25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 8 MART 1990 GE\CAYŞAYLA\LAIKLIK NEDİR,NE DEGILDIR? Dinin içişleri ve devlet denetimiBoratav Devlet, dini Koru İslamın akımı kontrol ederken müsamahası ve peyderpey belli bir hoşgörüsü, gerçekten dinsel akımın kontrolü Türkiye'de geleneği altına giriyor. olan değerlerdir. Battal Devletin belli bir dinsel akım tarafından kontrol edildiği yorumuna katılmıyorum. Üşür Türkiye'de siyasi iktidarlar, meşruiyeti ve kitle desteğini dini kullanarak sağlamak istiyorlar. Okçn İstiklal savaşımızdan sonra inananlar üzerinde bir baskı uygulandığını sanmıyorum. Sirmen Din, siyasi mücadelede bir imtiyaz olarak kullanılmamalı ve devlet politikalannı belirlememelidir. SORU — Son olarak Serpil Hanım. tslamcı hareket ve ideo- lojinin buyuk bir atılım içinde ol- dağunu söyledi ve bu aşamada ts- lamcı hareketin kendüiğinden bir Islami demokrat barekele dönüş- mesini zor gördügünü belirtti. Gerçeklen İslami hareket önemli bir gelişnıe süreci içinde. Örnegin Ayasofya'nın ibadelc açılması içta 1 milyon imza toplandığı ile- ri süriUüyor. Bu çok açık bir si- yasi girişim, zaten taleple bulu- oaniar ibadet gereksinmesinden söz etmiyorlar. bir siyasi progra- nu dile getiriyorlar. Bu gelişme potansiyeli devletin konumunu ve tunmunu gerçekten çok öne çıka- nyor. Başka bir deyişle sorun dev- leti her türlü progranı ve politika- sında laik tutma noktasına indir- genebiliyor. Sayın Profesor Bora- tav, dataa öace dinin sivil toplu- ma bırakılması ve devletin tam anlamı ile taikleştirümesi geregin- den söz etmiştiniı. tçinde bulun- dugumuz donem ve koşullar çer- çevesİDde bunu gerçekleştinnek murakün olabilir mi, bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? KORKUT BORATAV — Birkaç gözlemi- mi dile getirmek istiyorurn. Mu- rat Belge'nin değındiği, dev- letin dini kont- rol etmesi beni de rahatsız edi- yor. Ama Ali Sirmen'in de- ğindiği gibi şimdi ters yönde de bir eğUim var.Âdeta diyalektik bir sürecin işleyişini görebiliyoruz; devlet dini akımı kontrol ederken peyderpey belli bir dinsel akımın kontrolü altına giriyor. Bence la- iklik uygulamalannda sapmaya da esas olarak bu gelişme neden oluyor. Devletin dinsel akımlar tarafından kontrolü gerçekten ge- lecek açısından sorun yaratıyor. Bu birinci gözlemim, ikinci göz- lemim ise geleneksel ve hoşgörü- ye dayalı "halk lslamı"nın gide- rek yerini köktenciliğe bırakma- sı. Bu bence çok korkutucu. SORU — Halk İslami ile tam olarak ne kastediyorsunuz, açık- lar mısınız? KORKLT BORATAV — Ben Anadolu insanının >11zlerce yıllık deneyiminden geçirdikten sonra oluşturduğu Müslümanhğı "halk tslamı" olarak tammlıyorum. Öyle sanıyorum ki köktenci, ki- taba tam uygun lslamcı arkadaş- lar halk tslamını, lslam dışı say- maktadırlar. Fakat halk tslamımn bünyesinde çok yumuşak öğeler, engin bir hoşgörü vardır. örneğin insanlar 11 ay her şeyi yaparlar, içki içerler, ama ramazanda iç- mezler. Oruç, genellikle gizli bir şeydir, gösterisi yapılmaz. Ana- dolu insanının bu Islamiyet anla- yış ve uygulayışı, sanıyorum Arap ülkelerinin lslamiyet anlayışmdan epeyce farklıdır. tşte bu tslami anlayışın yavaş yavaş tahrip edil- diğini görüyor ve büyük endişe duyuyorum. örneğin Ali Sirmcn ve Fehmi Koru arkadaşlanmızın tartışmalan bana bunun ipuçları- nı veriyor, büyük çatışma unsur- ları beliriyor gibime geliyor. Biz, halk tslamımn hoşgörülü ve esnek öğelerinden katı ve köktenci lslam anlayışına adım adıtn yaklaştm- lırsak çok ciddi bir çatışmamn to- humlart boy vermeye başlar. O kitabi ve katı İslami öğrenen 300 ya da 500 bin kişinin bir kısmımn kamu.yönetimine hâkim duruma gelmesi böyle bir çatışmarnn ola- sılığını akla getiriyor; yoksa sorun geleneksel elitlerin iktidaılarını kaybetmesi değil. Toplum olarak büytik çatışmalara gidetileceği- raiz endişesinden doğan bir tep- kidir bu, klasik cumhuriyet elit- lerinin korunması değil. Bir göz- lem daha yapmak istiyorum ve sa- nıyorum Murat Belge buna üiraz edecektir. Türkiye diğer Müslü- man toplumlara benzemiyor. Meşrutiyet ve cumhuriyet dönü- şürnleri ile belli bir aydınlanma yaşamış bir toplum Türk toplu- mu. Bakın Salman Rüşdü olayı- na; Türkiye dışında Müslüman ülkeler olağanüstü tepki gösterdı, yazarın öldürülmesı istendi. Türkiye'de de tepki oldu, ama bu tepki esas olarak insanların vic- danlannda yer aldı, öyle kitlesel hareketler, şiddet girişimleri ol- madı. Bana göre Batı toplumla- rının ulaştığı kültürel olgunluğa ulaşmış olduğumuzun göstergesi- dir bu. Bakın biı haftalık siyasi dergi var ve burada tslami inan- cın temel öğelerine cepheden sal- dın ve eleştiriler yapıîıyor. Bana göre bu dergide Salman Rüşdü'- den daha ağır sakhn yapıîıyor, çünkü o adam nihayet bir roman yazmış. tnsanlanmız derginin ya- yınlanna tepki gösteriyor, kimi protesto mektubu yazıyor, kimi satın almıyor, ama şiddete baş- vurmuyor. Bu önemsenecek bir olgunluk örneğidir. tşte bundan vaz geçmemek gerekir. örneğin bana göre halk tslami dediğim yaklasım, demokralik çoğulculuk ile bağdaşabilecek, bütünleşebile- cek birtakım özelliklere sahip. Yani kritik nokta şu: Farklı gö- rüşler, birbirlerini yok etmeye ca- lışmadan yan yana var olabilecek midir? Sanıyorum bence duyarlı olmamız gereken nokta budur. SORU — Sayın Koru, siz Is- lamcı ideolojinin otoriter rejimler için uygun bir meşruiyet ve kitle kontrolü sağlamak için kullanıl- dıgı göriişü hakkında ne düşünii- yorsunuz? FEHMt KO- RU — Burada esas tartışma konulanmızdan birini oluştur- masına karşın üzerinde hiç du- rulmayan bir husus var. İsla- mın özellikleri üzerinde hiç du- ramadık. Aca- ba İslam söylendiği gibi otoriter rejimlerin ideolojısi olarak kulla- nılabilir mi, buna musait bir din midir? Ben kesinükle aksini dü- şünüyorum. Bakın Tunus'ta oto- riter bir rejim vardır. Bir saray darbesi oldu, Abidin Bin Ali adlı bir general Burgiba'yı devirdi. Bin Ali, hapishanedeki Müslümanla- rı dışarı çıkardı, ama onlara par- ti kurma izni vermiyor. Dünyada yeni bir gelişme var. Bu gelişme, sonunda dini bir bloklasmaya gi- debilir. Gider demiyorum, sade- ce bir olasıhktan söz ediyorum. Romanya'da "deccalı öldürdük" dendi, yani siyasal bir gelişme dini bir terimle anlatıldı. Bence bu üzerinde düşünülmeye değer bir ipucu. Doğu Avnıpa ülkelerini sa- ran devrimci hareketlerde birçok din adamıru ön saflarda görüyo- ruz. Eğer sözünü ettiğim dinsel bloklasmaya gidiyorsak Türkiye kendi çıkarlanna göre bir strate- ji tespit etmek zorundadır, bu ön- celikli bir iş halini almış gözük- mektedir. Bunu yapabilmek için dindarlar üzerindeki baskı ve du- yulan kuşkulann kalkması gerek- mektedir. tslamın müsamahası ve hoşgörüsü gerçekten Türkiye'de geleneği olan değerlerdir. Ancak köktenci tslam, halk İslami diye bir ayrım yapılamaz; Türkiye'de kesinükle böyle bir aynm mevcut değildir. Elbet, her kesim ya da grup içinde olduğu kadar Türki- ye'deki tslamcüar arasında da gö- rüş aynlıkları vardır. Ancak bu bir çatışmayı gündeme getirecek düzeyde değildir. Dolayısıyla ye- ni gelişmeleri çok iyı duşünmemiz ve bu gelişmelere karşı uygun ha- reket tarzlan seçmemiz gerekmek- tedir. Bir de yanlış bir değerlen- dirme var bana göre. Dini sivil topluma bırakırsanız mali temel- den yoksun kalmaz. Evet Diyanet bütçesi 1 trilyonu aşmıştır, ama geliri ve olanaklan bundan çok daha fazla olan dini vakıflar var- dır. Bu noktayı gözden kaçırma- mak icap eder. SORL — Sayın Battal bn nok- ta u> Ugili deginmek istediginiz bir husus var mı? ŞENER BATTAL — Benim üzerinde durmak istedi- ğim bir husus var. Devletin belli dinsel gö- rüş tarafından kontrol edilme- ye başladığı yo- rumuna katıl- mıyorum. Bir Müslüman çıksa, "Islamda gelir dagılımı adaletsizligi olmaz" ya da "zengialef zalûndir, fakirieri sömiirür" ya da "devlet emper- yalizmin araodır" derse heraen yakasına yapışırlar. 163 ile yapı- şırlar, Ceza Kanunu'ndaki bir sü- rü madde ile yapışırlar. Bakın dikkat edelim, mevcut düzenden yana din de kullanılıyor, spor da kullanıuyor. Geçen sene bir yazar bir gazetede "Galatasaray Neuc- hatel'i yendi; bana enflasyon da pabalılık da vız gelir" diyordu. Yani kapitalizm dini de kullanır, sporu da kullanır. tslamcılan sol- cularla çarpıştınr. Bence sol akıUı olmalı, tslamcılarla çarpışmama- lı, toplumun yerieşik ve güçlü de- ğer yargılanna karşı çıkmamalı. Kurulu düzen, birtakım şapka hi- kâyeleri ile Allahsız, kitapsız ko- münisti hedef gösterdi ve inançlı insanlan bunlarla çarpıştırdı. Ya- ni herkes bu tuzağa geldi, gelme- mek gerek. S E R P İ L ÜŞÜR — Ulaş- tığımız bu nok- tada bir soru sormarn kaçı- rulmaz oluyor. Müslüman ül- kelerde tüm otoriter rejimler neden meşrui- ' yet sağlayabil- mek için hep dine baş vurmak zo- runda kahyorlar? lslam ülkelerin- de otoriter rejimler, başka ideo- lojılere değil hep tslamıyete baş- vuruyorlar, kendilerini o temel üzerinde meşrulaştırrnaya çalışı- yorlar. Bir taraftan da din aracı- lığı ile kitleleri kontrol aJtında tu- tuyorlar. Bunun nedeni, bu ülke- lerdeki siyasal iktidarlann demok- ratik meşruiyet temellerinin zayıf olması. Türkiye'de de bu var. Si- yasi iktidarlar meşruiyeti ve kitle desteğini dini kullanarak sağla- mak istiyorlar. Bu da kaçınılmaz olarak devletin dinsel ideoloji ta- rafından denetlenmeye başlama- sını gündeme getiriyor. Yani dev- let bürokrasisi içinde dindar kişi- lerin yükselmesi, etkili mevkilere gelmesi sorun yaratmaz, ama ne zaman ki bu kişiler devleti dini politikanın aracı olarak kullan- maya başlarlar o zaman laıklik ciddi bir biçimde krize giriyor. Bakın 1990 bütçesi itiban ile bak- tığımız zaman devletin 1 trilyon- dan fazla kaynağı dini hizmetle- re ayırdığım görüyoruz. Bu sade- ce formel rakam, görunmeyen ak- tarmalar ile dine aynlan kamu kaynağı aslında çok daha fazla. Yeni bütçede, geçen yıla göre oransal olarak en fazla artış gös- teren kaJem Diyanet bütçesi. Şim- di türban sorunu sıcak bir biçim- de tartışıhyor. Ama bu çocuklar ortaöğretimde, ınıam hatip lisele- rinde başlarım örtüyorlardı ve orada kimse bunu tartışmıyordu. Yani milli eğitim politikacı ve bü- rokratlan izin veriyorlardı, o ço- cuklar da haklı olarak üniversite- de de aynı işi yapmak istiyorlar. Bence laiklik ile ilgili tek ve kri- tik sorun deviet. Bu konuda mut- lak olarak bir ulusal uzlaşma ge- rekiyor ve ancak bu sağlandıktan sonra dinin bütünü ile sivil top- luma bırakıiması ve çoğulculuğun işlemesi mumkün olabilir. METİN OK- ÇU — önce şu- nu belirteyinı, ben emekli bir askerim. Bura- da şahsım adına bulunuyorum, Silahlı Kuvvet- leri temsilen gelmedim. Ga- liba şu noktada anlaşıyoruz, ka- mu kuruluşlarındaki bütün yone- ticiler ve Silahlı Kuvvetler'deki komutanlar laik davranmak zo- rundadır. Dini inançlan nedeni ile insanlar arasında aynm ve kayır- ma yapılmamahdır. tnsanlarımı- zı inanan ve inanmayan diye iki karşıt kampa ayırmamalıyız. Türk Silahlı Kuvvetleri laikliğin ve Atatürk Türkiyesi'nin önde ge- len koruyucusudur. Bu bir tarih- sel süreç ya da mirastır. tstiklal Savaşımızdan sonra inananlar üzerine bir baskı uygulandığını sanmıyorum. Burada 12 Eylül ve dinci akımlar ilişkisi konusunda ileri sürülen görüşlere de katılmı- yorum. Ancak bu konuda bir şey söylemeyeceğim. 12 Eylül'ü ve Si- lahlı Kuvvetler'i savunma gereği görmüyorum. ALİ SİR- MEN — Laik- likten yana olan aydınlara yö- neltilen, "din- darlara baskı yapıldıgı zaman susuyorsunuz" suçlamasını ka- bul edemem. Urfa Belediye Başkanı, "Bca laik değilim, AtatUrVçü degilim" dedi diye hakkında soruşturma açılınca bunun çok saçma bir şey olduğunu yazdım. Türkiye'deki insanların Atariirkçü olmamak, laikliği reddetmek hakları vardır; bunun için onlara baskı yapıla- maz. Biz siyasi mücadelede dinin bir imtiyaz olarak kullanümasına ve devlet politikalannı belirleme- sine karşıyız. Son olaylardan son- ra Fransız Anayasa Mahkemesi türban konusunda ilginç bir ka- rar verdi. 'Herkes dini inancları- na uygun olarak davranma hak- kına sahiptir, fakat dini inançla- n bir eğitirn kurumunda baskı ve gösteri aracı haline getiremez' di- yor. Bence bu gayet demokratik bir karardır. Bakın insan hakla- rına saygısı ve içtenliği konusun- da hiçbir kuşkum olmayan sayın Battal, solculardan bahsederken onlar da toplumun değer yargıla- nna ters düşmesinler dedi. ŞENER BATTAL — Kapitalist yapı onları kullanıyor, tuzağa düşmesinler anlamında söyledim. ALİ SİRMEN — Toplumda el- bet değer yargıları vardır. Ancak demokrasilerde toplumun ya da toplumun çoğunluğunun kabul ettiği değer yargıları ile çatışılır, bunlara karşı çıkılabilir. Bu, de- mokrasinin, özgürlüklerin özü- dür. SCRECEK i r.\K \T AHV.A YIRKK90'DAN 80'E POLİTİKA TUNELİ 1 Eylül 1985'te, Meclis'i açış konuşmasında Cumhurbaşkanı Evren, beklenmedik bir çıkışyapınca ortalık kızıştı Evren:Susmalarıgerek-Demirel: SusmayızKenan Evren, Meclis konuşmasında "Susması gerekenlerkonuşuyor. 'Susan Türkiye' yerine 'Konuşan Türkiye' mantığının neye mal olduğunu hepimiz biliyoruz" diye konuşur. Demirel, yazılı bir açıklama yapar: "Türkiye'de bir susması gerekenler, bir de konuşması lazım gelenler mi var." Bazı gazeteler Demirel'in açıklamasını basmakta tereddüt eder. Cumhuriyet manşetten verir. — 1 2 — 1983 genel seçimlerinden sonra Evren Pa- şa'nın rejime bakış açısı daha vumuşamış, da- ha esnek, daha demokrat raıydı? 90'dan bakarken 80"leTde Evren Paşa'mn si- yasal yaşamını iki döneme ayınyorlardı. 80-83 arasında "zorvnln" olarak sertti. 1983'ten son- ra, yeni konumu gereği vumuşamış, daha de- mokrat bir çizgi göstermişti. Ne var ki 1985 yılı, Evren'in 83'ten sonra daha esnek olduğunu irdeleyen görüşleri doğ- nılamıyordu. "Haf«a-ı beşer" zayıf. 1985 yılında, par- lamenter demokrasiye yanm yamalak geçildi- ğinin ikinci yılında, büyük kentlerde hâlâ sı- kıyönetim süriiyordu. 1 Eylül 1985'te Meclis'i açış konuşması zorlukla yol alan demokrasi- ye bakış açısımn eski yıllarda donup kaldığı- nı sergileyecek içerikteydi. 1983'e kadar geçen dönemde Evren, 'eski sivasetçilere" söz hakkı tanımayan sert bir tu- tum izlemış, anayasaya on yıUık yasak koy- muş, yasaklı demokrasi daha ilk günden tep- kilere neden otmuştu. Demokratik rejime geçildiğinin iddia edil- diği 1983'ten sonra "fiilen siyaset" yapmaları olanaksız olanların yeri geldiğinde, en azın- dan "nefis mödafaasma" zorlandıklannda ko- nuşmaları doğaldı. Yeni günlere esnek baktığı öne sürülen Ev- ren Paşa'nın bu oluşmalara aruk sert tepki göstermeyeceğınin sanıldıgı bir sırada, 1 ey- lülde Meclis'te yaptığı "sert konuşma", eleş- tirisel kıpırdanmalan sert yanıtlara dönüştür- dü. Evren Paşa, Hem de Meclis kürsüsünden, "Gün geçmiyor ki demokratik parlamenter sistemin işleyiş ve yapısma ilişkin çesitli gö- rüş ve değerlendirmelere tanık olmayahm" di- yor ve sonra tepkiler yaratacak irdelemelere girişiyordu: "Bu sistemle yönetilen milletler, sistemin ba- zı kaidelerini esas almışlar, bunun yanında ül- kelerinin özelliklerinden doğan, örneğin din, örf ve âdetler ve 'gecmişten alınan acı dersler gibi ilkeleri de' dikkate almak zorunda kal- mışlardır. Kişi ve kuruluşlar, bulunduklan konuma, parlamento içinde olup olmadıklarına ya da Türkiye'de komünist bir partinin bulunup bu- lunmadığına göre, demokratik parlamenter sistemi var veya yok saymaya kalkışıflarsa bu yaklaşım inandıncıhktan uzak olur. 'Susan Türkiye' yerine 'konuşan Türkiye/ mantığımn bu ülkeye nelere mal olduğunu he- pimiz biliyoruz. Kaldı ki bugün susması ge- rekenler bile her gün konuşmaktadırlar. Kendilerinin susmalarına veya konuşmala- nna göre rejimi değerlendirenleri, sokaklar- da oluk gibi kan akıtıhr ve demokrasi göz göre göre katledilirken iktidar ve muhalefet olarak sistemi esenliğe kavusturma yerine, akıl almaz bir tutumla her gün birbirlerini karalayıp inat- laşmaları ve dolayısıyla şer güçlere cesaret ve- renleri, aziz milletimiz de herhalde o eşsiz sağ- duyusu ile mutlaka gerektiği şekilde değerlen- dirmektedir" Evren, aynı bölumde, "Bugün Türkiye'de, birçok demokratik ülkede kâğıt üzerinde ka- lan özgürlükler rahatça kullanılmaktadır. Ba- sın, sıkıyönetime rağmen hiçbir kısıilamaya ta- bi olmadan sesini rahatça duyurabilmektedir" diyordu. Mecüs kürsüsünden söyledikleri, 1983'ten önceki nutuklanna çok benziyordu, hemen he- men aynı görüşleri demokratik rejim içinde yi- neliyordu. Evren, basından -tabii Tö'den- bü- yük ölçüde destek gördü. Siyasal yasağa -her kime uygulanırsa uygulansın- karşı çıkan Cumhuriyet, belki bir iki dergi dışında hemen her çevrede Evren'in sözleri olumlu yankılar yaptı. TV, konuşmayı aynen yayımladı. 2 ve 3 ey- lül günleri yorumlar süriiyordu. 5 eylül günü, Fethiye iskelesinde bir adamın elinde Cumhu- riyet'i gördü. Bir gün önce yazılı bir açıkla- ma yapan Demirel'in tepkisi manşetteydi. Başkente döndüğünde ilginç kimi bilgiler al- dı. Evren Paşa, "sıkıyönetime rağmen basının hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan sesini rahat- ça duyurduğunu" söylemişti. Oysa, Demirel'in açıklaması dağıtıldıktan sonra, Cumhuriyet Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal'e, "öteki gazete yönetimlerinden" telefonlar gelmiş, açıklamayı yayımlayıp yayımlamayacağı sorul- muştu: "Cumhuriyet, yayımlayacakü!" Evren Paşa, "hiçbir kısıtlama olmadığından" söz ediyordu, ama basında hâ- lâ duraksamalar, eski korkular, sıkıyönetim- den gelecek olası kapaıma kararının ürkekli- ği yaşamyordu. Hatta, kimi gazete yöneticileri Çankaya Köşkü'nü aramış, Demirel'in yanıtımn yayım- lanması konusunda Evren'in "görüşünü almaya" çalışmışlardı. Sıkıyönetim dilerse "yasaklı" Demirel'in açıklanmasına izin vermezdi. Fakat köprüle- rin altmdan hayli sular akmış, Genelkurmay Başkanı Üruğ'un yönetimindeki Silahlı Kuv- vetler'de "yeni döneme bakış" degişikliğe uğ- rarnıştı. Ünığ'a göre, "Sayın Evren ile eski dört kuv- vet komutanı 'artık siyaset içinde* idi. Ordu- nun siyasetle ilgisi yoktu" Basına göre, Evren'in hedefi DemirePdi. Madem ki basın, Evren'in "şahsını hedef aldığını" yazıyordu, öyle> r se karşı bir açıkla- ma yapma hakkına sahipti. "Anlaşıldığma göre Türkiye'de 'susması la- zım gelenler' vardır, 'konuşması lazım EVREN — Eski siyasOere karşı "sert çıkışlan" 1985'tea sora yumuşamaya başladı. gelenler' vardır. Halbuki, Türkiye Cumhuri- yeti'nin kanunlan, TC vatandaşlarım 'susması lazım gelenler' ve 'konuşması lazım gelenler' diye bir bölmeye tabi tutmuyor" diye başlıyor- du Demirel: "Kanunlara göre, bazı kişiler her şeyi söy- lemek ve yapmakta serbest, ban kişiler ise hiç- bir şey yapamaz veya söyleyemez dufumunda değildir. Anayasanın 10. maddesine göre ka- nun önünde herkes eşittir. Bugünkü rejimde yasaklar vardır. Herkes için vardır. Bazı kişi- ler için vardır. Ama herkese her şey serbest, bazı kişilere her şey yasak değlidir. Basın, Sa- yın Evren'in beyanından; 'bazı kişilere her şey serbest, bazı kişilere her şey yasak'mış gibi bir mana çıkarmıştır... 12 Eylül 80 öncesinde, anarşi ve terörün sebebi olarak gösterilmemizi de kabullenmiyorum... Hep beraber yaşanmış, (daha sonra 80 öncesinde sorumlular arasın- da bizzat Genelkurmay Başkanı Evren'in de olduğunu söyleyecekti) hep beraber görev ya- pılmış bir dönemin şartlan herkesçe malum- ken, suç ve suçlulan bir yana bırakıp, tartışıl- masını kendilerinin yasakladığı bir konuyu or- taya atmamn anlamını bulmakta güçtük çe- kiyorum.." Açıklamamn sonunda bir meydan okuma havası vardı: "Şayet ülkeyi idare edenler, bu- gün bazı konuların tartışılması taraftan ise- ler, tek taraflı beyan ve ithamlar yerine, ya- saklan kaldırarak, serbest zeminlerde ve mil- letin gözü önünde ve milletin hakemliğinde, bunun yapılmasını içlerine sindirmelidirler" diyordu. Siyaset yapma ihtirasından bir gün olsun vazgeçmeyen Demirel için "1980 öncesini mut- laka tartışıp partisini ve tabîi başta, kendisini suçlamalardan anndırması" gerekiyordu. özellikle büyük kentlerde oy alamamasın- daki temel nedeni, 1980 öncesine dönük suç- lamalarda buluyordu. "Fatura üzerimize çık- tı. Mutlaka bu konular tartışılmalı, suçlular, sorumlular (tabii Evren'i içeriyordu) ve olay- lar ortaya çıkmalı" diyordu. Evren'le bir an önce hesaplaşmayı, bu nedenle "çok arzu" edi- yor, her fırsatta, hangi zeminde olursa olsun, tartışma açmaya çalışıyordu. Terör ve anarşi, 12 EylüPün ilk ve son he- defiydı. 90'dan 80'kre bakarken, terör ve anarside geçirilen evrelerin sayfalarını açmarun zama- nı gelmişti. 12 Eylül'ün verdiği söz: "Anarşi kazına- cak"tı! Kazınacaktı, çünkü 12 Eylül'den itibaren Evren Paşa, çeşitli zamanlarda ulusa söz ver- mişti. 17 Kasım 1980'de tzmir Gazeteciler Cemi- yeti'ni ziyaretinde: "tlk sözıiınüz neyse, son söziimüz de o pla- caktır. Anarşi ile mücadelemiz devam edecek ve anarşi son ncfesine kadar kazınacaktır." 18 Kasım 1980'de, bu kez tstanbul Gazete- ciler Cemiyeti'nde: "Anarşiyi lemizlemekte kesin kararlıyız. Anarşi ile mücadele konusunda yolun soou- na gelindigini söyleyebilirim" diyordu. 1981 yılında "kazıyacagız" sözü yumuşuyor- du. 12 Nisan 1981'de Tine dergisine Evren Pa- şa şöyle demişti: "Törkiy^de yönetimi sivil idareye devretme- dcn önce terorizmin kökünü tamamen kunı- tacağımızı iddia etmiyoruz. Eminim ki bu so- nın, secilecek parlamentoyu da ugraştıracak- tır. Temennimiz yüzde 90 ile 95 nispetinde mu- vaffak olabilmektir." 18 Nisan 1981'de Financial Times gazetesi- ne: "Terorizm ile mücadelede yüzde 80 ile 90 başarılı olduğumuz gibi ulkede huzur ve asa- yişi de yüzde 80-90 nispetinde tesis edebilmiş bulunuyomz" diyordu. 18 Eylül 1980'de Tokat'ta yaptığı konuşma- da, "...Türkiye'de bu olaylann çok azalmasıu- dan ve biraz evvd verdiğim rakamlann yok de- nebilecek bir durum göstermesinden..." söz ediyordu. "tlk ve son hedefe" ne ölçüde varmışlardı, 80*den 90"lara, 90'dan 80'lere soru buydu, tar- tışılan buydu, tartışılacak olan da buydu! 12 Eylül'ün asla gerçekleşmeyen "kökünü kazıyacagız" vaadini gecelim. Terör ve anar- siyle "mücadelede yüzde 90-95 başan" savı da askıda. Darbeden iki ay beş gün sonra İzmir'de, iki ay altı gün sonra basına yaptığı resmi açıkla- mayı ne yapacağız? "tlk sözümuz neyse, son sözümüz de o ola- caktır. Anarşi ile mücadelemiz devam edecek ve anarşi son nefesine kadar kazınacaktır" cümleleri şöyle yazılsa, bugün gerçeği daha çok yansıtacaktı: "İlk sözümüz neyse, son sözümüz öyle ol- mayacaktır. Anarşi ile mücadelemiz devam edecek ve anarşi son nefesine kadar asla ka- zınamayacaktır?" 90'dan 80'e uzanan imza değişmeyecekti. Terörün kökü kazınamamıştı. 1985'te fırsat buldukça yineleyeceği "bir özür" aradığı söy- lenebilir: Tartışmalara yol açan konuşmasında "terör olaylan artık, dünyamn birçok ülkesini rahat- sız eden boyutlara ulaşmıştır. Ancak terör ha- reketlerine karışmış kişiler yurtdışmda siyasi mülteci olarak kabul edildikleri ve hatta iti- bar gördükleri sürece, bu beranın ortadan kalkmasının mumkün olamayacağım açıkça belirtmek isterim" dedi. Parlamento, sendikalar, deraekler kapatıl- mış, liderler Hamzakoy'a sürülmüş, Bayrak planında "belanın asıl müsebbiblerinin" yurt- dışına kaçmalannı engelleyecek önlemler ne- den unutulmuştu? Saptamalara bir noktadan başlamak gere- kiyordu: Sıkıyönetim komutanlıklarımn 31 Mart 1983'e kadar yargı faaliyetleri o tarihte resmen açıklandı: "Sıkıyönetim ilanından 31 Mart 1983 tari- hine kadarki geçen süre içerisinde sıkıyöne- tim askeri savcılıklarına 60.900 dosya gelmiş- tir. Bu dosyalardan: 7679'u halen askeri savcı- lıklarda işlemde bulunmaktadır. Diğerleri hak- kında çeşitli kararlar verilmiştir. Bu süre içe- risinde sıkıyönetim askeri mahkemelerine 41.899 dosya gelmiştir. Bu dosyalardan: 10.952'si hakkında beraat kararı, 14.194'ü hakkında çeşitli kararlar ve- rilmiştir. 4939 dosya halen mahkemelerde bu- lunmaktadır. 31 Mart 1983 tarihine göre göz- altı, tutuklu, hükümlü durumu: 1402 sayılı yasa kapsamına giren suçlardan ötürü 650 kişi gözaltında, 12.307 kişi tutuk- lu, 7200 kişi hükümlü, gözetim veya cezaev- lerinde bulunmaktadır. Sıkıyönetim ilanından 31 Mart 83 tarihine kadar geçen süre içinde mahkümiyetlerine ka- rar verilenlerin ceza sürelerine göre miktarla- rı: 5 seneye kadar mahkûm olan hükümlü mik- tan 28.524, 5-10 seneye kadar mahkûm olan hükümlü miktarı 2.418, 10-20 seneye kadar mahkûm olan hükümlü miktarı ise 1.017. 20 seneden fazla süreye mahkûm olan hü- kümlü miktarı 433, ömürboyu hapse mahkûm olan hükümlü miktarı 141, idam cezasına mahkûm oianlann miktarı 117. İdam cezalannın 23'ü infaz edilmiştir. Di- ğerlerinin işlemleri devam etmemektedir. 4. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı 4 Numaralı Askeri Mahkemesi'nde 31 Mart 1983 tarihine kadar 'kaçakçıhk suçundan' yar- gılanarak mahkümiyetlerine karar verilenle- rin ceza sürelerine göre miktarları: İki kişi, beş seneye kadar 18 kişi 5-10 sene- ye kadar, 17 kişi 10-20 seneye kadar, iki kişi 20 seneden fazla süre. On kişi ömürboyu hapse mahkûm" Tarihsel bir çelişki hangi anlama gelir? Ecevit hükümetî, 79 ara seçimlerinde CHP'nin ağır yenilgisinden sonra "gitti: 1 Milli Güvenlik Kurulu'nun 16 Ağustos 1979"da, Ecevit ve kabinesiyle yaptığı toplantıdan sonra bir bildiri yayımlandı: Bildiride "MGK bu toplantısmda, sıkıyö- netim uygulanan bölgelerle sıkıyönetim dışı bölgelerde, son iki aylık dönem içindeki asa- yiş durumunun genel bir değerlendirraesini yapmış ve şu sonuçlara varnvıştır: — Yasadışı eylemlerde genel bir azalma ol- duğu, silahlı çatışma olaylarında bir durak- lama dönemine girildigi gözlenmektedir. — Bölücüluk olaylan hissedilir derecede kontrol altına alınmıştır. Ve halk, bu cereyan- lara karşı devletin yanında açıktan yer almak- tadır. — Kaçakçılıkla mücadele daha etkili olma- ya başlamıştır. — Güvenlik kuvvetlerinin yaptığı operas- yonlarm başansı gjderek aıtmaktadır ve ölüm- le veya yaralanına ile sonuçlanan bireysel sal- dırıları yer yer sürdürenler, artan devlet etkin- liği dolayısıyla kısa sürede saptanarak yakalanmaktadır" deniliyordu. MGK ile Ecevit hükümetinin gidereyak yap- tığı son toplantıdan sonra da hemen hemen aynı içerikte bir bildiri çıkarıldı. Bunda da "alınan önlemlerin çok başarılı olduğu... et- kin önlemlerin sürdürüleceği" açıklanıyordu. Demek ki sivillerle askerlerin ortak yargı- ları aynıydı. Devlet, etkinliğini göstermiş, ya- ni sıkıyönetimler başarılı olmuş, yasadışı ey- lemlerle bölücüluk genelde "azalmıştı." Şimdi bir tanığı huzurunuza çağıralım. StRECEK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear