02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 Ağustos 2017 Çarşamba Akademi 11 Her dönem baskıya ilk maruz kalan Mülkiye’de KHK’lerin ardından düzenlenen tepki toplantılarından biri. >> konumuna sürükleyen yükseköğretim yasasını çıkardılar. 12 Eylül darbecileri kamu kurumlarını “aşırı cereyanlardan” korumanın/arındırmanın yolunu kamuda çalışan “komünistler”in tasfiyesinde görüyordu. Tasfiyeler için ilk yasal düzenlemeyi 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası’nda yaptılar. 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası’nın 2. maddesinde yapılan (19 Eylül 1980’de 2301 sayılı yasa ve 28 Aralık 1982 günlü 2766 sayılı yasa) değişiklik şöyledir: Sıkıyönetim Komutanlarının bölgelerinde genel güvenlik, asayiş veya kamu düzeni açısından çalışmaları sakıncalı görülen ve hizmetleri yararlı bulunmayan kamu personelinin (...) görevden uzaklaştırılması veya işlerine son verilmesi hakkındaki istemleri derhal yerine getirilir. (...) Bu şekilde görevlerine son verilen kamu görevlileri ve işçiler bir daha kamu hizmetlerinde çalıştırılamazlar. l 1402’likler Bu değişiklikle, sıkıyönetim komutanlarına, kamu görevlilerini ve kamu işçilerini, üniversite öğretim elemanlarını görevlerinden uzaklaştırma yetkisi verildi. Yetkili komutan, çalışanın kurumuna hiçbir gerekçe göstermeden yazdığı yazı ile ilgilinin kurumu ile ilişkisinin kesilmesini istiyordu. Rektörler ve dekanlar da direnç göstermeden, “görülen lüzum” üzerine akademisyenin kurumla ilişkisini kesiyordu. Kamudan atma eylemi 1980’de başlamış 1983 yılının Ha ziran ayına değin sürmüştür. Kamuoyunda bu yöntemle atılan akademisyenler, “1402’likler” olarak bilinir. Üniversite tarihinde ilk öğrenci tasfiyesi de 12 Eylül darbesi döneminde yapıldı. Bu tasfiye 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasası’nda yapılan 19 Eylül 1980 günlü 2301 sayılı yasa değişikliği ile sağlanmıştır. Değişiklik yapılan 3/p maddesinin içeriği şöyledir: Sıkıyönetim bölgesi içinde bulunmaları sakıncalı görülerek, sıkıyönetim bölgesi dışına çıkarılan öğrencilerin, geçici veya devamlı olarak okudukları eğitim ve öğretim kurumlarından ilişiklerini kestirmek, sıkıyönetim komutanının yetkisindedir. Bu yetkiyi komutanlar iki türlü kullanmışlardır. Birincisi öğrencinin doğrudan okulla ilişkisinin kesilmesi, diğer uygulama ise öğrencinin bölge dışına çıkarılarak devamsızlıktan ilişkilerinin kesilmesi şeklindedir. Bu yöntemlerle binlerce öğrenci okulundan atılmış, bu öğrencilerin öğrenim hakkı engellenmiştir. Akademiyi hedef alan tüm iktidarlarda olduğu gibi 12 Eylül askeri darbesi de yeni üniversite yasası hazırlık çalışmaları başlattı. Üniversitelerde yeni yapılanmanın yolunu açan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu 1981’de çıkarıldı. Bu yasayla üniversitelerden özerklik kaldırıldı. Öğretim üyelerinin yönetime katılmasının önü kesildi, tüm öğretim üyelerinin kadroları askıya alındı. 2547 sayılı YÖK yasası ile üniversiteler yalnızca yeniden yapılandırılma dı. Değişiklik üniversitede yapılan tasfiyelerde de uygulandı. Yasanın geçici 22. maddesine göre herkesin kadrosu açık tutulduğu için rektörler istemedikleri öğretim üye ve yardımcısını yeniden atamayarak tasfiye etmişlerdir. 1402 Sıkıyönetim Yasası ve 2547 sayılı YÖK Yasası ile yapılan tasfiyeler yeterli görülmedi. Dönemin Başbakanı Bülent Ulusu imzasıyla 4 Şubat 1983 günlü ve Pers. Gn. Müd. 1554802929 sayılı, YÖK Başkanlığı’na yazılan “Çok Gizil” ibareli yazı ile yeni bir uygulamanın önü açıldı. Yazıda şu söylenmiştir: Bir kısım öğretim üyelerinin geçmişte suç delili bırakmadan çeşitli olaylara karıştıkları, bu şahıslarla ilgili bir suç unsuru bulunmadığından haklarında adli tatbikat yapılmadığı (...) Bu nedenle; geçmişte suç işleyenlerin ilmi ve idari kademelerde yükselmelerini önlemek amacıyla üniversitelere asistan alırken, doçent veya profesör olmadan, her kademede ayrı ayrı olmak üzere haklarında Başbakanlık kanalıyla güvenlik tahkikatı yaptırması uygun görülmüştür. Böylece darbeciler tarafından Türkiye’de hukuk tarihine “delilsiz suç” kavramı geçirilmiştir. “Suç delili bırakmadan suç işleyen” öğretim üyeleri saptanmış, bir bölümü 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası ile işlerinden atılırken, kalanlar için yönetime getirmeme, asistan almama, doçent ve profesörlüğe yükseltilmeme gibi cezalandırmalar uygulanmıştır. 12 Eylül darbecileri akademisyen leri atmakla kalmamış, yaptıkları konuşmalarla kendileriyle dalga geçmiş, alay etmiş ve onları itibarsızlaştırmaya çalışmışlardır. MGK Başkanı Kenan Evren: Her gün sakal yazısı, her gün bir sakal fotoğrafı... Acaba sakalı olduğundan mı âlim oldu? Yoksa tıraş olmaya vakit mi bulamıyor, çok kitap okuyor onun için mi sakal bıraktı. Bilmiyoruz. Eğer sakal bırakmakla insan âlim olacaksa, ben de bırakayım, bana da âlim desinler. Kenan Evren’in bu sözleri üzerine, rektörlerin uyguladıkları yıldırma yöntemleriyle üniversitelerdeki sakallı öğretim üyeleri ya sakallarını kestiler ya da işlerinden ayrılmak zorunda kaldılar. Kenan Evren bir başka gün, öğretim üyelerini işaret ederek, “Bayrağın ucunu tutun diyoruz, hemen kaç para vereceksin diyorlar” diyerek, akademinin uğraşını/istemlerini parayla özleştirerek aşağılamayı seçmiştir. Akademi, darbe dönemlerinde, özellikle de 12 Eylül döneminde yediği tokatla bilim insanı olmanın duyarlılığını yitirdi. Şimdi ürkek ve korkaklar. Binlerle ifade edilen meslektaşlarının üniversiteleri ile ilişkileri kesilirken sessiz kalmaları bunu gösteriyor. Sessizlikleri/edilgenlikleri sürerse sıranın çok yakında kendilerine geleceğini bilmeliler. Üstelik OHAL döneminde yaşadıklarını arar duruma gelecekler. Bizden uyarması. 1 Milliyet, 9 Mayıs 1971.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle