gözden kaçırma-
mak icap eder.
SORL — Sayın Battal bn nok-
ta u> Ugili deginmek istediginiz bir
husus var mı?
ŞENER
BATTAL —
Benim üzerinde
durmak istedi-
ğim bir husus
var. Devletin
belli dinsel gö-
rüş tarafından
kontrol edilme-
ye başladığı yo-
rumuna katıl-
mıyorum. Bir
Müslüman çıksa, "Islamda gelir
dagılımı adaletsizligi olmaz" ya
da "zengialef zalûndir, fakirieri
sömiirür" ya da "devlet emper-
yalizmin araodır" derse heraen
yakasına yapışırlar. 163 ile yapı-
şırlar, Ceza Kanunu'ndaki bir sü-
rü madde ile yapışırlar. Bakın
dikkat edelim, mevcut düzenden
yana din de kullanılıyor, spor da
kullanıuyor. Geçen sene bir yazar
bir gazetede "Galatasaray Neuc-
hatel'i yendi; bana enflasyon da
pabalılık da vız gelir" diyordu.
Yani kapitalizm dini de kullanır,
sporu da kullanır. tslamcılan sol-
cularla çarpıştınr. Bence sol akıUı
olmalı, tslamcılarla çarpışmama-
lı, toplumun yerieşik ve güçlü de-
ğer yargılanna karşı çıkmamalı.
Kurulu düzen, birtakım şapka hi-
kâyeleri ile Allahsız, kitapsız ko-
münisti hedef gösterdi ve inançlı
insanlan bunlarla çarpıştırdı. Ya-
ni herkes bu tuzağa geldi, gelme-
mek gerek.
S E R P İ L
ÜŞÜR — Ulaş-
tığımız bu nok-
tada bir soru
sormarn kaçı-
rulmaz oluyor.
Müslüman ül-
kelerde tüm
otoriter rejimler
neden meşrui-
' yet sağlayabil-
mek için hep dine baş vurmak zo-
runda kahyorlar? lslam ülkelerin-
de otoriter rejimler, başka ideo-
lojılere değil hep tslamıyete baş-
vuruyorlar, kendilerini o temel
üzerinde meşrulaştırrnaya çalışı-
yorlar. Bir taraftan da din aracı-
lığı ile kitleleri kontrol aJtında tu-
tuyorlar. Bunun nedeni, bu ülke-
lerdeki siyasal iktidarlann demok-
ratik meşruiyet temellerinin zayıf
olması. Türkiye'de de bu var. Si-
yasi iktidarlar meşruiyeti ve kitle
desteğini dini kullanarak sağla-
mak istiyorlar. Bu da kaçınılmaz
olarak devletin dinsel ideoloji ta-
rafından denetlenmeye başlama-
sını gündeme getiriyor. Yani dev-
let bürokrasisi içinde dindar kişi-
lerin yükselmesi, etkili mevkilere
gelmesi sorun yaratmaz, ama ne
zaman ki bu kişiler devleti dini
politikanın aracı olarak kullan-
maya başlarlar o zaman laıklik
ciddi bir biçimde krize giriyor.
Bakın 1990 bütçesi itiban ile bak-
tığımız zaman devletin 1 trilyon-
dan fazla kaynağı dini hizmetle-
re ayırdığım görüyoruz. Bu sade-
ce formel rakam, görunmeyen ak-
tarmalar ile dine aynlan kamu
kaynağı aslında çok daha fazla.
Yeni bütçede, geçen yıla göre
oransal olarak en fazla artış gös-
teren kaJem Diyanet bütçesi. Şim-
di türban sorunu sıcak bir biçim-
de tartışıhyor. Ama bu çocuklar
ortaöğretimde, ınıam hatip lisele-
rinde başlarım örtüyorlardı ve
orada kimse bunu tartışmıyordu.
Yani milli eğitim politikacı ve bü-
rokratlan izin veriyorlardı, o ço-
cuklar da haklı olarak üniversite-
de de aynı işi yapmak istiyorlar.
Bence laiklik ile ilgili tek ve kri-
tik sorun deviet. Bu konuda mut-
lak olarak bir ulusal uzlaşma ge-
rekiyor ve ancak bu sağlandıktan
sonra dinin bütünü ile sivil top-
luma bırakıiması ve çoğulculuğun
işlemesi mumkün olabilir.
METİN OK-
ÇU — önce şu-
nu belirteyinı,
ben emekli bir
askerim. Bura-
da şahsım adına
bulunuyorum,
Silahlı Kuvvet-
leri temsilen
gelmedim. Ga-
liba şu noktada
anlaşıyoruz, ka-
mu kuruluşlarındaki bütün yone-
ticiler ve Silahlı Kuvvetler'deki
komutanlar laik davranmak zo-
rundadır. Dini inançlan nedeni ile
insanlar arasında aynm ve kayır-
ma yapılmamahdır. tnsanlarımı-
zı inanan ve inanmayan diye iki
karşıt kampa ayırmamalıyız.
Türk Silahlı Kuvvetleri laikliğin
ve Atatürk Türkiyesi'nin önde ge-
len koruyucusudur. Bu bir tarih-
sel süreç ya da mirastır. tstiklal
Savaşımızdan sonra inananlar
üzerine bir baskı uygulandığını
sanmıyorum. Burada 12 Eylül ve
dinci akımlar ilişkisi konusunda
ileri sürülen görüşlere de katılmı-
yorum. Ancak bu konuda bir şey
söylemeyeceğim. 12 Eylül'ü ve Si-
lahlı Kuvvetler'i savunma gereği
görmüyorum.
ALİ SİR-
MEN — Laik-
likten yana olan
aydınlara yö-
neltilen, "din-
darlara baskı
yapıldıgı zaman
susuyorsunuz"
suçlamasını ka-
bul edemem.
Urfa Belediye
Başkanı, "Bca
laik değilim, AtatUrVçü degilim"
dedi diye hakkında soruşturma
açılınca bunun çok saçma bir şey
olduğunu yazdım. Türkiye'deki
insanların Atariirkçü olmamak,
laikliği reddetmek hakları vardır;
bunun için onlara baskı yapıla-
maz. Biz siyasi mücadelede dinin
bir imtiyaz olarak kullanümasına
ve devlet politikalannı belirleme-
sine karşıyız. Son olaylardan son-
ra Fransız Anayasa Mahkemesi
türban konusunda ilginç bir ka-
rar verdi. 'Herkes dini inancları-
na uygun olarak davranma hak-
kına sahiptir, fakat dini inançla-
n bir eğitirn kurumunda baskı ve
gösteri aracı haline getiremez' di-
yor. Bence bu gayet demokratik
bir karardır. Bakın insan hakla-
rına saygısı ve içtenliği konusun-
da hiçbir kuşkum olmayan sayın
Battal, solculardan bahsederken
onlar da toplumun değer yargıla-
nna ters düşmesinler dedi.
ŞENER BATTAL — Kapitalist
yapı onları kullanıyor, tuzağa
düşmesinler anlamında söyledim.
ALİ SİRMEN — Toplumda el-
bet değer yargıları vardır. Ancak
demokrasilerde toplumun ya da
toplumun çoğunluğunun kabul
ettiği değer yargıları ile çatışılır,
bunlara karşı çıkılabilir. Bu, de-
mokrasinin, özgürlüklerin özü-
dür.
SCRECEK
i r.\K \T AHV.A YIRKK90'DAN 80'E POLİTİKA TUNELİ
1 Eylül 1985'te, Meclis'i açış konuşmasında Cumhurbaşkanı Evren, beklenmedik bir çıkışyapınca ortalık kızıştı
Evren:Susmalarıgerek-Demirel: SusmayızKenan Evren, Meclis
konuşmasında "Susması
gerekenlerkonuşuyor. 'Susan
Türkiye' yerine 'Konuşan
Türkiye' mantığının neye mal
olduğunu hepimiz biliyoruz"
diye konuşur. Demirel, yazılı
bir açıklama yapar:
"Türkiye'de bir susması
gerekenler, bir de konuşması
lazım gelenler mi var." Bazı
gazeteler Demirel'in
açıklamasını basmakta
tereddüt eder. Cumhuriyet
manşetten verir.
— 1 2 —
1983 genel seçimlerinden sonra Evren Pa-
şa'nın rejime bakış açısı daha vumuşamış, da-
ha esnek, daha demokrat raıydı?
90'dan bakarken 80"leTde Evren Paşa'mn si-
yasal yaşamını iki döneme ayınyorlardı. 80-83
arasında "zorvnln" olarak sertti. 1983'ten son-
ra, yeni konumu gereği vumuşamış, daha de-
mokrat bir çizgi göstermişti.
Ne var ki 1985 yılı, Evren'in 83'ten sonra
daha esnek olduğunu irdeleyen görüşleri doğ-
nılamıyordu.
"Haf«a-ı beşer" zayıf. 1985 yılında, par-
lamenter demokrasiye yanm yamalak geçildi-
ğinin ikinci yılında, büyük kentlerde hâlâ sı-
kıyönetim süriiyordu. 1 Eylül 1985'te Meclis'i
açış konuşması zorlukla yol alan demokrasi-
ye bakış açısımn eski yıllarda donup kaldığı-
nı sergileyecek içerikteydi.
1983'e kadar geçen dönemde Evren, 'eski
sivasetçilere" söz hakkı tanımayan sert bir tu-
tum izlemış, anayasaya on yıUık yasak koy-
muş, yasaklı demokrasi daha ilk günden tep-
kilere neden otmuştu.
Demokratik rejime geçildiğinin iddia edil-
diği 1983'ten sonra "fiilen siyaset" yapmaları
olanaksız olanların yeri geldiğinde, en azın-
dan "nefis mödafaasma" zorlandıklannda ko-
nuşmaları doğaldı.
Yeni günlere esnek baktığı öne sürülen Ev-
ren Paşa'nın bu oluşmalara aruk sert tepki
göstermeyeceğınin sanıldıgı bir sırada, 1 ey-
lülde Meclis'te yaptığı "sert konuşma", eleş-
tirisel kıpırdanmalan sert yanıtlara dönüştür-
dü.
Evren Paşa, Hem de Meclis kürsüsünden,
"Gün geçmiyor ki demokratik parlamenter
sistemin işleyiş ve yapısma ilişkin çesitli gö-
rüş ve değerlendirmelere tanık olmayahm" di-
yor ve sonra tepkiler yaratacak irdelemelere
girişiyordu:
"Bu sistemle yönetilen milletler, sistemin ba-
zı kaidelerini esas almışlar, bunun yanında ül-
kelerinin özelliklerinden doğan, örneğin din,
örf ve âdetler ve 'gecmişten alınan acı dersler
gibi ilkeleri de' dikkate almak zorunda kal-
mışlardır.
Kişi ve kuruluşlar, bulunduklan konuma,
parlamento içinde olup olmadıklarına ya da
Türkiye'de komünist bir partinin bulunup bu-
lunmadığına göre, demokratik parlamenter
sistemi var veya yok saymaya kalkışıflarsa bu
yaklaşım inandıncıhktan uzak olur.
'Susan Türkiye' yerine 'konuşan Türkiye/
mantığımn bu ülkeye nelere mal olduğunu he-
pimiz biliyoruz. Kaldı ki bugün susması ge-
rekenler bile her gün konuşmaktadırlar.
Kendilerinin susmalarına veya konuşmala-
nna göre rejimi değerlendirenleri, sokaklar-
da oluk gibi kan akıtıhr ve demokrasi göz göre
göre katledilirken iktidar ve muhalefet olarak
sistemi esenliğe kavusturma yerine, akıl almaz
bir tutumla her gün birbirlerini karalayıp inat-
laşmaları ve dolayısıyla şer güçlere cesaret ve-
renleri, aziz milletimiz de herhalde o eşsiz sağ-
duyusu ile mutlaka gerektiği şekilde değerlen-
dirmektedir"
Evren, aynı bölumde, "Bugün Türkiye'de,
birçok demokratik ülkede kâğıt üzerinde ka-
lan özgürlükler rahatça kullanılmaktadır. Ba-
sın, sıkıyönetime rağmen hiçbir kısıilamaya ta-
bi olmadan sesini rahatça duyurabilmektedir"
diyordu.
Mecüs kürsüsünden söyledikleri, 1983'ten
önceki nutuklanna çok benziyordu, hemen he-
men aynı görüşleri demokratik rejim içinde yi-
neliyordu. Evren, basından -tabii Tö'den- bü-
yük ölçüde destek gördü. Siyasal yasağa -her
kime uygulanırsa uygulansın- karşı çıkan
Cumhuriyet, belki bir iki dergi dışında hemen
her çevrede Evren'in sözleri olumlu yankılar
yaptı.
TV, konuşmayı aynen yayımladı. 2 ve 3 ey-
lül günleri yorumlar süriiyordu. 5 eylül günü,
Fethiye iskelesinde bir adamın elinde Cumhu-
riyet'i gördü. Bir gün önce yazılı bir açıkla-
ma yapan Demirel'in tepkisi manşetteydi.
Başkente döndüğünde ilginç kimi bilgiler al-
dı.
Evren Paşa, "sıkıyönetime rağmen basının
hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan sesini rahat-
ça duyurduğunu" söylemişti. Oysa, Demirel'in
açıklaması dağıtıldıktan sonra, Cumhuriyet
Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal'e, "öteki
gazete yönetimlerinden" telefonlar gelmiş,
açıklamayı yayımlayıp yayımlamayacağı sorul-
muştu: "Cumhuriyet, yayımlayacakü!"
Evren Paşa, "hiçbir kısıtlama
olmadığından" söz ediyordu, ama basında hâ-
lâ duraksamalar, eski korkular, sıkıyönetim-
den gelecek olası kapaıma kararının ürkekli-
ği yaşamyordu.
Hatta, kimi gazete yöneticileri Çankaya
Köşkü'nü aramış, Demirel'in yanıtımn yayım-
lanması konusunda Evren'in "görüşünü
almaya" çalışmışlardı.
Sıkıyönetim dilerse "yasaklı" Demirel'in
açıklanmasına izin vermezdi. Fakat köprüle-
rin altmdan hayli sular akmış, Genelkurmay
Başkanı Üruğ'un yönetimindeki Silahlı Kuv-
vetler'de "yeni döneme bakış" degişikliğe uğ-
rarnıştı.
Ünığ'a göre, "Sayın Evren ile eski dört kuv-
vet komutanı 'artık siyaset içinde* idi. Ordu-
nun siyasetle ilgisi yoktu"
Basına göre, Evren'in hedefi DemirePdi.
Madem ki basın, Evren'in "şahsını hedef
aldığını" yazıyordu, öyle>
r
se karşı bir açıkla-
ma yapma hakkına sahipti.
"Anlaşıldığma göre Türkiye'de 'susması la-
zım gelenler' vardır, 'konuşması lazım
EVREN — Eski siyasOere karşı "sert çıkışlan" 1985'tea sora yumuşamaya başladı.
gelenler' vardır. Halbuki, Türkiye Cumhuri-
yeti'nin kanunlan, TC vatandaşlarım 'susması
lazım gelenler' ve 'konuşması lazım gelenler'
diye bir bölmeye tabi tutmuyor" diye başlıyor-
du Demirel:
"Kanunlara göre, bazı kişiler her şeyi söy-
lemek ve yapmakta serbest, ban kişiler ise hiç-
bir şey yapamaz veya söyleyemez dufumunda
değildir. Anayasanın 10. maddesine göre ka-
nun önünde herkes eşittir. Bugünkü rejimde
yasaklar vardır. Herkes için vardır. Bazı kişi-
ler için vardır. Ama herkese her şey serbest,
bazı kişilere her şey yasak değlidir. Basın, Sa-
yın Evren'in beyanından; 'bazı kişilere her şey
serbest, bazı kişilere her şey yasak'mış gibi bir
mana çıkarmıştır... 12 Eylül 80 öncesinde,
anarşi ve terörün sebebi olarak gösterilmemizi
de kabullenmiyorum... Hep beraber yaşanmış,
(daha sonra 80 öncesinde sorumlular arasın-
da bizzat Genelkurmay Başkanı Evren'in de
olduğunu söyleyecekti) hep beraber görev ya-
pılmış bir dönemin şartlan herkesçe malum-
ken, suç ve suçlulan bir yana bırakıp, tartışıl-
masını kendilerinin yasakladığı bir konuyu or-
taya atmamn anlamını bulmakta güçtük çe-
kiyorum.."
Açıklamamn sonunda bir meydan okuma
havası vardı: "Şayet ülkeyi idare edenler, bu-
gün bazı konuların tartışılması taraftan ise-
ler, tek taraflı beyan ve ithamlar yerine, ya-
saklan kaldırarak, serbest zeminlerde ve mil-
letin gözü önünde ve milletin hakemliğinde,
bunun yapılmasını içlerine sindirmelidirler"
diyordu.
Siyaset yapma ihtirasından bir gün olsun
vazgeçmeyen Demirel için "1980 öncesini mut-
laka tartışıp partisini ve tabîi başta, kendisini
suçlamalardan anndırması" gerekiyordu.
özellikle büyük kentlerde oy alamamasın-
daki temel nedeni, 1980 öncesine dönük suç-
lamalarda buluyordu. "Fatura üzerimize çık-
tı. Mutlaka bu konular tartışılmalı, suçlular,
sorumlular (tabii Evren'i içeriyordu) ve olay-
lar ortaya çıkmalı" diyordu. Evren'le bir an
önce hesaplaşmayı, bu nedenle "çok arzu" edi-
yor, her fırsatta, hangi zeminde olursa olsun,
tartışma açmaya çalışıyordu.
Terör ve anarşi, 12 EylüPün ilk ve son he-
defiydı.
90'dan 80'kre bakarken, terör ve anarside
geçirilen evrelerin sayfalarını açmarun zama-
nı gelmişti.
12 Eylül'ün verdiği söz: "Anarşi kazına-
cak"tı!
Kazınacaktı, çünkü 12 Eylül'den itibaren
Evren Paşa, çeşitli zamanlarda ulusa söz ver-
mişti.
17 Kasım 1980'de tzmir Gazeteciler Cemi-
yeti'ni ziyaretinde:
"tlk sözıiınüz neyse, son söziimüz de o pla-
caktır. Anarşi ile mücadelemiz devam edecek
ve anarşi son ncfesine kadar kazınacaktır."
18 Kasım 1980'de, bu kez tstanbul Gazete-
ciler Cemiyeti'nde:
"Anarşiyi lemizlemekte kesin kararlıyız.
Anarşi ile mücadele konusunda yolun soou-
na gelindigini söyleyebilirim" diyordu.
1981 yılında "kazıyacagız" sözü yumuşuyor-
du.
12 Nisan 1981'de Tine dergisine Evren Pa-
şa şöyle demişti:
"Törkiy^de yönetimi sivil idareye devretme-
dcn önce terorizmin kökünü tamamen kunı-
tacağımızı iddia etmiyoruz. Eminim ki bu so-
nın, secilecek parlamentoyu da ugraştıracak-
tır. Temennimiz yüzde 90 ile 95 nispetinde mu-
vaffak olabilmektir."
18 Nisan 1981'de Financial Times gazetesi-
ne:
"Terorizm ile mücadelede yüzde 80 ile 90
başarılı olduğumuz gibi ulkede huzur ve asa-
yişi de yüzde 80-90 nispetinde tesis edebilmiş
bulunuyomz" diyordu.
18 Eylül 1980'de Tokat'ta yaptığı konuşma-
da, "...Türkiye'de bu olaylann çok azalmasıu-
dan ve biraz evvd verdiğim rakamlann yok de-
nebilecek bir durum göstermesinden..." söz
ediyordu.
"tlk ve son hedefe" ne ölçüde varmışlardı,
80*den 90"lara, 90'dan 80'lere soru buydu, tar-
tışılan buydu, tartışılacak olan da buydu!
12 Eylül'ün asla gerçekleşmeyen "kökünü
kazıyacagız" vaadini gecelim. Terör ve anar-
siyle "mücadelede yüzde 90-95 başan" savı da
askıda.
Darbeden iki ay beş gün sonra İzmir'de, iki
ay altı gün sonra basına yaptığı resmi açıkla-
mayı ne yapacağız?
"tlk sözümuz neyse, son sözümüz de o ola-
caktır. Anarşi ile mücadelemiz devam edecek
ve anarşi son nefesine kadar kazınacaktır"
cümleleri şöyle yazılsa, bugün gerçeği daha
çok yansıtacaktı:
"İlk sözümüz neyse, son sözümüz öyle ol-
mayacaktır. Anarşi ile mücadelemiz devam
edecek ve anarşi son nefesine kadar asla ka-
zınamayacaktır?"
90'dan 80'e uzanan imza değişmeyecekti.
Terörün kökü kazınamamıştı. 1985'te fırsat
buldukça yineleyeceği "bir özür" aradığı söy-
lenebilir:
Tartışmalara yol açan konuşmasında "terör
olaylan artık, dünyamn birçok ülkesini rahat-
sız eden boyutlara ulaşmıştır. Ancak terör ha-
reketlerine karışmış kişiler yurtdışmda siyasi
mülteci olarak kabul edildikleri ve hatta iti-
bar gördükleri sürece, bu beranın ortadan
kalkmasının mumkün olamayacağım açıkça
belirtmek isterim" dedi.
Parlamento, sendikalar, deraekler kapatıl-
mış, liderler Hamzakoy'a sürülmüş, Bayrak
planında "belanın asıl müsebbiblerinin" yurt-
dışına kaçmalannı engelleyecek önlemler ne-
den unutulmuştu?
Saptamalara bir noktadan başlamak gere-
kiyordu:
Sıkıyönetim komutanlıklarımn 31 Mart
1983'e kadar yargı faaliyetleri o tarihte resmen
açıklandı:
"Sıkıyönetim ilanından 31 Mart 1983 tari-
hine kadarki geçen süre içerisinde sıkıyöne-
tim askeri savcılıklarına 60.900 dosya gelmiş-
tir.
Bu dosyalardan: 7679'u halen askeri savcı-
lıklarda işlemde bulunmaktadır. Diğerleri hak-
kında çeşitli kararlar verilmiştir. Bu süre içe-
risinde sıkıyönetim askeri mahkemelerine
41.899 dosya gelmiştir.
Bu dosyalardan: 10.952'si hakkında beraat
kararı, 14.194'ü hakkında çeşitli kararlar ve-
rilmiştir. 4939 dosya halen mahkemelerde bu-
lunmaktadır. 31 Mart 1983 tarihine göre göz-
altı, tutuklu, hükümlü durumu:
1402 sayılı yasa kapsamına giren suçlardan
ötürü 650 kişi gözaltında, 12.307 kişi tutuk-
lu, 7200 kişi hükümlü, gözetim veya cezaev-
lerinde bulunmaktadır.
Sıkıyönetim ilanından 31 Mart 83 tarihine
kadar geçen süre içinde mahkümiyetlerine ka-
rar verilenlerin ceza sürelerine göre miktarla-
rı:
5 seneye kadar mahkûm olan hükümlü mik-
tan 28.524, 5-10 seneye kadar mahkûm olan
hükümlü miktarı 2.418, 10-20 seneye kadar
mahkûm olan hükümlü miktarı ise 1.017.
20 seneden fazla süreye mahkûm olan hü-
kümlü miktarı 433, ömürboyu hapse mahkûm
olan hükümlü miktarı 141, idam cezasına
mahkûm oianlann miktarı 117.
İdam cezalannın 23'ü infaz edilmiştir. Di-
ğerlerinin işlemleri devam etmemektedir.
4. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı 4
Numaralı Askeri Mahkemesi'nde 31 Mart
1983 tarihine kadar 'kaçakçıhk suçundan' yar-
gılanarak mahkümiyetlerine karar verilenle-
rin ceza sürelerine göre miktarları:
İki kişi, beş seneye kadar 18 kişi 5-10 sene-
ye kadar, 17 kişi 10-20 seneye kadar, iki kişi
20 seneden fazla süre. On kişi ömürboyu hapse
mahkûm"
Tarihsel bir çelişki hangi anlama
gelir?
Ecevit hükümetî, 79 ara seçimlerinde
CHP'nin ağır yenilgisinden sonra "gitti:
1
Milli
Güvenlik Kurulu'nun 16 Ağustos 1979"da,
Ecevit ve kabinesiyle yaptığı toplantıdan sonra
bir bildiri yayımlandı:
Bildiride "MGK bu toplantısmda, sıkıyö-
netim uygulanan bölgelerle sıkıyönetim dışı
bölgelerde, son iki aylık dönem içindeki asa-
yiş durumunun genel bir değerlendirraesini
yapmış ve şu sonuçlara varnvıştır:
— Yasadışı eylemlerde genel bir azalma ol-
duğu, silahlı çatışma olaylarında bir durak-
lama dönemine girildigi gözlenmektedir.
— Bölücüluk olaylan hissedilir derecede
kontrol altına alınmıştır. Ve halk, bu cereyan-
lara karşı devletin yanında açıktan yer almak-
tadır.
— Kaçakçılıkla mücadele daha etkili olma-
ya başlamıştır.
— Güvenlik kuvvetlerinin yaptığı operas-
yonlarm başansı gjderek aıtmaktadır ve ölüm-
le veya yaralanına ile sonuçlanan bireysel sal-
dırıları yer yer sürdürenler, artan devlet etkin-
liği dolayısıyla kısa sürede saptanarak
yakalanmaktadır" deniliyordu.
MGK ile Ecevit hükümetinin gidereyak yap-
tığı son toplantıdan sonra da hemen hemen
aynı içerikte bir bildiri çıkarıldı. Bunda da
"alınan önlemlerin çok başarılı olduğu... et-
kin önlemlerin sürdürüleceği" açıklanıyordu.
Demek ki sivillerle askerlerin ortak yargı-
ları aynıydı. Devlet, etkinliğini göstermiş, ya-
ni sıkıyönetimler başarılı olmuş, yasadışı ey-
lemlerle bölücüluk genelde "azalmıştı."
Şimdi bir tanığı huzurunuza çağıralım.
StRECEK