25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 19 EKİM 1990 1950'lerden beri kentlehn kargaşasından kaçanlar Amerika'nın Batı ucundaki Big Sur'da yaşamayı seçerler \ Çılgın kalabalıktan uzak dünyal— 6 — Kıyı boyunca gidiyoruz. Sol yanınuz dağ, sağ yanımız uçurum. Okyanus aşağıda, martılann çığlık çığhğa uçuştuklan kaya- bklara vuruyor dalgalarını. Dalga, kayala- nn biraz açığında kınlıyor önce, yuvarla- nıp fır dönerek geliyor ve dev şadırvandan fışkıran binlerce ton ağırlığında bir su küt- lesi gibi çarpıyor kayaya. Ak köpükler ka- yalann sivri uçlanndan aşağıya, yosunlu ça- kıllara doğru süzülüyor. Yanunda oturan SE'ye anlatmayalım bu göriintüyü. Çünkü onun yalnızca yola bak- ması gerek. Bir yanlış hareket yapsa, biraz hızlı girse bir viraja, yandık demektir. Ölü- müzü bile bulamazlar bu ıssız yerde. "tla- hi Darryl!" Mutlaka Big Sur'a uğramalıy- mışız! Böyleolacağı belliydi zaten. Palav- racı bir hali vardı. Tahmin etmeliydim, bi- zi olmadık yerlere sürükleyeceğini anlama- hydım. Big Sur'a biz de gitmek istiyoruz, ama nerede bu Allahın belası kent? Söyle- sene be adam, nerede bu Big Sur! Haritaya bakıyorum, evet böyle bir kent var. Küçük bir yerleşim merkezi. Ama işa- ret panolannda adı geçmiyor. Sabahtan be- ri yoldayız, hâlâ varamadık Big Sur'a. Yol da kıyı boyunca sarp yamaçlar arasından kıvrıla döne giden tehlikeli bir yol, bitmek bilmeyen bir bela. Uçurumların üzerinde- ki köprülerden geçiyoruz. Geçtikçe de hay- ran kalıyoruz manzaraya, ama Big Sur Kaf- ka'nın şatosu gibi ulaşılmaz bir yerde an- laşılan. Derken akşam oluyor. SE farları yaktı bile. — Ne dersin, diyorum, uyku basmasın diye lafa tutayım mı seni? Gün akşam oldu Gülümsemekle yetiniyor. Buz gibi, tat- sız bir gülümseme. Sonra sessizlik. Zaten yolculuğun başından, özellikle de tutkulu, çırpıntılı, telaşlı San Francisco günlerinden bu yana bir örümcek gibi aramızda ağını sabırla örüyor sessizlik. Ağa takılmamam gerek. Çin mahallesindeki yaşlı bilgenin yaptığı uçurtmaysa varsın uçsun gökyüzün- de. Uçurtmayı kötü bir rüzgâra kaptırma- mak gerek. Dün sabah, kıyıda beklediğim balinaların sevişmelerine de. Onlar balina. Elbette erkek alıp başını gidecek çiftleştik- ten sonra. Tarihi unutmalıyım artık. Biyo- lojiyi, coğrafyayı, yerbilimi de. Pratik bir çözüm bulmalıyız, başımıa so- kacak bir yer. "Big Sur'u bulamadım gön akşam oldu" diye mınldanıyorum, SE'den yine tepki yok. Tüm dikkatini yola vermiş. Ya da öyle görünüyor. Neyse, böylesi da- ha iyi. Ya sinirlenip alamazsa bir virajı! Böylesi çok daha iyi. Aman bir başka şe- ye, örneğin aramızda olan bitenlere değil de yola versin dikkatini! Gerçekten de gün akşam oldu. Önce ok- yanusun üzerindeki bulutlar, sonra sular karardı. Yolun sol kıyısındaki dağların ya- macına vuran soluk ışık da azaldı giderek. Artık akşam, iyice akşam. Saatlerdir yol- dayız ve çoktan varmış olmamız gereken Big Sur görünürde yok hâlâ. üstüste, iç içe. Sonra boğazlıyorduk birbi- rimizi. Tam soluğum kesilip ölecekken, tam devrilecekken, dengemi yitirip düşmek üze- reyken, kayak ayaklarımın altından kayı- yor, bir başka kadının göğüslerine tutunu- yor, sonra diri, sıcak göğüslerin, bu tek can kurtaran simidinin de ellerimin arasından kayıp gittiğini duyumsuyordum. Ellerimin arasından kayıp giden bu be- den, tutunamadığım bu aşk, kök salama- dığım bu dünya, bu meyvesiz ilişki, bu ya- bancı dil, bu göçebe günler... Daha ne İca- dar sürecek bu karabasan Tannm, yıllar, yıllarca mı, yoksa göz açıp kapayana dek her şey bitecek, tufandan sonra sular alça- Iıp yeryûzü biçimlendiğinde aşkın güneşi aynı mekândaki beraberliğimizi, birlikteli- ğimizin sakin, ferah günlerini aydınlatacak mı? "Aydınlığı dünyama kuşluk vakti vurdu; sesi, gövdesi yalnızlıgırada ışıdı. Eli elim- de, dilim ağzında oylece kaldık. İç içe, kör- diiğiim gibi. Çözüldük sonra, yer ve zama- na kavuştuk. Rahminden dısarı iterek dün- yolun bitiminde değil geçmişimizde, ilişki- mizde, gerçekmiş gibi yaşadığımız hayalle- rimizdeydi. Big Sur'un gizi Ertesi gün San Luis Obispo'daki bir ki- tapçıdan Henry Miller'ın Big Sur ve Jero- me Boschun Portakallan adlı yapıtını gö- rüp aldım. Bu adın gizi çözüldü artık. Yal- nız adı mı, kuzeyden güneye katettiğimiz coğrafyanın da gizi çözüldü. Gece yol boyunca gördüğümüz, farlann ışığında karşımıza birer korkuluk gibi çı- kan irili ufaklı posta kutulannın, ıssız do- ğanın, tepeleri bir anda sarıp dünyayı gö- rünmez kılan bulutlann gizi Miller'ı oku- yunca çözüldü. Big Sur dünyanın ucundaki bu el değme- miş ya da en azmdan henüz turist ayağı bas- mamış bölgenin adıymış, bir kentin ya da kasabanın değil. Evler, daha doğrusu ba- rakalar, birbirinden uzaktaki kuytu vadi- lere, tepelerin görülmez yamaçlanna kurul- muş. Miller kitabında, 1950 yıllarından itibaren Big Sur'a yerleşen bu insanları anlatıyor is- te. Bir bakima ilk hippileri. Ikinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Yunanistan'daymış ünlü yazar. Amerika'- ya dönmek zorunda kalmış. Ve Avrupa'- nın çeşitli kentlerinde, özellikle de Paris'te yaşadığı marjinal yasamdan sonra kitapla- rından tanıdığımız o aykırı cinselliğin rüz- gârıyla savrulduktan» sonra, o zamanki Amerikan toplumunun katı ahlak kuralla- rına ayak uyduramamış elbet. Kalkıp bu- raya, "yeryüzü cenneti" olarak nitelendir- diği Big Sur'a gelmiş. Gerçek barışı, ruhsal dinginliği bulma- ya. Yıl 1942. Savaşın tüm dünyayı kasıp ka- vurduğu yıkım günleri. Yalnızca Avrupa ve Ortadoğu'da değil, Pasifik'te de çarpışma- lar sürüyor. Pearl Harbour baskımndan bu yana Batı kıyısından binlerce mil uzaktaki adalarda Japon zırhlılanyla Amerikan de- nizaltıları sonu gelmeyen bir koşmaca oyu- nundalar. Yazar Big Sur ve Jerome Bosch'un Por- maçlarındaki tek tük ağaçlar ve yol... Her şey sise batmış, görünmez olmuştu. Arabada yalnızdık, ıssız doğada, tek bir arabanın bile geçmediği, yeryüzü biçimle- rinin giderek silinip ortadan yok olduğu bir boşlukta, bir tuhaf yalmzlıkta baş basa. Bu durum, hiç olmazsa o anda, birbirimize da- ha çok yakınlaştırmalıydı bizi, içimizde il- kel insanın korkusunu duyup birbirimize daha sıkı sanlmalıydık. Ama olmadı. Çev- remizi saran bulut, Zeus'un sevişmek iste- diği ölümlüleri tannların kıskançlığından gizlemek için yarattığı o kötü bulut gibi ayırdı bizi. Big Sur'un anlatmakla bitiremeyeceğim coğrafyasına dönelim yine. Bu coğrafya üzerine öylesine çok şey yazmak istiyorum ki! Ama gözlemlerimin yeterli olmadığı ka- nısındayım. Bu doğayı, okyanusun üzerin- de birikip akşam rüzgânyla kıyının dik ya- maçlanna doğru savrulan bulutlan, mavi- den erguvan rengine, erguvandan kül ren- gine, sonra turuncuya dönüşen ve biçimden biçime giren bu pamuk tarlasını betimle- lı, korkunç bakışlı kara kartalların ve ok- yanusa keyifle dalıp çıkan su samurlarıyla yunuslarm, her biri gemi büyiiklüğünde, güzel, kocaman kuyruklu balinalann ara« sında sakin bir yaşam sürmüşler. | Big Sur'da ağaçların da hayvanlar gibi; insanlar gibi bir yaşamı, eski, çok eski bir tarihleri olduğunu öğrendim. Örneğin öka- liptüslerin. Selvilerin. Daha doğrusu bildi- ğimiz, mezarlıklarımızı gölgeleyen, Pierre Loti'nin romanlarını okuyup Eyüp sırtla-; rında dolaştığımdan bu yana akşam rüzgâ- rında belleğimde hışırdayıp duran selvile- rin bin yıllık atalarının. Ve kızıl ağaçlan-i nın elbet. | _ 1 Kızıl ağaç parkı Sörf düşleri O gece, çok geç bir vakitte, önümüze çı- kan ilk motelde konakladık. Karanlık zın- dan gibiydi. Hani "kurşun sıksan geçmez", öylesine yoğun. Ölgün neonların aydınlat- tıgı bir benzin istasyonunun, uygarhğın yö- redeki bu tek kanıtının hemen yanında, ba- rakadan bozma bir yerdi. O gece, yorgun- luktan ve aşağıda uğuldayan okyanusun içimde yol açtığı o tuhaf ürpertiden dolayı uyuyamadım. Bir ara, sabaha karşı, dalar gibi olmuşum. Düşümde sörf yapıyordum. Dalga açık- tan geliyor, bulunduğum yerden alıp yuka- nya, gökyüzüne doğru kaldırıyordu beni. Çıplak gövdem Pasifık güneşinde balkıyor- du. Çevik ve usta devinimlerle yükseliyor, dengemi yitirmeden kırılan dalgadan sıyrı- larak bir başka dalgaya binmeyi başanyor- dum. Ve uzaktan, çok uzaklardan gelen bir ses, sanıyorum Memet Fuat'm o kalın, güzel se- si Nâzım'ın dizeleriyle "devrilen bir aûn sır- bndan inip / şahlanan bir ata" bindiğimi fısıldıyordu kulağıma. Derken yanımda ıryuyanla sevişmeye başlıyorduk. Alt alta, VAHŞİ yaya diişiirdii beni. Emekleyip doğnılurken toprak dengemin, gövdesi toprağın yerini aldı. Ve hiçbir şey yerini almadı gövdesi- nin." Şimdi, "Gün" adlı öykümde yer alan bu satırları yazdıktan yıllar sonra, onun gün- lerdir süren sessizliği dengemi büsbütün yi- tireceğim korkusuna yol açıyor. Korkan in- san yırtıcı bir hayvana dönüşür. Düşmemek için, bir yerlere tutunabilmek için ya çev- resine saldınr ya da içine kapanır büsbü- tün. Neyse... Bu korkuyu, yıllar önce bir öykümde dile getirmeye çalıştığım bir kadırun rahminden dünyaya düşen erkeğin dramını burada, Pasifik kıyısındaki bir barakanın daracık yatağında gördüğüm karabasanla yeniden yaşayacağımı bilemezdim elbet. Gerçekte Big Sur'un bir kent, bir yerleşim merkezi değil, o bölgenin adı olduğunu bilemeye- ceğim gibi. Big Sur haritalarda işaretli, ge- ce karanhğında varmak için hızla yol aldı- ğımız, ne var ki bir türlü ulaşamadığımız bir durak, bir menzildi. Tehlikelerle dolu Big Snr'a uzanan sahil yolu vahşi güzelliklerle doludur. Akşama doğru denize inen vadileri sis basar. Ama epeydir insanlar yaşıyormuş bura- da. Kentlerin gürültüsünden, yeraltında metronun, yerüstünde egzoz borularından ölüm saçan arabaların telaşından kaçıp ge- len, Amerikan tarzı yaşama ayak uydura- mayan insanlar. Içlerinde ressamlar, yazarlar, yazar ol- maya özenenler, serseriler, esrarkeş ve al- kolikler de varmış, ama tümünün ortak özelliği tüketim toplumunun değerlerini, yaşamak için çahşıp para kazanma zorun- luluğunu kabuUenmemeleri. Değişik toplum Buraya yerleşip kendi inanç ve değerle- rine göre dayanışma temelinde bir topluluk oluşturmuşlar. Gereksinimlerini alınteriy- le karşılayarak, ama özgürce, kimseden buyruk almadan, sömürüp sömürülmeden, azla yetinerek, rızklarmı kardeşçe paylaşa- rak yaşamaya başlamışlar. Fabrika baca- larıyla hisse senetlerinin, ipoteklerle faiz- lerin çirkefinden, gökdelenlerle uydu tele- vizyon yayınlannın dünyasından uzakta. takallan'nda belki de dünyada ilk hippi topluluğunu oluşturan marjinallerden söz etmiyor yalnızca. Big Sur'un doğasını da şiirsel bir dille anlatıyor: "Yazın, siste, okyanustan yükselip son- suza uzanan bir bulut denizinin içinde bu- lursunuz kendinizi. Bazen de bulutlar, ala- calı sabun kopukleri örnegi gökyüziinde bi- rikip benzersiz bir gökkuşağı oluştururiar." Evet, doğa korkunç güzel burada. Yani, sözcüğün ilk anlamında, insanı korkutacak kadar güzel. Dün üzerinden arabayla geç- tiğimiz köprüleri anımsadım. Diplerinde küçük derelerin aktığı, uçurumların iki ya- kasını birbirine bağlayan kemerli, güzel köprüleri. San Francisco'nun asma köprü- lerinden nasıl da farklıydılar. Sis içinde Kendi hallerinde, öyle bir başına, sessiz ve kimsesiz. Üzerlerinden pek geçen yok- tu. Kimi kez, özellikle akşama doğru, ne gökyüzü görünüyordu ne de yüzlerce met- re aşağıdaki deniz. Tepeler, tepelerin ya- mek, gökyüzünün yakınhğmı ve suyla top- rağın, ormanla hayvanlann birlikteliğini anlatabilmek için bir süre burada yaşamak gerek. Vahşi tarih Kaliforniya'nın bu ücra bölgesine insan ayağı çok geç basmış. Yerliler de geç gel- mişler, kâşifler de. Hatta Ispanyol kâşifle- ri, kıyı gemilerin yanaşmasına elverişli ol- madığı için, karaya çıkmadan kuzeye, kum- sallara, Santa Cruz'a doğru devam etmiş- ler yollarına. Manda sürüleriyle bizonlann izinden bu- raya gelen çobanlarsa kaba saba, dayanıkh dağ adamlanymış. Onlar 187O'te bu bölge- ye yerleşmeden önce Big Sur uzun, çok uzun süre hayvanlann barınağı olmuş. Bir de Kaliforniya'daki öbür yerü kabilelerin dilinden çok farklı bir dil konuşan ve hak- larında hemen hiçbir şey bilmediğimiz Es- selen'lerin. Bunlar ayüarla çıngıraklı yılanların, mar- tılarla şahinlerin, geniş kanatlı, sivri gaga- Bir adı da sekoya bu türün. Amerikah- lar "redwood" diyorlar. özellikle kuzeyj Kaliforniya'da rastlanıyor, ama güneyde dej var.'Bir sabah erkenden yola çıkıp Sant Francisco'nun kuzeyindeki "Ulusal Kızıla- gaç Parkı"na gittiİc, dünyanın en büyük ağaçlannı görmeye. Aynı gövdeden türemis iki ayn gövde, Korent sütunları gibi. Ve yu- karda, kuşlann bile erişemeyeceği kadar. yüksekte seyrek, yeşil yapraklar. Yaprak-Ş ların arasından güneş vuruyordu, çünkü' yangın seyrekleştirmişti ormanı. j Ne tuhaf, ateş iyiymiş kökleri toprağın j derinine pek fazla inmeyen bu ağaçlar için. | Soluk alabiliyor, yeniden üreyebiliyorlar-' mış yangın, yedikçe. Gövdelerinden çıkani bir ur var. Dokuyu öldüreceğine ona yaşam | veren, içinden yeni bir gövdenin, bir baş-j ka kızılağacın boy attığı bir ur. ; Evet, güneş vuruyordu ormana. Küçük; derenin üzerindeki tahta köprüyü, sudakiı balıklan, balıkların yüzgeçleriyle sürtüne-! rek kımıldattıkları yuvarlak, yassı çakılla-' n aydınlatıyordu. Bundan yüz kırk milyoı yıl önce ortaya çıktığı saptanan bu ağaçla-ı rın en eskilerinin bin yıllık olduğunu, gör-i düğümüz yüz on iki metre yükseklikteki] ağacuı Amerika'nın keşfinden yüzyülar ön-| ce de yine bu akarsuyun çakıllarını gölge-| lediğini, bugünkü gibi karacalarla sincap- ların o zamanlar da kökleri eşelediklerinij anlatıyordu rehber. .' El ele yürüyor, ilk insanın doğa karşısın-j da duyduğu korkuyla kanşık hayranlığaı benzer o garip duyguyla ürperiyorduk. Par-I kın tarihi, çevrenin doğabilimci John Mu-ı ir'in sayesinde korunmaya alındığı, park-i ta yaşayan kuş ve hayvan türleri artık ilgi-J lendirmiyordu beni. Çünkü el eleydik ve ya-| şayacak upuzun bir gün vardı önümüzde. Kızılağaçların gölgesinde mutluydum. Mut- luyduk. 1 Big Sur'u insanlardan çok önce bitkiler-i le hayvanlann yurt edindikleri, onlardan: önce de yağmunın, rüzgâria denizin, güneş-j le ayın bu tepelere, yosunlu kayalara, her! an yola yuvarlanmaya hazır bu iri taşlara biçim verdiklerini, oriları yarattıklannı, eski deyişle "halkettiklerini" düşünüyorum. "Çocokluk yıllanmın gectiği Brooklyn mahallesinin pis sokaklan ve enkaz yığının- dan farksız izbeleriyle onümde açılan ba okyanus ve dag manzarası arasıada bir iliş-i ki kurmaya çabalıyorurn", diye yazıyor! Henry Miller. "Tanımadığım kuşlan göz-; lemliyorum, ömründe hayvan pisliklerini: didikleyen serçelerie yolunu şasırmış birkaç güvercinden başka kuş görmemiş olan beni burada bir kartal ya da şahinin ya da türü-' nü bilmediğim bir sineğin uçuşuna bakıyo-; rum." i Big Sur'da bir süre kalıp doğaya karış- mak, bu sonsuzluğun bir parçası olmak is- terdim. Ama yola devam etmeliyiz. Ömürj biter yol bitmez. Hadi toparlanmamız ge-j rek artık. Benim, yemek molası için dur-i duğumuz Obispo'daki bu kahvenin masa-ı suıdan kalkıp defterimi -Seyir Defteri'ni-r toparlamam, seninse bir an önce direksiyo-' na geçmen gerek. Görülecek ne güzel yer-. ler, nice günbatımları var daha. Gundo- ğumları, denizler, yeni ağaçlarla yepyenii kentler, insanlar var. Evet, insanlar. Doğ-i ru, ömür biter yol bitmez. Yeter ki bir men-'j zile erişelim bu kez. ' •• Haziran 1990 Kaliforniya BITT1 " j KURS DERSANE EĞİTİM INGILIZCE KENT'TE ÖĞRENİLİR^m^^~ • Audio Visual Yöntem ^ ^ ^ ^ ^ ^ k • Sıcak, Uygar Bir Ortam * KENT ENGLISH 1 Baharıye Cad Reks Sineması Karşısı Kadıköy-İST. L Tel: 347 27 91-92 RYTHING START ENGLI.Shf RAKGİRIN ACT1VE ENGLISH Devreter: Hafta Sonu: 20 Ekim - Hafta Içi: 22 Ekim MATHS A SCIENCE FOR COLLEGES <Rtolojr/« hazviık) KADIKÖY:34918 24-34918 25 ERENKÖY (KANTARCI): 359 30 68 - 363 77 86 Özellikle AHATOLIAUPAIR Programı Sunar 158 53 42-161 43 86 j jşte Folklor;|Çafkaş>^'dan. kayıtlar sürüyor >E Onivereifesi FET-CFE - GENEL İNGİLİZCE Tüksek Standart Ekonomik Fiyat UM'nin ÜCRETSIZ yurtdışı hizmetleri AU-PAIR'llk (ing. aie yanında ame yardımcılığı) KAMPLARDA öğrencilere çalışarak para kazanma ve tngilizce gellştlrme imkanı 99 KADIKOY 349 18 24- 349 18 25 ERENKÖY (KANTAHCi) 359 30 68- 363 77 86 Devreler Hafta Sonu: 20 Ekkn Hafta Içi: 5Kasım LISKUR^ ^ 4 f V « SURUCU KURSUJ way to leam English Başlangıç düzeyi. Orta düzey. Ileri düzey. Proficiency. Toefl. Kurumlara özel dersler. BESTsize Inailizcevi sevdirir, en iviöâretir. Alı Samı Yen Sok. No.2 Kat 3-4 Gayrettepe 174 28 90 91 Buyık Surmelı Otelı karşısı Dlle<*ölniz ortamda. GüveniHr yöntemie Kıso sürede. Enuygun Ademe kojullarıyla YABANCIDİL ÖGRENMEK İSTİYORSANIZ Lütfen bizi arayın. 1407387-1460165 Müzik,Coşku,Heye ABHAZYA DEVLET HALK DANSLARI VE ŞARKILARI TOPLULüCU YA1 . G O S T E R I Tarih: 19.10.1990 Cuma Saat: 21:00 : Cemal Reşit Rey Konser Salonu Saat: 19:30 - 20:30 arası Tanışflia Kokteyti Tarih: 20 10.1900 Cumariesi Saat: 20:30 Yer. Uötfü Kırdar Kapalı Spor Salonu 3. G O S T E R Tanh: 22 10.1990 Pazartesi Saat: 2100 Yer: Lûtfû Kırdar Kapalı Spor Salonu mİstanbul Bilet Satış yerteri: Vakkorama, Teksim Tel: 151 15 71, Suadiye Tel: 360 90 90 / AKM Tel: 151 56 00/254 / Moda Sinemaa Kadıköy Tel: 337 01 28 /Galleria danışma Tel: 559 95 60 KİRALIK ODANIZ VAR MI? Genç bir doktor, kiralık eşyalı oda arıyor. Tel: 571 56 09 - 571 05 48 FELSEFE DERGİSİ 1990/2-3 sayısı çıktı. Ana tema: Dil ve Felsefe Yazışma adresi: Moda Cad. No: 6/4 Kat: 1 Çakıroğlu 1$ Merkezi KADIKÖY Tel: 346 64 04
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear