Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 19 EKİM 1990
1950'lerden beri kentlehn kargaşasından kaçanlar Amerika'nın Batı ucundaki Big Sur'da yaşamayı seçerler \
Çılgın kalabalıktan uzak dünyal— 6 —
Kıyı boyunca gidiyoruz. Sol yanınuz dağ,
sağ yanımız uçurum. Okyanus aşağıda,
martılann çığlık çığhğa uçuştuklan kaya-
bklara vuruyor dalgalarını. Dalga, kayala-
nn biraz açığında kınlıyor önce, yuvarla-
nıp fır dönerek geliyor ve dev şadırvandan
fışkıran binlerce ton ağırlığında bir su küt-
lesi gibi çarpıyor kayaya. Ak köpükler ka-
yalann sivri uçlanndan aşağıya, yosunlu ça-
kıllara doğru süzülüyor.
Yanunda oturan SE'ye anlatmayalım bu
göriintüyü. Çünkü onun yalnızca yola bak-
ması gerek. Bir yanlış hareket yapsa, biraz
hızlı girse bir viraja, yandık demektir. Ölü-
müzü bile bulamazlar bu ıssız yerde. "tla-
hi Darryl!" Mutlaka Big Sur'a uğramalıy-
mışız! Böyleolacağı belliydi zaten. Palav-
racı bir hali vardı. Tahmin etmeliydim, bi-
zi olmadık yerlere sürükleyeceğini anlama-
hydım. Big Sur'a biz de gitmek istiyoruz,
ama nerede bu Allahın belası kent? Söyle-
sene be adam, nerede bu Big Sur!
Haritaya bakıyorum, evet böyle bir kent
var. Küçük bir yerleşim merkezi. Ama işa-
ret panolannda adı geçmiyor. Sabahtan be-
ri yoldayız, hâlâ varamadık Big Sur'a. Yol
da kıyı boyunca sarp yamaçlar arasından
kıvrıla döne giden tehlikeli bir yol, bitmek
bilmeyen bir bela. Uçurumların üzerinde-
ki köprülerden geçiyoruz. Geçtikçe de hay-
ran kalıyoruz manzaraya, ama Big Sur Kaf-
ka'nın şatosu gibi ulaşılmaz bir yerde an-
laşılan. Derken akşam oluyor. SE farları
yaktı bile.
— Ne dersin, diyorum, uyku basmasın
diye lafa tutayım mı seni?
Gün akşam oldu
Gülümsemekle yetiniyor. Buz gibi, tat-
sız bir gülümseme. Sonra sessizlik. Zaten
yolculuğun başından, özellikle de tutkulu,
çırpıntılı, telaşlı San Francisco günlerinden
bu yana bir örümcek gibi aramızda ağını
sabırla örüyor sessizlik. Ağa takılmamam
gerek. Çin mahallesindeki yaşlı bilgenin
yaptığı uçurtmaysa varsın uçsun gökyüzün-
de. Uçurtmayı kötü bir rüzgâra kaptırma-
mak gerek. Dün sabah, kıyıda beklediğim
balinaların sevişmelerine de. Onlar balina.
Elbette erkek alıp başını gidecek çiftleştik-
ten sonra. Tarihi unutmalıyım artık. Biyo-
lojiyi, coğrafyayı, yerbilimi de.
Pratik bir çözüm bulmalıyız, başımıa so-
kacak bir yer. "Big Sur'u bulamadım gön
akşam oldu" diye mınldanıyorum, SE'den
yine tepki yok. Tüm dikkatini yola vermiş.
Ya da öyle görünüyor. Neyse, böylesi da-
ha iyi. Ya sinirlenip alamazsa bir virajı!
Böylesi çok daha iyi. Aman bir başka şe-
ye, örneğin aramızda olan bitenlere değil
de yola versin dikkatini!
Gerçekten de gün akşam oldu. Önce ok-
yanusun üzerindeki bulutlar, sonra sular
karardı. Yolun sol kıyısındaki dağların ya-
macına vuran soluk ışık da azaldı giderek.
Artık akşam, iyice akşam. Saatlerdir yol-
dayız ve çoktan varmış olmamız gereken
Big Sur görünürde yok hâlâ.
üstüste, iç içe. Sonra boğazlıyorduk birbi-
rimizi. Tam soluğum kesilip ölecekken, tam
devrilecekken, dengemi yitirip düşmek üze-
reyken, kayak ayaklarımın altından kayı-
yor, bir başka kadının göğüslerine tutunu-
yor, sonra diri, sıcak göğüslerin, bu tek can
kurtaran simidinin de ellerimin arasından
kayıp gittiğini duyumsuyordum.
Ellerimin arasından kayıp giden bu be-
den, tutunamadığım bu aşk, kök salama-
dığım bu dünya, bu meyvesiz ilişki, bu ya-
bancı dil, bu göçebe günler... Daha ne İca-
dar sürecek bu karabasan Tannm, yıllar,
yıllarca mı, yoksa göz açıp kapayana dek
her şey bitecek, tufandan sonra sular alça-
Iıp yeryûzü biçimlendiğinde aşkın güneşi
aynı mekândaki beraberliğimizi, birlikteli-
ğimizin sakin, ferah günlerini aydınlatacak
mı?
"Aydınlığı dünyama kuşluk vakti vurdu;
sesi, gövdesi yalnızlıgırada ışıdı. Eli elim-
de, dilim ağzında oylece kaldık. İç içe, kör-
diiğiim gibi. Çözüldük sonra, yer ve zama-
na kavuştuk. Rahminden dısarı iterek dün-
yolun bitiminde değil geçmişimizde, ilişki-
mizde, gerçekmiş gibi yaşadığımız hayalle-
rimizdeydi.
Big Sur'un gizi
Ertesi gün San Luis Obispo'daki bir ki-
tapçıdan Henry Miller'ın Big Sur ve Jero-
me Boschun Portakallan adlı yapıtını gö-
rüp aldım. Bu adın gizi çözüldü artık. Yal-
nız adı mı, kuzeyden güneye katettiğimiz
coğrafyanın da gizi çözüldü.
Gece yol boyunca gördüğümüz, farlann
ışığında karşımıza birer korkuluk gibi çı-
kan irili ufaklı posta kutulannın, ıssız do-
ğanın, tepeleri bir anda sarıp dünyayı gö-
rünmez kılan bulutlann gizi Miller'ı oku-
yunca çözüldü.
Big Sur dünyanın ucundaki bu el değme-
miş ya da en azmdan henüz turist ayağı bas-
mamış bölgenin adıymış, bir kentin ya da
kasabanın değil. Evler, daha doğrusu ba-
rakalar, birbirinden uzaktaki kuytu vadi-
lere, tepelerin görülmez yamaçlanna kurul-
muş.
Miller kitabında, 1950 yıllarından itibaren
Big Sur'a yerleşen bu insanları anlatıyor is-
te. Bir bakima ilk hippileri.
Ikinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde
Yunanistan'daymış ünlü yazar. Amerika'-
ya dönmek zorunda kalmış. Ve Avrupa'-
nın çeşitli kentlerinde, özellikle de Paris'te
yaşadığı marjinal yasamdan sonra kitapla-
rından tanıdığımız o aykırı cinselliğin rüz-
gârıyla savrulduktan» sonra, o zamanki
Amerikan toplumunun katı ahlak kuralla-
rına ayak uyduramamış elbet. Kalkıp bu-
raya, "yeryüzü cenneti" olarak nitelendir-
diği Big Sur'a gelmiş.
Gerçek barışı, ruhsal dinginliği bulma-
ya. Yıl 1942. Savaşın tüm dünyayı kasıp ka-
vurduğu yıkım günleri. Yalnızca Avrupa ve
Ortadoğu'da değil, Pasifik'te de çarpışma-
lar sürüyor. Pearl Harbour baskımndan bu
yana Batı kıyısından binlerce mil uzaktaki
adalarda Japon zırhlılanyla Amerikan de-
nizaltıları sonu gelmeyen bir koşmaca oyu-
nundalar.
Yazar Big Sur ve Jerome Bosch'un Por-
maçlarındaki tek tük ağaçlar ve yol...
Her şey sise batmış, görünmez olmuştu.
Arabada yalnızdık, ıssız doğada, tek bir
arabanın bile geçmediği, yeryüzü biçimle-
rinin giderek silinip ortadan yok olduğu bir
boşlukta, bir tuhaf yalmzlıkta baş basa. Bu
durum, hiç olmazsa o anda, birbirimize da-
ha çok yakınlaştırmalıydı bizi, içimizde il-
kel insanın korkusunu duyup birbirimize
daha sıkı sanlmalıydık. Ama olmadı. Çev-
remizi saran bulut, Zeus'un sevişmek iste-
diği ölümlüleri tannların kıskançlığından
gizlemek için yarattığı o kötü bulut gibi
ayırdı bizi.
Big Sur'un anlatmakla bitiremeyeceğim
coğrafyasına dönelim yine. Bu coğrafya
üzerine öylesine çok şey yazmak istiyorum
ki! Ama gözlemlerimin yeterli olmadığı ka-
nısındayım. Bu doğayı, okyanusun üzerin-
de birikip akşam rüzgânyla kıyının dik ya-
maçlanna doğru savrulan bulutlan, mavi-
den erguvan rengine, erguvandan kül ren-
gine, sonra turuncuya dönüşen ve biçimden
biçime giren bu pamuk tarlasını betimle-
lı, korkunç bakışlı kara kartalların ve ok-
yanusa keyifle dalıp çıkan su samurlarıyla
yunuslarm, her biri gemi büyiiklüğünde,
güzel, kocaman kuyruklu balinalann ara«
sında sakin bir yaşam sürmüşler. |
Big Sur'da ağaçların da hayvanlar gibi;
insanlar gibi bir yaşamı, eski, çok eski bir
tarihleri olduğunu öğrendim. Örneğin öka-
liptüslerin. Selvilerin. Daha doğrusu bildi-
ğimiz, mezarlıklarımızı gölgeleyen, Pierre
Loti'nin romanlarını okuyup Eyüp sırtla-;
rında dolaştığımdan bu yana akşam rüzgâ-
rında belleğimde hışırdayıp duran selvile-
rin bin yıllık atalarının. Ve kızıl ağaçlan-i
nın elbet. |
_ 1
Kızıl ağaç parkı
Sörf düşleri
O gece, çok geç bir vakitte, önümüze çı-
kan ilk motelde konakladık. Karanlık zın-
dan gibiydi. Hani "kurşun sıksan geçmez",
öylesine yoğun. Ölgün neonların aydınlat-
tıgı bir benzin istasyonunun, uygarhğın yö-
redeki bu tek kanıtının hemen yanında, ba-
rakadan bozma bir yerdi. O gece, yorgun-
luktan ve aşağıda uğuldayan okyanusun
içimde yol açtığı o tuhaf ürpertiden dolayı
uyuyamadım. Bir ara, sabaha karşı, dalar
gibi olmuşum.
Düşümde sörf yapıyordum. Dalga açık-
tan geliyor, bulunduğum yerden alıp yuka-
nya, gökyüzüne doğru kaldırıyordu beni.
Çıplak gövdem Pasifık güneşinde balkıyor-
du. Çevik ve usta devinimlerle yükseliyor,
dengemi yitirmeden kırılan dalgadan sıyrı-
larak bir başka dalgaya binmeyi başanyor-
dum.
Ve uzaktan, çok uzaklardan gelen bir ses,
sanıyorum Memet Fuat'm o kalın, güzel se-
si Nâzım'ın dizeleriyle "devrilen bir aûn sır-
bndan inip / şahlanan bir ata" bindiğimi
fısıldıyordu kulağıma. Derken yanımda
ıryuyanla sevişmeye başlıyorduk. Alt alta,
VAHŞİ
yaya diişiirdii beni. Emekleyip doğnılurken
toprak dengemin, gövdesi toprağın yerini
aldı. Ve hiçbir şey yerini almadı gövdesi-
nin."
Şimdi, "Gün" adlı öykümde yer alan bu
satırları yazdıktan yıllar sonra, onun gün-
lerdir süren sessizliği dengemi büsbütün yi-
tireceğim korkusuna yol açıyor. Korkan in-
san yırtıcı bir hayvana dönüşür. Düşmemek
için, bir yerlere tutunabilmek için ya çev-
resine saldınr ya da içine kapanır büsbü-
tün. Neyse...
Bu korkuyu, yıllar önce bir öykümde dile
getirmeye çalıştığım bir kadırun rahminden
dünyaya düşen erkeğin dramını burada,
Pasifik kıyısındaki bir barakanın daracık
yatağında gördüğüm karabasanla yeniden
yaşayacağımı bilemezdim elbet. Gerçekte
Big Sur'un bir kent, bir yerleşim merkezi
değil, o bölgenin adı olduğunu bilemeye-
ceğim gibi. Big Sur haritalarda işaretli, ge-
ce karanhğında varmak için hızla yol aldı-
ğımız, ne var ki bir türlü ulaşamadığımız
bir durak, bir menzildi. Tehlikelerle dolu
Big Snr'a uzanan sahil yolu vahşi güzelliklerle doludur. Akşama doğru denize inen vadileri sis basar.
Ama epeydir insanlar yaşıyormuş bura-
da. Kentlerin gürültüsünden, yeraltında
metronun, yerüstünde egzoz borularından
ölüm saçan arabaların telaşından kaçıp ge-
len, Amerikan tarzı yaşama ayak uydura-
mayan insanlar.
Içlerinde ressamlar, yazarlar, yazar ol-
maya özenenler, serseriler, esrarkeş ve al-
kolikler de varmış, ama tümünün ortak
özelliği tüketim toplumunun değerlerini,
yaşamak için çahşıp para kazanma zorun-
luluğunu kabuUenmemeleri.
Değişik toplum
Buraya yerleşip kendi inanç ve değerle-
rine göre dayanışma temelinde bir topluluk
oluşturmuşlar. Gereksinimlerini alınteriy-
le karşılayarak, ama özgürce, kimseden
buyruk almadan, sömürüp sömürülmeden,
azla yetinerek, rızklarmı kardeşçe paylaşa-
rak yaşamaya başlamışlar. Fabrika baca-
larıyla hisse senetlerinin, ipoteklerle faiz-
lerin çirkefinden, gökdelenlerle uydu tele-
vizyon yayınlannın dünyasından uzakta.
takallan'nda belki de dünyada ilk hippi
topluluğunu oluşturan marjinallerden söz
etmiyor yalnızca. Big Sur'un doğasını da
şiirsel bir dille anlatıyor:
"Yazın, siste, okyanustan yükselip son-
suza uzanan bir bulut denizinin içinde bu-
lursunuz kendinizi. Bazen de bulutlar, ala-
calı sabun kopukleri örnegi gökyüziinde bi-
rikip benzersiz bir gökkuşağı oluştururiar."
Evet, doğa korkunç güzel burada. Yani,
sözcüğün ilk anlamında, insanı korkutacak
kadar güzel. Dün üzerinden arabayla geç-
tiğimiz köprüleri anımsadım. Diplerinde
küçük derelerin aktığı, uçurumların iki ya-
kasını birbirine bağlayan kemerli, güzel
köprüleri. San Francisco'nun asma köprü-
lerinden nasıl da farklıydılar.
Sis içinde
Kendi hallerinde, öyle bir başına, sessiz
ve kimsesiz. Üzerlerinden pek geçen yok-
tu. Kimi kez, özellikle akşama doğru, ne
gökyüzü görünüyordu ne de yüzlerce met-
re aşağıdaki deniz. Tepeler, tepelerin ya-
mek, gökyüzünün yakınhğmı ve suyla top-
rağın, ormanla hayvanlann birlikteliğini
anlatabilmek için bir süre burada yaşamak
gerek.
Vahşi tarih
Kaliforniya'nın bu ücra bölgesine insan
ayağı çok geç basmış. Yerliler de geç gel-
mişler, kâşifler de. Hatta Ispanyol kâşifle-
ri, kıyı gemilerin yanaşmasına elverişli ol-
madığı için, karaya çıkmadan kuzeye, kum-
sallara, Santa Cruz'a doğru devam etmiş-
ler yollarına.
Manda sürüleriyle bizonlann izinden bu-
raya gelen çobanlarsa kaba saba, dayanıkh
dağ adamlanymış. Onlar 187O'te bu bölge-
ye yerleşmeden önce Big Sur uzun, çok
uzun süre hayvanlann barınağı olmuş. Bir
de Kaliforniya'daki öbür yerü kabilelerin
dilinden çok farklı bir dil konuşan ve hak-
larında hemen hiçbir şey bilmediğimiz Es-
selen'lerin.
Bunlar ayüarla çıngıraklı yılanların, mar-
tılarla şahinlerin, geniş kanatlı, sivri gaga-
Bir adı da sekoya bu türün. Amerikah-
lar "redwood" diyorlar. özellikle kuzeyj
Kaliforniya'da rastlanıyor, ama güneyde dej
var.'Bir sabah erkenden yola çıkıp Sant
Francisco'nun kuzeyindeki "Ulusal Kızıla-
gaç Parkı"na gittiİc, dünyanın en büyük
ağaçlannı görmeye. Aynı gövdeden türemis
iki ayn gövde, Korent sütunları gibi. Ve yu-
karda, kuşlann bile erişemeyeceği kadar.
yüksekte seyrek, yeşil yapraklar. Yaprak-Ş
ların arasından güneş vuruyordu, çünkü'
yangın seyrekleştirmişti ormanı. j
Ne tuhaf, ateş iyiymiş kökleri toprağın j
derinine pek fazla inmeyen bu ağaçlar için. |
Soluk alabiliyor, yeniden üreyebiliyorlar-'
mış yangın, yedikçe. Gövdelerinden çıkani
bir ur var. Dokuyu öldüreceğine ona yaşam |
veren, içinden yeni bir gövdenin, bir baş-j
ka kızılağacın boy attığı bir ur. ;
Evet, güneş vuruyordu ormana. Küçük;
derenin üzerindeki tahta köprüyü, sudakiı
balıklan, balıkların yüzgeçleriyle sürtüne-!
rek kımıldattıkları yuvarlak, yassı çakılla-'
n aydınlatıyordu. Bundan yüz kırk milyoı
yıl önce ortaya çıktığı saptanan bu ağaçla-ı
rın en eskilerinin bin yıllık olduğunu, gör-i
düğümüz yüz on iki metre yükseklikteki]
ağacuı Amerika'nın keşfinden yüzyülar ön-|
ce de yine bu akarsuyun çakıllarını gölge-|
lediğini, bugünkü gibi karacalarla sincap-
ların o zamanlar da kökleri eşelediklerinij
anlatıyordu rehber. .'
El ele yürüyor, ilk insanın doğa karşısın-j
da duyduğu korkuyla kanşık hayranlığaı
benzer o garip duyguyla ürperiyorduk. Par-I
kın tarihi, çevrenin doğabilimci John Mu-ı
ir'in sayesinde korunmaya alındığı, park-i
ta yaşayan kuş ve hayvan türleri artık ilgi-J
lendirmiyordu beni. Çünkü el eleydik ve ya-|
şayacak upuzun bir gün vardı önümüzde.
Kızılağaçların gölgesinde mutluydum. Mut-
luyduk. 1
Big Sur'u insanlardan çok önce bitkiler-i
le hayvanlann yurt edindikleri, onlardan:
önce de yağmunın, rüzgâria denizin, güneş-j
le ayın bu tepelere, yosunlu kayalara, her!
an yola yuvarlanmaya hazır bu iri taşlara
biçim verdiklerini, oriları yarattıklannı, eski
deyişle "halkettiklerini" düşünüyorum.
"Çocokluk yıllanmın gectiği Brooklyn
mahallesinin pis sokaklan ve enkaz yığının-
dan farksız izbeleriyle onümde açılan ba
okyanus ve dag manzarası arasıada bir iliş-i
ki kurmaya çabalıyorurn", diye yazıyor!
Henry Miller. "Tanımadığım kuşlan göz-;
lemliyorum, ömründe hayvan pisliklerini:
didikleyen serçelerie yolunu şasırmış birkaç
güvercinden başka kuş görmemiş olan beni
burada bir kartal ya da şahinin ya da türü-'
nü bilmediğim bir sineğin uçuşuna bakıyo-;
rum." i
Big Sur'da bir süre kalıp doğaya karış-
mak, bu sonsuzluğun bir parçası olmak is-
terdim. Ama yola devam etmeliyiz. Ömürj
biter yol bitmez. Hadi toparlanmamız ge-j
rek artık. Benim, yemek molası için dur-i
duğumuz Obispo'daki bu kahvenin masa-ı
suıdan kalkıp defterimi -Seyir Defteri'ni-r
toparlamam, seninse bir an önce direksiyo-'
na geçmen gerek. Görülecek ne güzel yer-.
ler, nice günbatımları var daha. Gundo-
ğumları, denizler, yeni ağaçlarla yepyenii
kentler, insanlar var. Evet, insanlar. Doğ-i
ru, ömür biter yol bitmez. Yeter ki bir men-'j
zile erişelim bu kez. ' ••
Haziran 1990 Kaliforniya
BITT1 " j
KURS DERSANE EĞİTİM
INGILIZCE
KENT'TE
ÖĞRENİLİR^m^^~ • Audio Visual Yöntem
^ ^ ^ ^ ^ ^ k • Sıcak, Uygar Bir Ortam
*
KENT
ENGLISH
1 Baharıye Cad
Reks Sineması Karşısı
Kadıköy-İST.
L Tel: 347 27 91-92
RYTHING START ENGLI.Shf
RAKGİRIN
ACT1VE ENGLISH
Devreter:
Hafta Sonu: 20 Ekim - Hafta Içi: 22 Ekim
MATHS A SCIENCE FOR COLLEGES
<Rtolojr/« hazviık)
KADIKÖY:34918 24-34918 25
ERENKÖY (KANTARCI): 359 30 68 - 363 77 86
Özellikle
AHATOLIAUPAIR
Programı Sunar
158 53 42-161 43 86 j
jşte Folklor;|Çafkaş>^'dan.
kayıtlar sürüyor
>E Onivereifesi
FET-CFE - GENEL İNGİLİZCE
Tüksek Standart Ekonomik Fiyat
UM'nin ÜCRETSIZ yurtdışı hizmetleri
AU-PAIR'llk (ing. aie yanında ame yardımcılığı)
KAMPLARDA öğrencilere çalışarak para
kazanma ve tngilizce gellştlrme imkanı
99
KADIKOY
349 18 24- 349 18 25
ERENKÖY (KANTAHCi)
359 30 68- 363 77 86
Devreler
Hafta Sonu: 20 Ekkn
Hafta Içi: 5Kasım
LISKUR^ ^ 4 f V
«
SURUCU
KURSUJ
way
to leam English
Başlangıç düzeyi.
Orta düzey. Ileri düzey.
Proficiency. Toefl.
Kurumlara özel dersler.
BESTsize Inailizcevi sevdirir, en iviöâretir.
Alı Samı Yen Sok. No.2 Kat 3-4 Gayrettepe 174 28 90 91
Buyık Surmelı Otelı karşısı
Dlle<*ölniz ortamda.
GüveniHr yöntemie
Kıso sürede.
Enuygun Ademe
kojullarıyla
YABANCIDİL
ÖGRENMEK
İSTİYORSANIZ
Lütfen bizi arayın.
1407387-1460165
Müzik,Coşku,Heye
ABHAZYA
DEVLET HALK DANSLARI
VE ŞARKILARI TOPLULüCU
YA1 . G O S T E R I
Tarih: 19.10.1990 Cuma
Saat: 21:00
: Cemal Reşit Rey
Konser Salonu
Saat: 19:30 - 20:30 arası
Tanışflia Kokteyti
Tarih: 20 10.1900 Cumariesi
Saat: 20:30
Yer. Uötfü Kırdar Kapalı
Spor Salonu
3. G O S T E R
Tanh: 22 10.1990 Pazartesi
Saat: 2100
Yer: Lûtfû Kırdar Kapalı
Spor Salonu
mİstanbul Bilet Satış yerteri: Vakkorama, Teksim Tel: 151 15 71, Suadiye Tel: 360 90 90 / AKM Tel: 151 56 00/254 /
Moda Sinemaa Kadıköy Tel: 337 01 28 /Galleria danışma Tel: 559 95 60
KİRALIK ODANIZ VAR MI?
Genç bir doktor, kiralık eşyalı
oda arıyor.
Tel: 571 56 09 - 571 05 48
FELSEFE DERGİSİ
1990/2-3 sayısı çıktı.
Ana tema: Dil ve Felsefe
Yazışma adresi: Moda Cad. No: 6/4 Kat: 1 Çakıroğlu 1$
Merkezi KADIKÖY Tel: 346 64 04