25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 26 KASIM 1990 TBJMM Başkaııhğı'ııa Açık Püekçe • Mektııp (1) "Tek adam"ın oluşması, anayasal organları etkisizleştirmesi ve sistemin niteliğini değiştirmesinin kaynağı Yüce Meclis'tir. Meclis, "tek adam"ı varetti, onun "tek adam"lık taktiklerine destek verdi, onun önlenemeyen yasadışı tırmanışlarına meşruiyet sağladı. Prof. Dr. ALİ GÎTMEZ ODTÜ tktisadi ve İdariBilimlerFak. Sayın Kaya Erdem * . TBMM Başkanı - Sayın Başkan, Bu açık dilekçe-raektubun konusu ve sorun- - salı, anayasa gereği "sorumsuz" ve "yetkisiz" ol- ması gereken cumhurbaşkanının, kaynağıru ana- yasadan almadan ve yürütmenin yetkilerini şah- sında toplayarak ülkenin kaderine elkoymasıdır. Cumhurbaşkarunın bu >r etki gasbırun ülke güven- liği, demokratik düzen ve iç huzur açılarından ülkede derin kaygı, umutsuzluk ve çaresizliğe yol • açmasıdır. Anayasal düzen ve parlamenter demokrasi açı- sından tehlikeli ve kaygı verici bu "yetki gasbı"- nın size duyurulmasının, size yöneltilmesinin ise birden fazla nedeni var. Birincisi, bu yetki aşımı ve yetki gasbı suçunu işleyen Sayın özal'ın, Yü- ce Meclis'i güdümlü, etkisiz ve yok sayması, onun özgür iradesini baskı altında tutması, onu kü- çük düşurmesi, onunla bir tür aJay etraesi. Bu " ajağılanma karşısında ise Yüce Meclis'in kayıt- sız kalması, ulusal iradeyi egemen kılacak bir ça- ba göstermemesidlr. tkincisi, kendi saygınlığını . ve özgür iradesini derinden yaralayan "tek adam" _ yönetimi karşısmda Yüce Meclis'in (ve tek tek her . üyesinin), kendi varük nedeni ulusal iradeyi Mec- lis'te egemen kılması zorunluluğunun anımsatıl- masıdır. Yasalanmızda böylesi bir yetki gasbını önleyici açık ve işletilebilir bir düzenlemenin bu- lunmaması karşısında, uiusal iradenin ve demok- rasinin güvencesi olarak görülen Yüce Meclis1 in, bu tehlikeli "tek adam"hğa hâlâ set çekebi- lecek yegâne kurum olmasıdır. Üçüricüsü de, Yü- ce Meclis'in başkanı olarak bizzat sizden, göre- vinizin gerekleri ve açıklanmış inançlarınız doğ- rultusunda belli ve kararlı roller üstlenmeniz bek- • lentisi ve umudu. Bu beklenti ve umut, gecen ya- sama yılı sonundaki değerlendirmenızde, "... de- mokrasinin bir kişinin hâkimiyeti için varolmadığı" ve "... anayasa ve onun kurumla- nna, yönetimde bulunanlann da saygılı olmala- n gerektiği" yolunda, sizin de duyarli ve yeterince rahatsız olduğunuzu, bu dilekçe-mektupla aynı kaygıları paylaştığıruzı gösteren açıklamanızdan kaynaklanmaktadır. Sayın Başkan. Son bir yıldır, anayasal düze- nin, bu düzenin korunması ve geliştirilmesi için yetkilendirilmiş cumhurbaşkanınca bizzat zaa- fa uğratılması olgusu yaşanmaktadır. 1. Iktidann cumhurbaşkanı. "Tarafsız" olma- yacağı, "birleştirici" ve "hakem" olamayacağı başta çok açık olan Sayın Özal'ın Cumhurbaş- kanı seçilme biçimi, katılımcı demokrasinin "öz"ü bakımından sorunların kaynağıdır. Siya- si partiler, eğilim ve tercihleri değişmiş halk, bu seçimde dışlanmış, uzlaşma yerine uzun sürecek gerilim tohumları atılmıştır. Bu anlamda cum- hurbaşkanı, hiçbir zaman ve hiçbir yönüyle "hal- kın cumhurbaşkanı" olmadı, olamadı; azınlığa düşmüş "iktidar partisinin cumhurbaşkanı" ola- bildi ancak. 2. Tüm yürütmeleriıı başı. Cumhurbaşkanı, "ahşırlar" mantığı içinde ve seçilişindeki uygun- suzluğu pekiştirircesine, kendi üstüne düşmeyen, yetkisiz olduğu tüm hükümet işlerinin karışıla- maz - denetlenemez yürütücüsü oldu. Kendini hükümetin başı, dışişleri bakaru, ekonomiden so- rumlu bakan, vb. rollere uygun buldu. Anaya- saya rağmen, eşi görülmemiş bir "tek adam" mo- deli geliştirdi. Dahası ve açıkça, iktidar partisi- nin fiili başkanlığını da sürdürdü. Ve bütün bun- lar, anayasaya karşın, parlamentoya karşın, si- yasi partilere karşm, bilinen tüm demokratik ge- leneklere karşın ve hep gerilim yaratılarak yapıldı. 3. Sistemde kilitknme, bozuima. Anayasal sis- temin simgesi ve güvencesi cumhurbaşkanının tüm sistemi buyruğuna alması ve yasatanımaz- lığı, sonuçta, demokratik ve anayasal düzeni iş- lemez, duruma getirmiş, kilitlemiştir. Yasamanın da tek adam tarafından etkisizleştirilmesi ve yal- nızca destek için devreye sokulması, demokra- tik sistemi tıkamış, devre dışı bırakmıştır. Kör- fez bunalımı ile bu kilitlenme ve tıkanma, siste- rae "el konma"sı biçimine dönüşerek, gelişme- Ier meşru zeminin dışına çekilmiştir. Daha kö- tüsü de, yasamaca önlenmeyen, engellenmeycn bu yasatanımazük ve gözükaralığın, giderek meş- rulaşması, giderek sistemin bir parçası durumu- na geçmekte oluşudur. Her gün bir adım daha yasadışılığa tırmanan tek adamın, yasal çizgi içi- ne çekilmeye hiç de niyetli gözükmemesidir. "Tek adam"ın oluşması, anayasal organlan et- kisizleştirmesi ve sistemin niteliğini değiştirme- sinin kaynağı ise, Yüce Meclis: Meclis, "tek adam"ı varetti, onun "tek adam"lık taktikleri- ne destek verdi, onun önlenemeyen yasadışı tır- manışlarına meşruiyet sağladı, onun "sorun"laş- masına neden oldu. Sonuçta, Yüce Meclis' in ti- tizlikle, duyarlılıkla, kıskançhkla koruması ge- reken parlamenter demokrasi, anayasal düzen ve de bizzat cumhurbaşkanlığı makamı derin yara alrruş durumda, parlamenter demokrasi kaygı ve- rici bir bunalımda. Tablonun daha hazin görünümü ise, geniş top- lum kesiminde: Burada, demokratik cumhuriye- te, yasa üstünlüğüne, parlamentoya olan inancın zayıflamakta, aşınmakta ve yokolmakta olduğu gözlenmekte. Böylece, egemenliğin ulusta oldu- ğu inancından umutlar kesilmekte, kitleler inanç- sızlığa, umutsuzluğa, giderek çaresizliğe itilmek- te, terk edilmekte Çözümler, ulusal irade dışın- daki odaklarda aranmakta. Egemenliğin ulus yerine "tek adam" buyru- ğuna ahndığı Özal formülü, Körfez bunalımın- da ve Yüce Meclis'in de aktif desteği ile tam meş- rulaştınlmış gözükmektedir. Oysa gören gözler- de, "tek adam"lığın ne denli tehlikeli gelişmele- ri barındırdığı, "tek adam"m ne denli yasalar üs- tü bir güce erişebileceği, Körfez bunahmında çok çarpıcı biçimde somutlanmıştır: 1. Bunalımın ilk gününden itibaren on günlük süre içinde, tam ve eksiksiz bir "tek adam"lık ya- şandı: Ülkenin tek sahibi tek adam, on gün süre ile parlamentoyu, hükümeti, Başbakanı, Dışış- leri Bakanlığı'nı, siyasi partileri ve geniş kamu- oyunu gelişmelerin dışında tuttu, kendini "dün- ya devlet adamlığı" sahnesine çıkardı. Monarşi- lerde bile rastlanmayan tam bir kapalılıkla, bu- nalımda ülkenin yerüıi, işlevini, kaderini kişısel pazarhk ve güç gösterisine dönüştürdü. Devle- te, devletin işlevlerine, tüm sisteme el konuldu- ğu gibi, ülkenin olası bir çatışmadaki kaderi de "tek adam"ın kişisel hesaplanna terk edildi^Tam bir anayasa ihlali, eksiksiz bir devletsizlik yaşan- dı. Yüce Meclis, kendini sorumlu bile görmedi bu durumdan ve ancak muhalefet zorlamasıyla lütfen devreye girdi. 2. Meclis devreye girdiğinde ise, yetkisiz "tek adam", ülkenin bunalımdaki konumunu bir ba- şına belirlemiş, ülkeyi kendince uygun bağıtlar (yükümlülükler) altına sokmuş, hiçbir devlet yet- kilisinin büemeyeceği sözler/vaatlerini vermişti. Meclis'in şekli bir onayı istendi. Ama yine de umut veren bir girişimle Meclis, kişilikli bir ka- rar aldı, gelişmelere yön verme iradesini göster- di. Bu karar, son yıllarda ülke politikasında ger- çekieşmiş en onurlu, en kişilikli gelişme idi. Bir umut dalgası yarattı ülkede. 3. Ama tek merkezli gücünü Yüce Meclis'le paylaşmaya hiç niyetli gözükmeyen tek adam, bu onurlu, kişilikli katüımı kısa zamanda etkisizleş- tirerek, gücünü yeniden tek başına kullanacağı bir formüle çevirebildi. Yazık ki aynı Meclis, üç hafta önce kullandıği "ulusal irade"yi, tek adam- ın iradesine terk etti, vaat edilmiş olan "yetki ka- ran"m çıkardı. Tüm ülke, TBMM'nin bu kara- nnı ve bu kararın alınması süreci içinde yaşanan gelişmeleri büyük bir hayret, kaygı ve umutsuz- lukla izledi. a- Türkiye'nin doğrudan "tarar1 olmadıği ve politikası ile koşullan ABD'nin petrol çıkarları- na göre belirlenen tehlikeli bir çekişmede ülkeyi aktif bir "taraf" konumuna iten bu karar, ma- ceraya açık, kışkırtıcı, ulusal güvenliği dış güç- lerin insafına terk eden, isabetsiz ve çok önemli bir adımdır. Coğrafi ve politik konumu gereği "tarafsız" kalması gereken, temelleri "yurtta ve dünyada banş" ilkesi üzerine kurulmuş, buna- hm sonrasında bölge ülkeleriyle yalctn ilişkide bu- lunmak zorunda bir ülkenin, temelsiz beklenti- ler peşinde ve tehlikeli yönelişlerle çekişmenin içi- ne itilmesi, ulusal çıkarlar açısından son derece yanhş ve tehlikeli bir girişimdir. b- Ulusal güvenliği tehlikeye atmasmdan da öte, hiç uygulamaya konmasa bile, bu karann çı- kartılması süreci içinde ve sonrasında, tehlikeli anayasa bunalımı yaratılmasına yol açıldı. Ülke güvenliği ile ilgili çok yuşamsal bir adım atılıyor- ken, en ufak bir uzlaşma çabası gösterilmedi, halk ve siyasi partilerin eğilimi gündem dışı tu- tuldu, Meclis'te özgür irade bastınlarak ulusal irade ve yasama organı etkisizleştirildi. Ve bunlar Yüce Meclis'in çatısı altmda gercek- leştirildi. Yüce Mechs'in çelişkili ve titizlikten uzak tutumu ve yasamanın güdümlü duruma düşmesi, anayasal bunalımı derinleştirdi, esasen büyük bir sorun durumundaki "tek adam"lığa yönelimi tırmandırdı, pekiştirdi, güçlendirdi ve anayasa-dışıhğa meşruiyet görüntüsü verdirdi. Suç itirafı; Gerekirse gönderirim! Ve Sayın özal'ın anayasa-Ustü tutumu, "gere- kirse Körfez'e asker ve savaş gemisi göndermek- te tereddüt etmem!" demecinde somutlandı (13.9.1990 günlü gazeteler). Yüce Meclis'ten alın- dığı düşunülen güçle, ülke kaderini tek başına be- lirleyen ve kimseye de hesap venneyen, devletin dışişleri bakanı dahil hiçbir ilgiliyi gelişme>r e or- tak etmeyen "tek adam", tüm yasatammazhğı ve kuraldışılığı ile sahnede idi. Buna karşılık, ulu- sal irade sessizdi, görevini devretmişliğin rahat- lığı içinde idi. Oysa Yüce Meclis, uygulamalanna karşı çık- mıyorsa bile, en azından Sayın Özal'ın bu tür açıklamalanna karşı çıkma görevinde idi: a- Yüce Meclis, "Hayır sayın cumhurbaşka- nı, gönderemezsiniz!" demeliydi; "parlamenter demokrasi ve hukuk devletinde sizin böyle ko- nuşmanu suçtur, suç işlediğinizin bir karutıdır ve kendiniz için suç duyurusunda bulunmaku- sınız" diyebilmeliydi. "Yetkinizi aşmakta, hele böylesi yaşamsal bir gelişmede yürütmenin yet- kilerine müdahale etmektesiniz. Meclis'in esasen devretmemesi gereken hükümete verümiş yetki- yi kullanamaz, Meclis'i yanıltamazsınız!" demesi gerekirdi Yüce Meclis'in. b- Yüce Meclis, kendisini suçlu duruma dü- şüren bu demece tepki göstermeh', "Sayın özal, Yüce Meclis'ten hükümete çıkarılmış bu yetkiyi siz kullanmakla, Meclis'i suçlu duruma diişürii- yorsunuz, aJdığı karann gereğinin gereken organ- larca yerine getirilmemesi durumunda sessiz kal- makla, denetimini yapmamakla, Meclis'e suç du- yurusunda bulunuyorsunuz" demeliydi. c- "Aynca, kullanamayacağı yetkiyi Meclis1 ten istediği, aldığı yetkiyi de kullanmadığı gibi (ve hakkı omıadanj başkasına devretmekle, gö- revinin gereğini yerine getirmeyen, TBMM'yi ve halkı yarultmış olan bükümeti suçlu ilan ediyor- snnuz bu demecinizle" demek zorundaydı Yüce Meclis. Ve de görevini gerçekten de yerine geti- remeyen hükümeti sorgulamalı idi. ç- "Sayın cumhurbaşkanı, sizin yürütme yet- kiniz yokken, elinizde bizzat sizin kullanımını- za verümiş yetki yokken, tek başınıza ülkeyi çok yaşamsal, çok önemli bafıüar, yukümlüliikler al- tına sokamazsımz! Elinizde varlığını söylediği- niz çek (yetki), nam'a yazıhdır ve devredilemez; siz o geçersiz çekle nasıl pazarhk yaparsımz?" demesi gerekirdi Yüce Meclis'in. d- Yüce Meclis'in daha da "katılımcı demokrasi" yannsı olması gerekir ve "Sayuı Özal, bir başınıza karara yetkili olsanız, yürtltmenin başı olsanız bile, ülke güvenüğini ilgüendiren, son derece yaşamsal bir konuda, makamınızın var- lık nedeni olan partilerarası dayaruşma, ortak ka- tılım, uzlaşma ve işbirliği zorunluluğunu ünuta- mazsınız! Ülke çıkarları için bu zorunlu olduğu kadar, demokrasinin vazgecilmez unsurlan siyasi partilerin, hele böylesi yaşamsal bir gelişmede dışlanması düşünülemez" demesi, "Gerçek gö- reviniz olan uzlaşmayi sağlamaya çalışın!" diye- bilmesi beklenirdi. Demokrasinin, cumhuriyet anlayışının, hukuk devleti uygulamasının, her şeyden de öte sağdu- yunun geçerli olduğu bir ülkede buruar sorulma- lı, söylenmeli, tartışılmalı ve de zorlanmalıydı. Yapılmadı, yapılmak istenmedi. Demokrasi, cumhuriyet ve anayasa kurumlan etkisizleştiri- lir, siyasi güç de meşruiyetten yoksun salt par- mak sayısına dönüşürken, kendi varlık nedeni bu kurumlan konımak yerine Yüce Meclis, güdüm- lü parmakla katılımın ödüllendirilmesi anlamın- da, üyelerinin maaşlarını servetleştirme, yoksu- la ise başörtüsü amortisi sunma yolunda yoğun ve özverili çabalar harcamaktaydı. Bu konuyu yann da sürdüreceğiz. EVET/HAYIR OKTAYAKBAL Orhan Veji Bugünü Görmüştü! Orhan Veli 14 Kasım 1950'de ölmüştü. Ankara radyosun- da haftalık konuşmasını yapan Ahmet Muhip Dranas'ın ağ- zından duymuştum Orhan Veli'nin öldüğünü. Kırk yıl geçip gitti. Orhan Veli yazın dünyamızın ölümsüz kişilerinden biri oldu. Heykelleri dikildi, herkes onu büyük bir şair, yol açtcı bir sanatçı olarak benimsedı. Şiirleri okul kitaplarında, her ölüm yılında anılıyor, ulusal değerlerimiz- den biri sayılıyor. Ölümünden birkaç ay önce yazdıkları neydi bilir misiniz? Kimbilir belki de 1950'nin haziranında, 'Yaprak' dergisinde çıkan yazılarıdır ölümüne yol açan... Çünkü oldukça kuşku- lu bir biçimde öldü Orhan Veli... DP iktidarının ilk aylarında irtica başkaldırır gibiydi. iktidar laiklikten ödün vermeye baş- lamıştt. Gericı çevreler, kendilerine 'milliyet'çi adını veren birtakım örgütler, birtakım gençler, Orhan Veli ve arkadaş- lanna, daha doğrusu ilerici sanatçılara düşmanlıklarını tür- lü biçimlerde belirtmeye başlamışlardı. 'Yaprak' dergisinde, en başta Orhan Veli bu geriye dönüşün karşısında yer al- mıştı. 'Yaprak'ın haziran 1950 tarihli bir sayısında 'Univer- siteli Gençlere' şöyle sesleniyordu: "Niçin yanlış anlıyorsunuz? Neyi yanlış anlıyorsunuz? Bir de onun üstünde duralım. Evet, soluz. Ama sol ne demek- tir? Memleketin kötülüğünü isteyen insan mı demektir? Ol- sa olsa memleketin de bütün insanlıkla beraber daha ileri- ye gitmesini isteyen insan demektir... Savaşılacak şeylerin başında söz temsili yobazlık gelir. Yobazlık da türlü türiü. İleri olmak için, sol olmak için bu yobazlıkların topuyla sa- vaşmak gerek. Gazetemizde çıkan yazıları mı beğenmedi- niz? Sizin de organlarınız var, orada aksini yazın. Bize ya- nıldığımız noktaların neler olduğunu gösterin." Orhan Veli, 'Yaprak'ın satışını önlemek için bayileri dola- şıp 'bunlar solcudur' diyen birtakım gençlere işte böyle ses- leniyordu. 1950 haziranında DP iktidan Arapça ezanı kabul . etti. İsteyen Türkçesini, isteyen Arapçasını yeğleyecekti. Ama bir anda Arapça ezan bütün yurtta egemen oldu. Orhan Ve- li bu konuda şöyle yazıyordu dergisinde: "Salt bir ezan meselesi olmaktan çıkıyor iş. Daha bir sü- rü geriliğin başlangıcı, daha bir sürü geriliğe göz yumma- ' nın bir işareti oluyor. Başbakanın demecini duyar duymaz sanklar, cüppelerle sokaklara uğrayan yobazlar düşüncemi- zin doğruluğunu çarçabuk ortaya koydu. Sankla cüppeyi de mühim saymayalım. Ama işin bu kadarla kalmayacagına da kalıbımızı basabiliriz. Daha da neler olabilir diye düşünüyo- ruz, aklımıza şuniar geliyor. İşte ramazana giriyoruz. Oruç yemenin kâfirlik olduğunu düşünen kimseler tarafından pe- kâlâ taşa tutulabiliriz. O kimseler çoğalabilir, kâfirlik saya- cakları işler oruç yemeden de ibaret kalmaz. Memleket ya- ranna görmek istediğimiz işler bugün nasıi komünistlik olu- yorsa o gün kolayca kâfirlik olur. Hep birden ayaklanırlar. Milli heyecanın yerini dini heyecan alır. Hükümet heyecanı yatıştırmaktan acizdir. Dini heyecan her istediğini yaptırmaya başlar. Sonu nereye varır bu işlerin? Görmek istemeyiz, ama herhalde çok kötüye." "Yaprak" başlıklı yazıda da -o da Orhan Veli'nin kalemin- den çıkmıştır- şöyle deniliyordu: "Halk, CHP'yi istemedi di- ye onun şeriat istediğini, sermayedann memleket ekonorni- sinde cirit oynamasını istediğini, yabancı sermayeye esir ol- mamızı istediğini sanmak en büyük gaflettir." Orhan Veli yaşasaydı bugün 76 yaşında olacaktı. Kırk yıl önce yazdıklarının geçen zaman İçinde dev gibi büyüdüğü- nü, cumhurbaşkanlarının. başbakanların. valilerin, bakanla- rın gizli açık biçimde şeriatçılığın yandaşı kesildiklerini, zo- runlu din dersteri, sayıları çtğ gibi artan imam okullanyia, hac- ca giden valiler ve emniyet müdürleriyle, kadavraya don giy- dirmek isteyen başı örtülü tıp öğrencileriyle ülkemizin çağ- lar öncenin karanlık donemlerıne döndürüldüğünü görecekti. 'Sonu nereye varır bu işlerin' sorusunun yanıtı şudur: "İşte buraya vardı, bir karanlık çıkmaza!." ALTINDAG BELEDİYE BAŞKANLIĞ) İMAR MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN Belediyemiz sınırları içinde /slah İmar Planı onaylanmış alanlarda, Islah İmar Planı uygulaması ihale suretiyle yap- tırılacaktır. "ihaleye Katılacak Müellif ve Müellif Kuruluşlann Ehliyet Durumlarına Ait Esaslar Hakkında Yönetmelik" hükümle- rine göre en az (D) Grubu müteahhitlik karnesine sahip is- tekliler arasında ön seçim yapılacağından, isteklilerin; — TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası'ndan alınmaş (1990 yılı içinde) tescil belgesi. — Alet ve donanım bildfrimi. — Mali güç bildirimi. — Teknik personel bildirimi. — Taahhüt bildirimi. — Islah İmar Planı uygulaması konularında iş bitirme bel- gesi (Noter tasdikli) durumlarını belgeleyen tanıtıcı dosya- larını bir dilekçe ekinde 7.12.1990 günü saat 17.00'ye kadar Belediyemiz İmar Müdürlüğü'ne müracaatla vermeleri ge- rekmektedir. Belirtilen gün ve saatten sonra yapılacak mü- racaatlar dikkate alınmayacaktır. İlgililere duyurulur. Basın: 15909 CASA OLAYI B :Î AUE.iNATIf S><ANDAL OrJEöıSI ÎAVIAŞ C | K T CASA H c r f i f Nakliye Uçoklon ihalesinin It^nç Y'/T /. bir öyküsü var. Bu öyküyü «jğkam br l/ VI f l fatmonfık ve okteı blf anfatmla sunan Tavtaj'n bu arastırması bize Iginç bet- aeterte sivasetve ticaretdûnyasından 3a unutulmaz kesifler sergllyor. m UGURMUMCU V.5ÖÖ.TI. ispanyol CASA uçaktamın Türkiye ye ~~J uçak satmı için ihaleyi nasıl kazandıjh r» artatan kitapta, Ispanya daki CASA yetkılisinin Ankara aaki temsüclefine gonderdidl bir belae yeralryor Yetkiü temsilcisine yn Vtediyeleri ckDârtm" Em» gereâi kirrtore hediye veritc*. 'hediye' aedkteri nedif ? BEKIR COŞKUN Bu kitafc» okuyunca. b(r Tûrk vatandasi okırak utonc duydum ve dudaktanm uçukladı. Bazı otaylar btltyofaum da. tefbf/esizfiğin ve koku?mujluûun bu boyuttaravarrr»? olduğunu.doğaısu blmt- yordum Nezih Tavlaşın kıtabmoa inandmaz otaykar. tek tek. isim verilerek ve belgelerle açıklanıyor. Neah in kitabı tam bir potis romanı sıMmadan okuyocaksıno. Bu Idtabı muttaka okuyunuz ve TOrtdye'oe rezolefin hangi boyuttara vardı&nt. devlet çlerinde naU dumen ve tûjvet dondûğünü bir kez daha gorunûz. EMİN ÇÖIAŞAN Ekin Yayınları-ANKARA-167 23 18 DAGIIIM : DOSI Tel: 132 48 68 Cumhurıyet Kıtap Klübü BÜTÜN ÖĞRETMENLER Ingiliz, Profesyonel ve Deneyimli Kurslann başlama tarihleri: Gündüz: 26 Kasım Aksam: 26 Kasım Hafta Sonu: 1 Aralık I ktanbU: RumeH Cad. 92/4. Osmonöey 147 09 83 152 62 71 Ankora: Selanik Cad 8 Kat. 5, Kıday 135 30 94 135 23 97 Değerli insan FEVZİ TAŞ'ı kaybettik. Tüm arkadaşlarımıza ve ailesine başsağlığı dileriz. İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDÎYESİ MESKEN VE GEÇEKONDL MÜDÜRLÜĞÜ ÇALIŞANLARI SIBEL SEZAL BU KALP SENI UNUTUR MU? Yön. FIKRET KIZILOK Kanlı Bilmecen Güneydoğu" Telboyu İnsanları "Güneydoğu"2 *Bu kitap, Güneydoğu'nun değil, Türkiye'nin kita- bıdır; hayatımızın acı gerçeğidir. 'Duymamişem, görmemişem, bilmirem 1 diyenlerin ülkesinde, 'okumamişem 1 diye gerçeklerden habersiz yaşa- mak, insanlardan uzak yaşamak gibidir." llhan Selçuk Boyut Vayınevi Oba Sok 9/1 Cihangir/lstanbul Î49 87 37-38 CVMHVRtYETTEN OKURLARA... OKAYGONENSİN 10 Yıllık Serüven STRASBOURG — Hafta sonunda Strasbourg Üniversitesi'nin düzenlediği "1980-1990 Türkiye" kolokyumuna katıldık. Türkiye'den bilim adamlan ve uzmanların, Batı'dan da Türkiye uzmanlarının katıldtğı bu toplantı, Türkiye'deki 10 yıllık değişimi tüm yönleriyle ele aldı. Toplantıya bildiri sunan uzmanların görüşlerini ilehdeki günlerde özetle de olsa yayımlamaya çalışacağız. Bu arada bize düşen de Türk basınının 10 yıllık gelişimini özetlemekti. Bu gözle son 10 yıla bakarken bu dönemin ne güç koşullarda yaşandığını, ne kadar çok şeyin belleklerden silindiğini düşündük. işte bizim açımızdan Türk basınının 10 yıllık serüveni: "Türk basınının son on yılına bütün olarak bir göz atınca, en kısa özet çıkıveriyor: Yaşama savaşı. Son 10 yıl deyince, dönemin başladığı gün hiç kuş- kusuz 12 Eylül 1980 darbe sabahı. Bu 10 yılın bilançosuna bakıldığında da, demokra- si açısından, basın özgürlüğü açısından, gazetecilik ilkeleri açısından, basının genel olarak gelişmesi açı- sından elde kalanlar parlak değil. Bu karışık dönemi kendi içinde bölmek de çok ko- lay: 1980-1983 askeri yönetim dönemi: Habersizlik, san- sür, otosansür yıliarı... 1984 sivil yönetimin ilk yılı: Tek umut yılı... 1985-1990: Aynı sivil yönetimin basına karşı açtığı savaş yıliarı... 1980-1983 askeri yönetim dönemi 12 Eylül sabahı yönetime el koyan askerler, basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü açısından demokra- tik bir ortam bulmamışlardı. Türk Ceza Kanunu'nun ünlü maddelerı, onlar gelmeden de yürürlükteydi. Ama askeri yönetimin basınla ilişkileri, hemen ağır bir sansür ve yasaklama ilişkisi oldu. Bunun doğal uzan- tısı da otosansür mekanizmasıydı. Gazetelerin yazı işlerinde bitmeyen tartışmalar, sıkıyönetim komutan- larının yasakları üstüne, hangi haberin askerleri kız- dırabileceği üstüneydi. En çok korkanlarm geliştirdikleri güvenlik yöntemi, telefonu açıp 'filanca haberi koyalım mı?' diye doğrudan askerlere sormak oldu. Basın, baskılara karşı, herhangi bir dayanışmaya giremedi, tam tersine, otosansür yoluyla kendini ko- rumaya çalıştı. Ama yine de askeri yönetimin hışmından kurtulan pek az oldu. Bu dönemde yayımlanan 8 gazete, 15 kez kapatılarak yayımladıkları çeşitli haber ya da ya- zılar için cezalandınldılar. Bu gazetelerin kapalı kal- dıkları gün sayısı 177'ye ulaştı. 100 dolayında gazeteci, askeri mahkemelerde yargılandı. 30 dolayında gazeteci gözaltına alındı, tutuklandı, hapiste yattı. Askeri yönetim, 1982 Anayasası'na basın özgürlü- ğünü kısıtlayan maddeler koydu, ama kolay sindirdi- ği basın için özel bir yasayı ancak giderayak, 1983 kasımında çıkarttı. Halen yürürlükte olan bu Basın Ya- sası, çok ağır hükümler getirdi: Savcılar, dağıtımın- dan önce kuşku üstüne gazeteye el koyabiliyor, mahkeme kararıyla matbaalara el konabiliyordu; dev- let sırrı kavramı da iyice genişletilmiş, neredeyse me- teoroloji bilgisini açıklanmadan önce yayımlamak bile devlet sırrını ifşa etmek kapsamına alınmıştı. Bu dönem, Türkbasınını kesin çizgileriyle 2'ye ayıi;- dı: 1— Asparagas haberlerle, magazin içeriğiyle de- politizasyona, lotarya ile yüksek tiraja yönelen çoğun- luk, 2— Haber vermeye çalışan, basın özgüriüğünü sa- vunan, temel gazetecilik ilkelerini korumaya çalışan azınlık. 1984 1984 yılı umut yılıydı ve fazla bekienti yılı. Gerçi as- kerlerin bir ayağı yönetimdeydi, gerçi seçim yarışı demok- ratik bir ortamda gerçekleşmemişti, ama hükümet sivilleşmişti. Herkesin beklentisi vardı, basının da. 1985-1990 Bu umutlu hava bir yıl kadar sürdü. Ertesi yıl, 1985 balayının bittiği yıl oldu. Bir önceki yılı en demokrat vaatlerle geçiren hükümet yetkilileri, 1985 yılı boyunca her ağızlarını açtıklarında basından şikâyet eder oldular. Önceleri şikâyetler basının magazinci ka- nadı üstünde yoğunlaşıyordu, sonra hızla her gazete, öf- keli demeçlerden payını almaya başladı. 1986 yılında ise ilk saldırının gerekçesi bulundu: Kü- çüklerin korunması. Bulunan çözüm Muzır Yasası oldu. Yargı denetiminin dışında kalan bir heyet gazetelere, der- gilere para ve hapis cezası vermeye yetkili kılındı. Bunun yanı sıra. en üst düzeyden hükümet yetkilileri sürekli olarak basının prestijine yönelik kampanya yü- rüttüler. 1987 yılında hükümetin en üst düzeyinden kaynaklan- dığı kesin oian ekonomik savaş başladı. Türkiye'de kâğıt üretimi devlet tekelidir. Bu tekel du- rumu, önceden de çeşitli siyasal iktidarlar tarafından ga- zeteleri cezalandırmak ya da ödüllendirmek için sayısız kez kullanılmıştır. Ama 1987 yılında siyasal iktidar, bası- na karşı savaşını topyekûn olarak belirlemisti ve en güçlü ekonomik silahını kullanmaya kararlıydı. 1987 ocağından 1988 nisan ayına kadar kâğıda tam 11 kez zam yapıldı. Siyasal iktidar bu savaşı başlattığın- da gazete kâğıdının tonu 256.000 Türk Lirası'ydı, 1988 nisanında ise 859.000 Türk Lirası. Bütün gazeteler, bu ekonomik krizi geçiştirebilmek için fiyatlarına zam üstü- ne zam yaptılar. 1988 seçimleri yaklaşırken siyasal iktidar iyice sinir- lenmişti. Yeni bir slogan en üst düzeyden Türkiye'nin dörtbir yanına yayıldı: "Bize 2$ gazete yeter." "Buçuk" u herkes anlamıştı, dış dünyaya karşı Cumhuriyet'in ya- şaması gerekliydi, ama kayıtsız koşulsuz siyasal iktidan destekleyecek 2 gazete hangileri olacaktı? Kamuoyu ve siyasal kulislerde uzun süre bu tartışıldı. Aynı günlerde ekonomik saldırının yeni bir boyutu başlatıldı: Biri sağ eğilimli, diğeri magazinci 2 gazetenin muhalefet dozu- nu fazla kaçırdığına en üst düzeyde karar verildi ve bun- lara karşı kamu kuruluşları ilan ambargosu uygulamaya başladılar. Ve sonuç da alındı: Magazinci yayın grubu bir süre sonra Kıbrıs asıllı ingiliz işadamı Asil Nadir'e satıldı, sağ eğilimli gazete ise hâlâ belini doğrultamadı ve ekono- mik açıdan sıkıntılı günler yaşamaya devam ediyor... 1988 yılı sonuna doğru ekonomik saldırıyı tamamla- yan bir hukuk saldırısı başladı. Basın yasalanna ve çe- şitli yasalardakı basınla ilgili bölümlere çok ağır cezalar getirilmek isteniyordu. Bu kez gferekçe, kişi haklarının ko- runmasıydı. Ama 8 yıl sonra basın ilk kez bir araya gele- rek direndi, hükümetin çıkarmak istediği yasalardan pek azı geçti. Ama bunlara ne gerek vardı? 1983 yılında as- keri yönetimin son anda çıkardığı Basın Yasası da önemli olanaklar sağlıyordu. Ve ilk kez, dağıtımından önce ga- zete ve dergilere el koyulmasına olanak sağlayan yasa maddeleri uygulanmaya başlandı. Askerlerin çıkardığı Basın Yasası, bu "el koyma" mad- delerinde, sonradan da olsa bir.yargıç onayı getiriyor- du. Sivil siyasal iktidar bu "engel"in de üstesinden gelmeyi 1990 yılında başardı. Güneydoğu kararnamele- riyle yayın toplamak, matbaa kapatmak gibi yetkiler, yar- gıç denetimi de olmaksızın idareye verildi. Açılan davalara bakılınca 1984-1990 döneminln sivil iktidan, 1980-1983 döneminin askerlerinden pek geri kal- (Arkast 19. Sayfada
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear