24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 Akademi 28 Haziran 2017 Çarşamba Üniversitenin krizi ve alt basamaktakiler Emre Tansu Keten Bir kişi bugün gerçekten bilim işçisi olmak istiyorsa eğer, sözcüğün en geniş anlamıyla tüccar kafalılık ve de onunla pek de çelişmeyen at gözlüklü bir uzmanlığın körlüğünden uzak durmalıdır. Hasan Ünal Nalbantoğlu Neoliberal dönemin başlangıcından itibaren, küresel ölçekte, üniversiteler piyasalaştırılmakta ve sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilmektedir. Bu süreçte eğitim metalaşarak bir yatırım alanı haline getirilmekte, öğretim faaliyeti sermayenin kısa erimli hedeflerine göre belirlenmekte, emekçiler en temel mesleki bilgilerle kısıtlanmış bir eğitime mahkum edilmekte, yaşam boyu eğitim adı altında emek gücünün kendi imkânlarıyla kendisini sürekli yenilemesi bir zorunluluk haline dönüştürülmekte ve üniversite tarafından neoliberal ideoloji meşrulaştırılmaktadır.1 Bu sürecin diğer bir etkisi entelektüel emeğin güvencesizleşmesidir. l Güvencesizlik “İş piyasalarının acımasız rekabet koşullarında her an sistemin dışına itilme korkusundan dolayı, haklarının çiğnenmesine, vasıflarının önemsizleştirilmesine ve sömürüyü içselleştirmeye razı gelecek derecede sindirilmiş”2 entelektüel emek en kırılgan halini doktora öğrencileri ve asistanlarda bulur. En az hocayla en fazla öğrenciye ders verme iddiasındaki neoliberal üniversite modelinde, doktora öğrenciliği, öğrencinin kendi imkânlarıyla atlatması gereken bir aşamadır. Bu güvencesizliğin doktor adaylarına yönelik iki etkisinden söz edebiliriz. Birincisi, kariyer basamaklarında yükselmek için ortaya çıkan rekabettir. Her aday üniversitenin (yani sermayenin) hedefleri için daha yararlı olduğunu kanıtlamak için mücadele etmek zorundadır. Ernest Mandel’in dediği gibi entelektüel emeğin bir piyasası oluşmuş durumdadır. Entelektüel emek gücü piyasada bir meta gibi alınıp satılır. Bu meta, piyasa yasalarına göre, yani arz/talep yasasına göre dalgalanan bir fiyata sahip olur. “Kendini geliştirmek” piyasada güçlenmek anlamına gelir.3 İkinci olarak, doktor adaylarının, yine işlevsellik kaygısıyla sadece tez konusuna odaklanan, bunun dışındaki alanlarla ilgilenmeyen, kısırlaştırıcı ve kendi emeğine yabancılaştırıcı bir uzmanlığın içerisine düşmesidir. İçerisinde yer aldığı topluma dair bütünsel bir görüşü yitirmiş bilim işçisi, sistem açısından tehlike olmaktan çıkacaktır. lOtosansür Bu yapının diğer bir çıktısı, doktor adaylarının kadro alabilmek için sistemi rahatsız etmeyecek konular çalışmak zorunda kalması, yani akademik otosansürdür. Batı üniversitelerinde maddi kaygılarla ortaya çıkan bu olgu, ülkemizde siyasi kaygılarla işlerlik kazanır. AKP’nin her okula onlarca parti komiseri atadığı günümüz koşullarında, siyasi iktidarı en az derecede rahatsız edecek konular dahi kadrosuzluğu garantilemek anlamına gelmektedir. Kendi alanım olan iletişimden örnek vermem gerekirse, iletişim bilimlerinin araştırma nesnesi olan medya ürünlerinin/kuruluşlarının eleştirel çözümlemesini dert edinen akademisyenlerin iletişim fakültelerinden büyük oranda tasfiye edildiği böyle bir dönemde daha etkili reklam ve propagandanın peşinde koşmak daha tercih ledilebilir bir hale gelmiştir. 50/D ile güvencesizleştirme, ÖYP’ye yönelik tasfiye Kulağa ilk başta garip gelse de Tür kiye akademisindeki çalışma koşulları, vakıf üniversitelerini ayrı tutmak kaydıyla, Batı üniversitelerine göre daha güvencelidir. Örneğin, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 33/A maddesine göre istihdam edilen araştırma görevlileri, güvenceli bir şekilde, doktoralarının sona ermesinin ardından yıllar ca çalışmaya devam etmektedir. Bunu sağlayan, 1970’lerden itibaren süren eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesi ve sermayenin iki kanadı arasındaki (Batıcılaik, İslamcımuhafazakâr) mücadelenin yarattığı boşluktur. Ancak neoliberal politikalar konusunda önceki iktidarlara göre vites yükselten AKP iktidarı, akademideki iş güvencesine de el atmıştır. Bu konudaki ilk büyük atak 2010’da ülkenin belli başlı üniversitelerindeki 50/D’li4 araştırma görevlilerinin işsiz bırakılmasıyla başlatılmıştır. Fakat bu hamle, Tekel Direnişi’nden de öğrenen asistanların okul işgali, YÖK önüne çadır kurulması gibi eylemleri kapsayan mücadelesiyle, o dönem için püskürtülmüştür. Günümüze geldiğimizde ise, güvencesizleştirme harekâtının birkaç koldan yürütüldüğü görülmektedir. Kamu emekçilerini bağlayan 657 sayılı kanunun radikal bir şekilde dönüştürülmesiyle tüm memurlar gibi akademisyenler de iş güvencesinden yoksun kılınmak istenmektedir. Bunun yanı sıra 50/D maddesi bu dönemde yine ön plana çıkarılmıştır. Çok yakın bir zamanda Meclis’ten çıkması öngörülen bir madde uyarınca, bundan sonraki bütün araştırma görevlisi alımlarının bu madde üzerinden yapılması planlanmakta, yani 33/A maddesinin tarihe karışması arzulanmaktadır. lKHK’lerin rolü Akademiye yönelik güvencesizleştirme hamlesinde KHK’lerin çok önemli bir rolü olmuştur. Üniversite emekçilerinin hiçbir yargı sürecine gerek olmaksızın bir listeye dahil edilerek işsiz bırakıldığı, hatta vatandaşlık statülerinin düşürüldüğü bu koşullarda, siyasi iktidar 15 Temmuz öncesinde programında olan bütün değişiklikleri hayata geçirmektedir. Örneğin, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında istihdam edilen 14 bine yakın ?KİMDİR Emre Tansu Keten, 7 Şubat 2017 tarihinde 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 2013 yılından beri mezun olduğu Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyordu. Yüksek lisans derecesini “Muhafazakârlığın dönüşümü ve muhafazakâr medya” başlıklı teziyle aldı. Marmara Üniversitesi’nde doktora çalışmalarını sürdürüyor. araştırma görevlisi 1 Eylül 2016 gecesi yayımlanan KHK ile 33/A’dan 50/D’ye geçirilmiştir. ALES ve yabancı dil puanları ile lisans not ortalamalarından çıkartılan ÖYP puanı ile merkezi bir şekilde atanan ÖYP’lilere yönelik bu tasfiye girişimi, siyasi iktidarın kendi kontrolünde olmayan her türlü akademik kadroya şüpheyle yaklaştığını göstermektedir. Başta kısaca bahsettiğimiz üniversitenin küresel krizi ile Türkiye akademisi örneği arasındaki bariz fark, Türkiye üniversitelerine yönelik saldırıda siyasi hesapların çok daha fazla öne çıkmasıdır. Öyle ki, üniversitenin kapitalist sistemin bekasına yönelik işlevlerini dahi zedeleyecek düzeyde bir siyasi hesaplaşmanın alanı haline gelmiştir üniversiteler. Burada AKP’nin amacı, politikaya ilgisiz, oldukça “işe yarar” çalışmalar yapan uzmanlarla, bunları yöneten AKP’li akademisyenlerden oluşmuş bir üniversite yapısı inşa etmek gibi görünüyor. Bu hesaplaşmada yine en dezavantajlı kesimi, belli akademik mitlere inanarak işe başlayan, ancak en gözden çıkarılabilir konumda olduğunu fark etmesiyle ne yapacağını şaşıran ve ilk olarak güvencesizleştirilen doktora öğrencileri ve asistanlar oluşturuyor. lİmzacı asistanlar/ öğrenciler Çizilen bu tablonun ardından, Barış İçin Akademisyenler içerisinde yer alan doktora öğrencisi ve asistanların, bu süreci en ağır şekilde yaşayan kesim olduğunu da uzun uzun >>
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle