25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
ÇUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 8 ARALIK 1990 Insan Hakları ve Türkiye Bugün ülkemiz haklı yanı bulunmayan bir savaşa sürüklenme tehîikesiyle yüzyüzedir. Üst düzey yönetim görevlerinde bulunan kimi kişilerin savaştan yarar umdukları anlaşılıyor. "Savaşa hayır" diyen çocuklar tutuklanıyor, bildiriler yasaklanıyor, dernekler kapatıhyor! Neredeyse "savaşa hayır deme suçu" diye bir suç oluşturuldu. NEVZAT HELVACI ÎHD Genel Başkanı Insan onuruna saygıaın üstün bir anlaumı olan "lnsan Haklan EvTensel Bildirisi" 42 yıl önce bu- gün Uan edildi. Bu belge, Birleşmiş Milletler'in uluslararası insan haklan hukukuna yaptığı ilk önemli katkıdır. Irk, cinsiyet, dil ve din a>Timı gözetilmeksizin herkes için insan haklarına ve te- mel özgürlüklere saygıyı geliştirip özendirme \e bunu sağlamak için uluslararası işbirliğini ger- çekleştirme, Birleşmiş Milletler'in amaçları ara- sında yer alıyor. Bu amacın bir ürünü oiarak 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen Evrensel Bildi- ri, insan hak ve özgürlüklerinin ortak bir yaşam biçimi oiarak benimsenmesi için tüm insanlığa yapılmış bir çağndır. "lnsanın zorbalık ve baskıya karşı son bir yol oiarak ayaklanmaya başvurmak zorunda bırakıl- maması için, insan haklarının hukuk duzeniyle korunması gerekir" Bu sözler bildirinin başlan- gıç bölümünde yer alıyor. Gerçekien temel insan haklanrun tanınması ve insan kişiliğinin onur ve deferine saygı gösteriimesi, dünyada barış ve ada- letin temelini oluşturur. Bu nedenle insan hak- Tarı ve temel özgûrlüklerin evrensel boyutta ger- çekleştirilmesi ve insanlık ailesinin tüm üyelerince eksiksiz kullanılabiimesi, uygar dünyanın ortak amacı olmuştur. Dünyada yaşanan çok hızlı de- ğişim ve barış için atılan olumlu adımlarda bu anlayışın payı büyüktür. Hak ve özgûrlüklerin ulusal ya da uluslarara- sı metinlerle güvence altına alınması, ne yazık ki dünyanın şu ya da bu yöresindeki aykırı uygula- ma ve saldınlan önlemeye yetrnedi. Evrensel bil- diriden 36 yıl sonra, yine bir 10 aralık günu, ay- rıca ve özellikle işkenceye karşı bir sözleşme yap- ma zorunluluğu duyulmuş olması, temel hakla- nn yaygın ve sistemli işkence uygulamalanyla çiğ- nenmekte olduğunun kanıtı sayılmaljdır. Bu sal- dırılar salt işkenceyle de sınırlı değildir. Bu tür olumsuz uygulamalar, yaşamın her alanında açık ya da gizli biçimde sürüp gidiyor. Uluslararası insan haklan örgütlerinin belir- lemelerine göre Türkiye, insan hakların açısın- dan sicili bozuk ülkeler arasında yer alıyor. Salt iç hukuk düzenlemeleri ve uygulamaları açısın- dan değil, uluslararası insan haklan hukuku açı- sından da durum böyle. Bir kez yükümlülük ge- tiren ve yaptırım öngören bağlayıcı sözleşmele- rin imzalanmasından olabildiğince kaçınıhyor. Birçok uluslararası sözleşme yanında, Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik, Top- lumsal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'ni buna ör- nek gösterebiliriz. Bu iki sözleşme, İnsan Hak- lan Evrensel Bildirisi'ni, bağlayıcı bir hukuk- sal belgeye dönüştürmek amacıyla hazırlandı. 1966 yılından bu yana gelmiş geçmiş hükümet- ler bu iki belgeye imza atmaktan kaçındılar. Bu arada Avrupa tnsan Haklan Sözleşmesi'ne ek 6 nolu protokolden özel oiarak söz etmek istiyo- rum. Bu protokol ölüm cezalannın kaldırılma- sına ilişkindir ve Türkiye tarafından onaylanma- mıştır. Zamanlamasına bakılınca kimi sözleşmelerin Avrupa Topluluğu'na girmek gibi bir beklentiy- le imzalandığı anlaşılıyor. Böyle bir zorunluluk- tan öıürü imzalanan sözleşmelere de çok ciddi çekinceler konuluyor. Yakın tarihlerde imzalanan Avrupa Toplumsal Antlaşması ile Çocuk Hak- lan Sözleşmesi'ne ve 1987 yıhnda tanınan birey- sel başvuru hakkına konulan çekinceler, bu tu- tumun sojnut örnekleridir. Daha da kötüsü; im- zalanmış ve onaylanmış sözleşmeler uygulanmı- yor ve bu içtensiz tutumdan ötürü, bunlar gös- termelik metinler oiarak kahyor. İşkenceyi ön- lemek için iki ayrı sözleşme yürürlüğe konulmuş olmasına karşın işkence olaylarında bir azaima görülmedi. Hükümet, Avrupa Konseyi Genel Sekreterli- ğine bir bildirim ya'ptı ve Avrupa Jnsan Haklan Sözleşmesi'nin 15. maddesi uyannca olaöanüs- tü hal bölgesinde insan haldannı askıya aldı. Böy- le bir önleme niçin başvurulduğu hakkında hiç- bir açıklama yapılmadı, kamuoyuna bilgi veril- medi. Olayın basınımızda da yeterince tartfşıl- dığı söylenemez. Bu bildirimden bir süre önce de "SS Kararnameleri" oiarak adlandınlan 424 ve 425 sayılı kanun hükmünde hükümet kararna- meleri yürürlüğe konulmuştu. Bölgede 1978 yı- lından bu yana sıkıyönetim ve olağanüstü hal sü- rüyor. 1990 yıhnda böyle bir bildirimde bulunup insan haklarını askıya almak için ne gibi bir de- ğişiklik oldu, hiçbir bilgimiz yok. Ülkenin bu yö- resi karanlık içindedir. Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'nin 15. mad- desinde şöyle deniliyor: "Ulusun yaşamını teh- dit eden savaş ya da başka bir olağanüstü du- rumda, bir yüksek sözleşmeci taraf, kesinlikle durumun gerektirdiği ölçüde olmak üzere ve uluslararası hukuktan doğan oteki yükümlülük- leriyle bağdaşmak koşuluyla bu sözleşmeye gö- re üstlendiği yükumlülüklerine aykırı onlemler alabilir" Bu maddenin uygulanabilmesi için sa- vaş ya da onun gibi ulus yaşamını tehdit eden olağanüstü bir durum gerekiyor. Acaba bu bil- dirimle olağanüstü hal bölgesinde bir iç savaşın varlığı mı söylenmek isteniyor, ne gibi onlemler ahnmıştır, bunlar durumun gerektirdiği ölçüde midir, uluslararası hukuktan doğan öbür yüküm- lulüklerle bağdaşıyor mu? Bu soruların yanıtını bilmiyoruz. Bilindiği gibi savaşlar, insan haklarının en yo- ğun biçimde ihlal edildiği dönemlerdir. Savaşlar- da yaşama hakkı doğrudan tehdit altındadır, do- ğa ve kültürel varlıklar büyük ölçüde yıkıma uğ- rar. Bugün Ulkemiz haklı yanı bulunmayan bir savaşa sürüklenme tehîikesiyle yüzyüzedir. Üst düzey yönetim görevlerinde bulunan kimi kişi- lerin savaştan yarar umdukları anlaşılıyor. "Sa- vaşa hayır" diyen çocuklar tutuklanıyor, bildi- riler yasaklaruyor, dernekler kapatıhyor! Nere- deyse "savaşa hayır deme suçu'" diye bir suç oluş- turuldu. Oysa Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, savaşı insan yaşamından cıkarmak için 12 Kasım 1984 tarihinde "Halktarın Barış Hakkı Bildiri- si"ni yayımladı. Bu bildiriyle halkların kutsal ba- rış haklarının bulunduğu ilan edildi ve bu hak- kın gerçekleştirilmesinin her devletin temel yü- kümlülüğü olduğu duyuruldu. Genel kurul, bu bildirinin devletlere, hükümetlerarası ve hükü- metler dışı örgütlere ve öbür i-'gili kuruluşlara en geniş biçimde duyumlmasını da istemiştir. Ba- rış tüm insanlık için yaşamsal bir sorundur ve onu korumak için gösterilen tum çabalara değer. Sonuç Ülkemizde insan hakiarmın her alanında so- runlar yaşanıyor. Düşünce ve örgütlenme özgür- lüğünün önündeki engeiler duruyor. fnsanlar hâ- lâ düşüncelerinden ötürü gözetim altına alınıyor, işkence görüyor, tutuklanıyor. Anadiliyle konuş- mak suç sayılıyor. Cezaevlerinin kötü koşulların- da bir düzelme yok, baskı ve şiddet uygulama- ları sürüyor, tutuklu ve hükümlüler insanlık onurlannı koruma savaşımı veriyorlar. Ölüm ce- zalarında göstermelik düzenlemeler yapılıyor. Büyük Millet Meclisi'nde onay bekleyen hüküm- lü sayısı üç yüzu aştı. Kadın ayrımcıîığı yasalar- da ve gündelik yaşamdaki yerini koruyor. Çalış- ma yaşamı sorunlarla dolu. însanlanmız güven içinde yaşayabilecekleri bir ortamdan yoksun. Saymakla bitmeyen sorunlanmız var. Dunya İn- san Hakları Günü'nde Türkiye'nin insan hakla- rı manzarasına bakınca insanın içi kararıyor. Günümüzde ülkelerin gelişmişlik düzeyi, salt ulusal gelirden kişi başına düşen paya, üretilen çelik ya da tüketilen enerji miktanna göre değil, bu tür ölçütlerin yanında insan haklarının dü- zeyine göre ölçülüyor. Çağımızı "lnsan haklan çağı" oiarak niteleyenler var. Dünyadaki geliş- meler de bu yargıyı doğruluyor. Araa üzülerek görüyoruz ki, Türkiye"de bu konuda henüz olum- lu bir kıpırdanma yok. Çağı yakalayamamış bir toplumda çağ atlama savları. kuru bir övünme- den öte anlam taşımıyor. PENCERE Başbakaıft Bir Soru! Adapazarı-Sakarya Kapalı Cezaevi'nde yatan Ahmet Kar- dam'dan aşağıdaki mektubu aldım. • "Sayın llhan Selçuk, Ben şu anda cezaevinde yatmakta olan 31 gazeteci, ya- zar ve yayıncıdan biriyim. Benim cezam diğer arkadaşiannki gibi öyle yüzlerce yılı bulmuyor, yalnızca 7.5 yıl. 1978 yıhn- da, Temel Yayınları adlı yayınevinin sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü oiarak, Türkiye Komünist Partisi'nin 1977 yıhn- da yapılan konferansmın 'Yeni Çağ' adlı dergide yayımlan- mış belge:srini derleyerek 'TKP Konferansı-Belgeler' adıyla bir kitap oiarak yayımlamıştım. Kitabtn başına bir de önsöz yazarak 141-142. maddelerin kalkması ve bu partiye yasal çalışma olanağının sağlanması gerektiği düşüncesini savun- muştum. Kitap hemen toplattırrimış ve benim hakkımda da Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde, yayın yoluyla komünizm propagandası suçunu işlediğim gerekçesiyle TCY'nin 142. maddesi uyannca dava açılmıştı. Tutuksuz yargılanıyordum. Mahkemenin ilk celsesinde yaptığım ön savunmada, TKP'nin tarihi ve bugünü konusunda değişik bakış açılarından birçok yayın yapıldığını, bunlar hakkında hiçbir takibat yapılmadığı- nı, doğrusunun da bu olduğunu, benim yayımlamış olduğum kitabın da tarihsel bir belge olduğunu, cezalandınlmam için bir neden bulunmadığını söylemiştim. Duruşmalar her zamanki gibi uzayıp gitti. Derken 12 Eylül geldi. Polis tarafından aranmaya başlandım. Yurtdısına cık- tım ve politik göçmen oiarak Batı Berlin 'e yerleştim. Hakkım- daki bu dava yokluğumda sürmüş, askeri mahkemeye dev- redilmiş ve 1983 yıhnda da Ankara Sıkıyönetim 1 No.lu As- keri Mahkemesi tarafından 7.5yıla mahkûm edilmiştim. Mah- kemenin 11.3.1983 tarih ve 1983/31 sayılı bu karannda, mah- kûmiyet gerekçesi oiarak aynen şöyle deniyordu: 'Sanık sorgusunda propaganda kastı bulunmadığını, ki- tabın tarihi kaynak belge olduğunu beyan etmişse de kita- bın başında bulunan sunuş yazısı dahi sanığın hangi özlem- (Arkası 17. Say/ada) EVET/HAYIR OKIfly AKBAL SHP'yi Anlamak İçin... SHP nedir, ne değildir, nasıl bir partidir? Programına göre sosyal demokrattır, ama parti içindeki, zaman zaman parti- de etkinliği elde eden gruplara göre ise daha başka bir şey- dir, daha başka bir niteliğe kavuşturulmak istenmektedir. 'Emek ağırlıklı' olduğu sık sık yinelenen bu partiyi anlamak bu yüzden kolay değildir. Son zamanlarda SHP'nin bugünkü durumuyla ilgili iki ki- tap çıktı. Biri Mehmet Patan'ın "Nasıl Bir Sosyal Demokrasi" (kendi yayını) adlı incelemesi, öbürü de SHP içindeki karga- şalıkları sergileyen 'Hayaletler Prensi' (Verso yayını) Mehmet Patan, genç bir SHP'li aydın. Parti içinde iktidarı iki yıl süreyle elinde tutan 'grup'la ilgili oiarak şöyle yazıyor: "Baykal hizbinin parti yönetimlerinden uzaklaştırılması en acil görevdir tespitimiz partimizin tabanı tarafından gerçek- leştirilmiş oldu. Diğer yandan da partinin kötüye gidişi dur- duruldu. Bir anlamda partinin bilinçli tabanı bu hizbi mah- kûm etti. Aslında mahkûm edilen bu hizip değil, egemen güç- lerin bu hizip eliyle SHP'ye biçtikleri roldür. 6. Olağanüstü Kurultayda meydana gelen olay; egemen güçlerin partide uy- gulamak istedikleri yeniliğe ve sola kapalı, ANAP'tan farklı şeyler söylemeyen, düzen sınırları içinde hapsolmuş, insan haklarına bile sahip çıkmayan, 12 Eylül'den ve faşizmden bahsetmeyen bir çizginin taban tarafından reddidir." Mehmet Patan, SHP içinde yaşanan birtakım olayları ser- gilemekten kaçınmamış. Bir 'arkadaş grubu'nun SHP'ye iki yıl egemen olmasıyla partinin neler yitirdiğini, 'güçlü' yöne- tim diye parti içinde estirilen terör havasının nelere mal ol- duğunu anlatıyor. Seçim üstüne seçim kazanan İstanbul il yönetiminin ve bu yönetimin başkanının bu arkadaş grubu tarafından iki kez görevden alınması. 11 il başkanının ve yö- netiminin hiç bir gerekçe gösterilmeden görevden uzaklaş- tırılması, yerlerine genel merkeze egemen olan hizbin yan- daşlannın atanması... Kısacası Patan, SHP'de 'güçlü liderlik' anlayışının zararlı sonuçlannı bu ilginç yapıtında bir bir an- latıyor. SHP'lilerin bu tür incelemeleri özenle okumaları elbette yararlıdır. İçindeki görüşlere, düşüncelere. yargılara katılsa- lar da, katılmasalar da... Bir siyasal oluşumda elbet herkes aynı düşünceleri tıpatıp benimseyecek değil! Ayrıntılarda, uy- gulama biçimlerinde, hatta partinin şimdiki çizgisinden da- ha ileri bir çizgiye ulaşılıp ulaşılmaması konusunda görüş- lerler değişik olabilir. Onemli olan, bir partiye üye olan kişi- nin o partinin programını benimsemiş olmasıdır. O program yetersiz ise daha olumlu, daha iyi bir çizgiye getirilmesi için savaşım vermek gerekir. Ama o programın dışına, gerisine düşülemez. "Bunlar muhalefet ekşimesidir. Reaksiyon göstermekle so- run çözülmez" diye düşünmenin yanlışhğını belirten Patan şöyle yazıyor: "Ülke ateşler içinde yanıyor. Zamlar, enflasyon, açlık grev- leri, ölümler, işkenceler bütün şiddetiyle sürüyor. Yanan in- sanlar feryat ediyor. SHP gibi bir parti bu feryatlara sahip çı- kıp yangını söndüreceğı yerde, partinin o zamanlar genel sek- reierliğine aday olan kimse çıkıyor, bunları 'muhalefet ekşimesi' oiarak değerlendiriyor. O günlerde halk SHP'den ilerici çıkışlar bekliyordu. Hâlâ da bekliyor... SHP gibi milyon- ları kucaklayan bir partiye önderlik etmek iddiasında olan kişi, eğer ta baştan bu mityonların taleplerini 'muhalefet ekşimesi' oiarak geçersiz sayıyorsa, bu iş başından yanlış yapılıyor de- mektir." SHP'nin iç çekişmelerini ve bu tartışmaları yaratan kişi- nin ve çevresindekilerin ne isteyip ne istemediğini anlamak için SHP ile ilgili bütün araştırma ve inceleme yapıtlarını 'gerçekçi' okumak gereklidir. Bu tür bir başka inceleme de Ahmet Kahraman'ın "Hayaletler Prensi'... Kahraman, bu ki- tabında SHP eski genel sekreteri Deniz Baykal'ı kendi açı- sından inceliyor, değerlendiriyor. Büyük bir partinin önde ge- len bir kişisi olan Baykal'ın çocukluğundan bugüne kadarki yaşamını, serüvenlerini öğrenmek özellikle SHP'liler ve yan- daşları için ilgi çekicidir. Bir kitap daha var, SHP ile, daha doğrusu Genel Başkan İnönü ile ilgili.... "2. inönü Hikâyeleri" (Bilgi yayınları) Gaze- temiz yazarı Ümit Aslanbay, Erdal İnönü'nün fıkra'lannı bir araya toplamış.. Bu fıkralar SHP Genel Başkanının zekâ pı- nltılannı yansıtıyor. Değişik bir politikacı kişiliğini belirleyen gerçek öykücükler... KAMUOYUNA DUYURU Öğrencilerini Atatürk ilkelerine bağlı olarak yetiştirme görev ve azminde olan biz YILDIZ ÜNİVERSİTESİ MİMARLIK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYE ve YARDIMCILARI laiklik ilkesine ve Atatürkçü görüşe karşı son zamanlarda üniversitelerde yoğunlaştırılan girişim ve uygulamaları kınıyor, laik Türkiye Cumhuriyeti'ni koruma çabalarımızda yalnız olmadığımıza inanıyoruz. llllllllllllll ULUSIARARASIINTERBANK •••II Turk bankacılıgında Uluslararası/lnterbank'ın daima iyi bir ismi olmuştur... MNTER\ ...yeni ismi daha iyi olacak. Interbank, özellikle son 10 yıldır, çağdaş ve yenilikçi kurumsal bankacı- lığın öncüsü olmuştur. Şimdi bu yaklaşımı, ismine ve ismi- nin yazılışına da yansıtıyor. Artık, Türk kurumsal bankacılığının başarılı isminin daha dinamik, parlak... yeni bir görünümii var; üstelik söylenişi de daha kolay. Yatırım olanaklarını değerlendir- mede ve finans konularında çağdaş ve yenilikçi çözümlere ihtiyaç duyduğu- nuzda, Interbank ismini hatırlayın. Bu isim yaratıcılığın simgesidir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear