23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER yasayı benimsemesi başka şeydir, bu yasanın ve dayandığı hukuksal değerlerin toplum katmanlarınca benimsenmesi başka şeydir. Birincisi, devrimci bir kararın yasama yoluyla resmileştirilmesidir. tkincisi ise, bu resmileşen olgunun bir zaman sureci içinde topluma ulaştırılması, daha doğrusu benimsetilmesidir. Başarı bu sürecin kısa tutulmasıyla ölçülecektir. Türk hukukçusunun görevi işte bu noktada önem kazanmaktadır. Çünkü Türk hukukunun yakın amacı, toplumu ve uygulamayı, toplumun çok ilerisinde bulunan yasaların düzeyine ulaştırmaktır. Yasalan toplumun düzeyine indirmek değildir. Toplum katmanlarında şimdilerde bile uygulanan eski hukukun, yeni hukukla bağdaşmayan kalıntılarını silmek, hukuk çokluğuna son vermek gerekir. Toplum, benimsenen yasaların çizdikleri ideal toplum tablosuna doğru yöneltilecek ve götürülecektir. Öyleyse Türk hukuk devriminin toplumu biçimlendirme parolası şudur: "Yasaya doğru". Bu devrimci bir tutumdur. Nitekim bu amaç, Türk Yurttaşlar Yasası'nın (T. Medeni Kanunu'nun) niçin benimsendiğini açıklayan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un yasayı sunuş yazısında açıklanmıştır. Gönilüyor ki, Türk hukukçusu, evrimcilikle yetinemez. Onun toplumu kısa sürede yeniden biçimlendirme gibi devrimci bir görevi vardır. Gelişmiş toplumlarla ülkemLz arasındaki birkaç yüzyıllık arayı kapatmanın başka yolu yoktur. YASA TOPLUM İLİŞKİSİ Buna karşılık, yasalarını benimsediğimiz Batı'da toplumla yasa, yasanın benimsendiği sırada ayru çizgidedirler. Yasa o anda toplumda yaşanan hukukî değerleri resmileştiren bir belgedir. Yayımlandığı gün, bir bakıma eskimeye, yetersizleşmeye, durmadan ilerleyen ve gelişen toplumun gerisinde kalmaya başlar. Böyle bir toplumda hukukçunun görevi, gelişen toplumun gereksinmelerini karşılayacak biçimde gelişmeci bir yorumla hukuku uygulamak, yasanın toplumla yan yana yurümesine özen göstermektir. Böyle bir toplumda ister istemez parola şu olacaktır: "Yasanın ötesine, yani topluma doğru". Bu evrimci bir tutumdur. Bu şematik karşılaştırma Türk hukukçusuna düşen ağır görevi vurgulamaya yeter sanırım. Türk hukukçusu, her şeyden önce devrimin kaçınılmazlığına inanmalı ve bu inançla, Batılı değerlere dayalı hukuku, Batı'daki biçimiyle ve yorumuyla uygulamaya aktarmalıdır. Bu konuda ilkelerden verilecek en küçük ödün, o hukuku yozlaştıracak, toplumda henüz yasamakta olan dinsel, geleneksel ve Batılı hukuk UçlUsüne bir dörduncüsünü ekleyecektir. O da, Doğuluca yozlaştırılmış, ne Batılı ne de Doğulu olmayan bir hukuktur. Bu yozlaşmadan kurtulmanın biricik yolu, Batılı hukukun; gerisinde 2500 yılhk bir hukuk birikimini saklayan büyük bir sistem olduğunu unutmadan, hukuk kurumlarını uygulamaya aktarmaktır. Her hukuk kurumunun, normunun, Batı'da yaşadığı tarihsel evrimi gözetmek, felsefî özünü kavramak için, dikey boyutuna inmek, onu kuramsal temellendirmesinin ışığında değerlendirip uygulamak gerekir. Bunu çok iyi sezinleyen Atatürk, 1 Kasım 1925'te hukuk devriminin, "yeni hukuk ilkelerini alfabesinden okumaya başlayan yeni hukuk kuşağıyla başarılabileceğini" söylemişti. ÖZSUYLA BESLEMEK GEREK O'na çok şey borçlanan bizim kuşakların bu konuda başarüı olduklannı söylemek güçtür. Bunun başlıca nedeni, Cumhuriyetin başında alıntı yasaların hemen ardından başlatılan, Batılı hukukun özünü aktarıcı çeviri etkinliğinin aynı coşkuyla sürdürülmemesidir. Uygulama, özellikle ceza adaleti alanında Batı'nın çok uzağında kalmıştır. Şu bilince ulaşmak ve bir an bile unutmamak gerekir: Batılı yasaları almak, binlerce yıllık bir hukuk birikiminin yalnızca meyvelerini toplamak demektir. Ağacın asıl kök ve gövdesi orada kalmıştır. Eğer hukuk devrimini, bu ağacın özsuyuyla beslemezsek, Atatürk'ün "haraseti fikriye" dediği kültürel aşıyı topluma ulaştırmamız olanaksızlaşacak, hukukumuz köksüzleşecektir. Bunu başarmanın tek yolu, " e n gerçek yol gösterici olan" çağdaş hukuk bilimini, felsefesini bütunüyle, dikeylemesine algılamaktır. Altmış yıllık uygulamayı değeıiendırdiğimizde bu ana damarı yakaladığımızı söylemek bize güç görünmektedir. Kuramsal temeli sağlam ve saydam bir hukuk sözlüğü oluşturduğumuz, makro boyutlu ön kavramlarda bile uzlastığımız kuşkuludur. Bu acı gerçeği kabullenirsek işimiz kolaylaşacak, hukukî arızanın nereden kaynaklandığını bulmuş olacağız. Fransa'da bir yargıç Littre sözlüğü için "altıncı temel yasa, mecelle (code)" demiştir. İçinde bulunduğumuz durumu gözeterek oluşturacağımız böylesi bir hukuk sözlüğünün ben, bizim için "birinci temel yasa" olduğunu söylemek yürekliliğini göstereceğim. Köklii bir ceza adaleti reformunu gerçekleştirmek zonındayız. Türk hukukçusu her şeyden önce hukuk devriminin kaçınılmazlığına inanmalı ve bu inançla Batılı değerlere dayalı hukuku, Batıdaki biçimiyle, yonımuyla uygulamaya aktarmalı. Adalet Bunalımı ve Biz Dr. İur. SAMİ SELÇUK PENCERE 4 TEMMUZ 1984 5 Bütünleşmek!.. Bugün Türkiye'de 6 siyasal parti var. Bunlann 3'ü parlamento dışında, 3'ü parlamentoda. 6 Kasım 1983 genel seçımlerine parlamentodaki 3'ü katılabilmiş, parlamento dışındaki 3'ü katılamamış. 6 siyasal partiden hiçbiri genel kongresini yapamamış. 6 siyasal partiden biri ANAP, "büyük seçim zaferi" kazanmış, hükümetini kurmuş; birinci yılını doldurmuş; ama genel kongresini yapamamış. 6 siyasal partiden ilk kez birisi SCDEP, iki gün sonra genel kongresini yapacak, Anadolu'nun her yerinden gelen delegeler yönetimi behrleyecekler ve parti, partileşme yolunda ilk adımını atacak. Bu durumda hiç kimse Türkiye'de siyasal partiler ortamının doğal olduğunu söyleyemez. Olağanüstü koşullar içinde bulunduğumuz kesin... Olağanüstü durumlarda toplumu saran gerilim, kişıleri de sertleştirir; insanlar akortsuz keman yayına dönüşür; otoriteye karşı çıkamayan aydınlar kendi aralannda ağız dalaşına girerler; bireycilik elle tutulurcasına yoğunlaşır; siyasette hırçınlaşma, birlikte olmalan gerekenleri birbırinden uzaklaştınr... Egemen çevreler de solu parçalamak için ellerinden geleni yaparlar. Serinkanlı ve sağduyulu yaklaşımların zorlaşması bugünkü Türkiye'de şaşılası bir şey değildir; ama zengin deneyimlerden geçmiş liderlerin, önderlerin, öncülerin, politikacıların bu tuzaga düşmeleri bağışlanabilir mi? Yumuşak, hoşgörülü, bütünleştirici olmak başarı kazanmak için ilk şart değil mi? Türkiye'nin yeniden çok partili yasama açılışında kimi göstergeleri göz ardı edemeyiz. 6 Kasım 1983 ve 25 Mart 1984 yerel seçimlerinde bir eğilim çarpıcı blçimde saptandı: Koşullar ne olursa olsun, sol kesim politika yaşamına ağırlığını koymak istiyor; çünkü siyaset yapmadan varlığını duyurmak, ya da varolmak. soldaki toplumsal guçler için olanaksız görünüyor İlde, ilçede, bucakta, köyde ayaklarını toprağa dayamış ve çeyrek yüzyılın birikimiyle donanmış öncüier. yerel hayatı kapsayan olaylarda etkinleşmekten geri duramıyorlar. 6 Kasım 1983'te Halkçı Parti'nin onca olumsuz koşullara karşın yüzde 30 oranında oy alarak parlamentoya girmesinin kuşkusuz gerekçesi canlıdır. * 6 Kasım 1983'te HP'ye yüzde 30 oranında oy veren seçmenin, 25 Mart 1984'te SODEP'e oylarını yüzde 22 oranında kaydırması da ders alınacak bir olay değil mi? Kim bu şaşırtıcı sonucu görmezıikten gelebilir? Şimdi parlamentoda 117 milletvekiliyle bir HP var. Bu 117 kişinin içinde ve partinin Meclis dışındaki kadrolarında aydın ve namuslu kişilerin varlığını kimse yadsıyamaz. Ülke düzeyine yaygın SODEP örgütünün çoğu tanınmış önder ve öncüleri, yurtsever ve deneyimli ınsanlardır. Bütün bu insanların sol kesimdeki örgütsel bölünmüşlüğe bir son vermeleri gerekmiyor mu? Bu soruya kâğıt üzerinde hemen yanıt vererek "evet" demek kolaydır; ama politika yaşamında bu yanıtı yoğurmak çok zordur. Siyaset sanatını iyi bilen birilerinin bu işi kotarmak için kollannı sıvaması gerekiyor. Ne var ki politikada öncelikleri ve sonralıklan ayırt etmek önemlidir. Önce SODEP Kurultayı yaşanmalıdır. Çünkü egemen çevreler, SODEP içinde çatlaklar ve hizipler yaratmak için seferberliğe sıvanmış görünüyorlar. SODEP bu tuzağa düşerse, kendi içinde bütünleşemeyen bir partinin solu nasıl derleyip toparlayacağı sorusu gündeme girer. Yumuşak, serinkanlı, sağduyulu olmanın gereği böytece büsbütün ortaya çıkmıyor mu? Klasik anlamdaki bireyciliği günümüzde savunanların sayısı gittikçe azalmaktadır. Çeşitlemeleriyle sonsuza uzanan, beynin çevrenine sığmayan insan gereksinmelerini ve çıkarlannı, en az kayıp ve sürtünmelerle gidermeye çalışan, uzlaştıran ve dengeleştiren bir hukuk anlayışı egemen görünmektedir bugün. Gerçekleştirmek istediği bu amaçlar açısından hukukun toplumsallaşma çağında yaşadığımız belirtilmiştir (Pound). Ne var ki, cezaî ve hukukî uyuşmazlıkların azaldıkları ileri sürülemez. Tersine çoğalmaktadırlar. Aramızda yargıyla ilgisi olmayan kimse yok gibidir. Güniimüz insanının yaşamı gittikçe "yargısallaşıyor". Oysa hukuk, düzen demektir. Uyulduğu sürece bu diızen elbette sarsıntısız yüruyecektir ve yürür de. O yüzden, uyuşmazlığm, hukukun sağlıkh değil, hastalıklı yanı olduğu söylenmiştir (Charbonnier). Gerçekten eğer bir yerde uyuşmazlıklar artıyorsa, içimizden birileri, hukuka karşı direniyorsa, bu birilerinin sayısı günden güne çoğalıyorsa, şu tanı (teşhis) yanılgılı olmayacaktır: Yürürlükteki hukuk, barış için yetersiz kalmıştır. KÖKLÜ BİR CEZA ADALETİ REFORMU Konuya salt ceza adaleti açısından yaklaşıldığmda, durumun hiç de iç açıcı oimadığı gö rülmektedir. Yüzyıhrruzın başında Andre Gide, yargı "makinesinin gıcırtılannın gittikçe korkunçlaşmasından" yakınıyordu. 1951'de Albert Camus, tasarlamalı (taammütlü) ve kusursuz mantık cinayetleri çağında yaşadığımızı, canilerin artık aşk özrüne sığınmış dünkü silahsız, acemi çocuklar olmayıp olgunluk dönemlerini yaşadıklarını vurguluyordu. Bu alarm çtğlıkları yalnızca adalet üzerine kafa yoran düşünürlerden ge'memektedir. Cezacılarca da paylaşılmaktadır. 1910'da Rene Garraud, yargıçların; adaletin olusturulmasında yeri doldurulmaz bir değer taşıyan sorumluluk düşüncesine olan inançlarını yitirdiklerini; insanı korkutmayan ve iyileştirmeyen özgürlüğü bağlayıcı ceza karşısında, verdikleri cezaların yaranna inanmadıklarını yazıyordu. Aynı yıl Rennes Ceza Hukuku Kurultayı'nı acarken yaptığı konuşmada Emile Garçon, yargıçların, suçlulann karanlık kişilikleri karşısında, kararlannın adalete uygunluğundan ve verdikleri cezaların etkililiğinden kuşkulandıklarıru söylüyordu. 1922'de Seçmeci Okulun öncülerinden J.A. Roux, ceza adaletinin "gündemdeki tedirginliği" üzerine uzun uzun yazıyordu. Onca mürekkebe, göz nuruna karşın, 1971'de suçbilimci (kriminolog) Pinatel, suç üreten (kriminojen) toplum dan, suç patlamasından, suçluluğun meydan okumasından yakındı durdu. Bu karamsar göriinümün bildirisi kuşkusuz şudur: tnsanlık evrensel boyutlu bir ceza adaleti bunalımıyla karşı karşıyadır. Ceza hukuku bu bunalımı çözememistir. Bilimdeki yansıma yasasının gereği olarak, bu yetersizlik ve bunalımdan en çok payını alan ülkelerden biri de elbette gelisen Türkiyemizdir. Bunu anlamak için, birkaç yıl öncesini anımsamak yeterlidir. O yılları yeniden yaşamamak için, köklü bir ceza adaleti reformunu gerçekleştirmek zorundayız. Bunun hazırlıklan her ülkede olduğu gibi bizde de yaşanmaktadır. Ancak bundan önce, reform stratejisini saptayabilmek için konumumuzu iyi belirlememiz gerekir. BAŞARI, SÜRECİN KISALIGINA BAGLI Burada ilk gözetilecek olgu, Türkiye'nin köklü bir hukuk devrimi yaptığıdır. Öyleyse Türk hukukçusu ikili bir görev karşısındadır: Hem yukarıda değindiğimiz evrensel boyutlu bunalımı aşmak ve hem de hukuk devriminin gereklerini yerine getirmek. Hukuk devrimiyle Türk toplumu, dinsel değerlere dayalı göksel ve tanrısal yasaları bırakrruş, laik değerlere yaslanan akılcı ve beşeri yasaları benimsemiştir. Ancak yasama organının bir EVET/HAYIR İnsanlarımız pek meraklıdır. İki söz etmeyegörün bir yanınızdaki iie hemen başlarlar sormaya, nerelisin, necisin, kimsin, ne iş yaparsın? Sanki savcılıkta sorguya çekiliyormuş gibi olur insan... ille de laf açacaklar, 'bugün hava sıcak' yada 'yolculuk nereye?' ya da daha başka bir sözle girişecekler. Yanıtlasanız, bu kez başlayacaklar sorgulara. En iyisi susmak, elinizdeki kitabı, gazeteyi okumaya dalmaktır. Yine de duramazlar, ne okuduğunuzu anlamak isterler; niye okuyor, neden çevreyi seyretmiyor da bir şeyler okuyor? Daha çok kuşku çekersiniz üstünüze!.. Öyte 'ciddi' kitaplar almam yanıma kısalı uzunlu yolculuklarda... Herkesin elinde çıplak kadın resimleriyle dolu gazeteler, dergiler, güldürücü yayınlar, elbette kı 'hafif, 'eğlendirıci' şeyler okuyacaksın!.. Derten otobüsün videosunda bir Kemal Sunal filmi başlar. Her filminde, 'aşağı tabaka' diye horgörülen kesimden bir kahraman vardır; Kemal Sunal ya köylü olur, ya kapıcı, ya işsiz güçsüz biri. Ama kurnazdır, akıllıdtr, ne yapar ne eder zengin olur, üste çıkar, başkalannı ezmeye başlar! Bu kez ince bir kitapçık var yanımda: Süleyman Bulut'un 'Vfergi, nükte ve fıkralanyla Hüseyin Cahit Yaiçm'\. Haslet Soyöz resimlemiş... Böyle minik kitaplar en iyı yol arkadaşıdır. Kemal Sunal'dan gözümü aldıkça ki bu epeyce zor, çünkü çın çın ötüyor sesi otobüs içinde! kitabımı okuyorum, yer yer de çiziyorum. Yanımdaki genç adam eğildi, "Kim bu Hüseyin Cahit" dedi. Adına kitap yayınlanmış, demek ki önemli biri! Ama kim? İstersen yanıtlama da kuşkusu büsbütün artsın. Pencere yanında oturmuş, şoförün üstündeki videoyu rahatça göremiyor, sağa sola bakıyor, "Siz benim yerime geçseniz" dedim. Kalktık, yer değiştirdik. Ama sorusunu unutmamış: "Kim bu adam?" dedi. Kapakta Yalçın'ın resmi var. "Bir gazeteciydi, bir yazardı" dedim. "Öldü şimdi." Daldı gitii Kemal Sunal'ın şarkısına... Evet, şarkı da söylüyor Sunal, hatta ünlü bir şarkıcı bile oluyor! Neyse, ben kitabı okuyorum: Bir gün Hüseyin Cahit'e sormuşlar: "Çocukluk anılannızı anlatır mısınız?" Şu yanıtı vermiş: "Ben en büyük çocukluğu büyüdükten sonra yaptım, siyasete kanştım." Kitapta Yalçın'ın yaşamöyküsü, yapıtları, konuşmaları var. İlginç bir yaşam sürmüş Yalçın. Ittıhat Terakki'nin ünlü kişisi; sonra Cumhuriyet döneminin düşünürü, İnönü döneminin basyazarı, 1950'den sonra daengüçlü muhalefetsözcüsü... O kadar ki, sekseninde tutuklanıp hapse bile girdi. Zaten yaşamında tutuklanmalar, surgünler pek çok olan bir kişi... 31 Mart olayında ölümden kurtulan yerine başka biri öldürülmüştü ona benzetildiği için bir ateşli yazar... Kitapta ilginç öyküleri var Yalçın'ın: Bir gün Ziya Gökalp'le birlikte Ankara'nın Viranbağı'na gitmişler. Gökalp'ın kızı ortadan kaybolmuş. Babası da kızını "Hürriyet Hürriyet nerdesin?" diye aramaya başlamış. Yalçın acı bir gülüşle, "Ziya Bey hürriyetin kaybolduğunu galıba yeni fark etti" demiş. Alman İmparatoru II. Wilhelm İstanbul'a gelişinde Yalçın'la tanışmış. O sırada Yalçın, 'Tanin' adlı gazetesini yayınlamaktan vazgeçmiş. Neden gazetecilikten vazgeçtiğini sormuş. Yalçın, "Toplar gürlerken gazeteciler susar" demiş. Daha daha sonraları bir yazısında bu görüşünün pek de doğru olmadığını belirtmiş, 'niye' demışler, yanıt şu: 'Toplar gürlemediği zaman da gazetecilerin susturulduğunu gördüm de ondan..." Başka bir öykü: Yalçın, Tanin'dekı odasında oturmuş yazı yazıyor, ama bir türlü bitiremiyor. Oradaki bir dost bakmış ki yazar oflayıp pufluyor, Ne o, ilham perisıyle aran mı açık?' demiş. Yalçın ilan tahtasında asılı şunları yazmak yasak', 'bunları yazmak yasak' yazısını göstererek: "İlham perisıyle değil, ama ilham polisiyle, öyte" demiş... Bir gün ona kızan biri: "Anla.Tiıyorum niye böyle düşünüyorsun?" diye çıkışmış. Yanıt: "Ne var anlamayacak, başka türlü duşünemediğim için..." Otobüs gıdıyor. ben okuyorum. Yanımdaki dalmış filme, benimle ilgilenecek hali yok. Ne iyi ne iyi! Bazen sorarlar, "Ne iş yapıyorsunuz?" 'Gazeteciyim, yazarım' diyemem, 'muhasebeciyim, ya da emekli ilkokul öğretmeniyim' yanıtını veririm. Bu kez de muhasebeyle, öğretmenlikle ilgili sorular başlar ki sonunda apışır kalırım! Yalçın'dan bir fıkrayı daha sunsam mı size: İstiklâl Mahkemesi önündedir. Savcı idamını ister. Hüseyin Cahit Yalçın sandalyesinden şöyle bağırır: "Böyle bir mahkemede yargıç olmaktansa mahkum olmayı tercih ederim..." YalçııVı anımsamak OKTAY AKBAL »UŞUN adnan cemgil • afşar timuçin • ahmet cemal • arslan başer kafaoğlu • asım bezirci • bedirhan toprak • can yücel • cevat çapan • enver ercan • erdoğan alkan • eser yalçın • ferruh doğan • gencay gürsoy • hasan i. dinamo • hür yumer • ilhan selçuk • kerem cankoçak • mehmet refik • memet fuat • muzaffer uyguner • nesrin arman • onat kuttar • ömer canatan refik zerengil • remzi inanç • selahattin bağdatlı • serdar çeltk • server tanilli • seydali • seyyit nezir • süreyya berte • tan oral • tomris uyar • uluğ nutku • üikü tamer • veysel çolak • veysel öngören • zeynep özkan • dylan thomas / emil habibi / nicolas guillen pablo neruda / paul eluard / walt whitman GALERİLER B79 YH.I CHA PL467 T€0BR tfmRMCA SİGARA SAÛLIĞA ZARARUOR DE YAYINEVI 528 66 29 Vılayet Han 205 Cağaloglu IST AEDPA ş«ra( Akdlk GARANTİ BANKASI YONCA SANAT GALERİSİ EVLER İSMAİL AĞAN Resim Sergisi 25 Haziran 1984 9 Temma 1984 Teşvitoye Cad fto 141 NIŞANTASI Avnl Arba* Namık Bayık Faftretttn Baykıl Muattar B»k»m Cttut Burak Gurdal Duyar »•tta Edratnıt Leyla Gunsız Hshnol Gurt»y ıtocdet Kalay Fıkrai Kolv«n« NHgunOngm Raun Burtum Uygur Masut Ulda* Ya«ar Y*mc*ll Nannl Yılmar H«M*yin Yuc« Katral Yük*al*ngıl H u s m Gerede Cad 126 Tesvıtay: MeyOan Tel 141 27 11 OKTAY AKBAL Satışıaki Oyku kıtapları: Eski ve yıpranmış tabloîannız değerlendirilir, satm alınır. Maçka Cad 73/1 Teşvikiye / istanbul Tel: 148 22 35 I I3JİRESIM IOİONARIM ISİAAERKEZİ TÜRK HAVA YOLLARI A.O.'dan Ortaklığımızın Yeşilköy Yer Teçhizat Atölyesinin tesis ve tevsii işleri, kapalı zarfla teklif alma usulü uygulanmak sureti Ue yaptırüacaktır. Anılan işlerin toplam tahmini keşif bedeli, 15.211.249.40 TL. olup, konuya ilişkin geçici teminat tutan 608.450. TL.'dır. Kapalı zarf Ue verilecek teklif mektuplan, en geç ihale tarihi olan 19/7/1984 perşembe gunü saat 14.00'e kadar İstanbul, Şişli Abidei Hürriyet Cad. Vakıf tş Hanı B Blok Kat. 3 adresinde bulunan THY A.O. Alım Satım Kunılu Başkaniığı'nda bulundurulacaktır. Anılan gün ve saatten sonra elden verilen veya posta Ue gönderilen teklif mektupları kabul edilmeyecektir. Şartnameler yukanda yazıb adresten sağlanır. Tahmini keşif bedeünin üzerindeki teklifler değerlendirmeye ahnmaz. Şartnamede istenen bilumum belgelerin aslının veya noterden tasdikli suretinin verilmesi gereklidir. Ortakhğunız 2886 sayüı Devlet İhale Yasası'na bağlı olmayıp, anılan işleri yaptınp yapürmamakta tamamen serbesttir. ^^^ Be> kitap birarada 5. Baskı, 450 TL. Tekın Yayınlan Yenı Vıklt I. Baskı Cem Yayınlan 200 TL. ÖNCE EKMEKLER BOZULDU, AŞKSIZ İNSANLAR, BIZANS DEFİNESİ, BULUTUN RENGİ ve BERBER AYNASI DÜŞ EKMEĞİ URART SANAT GALERİSİ CanGöknil & ı i. ı pjzdrnarıçj Mehmet Zaimovic Resim sergisi • 22 Haziran 15 T M H M Z 1984 BernaTıiremen 21 ha?iran 11 temmuz'84 9 SMMTMUMM * ionok Resim Sergisi Karma Yaz Sergisi 3 T m u 4 E t l e m z 1 yü Nıspetıye Caö 44/2 Etıler Tel 165 19 35 ıevdetpasacad.^S l.bebcklb1) S^S^ ••^^^•m^H en oaleri
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear