02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER olan ortaya çıkar, herkesçe benimsenir. Ama mikroskopların, teleskopların arkasında gene insanın iki gozü bulunduğuna göre, yanümapayını hep hesaba katmak gerekir. Einstein'in iki yardımcısı başka başka teleskoplarda gökyüzünü gözlemliyorlarmış, o sırada iki yıldız akmış. Yardımcılardan biri, bu olayın aynı anda olduğunu, öteki ise ikisi. arasında çok küçük bir zaman farkı bulunduğunu soylemiş. Einstein, "Isığm hızını göz öniıne alırsanız, ayn yerlerden yaptığınız bu gözlemde ikiniz de haklı olabilirsiniz" demiş. Burada bilimin onca duşkün olduğu nesnellik sarsılmaktadır sanki. Kısa kesmek gerekirse, sezgileri ile, tıpkı bir ozan gibi işe başlayan bilim adamı, artık yalnızca doğru olanın ardındadır. Ozana döndüğümüzde, çalışma sürecinin çok başka bir yol tuttuğunu görüyoruz. Burada çıka», şiiri konu edinmiş yazılanmdan birinde, ünlü Fransız ozanı ve düşünürü Valery'nin bir sözünu anmıştım... Şöyle diyordu Valery, "Şiirin ilk dizesi lanndandır, ondan sonrası matematiktir." Buradaki " t a n n " sözünü esin olarak yorumlayabiliriz; demek ozan sezgilerinin çevreninde esini yakaladıktan sonra, yöntemini matematiğe dayamaktadır. Belirtmeden geçmeyeyim, esinin ancak araştırıcıya geldiği gerçeği, bilim adamı için de, ozan için de doğru çıkmaktadır. James D. Watson, DNA yapısı uzerinde onca kafa yormasaydı, ikili sarmaİın esini onun yanına uğramayacaktı. Bu esinin doğruya yönelik olduğu neden sonra ortaya çıkmıştır. Öyle ki, hocalanndan biri, böyle dayanaksız şeyler uydurduğu için Watson'u dövecek bile olur. Ama deneyleme süreci susturucudur. lşte ozan böylesi bir susturuculuktan yoksundur, onun gerçeği bulmak gibi bir amacı yoktur ve bütün çalışması, dilde sürdürülen bir ayıklama evresi içinde didişmekle geçer. Neyi anyordur o? Bunu kesinlikle söyleyemeyiz, aradığının güzellik olmadığı besbellidir. Çünkü guzelliği aramak, onun bir yerlerde gizli olduğu inancını içerir. Oysa böyle "saklanmış" bir güzellik yoktur, onu sanatçı yaratacaktır. Valery'nin "matematik" sözünü biz burada "yapı" kavramı ile değiştirebiliriz. Ortaya, daha önce var olmayan bir yapı çıkacaktır, yepyeni bir dünyadır bu. lşte burada, esinlenmiş olan ozanın çahşması, kimi beklenmedik sözcüklerin saldınsına uğrar. Bu "saldın" oylesine şiddetli olabilir ki, ozan bunları sırası ile yakalamakta büyük bir güçlüğe uğrar ve umarsızlık icinde, bir "kayıtçı" durumuna bile duşebilir. Gerçeküstücüler (Breton) buna "otomatik yazı" adını takmışlardı. Breton 1 un Meksikalı arkadaşı Octavio Paz, "otomatik yazı"ya bir türlü inanamadığını yazmıştı; anlattığına göre, sonralan Breton da bundan kuşkuya düşmüş. Sözcüklerin (imgelerin) duzenli düzensiz akmasında, us nasıl olur da bir yana çekilebilir? Seçen, ayıklayan gene o değil midir? Usun tümden bir yana çekileceği inancından vazgeçme koşulu ile, ozanm kimi zaman böyle bir otomatizme girdiğini, sanırım, rahatça söyleyebiliriz. En şaşırtıcı imgeler böyle anlarda gerçekleşir. Ya da bütün imgeler için ozanın usla savaşması gerekecektir. Çünkü us, alışılmamışa hep karşı çıkar. Öyle ki, çalışma süreci içinde ozana başka bir us gerekir. Artık bilim adamının içinde bulunduğu durumdan büsbütün uzaklaştık. Ama yaratıcılık süreci bakımından, ikisinin de zaman zaman birbirine benzediğini yadsıyamayız gene de. Çünkü ikisi de dille uğraşmaktadır. Her bilim dalı, bir konu dilidir, orada yaratıcılık bu dili sarsmak, hatta değiştirmek anlamına gelir. Ozanla ne benzerlik! Bütün bu etkinlikleri, son çözümde, bir dil sorunu sayan yeni felsefeler (örneğin, Wittgenstein) ne kadar haklıdırlar! Felsefe ile şiirin çoğu yerde benzeşmesinin nedeni bu olsa gerektir. Çünkü şiir de, felsefe gibi, bir üst dildir. Bir ozanın bilimsel buluşların hikâyesinden duyduğu tat da bunu gösterir. Dil sorunu butun yaratıcıları bağlıyor. Buna görsel sanatlarla müziği katmakta ben hiçbir sakınca görmüyorum. Yeter ki, "dil"e verdiğimiz anlamda birleşelim. Jean Becquerel, elementlerin dönüşümü konusundan, fıziğin muzikle ilişkileri konusuna geçmiştir. 25 ARAL1K 1987 Miuâk ileFizik MELİH CEVDET ANDAY Bilimsel kitaplar okumayı eskiden beri severim; bunlardan özellikle doğa bilimleri ile ilişkili olanlar ayrıca ilgilendirir beni. Bu konulardaki buluşlann, bulguların nasıl gerçekleştirildiği, ortada benimsenmiş kimj bilimsel gerçekler dururken, onlarla yetinmeyip neden birtakım yeni araştırmalara kalkışıldığı sorunu elbette bunlann başmda gelir. Gençliğimde atom fiziğindeki patlama beni öylesine ilgilendirmişti ki, bu konuya ilişkin basitleştirilmiş kitaplan içer.gibi okumuştum. Bunlarda beni en çok çeken, "bilim adamı" nitemini hak etmiş kişilerin kafa yapılan idi; bu kafalarda yeni buluşlara, yeni bulgulara yönelik olan gücün doğası merakünı uyandınyordu. Çağımızdan kimi örnekler vereyim: Ünlü Fransız fizikçisi Henry Bacquerel x ışınları ile fosforış"ı olayı arasında bir ilişki bulunup bulunmadığı kuşkusuna neden düştü? Bu kuşku ona, uranyum tuzlarında radyoaktivite bulunduğu gerçeğini bulma yolunu açmıştır. Şaşılacak bir şey değil mi? James D. Watson'un DNA yapısını çözme yolunda ikili bir sarmal düşünmesi beni ne kadar heyecanlandırmıştı! (Bu buluş ona Nobel Ödülü'nü getirdi). Onu bu buluşa götüren bir esin miydi? Böyle ise nasıl bir esindi bu? Ve elbet kaçmümaz bir soru daha çıkıyor ortaya: Bütün ömrünü şiire adamış bir ozan ne diye bilimlerle ilgilensin? llgilenebiliyorsa, sanatlarla bilimler arasında nasıl bir ilişki vardır? Geçenlerde, pek de duzenli olmayan kitaplığımda elime geçiveren Andre Maurois'mn "Les illusions" (Yanılsamalar) adlı yapıtı beni yeniden bu sorular üzerinde duşünmeğe iteledi, çünkü kitabın konusu da yarı yarıya bu idi. Daha çok yaşam öykülerine, denemeye, tarihe meraklı olan bu ünlü romancının okuduğum bütün kitaplan belleğimde yer etmiştir. "Les illusions" ise ötekilerinden değişikti. 1958 yılında çağrılı olarak gittiği, Columbia Üniversitesi'ne bağlı Brookhaven Ulusal Laboratuvan nükleer araştırma bilginlerine üç konferans veren Andre Maurois, bu konferanslardan ikincisine şu hikâyeyi anlatarak başlıyor: "Nobel Edebiyat Ödüiu kazanmış olan ünlu Fransız ozanı SaintJohn Perse, Washington'da bulunduğu sırada (önemli bir diplomattı bu Fransız ozanı) Princeton'dan, Einstein'den bir çağrı alır, "Sizinle konuşmak istediğim bir konu var" demektedir Einstein bu çağrısında; karşılaştıklannda ise şu soruyu sorar, "Bir ozan nasıl cahşır? Bir şiirin idesi (Ne diyeyim, fikri, konusu diyemiyorum, hadi tasansı diyelim) nasıl gelir ona? Bu tasan nasıl geliştiriUr?" SainlJohn Perse, "Büyiik ölçıide sezgi ve bilinç dışı ile" diye yanıtlar ünlü bilim adamını. Buna karşıhk Einstein'in söylediği söz çok şaşırtıcıdır... Şöyle diyor, "Bilim adamı için de aynı şey. Bir buluşun, bir bulgunun mekanizması manuksal ve anhksal değildir. Bir anlık bir a\dınlanma, bir esinlenme, nerdeyse bir esrimedir bu. Elbet bunun arkasından us çözümler sezgi>i, deneyleme ise doğrular. Başlangıçta imgelem vardır." Demek usun ve deneylemenin işe karışması ile bilim adamının yolu sanatçınınkinden aynlıyor. Burada bilim adamı için önemli olan, yanılsamalan ortadan kaldırmaktır. Böylece o, calışmasının varsayımına varır, sonra da varsayımını denemeye girişir. Artık duyuların yerini araçlar alacaktır. Gözlemci araçlann arkasına geçecektir. Bir hekim, "Bu hasta kansızlıktan çekiyor" dediyse, bir başka hekim buna inanmayabilir, kesin sonucu kan araştırması verecektir. Böylece insan aklı için doğru PENCERE Dört Ayaklı Minare Nebi camiı önündeyiz. Çamurlu caddeden akıp giden kalabalık arasında şalvarlı erkekler, blucinli kızlar, kara çarşaflı, siyah peçeli kadınlara bakarken şaşılaşan gözlerim, üç beş adım sonra bir yaftaya takıldı: "Bilgisayarlı elektronik tartı..." Yoksul kılıklı çocuğa 50 kâğıt toka edip kaldırımın ortalık yerindeki tartının üzerine çıkarken çağ atladığmızı birden anımsadım. Diyarbakır Allahına kadar çağ atlamış; yurttaş artık "bilgisayarlı elektronik tartı" ile çamurlu kaldırımda kaç okka çektiğinı öğreniyor. Dostlar sordular: Kebap yiyelim mi? Yiyelim Oğle vakti yürüdük, dar sokaklardan geçtik, Şeyh Mehtar (Mutahhar) camii önüne geldik. özel bir cami bu, minaresi avlunun dışında sokak ortasına oturtulmuş. Ve dört ayaklı. Hangi usta yapmışsa, minarenin dört ayağını toprağa öylesine sağlam bastırmış ki yüzyıllar boyu nice fırtınaya, depreme, serüvene dayanmış. Dimdik duruyor minare, gökyüzüne fırlayacak bir füze kadar gizemli ve güzel... Kebapçıya girdik: Acılı mı? Acılı... Diyarbakır'ın yaşamı acılı, kebabı neden olmasın? Pencereden minareye bakıyorum; dört ayağını yere basmış, ama boşlukta yükseliyor; müezzinin tırmanacağı meıdivenin ilk basamakları nerede? O eskidendi, dediler, artık minareye müezzin gerekmiyor, şerefedeki hoparlörler yeterli... Bilimsel teknolojik devrim, müezzinleri şerefeye tırmanmak zahmetınden kurtardı; minareler işlevlerini yitirdi, şerefeler öksüzleşti. Artık hüzün egemendir minarelere; ezan elektronikleşti, kantar bilgisayarlı... Peki, çağ mı atladık? Minare merdivenlerinin sarmalından kurtulan yaşlı müezzinlere sormalı... Her aile bir kurban vermiş Dtyarbakır'da, konuştukça açılıyorlar; işkence edebiyatı zulmün siciline yazılmış; acılar ve hüzünler, polis tutanaklarında, mahkeme dosyalarında, sıkıyönetim belgelerinde devlet arşivlerine girmiş. Neler söylertiyor? "Oğlumun dışlerinı söktüler" diye anlatıyor birisi, "Abimden haber yok" diyor ötekı, diller cozülüyor: "Amcam cezaevinde öldü... Yeğenimi bir gece aldılar, getirdiklehnde tanınmaz durumdaydı, ayakta duramıyordu... Eniştemi döva döve ökjürdüler... Eşimi yok yere iki yıl yatırdılar... Bir ihban üç yıl ile ödedik... Karde&im sağlam girdi içeri, sakat çıktı..." İsmail Bey özetledi: Biz bölücü değiliz; ama devletin yurttası da sayılmıyoruz; biz vatandaş olmak istiyoruz." Bölücülüğü yapan kim? Yalnız birtakım örgütler mi? Devletin Anadolu'nun batısına ve doğusuna yaklaşımı eşit mi? Bölücü bakış açısı Ankara'dan kaynaklanmıyor mu? Gerçek bölücüler devletin içine yuvalanmış bağnaz kafalılar değil mi? Ülkenin batısını doğusundan ayırmak için bu yöreye yıllardan beri yatırım yapılmış, herkesin yüreğine ateş düşürülmüş. * Bir süreden beri "Cumhuriyet Kitap Kulubü"nün yurt çapında düzenlediği kültür etkinliklerine katılıyorum. Geçen hafla sonu Diyarbakır ve Ertjan/'deydim; iki gün, iki gece boyunca her sınıf ve katmandan dostlarla merhabalaştık; iki bine yakın yurttaşla tanıştım, Anadotu'da aydınlanma sürecinin yoğunlaştığını bir kez daha gördüm. Anadolu aydınları, dört ayaklı minaredeki gibi toprağa sağlam basıyorlar. Önümüzdeki yıllarda bu ekinin topraktan fışkırması kaçınılmazdır; ve Türkiye'nin geleceğini üçkâğrtçı kadrolann siyasetine göre hesaplayanlar şaşıracaklardır. ARADA BIR TURGUT tNAL Balıkesir Barosu Başkanı "Şartlar Müsait Değil"miş! Türkiye'de toplumsal ve siyasal gelişmeler için eksik olan demokratik kurumların getirilmesine karşı, düzen koruyucu çevrelerden hep aynı sesler yükselir: "Cemiyetimizin şartları müsait değil." Bu yanıt tarih boyunca sürgit söyienmiştir. Nitekim bu yanıt cumhuriyat yönetimini öntemek için verilmiştir, devrimlerimiz için soylenmiştir. 8u, çok partili yasam olan öemokrasi, grev, demokratlann affı, en sonunda mferandum konusu İçin "Hayır Kampanyası"m yürüten partinin bugünkü başı tarafından soylenmiştir. Oysa cumhuriyet için de hilafet için de demokrasi için de grev için de demokratlann affı, referandum ile kalkan yasakların affı için verilen bu yanıtta halkımızın ve ulusumuzun koşullarının elverişsizligi one sürülmüşse de, elverişsiz olan "kandi yarar dünyalan" dır. Nitekim yukanda sayılan demokratik olaylar ve kurumlar kabul edikJiğinde Nç de koşuHarda elverişsizttk doğmamıştır Topluluğumuz hiç de bu uygar kurumlar ve çağdaş fikirler ile uyumsuzluk göstermemiştir. Şimdi komünist parti için liderlerinin Türkiye'ye geldiklerinde de aynı sesin yükseltildiği görüldü. Hele yükselen sesler arasında, üst düzey yöneticilerinin bulunuşu yakışık almadı doğrusu. Vargı makamlanndan önce suçlamak, yakışık alır şey değildir. Bu durumlarda yeni siyasal partiler ve fikirler İçin klasik ve peşin suçlamalar terk edilmeli, yerini sosyalbilimsel ve demokratik fikirler almaltdır, dersek yanlış olmaz. Kişi suçluysa elbet cezasını görecektir. Türkiye'de şayet hassasiyet gösterecek konular aranıyorsa o kadar çok ki, saysam sayfalar dolar. Yine de birkaçı üstünde duralım. Türkjye'nin dört bucağında işkence hiç azalmayan boyutlarda ve bu cüay bugünkü yargı sistemini adeta zorlarken, bazı cezaevierinde, şeriat dersleri verdirilirken, Türkiye'de yazarlann kitaplan piyasada serbest satılıp dağıtılabiliyor, ama bu kitaplar, fanatiklerin isteğiyie kimi kurumlara sokulmuyorsa, yine devieti yonetenler bu konu uzerine eğilmelidir. Bugün Türkiye'de güvenlik soruşturması ve polis sistemi o kadar salgın haline gelmiştir ki, devlet kendi polisini, yargıcını ve savcısını dahi fişler durumdadır. Devletin yargı gücüne ve kararianna itibar edilmeyerek, adli sabıkayı bırakarak bu yola gitmenin hukuk devletinde yeri, izahı yoktur. Olamaz. Yurttaş çaresiz, bezgin, küskün, güçsüz duruma düşürülmemeli. Güçlü olan, yasa ile daha da güçlendirilmez. O zaman terazinin kefesi işkenceye ve zulme kayar. Bugün Türkiye'de son üç yıl içerisinde 300'ün üzerinde yasa gücünde kararname çıkanlmıştır. Medis topiantı halinde veya toplanması her an mümkün iken, Meclis dışlanarak, hükümet kanun kuvvetinde karamameler çıkarmaktadır. Ülkenin yönetimi, cumhuriyete ve demokrasiye dayandırılmışsa, o ülkede en zor koşuHarda dahi kanun kuvvetinde karamameler çıkanlmaz. Yasalar Meclisten geçer, Mecliste enine boyuna müzakere olur, enine boyuna kamuoyunun bilgisine ve önerisine açılır. Hatta burada sadece Meclisten yasa çıkması da yeterli değildir. Kaş göz arasında kaçırarak ve gizleyerek, adeta kapı arkasına saklanarak, gece yarısı yasalarına da meydan verilmez. Bugün Türkiye'de seçimle iş başına gelenlerin değeri yoktur. Şehirdeki belediye meclisi, illerdeki il genel meclisi ve Büyük Millet Meclisi, protokolde ilk sıralardan geriye itilmişlerdir. II ve ilçelerde belediye başkanları, vali ve garnizon komutanlanndan sonra gelir. II genel meclislerinin ve belediye meclislerinin kararlan ve bütçeteri vilayet ve bakanlık onayına terk edilmiştir. il meclislerinin başkanları validir. Oysa seçim öndedir. Tayin edilen memur, seçilenin önüne geçemez. Tayin edilen vali, belediye başkanını kabul edemez. Demokrasiye inanıyorsak, seçim ile gelenler tayin ile gelenlerin ardında bırakılmamalıdır. "Basm hürdür, özgürdür, sansür yoktur. Basın gözbebeğimizdir. Basına şöyle saygılıyız, böyle saygılıyız" demek marifet değildir. Bunlar boyalı reklam malzemesi, vitrin laflarıdır. Yonetenler demokrasiye, kamuoyuna saygılı iseler, basına ve onun araç ve gereçlerîne, baskı, dizgi, haberleşme aygıtlarıyta tüm baskı yeniliklerine, vergisiz, gümrüksüz, uzun vade kredili ve faizsiz ve daha sonra da düşük faizli olanak yaratmak durumundadır. Tüccar, sanayici ve holdingler için kurulan fonlardan, kurtarma operasyonlarına harcanan paralardan, affedilen vergi ve sigorta cezalannın binde biri bile, basının maddi gereksinmelerini çözmeye yeter. Bugün dilekce verme, yurttaşlann direnme hakkı, toplantı ve gösteri yapabilme olayları, kongre, konferans düzenleme olayı büyük beceri ve cesaret haline gelmiştir. Bir baro başkanının, yurtdışına mesleksel bir konferans için dahi gidebilmesi, yuıidışından, bir konferansçının yurda çağnlmasının zorluklan hep meydandadır. Gerçek bir demokrasinin işlerliğini sağlamak istemeyenlerin ağzındaki "Koşullar müsait değil" sakızı, ne zaman çürüyüp atılacak? Doluca sayın halkımıza, 1988 yıhnda mutluluklar diler... Yeni yılı ANTİK 1981 Kırmızı ile karşılayınız.. Doluca'da şarap geleneği ile modern teknoloji yan yana! Doluca; bilgisi. teknik gücü ve 60 yılı aşkın deneyimiyle, şarapseverlerin hizmetinde olmaktan lavançlıdır. DOLUCA "yıllar boyunca" Coşkuyu, acıyı. dırencı. umudu turkulerue yaşamak RAHMİ SALTUK'un albumu ve kasedı YARDIM EDİNİZ Kemaliye yangırı felaketi için kaymakamlıkça açılan hesap numarası: Kemaliye Ziraat Bankası 304/371 SMTW fiak ve Kasetplk Tic San L!d S» ÇIKTI! DINLEYIN. ÇOK SEVECEKSINIZ Biıiclk kızımız Imç 5 Blok No 5661 JNKAPANIISTAN8UL Td 513 29 75 ÇAĞDAŞ YAYINLARI doğduğunu dostlara duyururuz. ZERRİNStNA KOLOGLU YAŞAR OKÇUOGLU Yiğit işçi önderi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde kalbine sıkılan kurşunları unutabilir miyiz? Öldürülüşünün 7. yılında saygıyla anıyoruz. Arkadaşlan adına MEHMET KAYA Dhan Selçuk AURIZA BİNBOGA'nın Yenikaseti ÇIKTI ^ Sosyal demokrat/demokratik sol hareketin Berlin'deki örgütlenmesine unutulmaz katkılarda bulunan HDB (Halkçı Devrimci BirliğiBerlin) Onur Başkanı, inançlı insan, arkadaşımız, dostumuz; TEŞEKKUR Değerli varlıgımız Yttksek Mühendis NEŞET KAPLAN'ı kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz. Onu unutmayacağız. HDF (Avrupa Halkçı Devrimci Federasyonu) Merkez Yönetim Kunılu HDBBerlin Yönetim Kunılu Ercan Karakaş (HDF eski Genel Başkanı) \AKUP ŞAUL İZER'in cenazesine iştirak eden, çelenk gönderen, çelenk yerine hayır kurumlarına teberruda bulunan, mektup, telefon, telgraf ve bizzat evimize kadar gelerek acımızı paylaşan tüm akraba, dost ve arkadaşlanmıza sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. ZIVERBEY KÖŞKÜ 1500 lira (KDV içinde) TAYLAŞMAK NEGÜZEL" Genel Dağıtım UZELLİ PLAK I M Ç 6 Blok No 6325 Tel 5134303^ Hal Tüm Sevdahr \Ah Rıza Rnboğa Kundaktakı Bebekten, Hayaf boyu Saçınt Supurge E(mış SeugıJı Ana/anmıza Kadar Herkesm Turkusunü Va^dım ve So\,!edım ^, [M EŞt: LEMAN FANİ İZER EVLATLARI: BELKİSPİNHAS HALFON Çağdaş Yayınlan, Türkocağı Cad. 39/41 CağaloğluİST
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear