Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28 Haziran 2017 Çarşamba Akademi 13 Vedat ARIK Dayanışma akademileri üniversitelere geri dönme mücadelesinin araçları olarak anlaşılmalıdır. Kamu için bilgi üretme faaliyetinin yeri asıl olarak üniversitelerdir. >> anlatmaya gerek yok sanırım. Akademik kariyer merdiveninin başında, herhangi bir sektör deneyimi olmadan işsiz kalan, yurtdışı bağlantıları zayıf olan, yeterli akademik çalışmaya sahip olmayan ve kamuoyunda akademik meşruiyeti rahatça tartışılan doktora öğrencisi ve asistanlar, iktidarın hışmına karşı verdikleri mücadelenin yanı sıra içerisinde yer aldıkları gruplarda da bir tanınma mücadelesi vermişlerdir. İki doktora öğrencisi imzacının yazdığı gibi: Belki son on yılda bir miktar değişmiş olsa da Türkiye’de akademide var olmak, kahir ekseriyetle sınıfsal pozisyonunuzla ilgilidir. Bu sınıfsal pozisyona etnopolitik, etnodinsel ve cinsiyet kimlikleri de eklenince, vaziyet biraz daha netleşir. Dememiz o ki, sınıfsaletnik ve dinsel aidiyetiniz, cinsel yöneliminiz ve cinsiyet kimliğiniz sizin Türkiye’de akademide var olabilmeniz için hatırı sayılır bir engel ve/veya avantajdır. Bir de tüm bunların üstüne akademiye “anlatacağım bir derdim var” diye gelirseniz işiniz daha zorlaşır.5 Toplumsal adalet talep ettikleri için yan yana gelen ve iktidarın zulmüne muhatap olan akademisyenler içerisindeki kültürel, sınıfsal ve sosyal katmanlaşmaların bir anda yok olması tabii ki beklenemez. Üstelik bu alan sosyal ve kültürel sermayenin en etkili olduğu alanlardan biri olan akademiyse. Bu nedenle Barış İçin Akademisyenler süreci, aynı zamanda akademi içerisindeki astüst hiyerarşisine, iyi üniversitekötü üniversite ay rımına, merkeztaşra uzaklığına, kırılganlıklar arasındaki farklara karşı başka türlü bir araya gelme yollarının arandığı bir deneyim olmuştur. Meslektaşımız Mehmet Fatih Traş’ın yaşadıklarından ancak ölümüyle birlikte haberdar olmamız, aslında bu yol arayışında çok da başarılı olamadığımızı göstermektedir ne yazık ki. Yükseköğretime öğrenci erişiminin yıldan yıla genişlemesine benzer bir şekilde, özellikle ÖYP vb. programlar sayesinde, sosyal ve sınıfsal olarak daha dezavantajlı kesimlerin akademiye girebilmesi, daha heterojen bir toplam ortaya çıkarmış ve bu karşılaşmalar da tartışmanın bütün taraflarını etkilemiştir. lAlternatif akademiler Türkiye’nin bir dizi şehrinde faali yet yürüten dayanışma akademileri işte bu tartışma sürecinin bir çıktısıdır. Sadece kurumsal hiyerarşi ve sınıfsal/kültürel eşitsizliklerin üstesinden gelmenin değil, başka türlü bir öğrenmenin, başka türlü bir öğretenöğrenci ilişkisinin, daha cesur bir üretme faaliyetinin koşullarının arandığı bir dönemin pratik bir deneyi olarak da çalışmaktadır bu akademiler. Tam da Pierre Bourdieu’nun bilim insanının rolü konusunda dediği gibi, “yeni bir toplumsal hareketin, yeni içeriklere, yeni hedeflere sahip bir hareketin doğmasını sağlayacak kolektif yaratıcılık yapılarının hep birlikte keşfi için çalışacak”6 dayanışma akademileri, üniversitelere çok değerli deneyimler, yöntemler ve imkânlarla dönmemizi de sağlayacak. Bu anlamda, dayanışma akademileri, üniversitelerden vazgeçip onun karşısına koyduğumuz yapılar olarak değil, üniversitelere geri dönme mücadelemizin araçları olarak anlaşılmalıdır. Çünkü kamu için bilgi üretme faaliyetinin yeri asıl olarak üniversitedir. Söz gelimi, Onur Hamzaoğlu hocamızın Dilovası halkının karşı karşıya kaldığı tehlikeleri ortaya çıkardığı araştırmasına benzer çalışmalar için kamu kaynakları oldukça önemlidir. Bu nedenle, dayanışma akademileri, üniversiteleri siyasi iktidar komiserlerine de neoliberal şablonlara da güvencesizleştirme hamlelerine de teslim etmeme iradesidir aynı zamanda. Gerek küresel gerekse yerel ölçekte üniversitenin karşı karşıya kaldığı saldırı, akademisyenliği meslek etiğinden ve birtakım değerlerden sıyırıp devlet/ sermaye memurluğuna indirgemek istemektedir. Akademisyenlerin toplum sal kimliklerinin dayandığı temelin geçersizleşmesi, aynı zamanda onların dilsizleşmesi anlamına gelmektedir. Oysa Bourdieu’nun sorduğu gibi: Bilim insanları, meslekleri sayesinde ulaşmış oldukları bilgi ile bizi bekleyen faciaların önünü kesebilecek kişiler, susabilirler mi ya da susmaya hakları var mı? Veya bu suskunluk, yardım edilmesi gereken ve şu anda tehlikede olan insanlara karşı yerine getirilmesi lazım gelen sorumluluktan kaçmak demek değil mi? Eğer dünyamızı ciddi felaketlerin beklediği doğruysa, bu kişilerin, yani bu felaketleri önceden tahmin edebileceklerini düşünen ve bu felaketlerin gelişini görenlerin, bilim insanlarının, çokça sığındıkları bütün bahaneleri bir kenara atıp, gerçeği göstermek görevleri değil midir?7 Bize dayatılan tüccar kafalılığa, at gözlüklü uzmanlığa, dilsizliğe, iktidar meşrulaştırıcılığına karşı “bilme”nin hayretine, bilim insanı sorumluluğuna ve aşağıdakilerin yararına bilgi üretimine sarılmaya devam edeceğiz. n 1 Bülent Hoca, “Bologna Süreci’nde retoriğin ötesine geçmek: Kapitalist gelişme bağlamında sürecin bir eleştirisi”, Bologna Süreci Sorgulanıyor içinde, der. Nevzat Evrim Önal (İstanbul: Yazılama Yayınları, 2011), 46. 2 Aslı Vatansever, Meral Gezici Yalçın, Ne Ders Olsa Veririz: Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü (İstanbul: İletişim Yayınları, 2015), 49. 3 Ernest Mandel, “Entelektüel emeğin proleterleşmesi”, Yeniyol 40 (2011), 45. 4 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 50/D maddesine göre istihdam edilen araştırma görevlileri lisansüstü eğitimleri boyunca maaş alırlar, ancak doktoraları bittiğinde iş sözleşmeleri de sona erer. Yani güvenceli bir kadrodan ziyade burslu öğrencilik olarak tanımlanabilir. 5 Tebessüm Yılmaz, Tuncay Şur, “Bizim küçük çaresizliğimiz”, Gazete Duvar, 17 Mart 2017, http:// www.gazeteduvar.com.tr/analiz/2017/03/17/bizimkucukcaresizligimiz/, erişim tarihi 23 Haziran 2017. 6 Pierre Bourdieu, “Müdahil Bir Bilgi İçin”, çev. Emrah Göker, Tan Demir, https://elestirelus.files. wordpress.com/2012/04/mudahilbilgibourdieu.pdf, erişim tarihi 23 Haziran 2017. 7 Bourdieu, “Müdahil Bir Bilgi İçin”.