Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 Akademi Fildişi kule Tanıl Bora Rüdiger Safranski’nin müthiş Heidegger biyografisinde1 aktardığı bir anekdot vardır. Prof. Ludwig Marcuse’den aktarılan bir anekdot. (Marksist eleştirel teorici Herbert Marcuse ile karıştırmayın.) Şöyle... 1. Dünya Savaşı’nın “koptuğunun” ertesi günü, Ludwig Marcuse, Freiburg Üniversitesi’nden meslektaşı bir felsefeci akademisyenle yolda karşılaşır. Arkadaşı canı sıkkın bir havada, “Neler olduğunu işittiniz mi?” diye sorar. Marcuse, bıkkın ve mütevekkil, “Biliyorum, biliyorum” der, “Saraybosna’daki şu hadise...” Arkadaşı, “Hayır, o değil” der, esas “olay”, profesör Rickert’in yarınki seminerinin iptal edilmiş olmasıdır. (Kantçı ve hermenötikçi filozof Heinrich Rickert.) Marcuse irkilerek “Niye, hasta mıymış?” diye sorar. Arkadaşı, “Ondan değil, savaş tehlikesinden ötürü” cevabını verir. Marcuse hayrete kapılır: “Ne alâkası var savaşla Rickert’in seminerinin?” Fildişi kule imgesi, aklıma bu anekdotu getiriyor. Savaş bile, evet, belli ki önemli, fakat “başka” bir meseledir onlar için; üniversitenin ortamının fildişi kulesinde bilimle, akılla fikirle, felsefeyle uğraşanlar için. Onların önem skalası başkadır. Savaştan da her şeyden de daha önemli, daha değerli, daha kalıcı olduğuna inandıkları, “esasa dair” saydıkları meselelerle meşgul olduklarını düşünürler. Savaş da çıksa, yer de yarılsa, gökten taş da yağsa, onlar o uğraşlarına gömülmüşlerdir. Gülünç ve saygıdeğerdir. Öfkelendirici ve hayranlık uyandırıcıdır. Ayıp ve kıymetlidir. Korkakça ve cesurcadır. Dünyanın debdebesinden onu küçümsercesine uzak durmaları, sıradangünlük hayattan kopuklukları, capcanlı dertlere bigânelikleri, fildi şi kule erkânını sevimsiz kılar, onların çirkin yüzüdür. Yadırganmayı ve yalnızlığı göze alarak zahidâne bir emekle bir soruya, bir “soyuta” yoğunlaşmaları, saygı uyandırıcıdır. İnsanın bir kabiliyetinin, bir olanağının ustasıdırlar. Bazen o fildişi kule, sadece saklanılan bir yer, bir kaçamaktır. Bazen, bereketli bir tohumluk, heyecan verici eserlerin çıktığı bir atölye. lOlumludan olumsuza değişen bir imge Fildişi kule, modernliğin ilk za manlarında olumlu bir imgeydi. Sonraları, olumsuz imge gelişti. Akademisyenin, düşünürün, sanatçının ha King’s College London’ın Maughan Kütüphanesi ve fildişi kuleleri. İngilizcede fildişi kule tabirinin akademi, üniversite anlamında kullanılması yaygındır. yattan kopuk, sorumluluktan kaçan konforunu temsil eden bir olumsuz imge. Yerleşmiş olan, budur. Pratiğin coşkusunun ve acilciliğinin düşünmeden eylemeye vardığı endişesi duyulduğu anlarda, fildişi kule imgesinin “güzel” yüzünü hatırlatma gereği duyanlar da olmuştur ama. Mesela Adorno, 1969’da bir mülakatında, 68 öğrenci hareketine mesafe koyup fildişi kulesine kapanmasını eleştirenlere: “Fildişi kulesi ifadesinden korkum yok” cevabını vermişti. Diyordu ki: “Fildişi kulesinden bahsedeceksek, bir teorinin, kendi nesnelliğinin verdiği güçle pratik etkide bulunma kabiliyetinin, baştan pratiğe tabi olmasına nazaran daha yüksek olduğuna inanıyorum. Bugün teoripratik ilişkisindeki talihsizlik, teorinin, pratikten kaynaklanan bir ön sansüre tabi tutulması.” Slavoj Zizek “bile”, Marx’ın 11. tezini tersine çevirip, filozofların dünyayı değiştirmeye çok uğraştığını, şimdi biraz durup onu yorumlamanın gerektiğini yazdı ya yakınlarda!2 Bazen, fildişi kuleyi ikili karakteriyle düşünmek faydalıdır. lBir liman Yalnız kalmaktan, anlaşılmamaktan dertli, genel olarak düşünceye kıymet verilmemesinden dertli aydınlar da fildişi kuleyi “iyi yanından” almaya meylederler. Cemil Meriç, 2 Ocak 1963’te günlüğüne şu notu düşmüş mesela: “Her mabed, bir fildişi kule, her fildişi kule bir mabed. O mabedin ışığını gözlerimin kandilleriyle tutuşturdum. O mabedin mihrabında şahlanan alev, kalbimden fışkırıyor. Fildişi kulemi senin için hazırladım, meçhul dost.” Bu Ülke’de fildişi kulenin ikili karakterini tasvir etmiş: “Fildişi kule, davasız sanat meczuplarını barındıran miskinler tekkesi. Ama her mücahit o tekkede silah kuşanır. Bir zindan değil, bir liman.” l“Nizam”a uymayanlar Barış bildirisine imza attığı için veya şu veya bu sebeple “üniversite nizamına” uygun bulunmadıkları için üniversiteden ihraç edilen akademisyenler, fildişi kuleye kapanmamış bilim ve düşünce insanlarıdır. Fildişi kule imgesinin olumsuz yanını, onlara teyelleyemezsiniz bile. Aralarında fildişi kulenin parlak yüzünü temsil edenler vardı, o başka... Gerçi şimdi onların “kendi işleriyle uğraşmalarını”, yani “genel” mağdur kitlesine kaynamayıp teoriyle, fikirle, bilimle, yazıyla, sözle meşgul olmaya devam etmelerini, hatta bu arada örneğin dayanışma akademisi türü etkinlikleri de doğrudan böyle denmese bile, fildişi kuleye kapanmaya benzetenler yok değil. Onlara da fildişi kulenin öteki, “hoş” yüzüne de haksızlık etmemeli. Çünkü o zaman birileri de zannedebilir ki, bu kıyımdan hiç ırgalanmayanlar sanki fildişi kulededirler, sanki yerleşik akademi, mevcut üniversite nizamı bir fildişi kuledir! Ah, keşke olsaydı, diyeceğim! Keşke, rütbemakam ve terfi puantajı hesabıyla değil de gerçekten bir fikri, bir soruyu dert ederek, merakının peşinden gidip kaybolarak, büyülenerek çalışmasına gömülmüş, o 28 Haziran 2017 Çarşamba ?KİMDİR Tanıl Bora, İstanbul Erkek Lisesi’ni ve Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 198488 arasında haftalık haber dergisi Yeni Gündem’de çalıştı. 1988’den beri İletişim Yayınları’nda araştırmainceleme dizisi editörüdür. 1993–2014 arasında üç aylık sosyal bilimler dergisi Toplum ve Bilim’in yayın yönetmenliğini yaptı. 1989’dan beri düzenli yazdığı aylık sosyalist kültür dergisi Birikim’in 2012’de yayın koordinatörlüğünü, 2016’da yayın yönetmenliğini üstlendi. Kitap çevirmenliği de yapmaktadır. Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaklaşık 15 yıl sürdürdüğü yüksek lisansdoktora derslerine, bu okulu bilhassa vuran seri KHK ihraçlarının ardından son verdi. nedenle memlekette olup biteni “dikkatinden kaçırmış” birtakım fildişi kule sakinleri olsaydı bir yerlerde... Onlar, yani has fildişi kuleliler, dünyadan habersiz de olsalar, eserin, zihinsel emeğin, aklın kıymetini bilirlerdi çünkü. Zaten başka hiçbir şeye bakmayıp, sırf ona bakarlardı. Resmî beyandan, kararnameden falan anlamazlardı da iyi makaleden anlarlardı mesela, ona değer verirlerdi. Onlar için asıl olan düşünsel ve bilimsel “iş” olduğu için de işi nedeniyle değerini bildikleri bir meslektaşları “sakıncalı” ilan edildiğinde değerinden bir şey kaybetmezdi gözlerinde. En azından selâm vermezlik etmezlerdi. Fildişi kule, o gülünç, sevimsiz, izole yanıyla bile, zihinsel emeğe adanmışlık ister, aklafikre sadakat ister. Türkiye akademisinde pek bulunmuyor. Bu memlekette fildişi kule, ancak bir prestij konutu projesinin adı olabilir. n 1 Rüdiger Safranski, Heidegger: Bir Alman Üstat, çev. Ali Nalbant (İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2008). 2 Slavoj Zizek, “Popülist Cazibe”, Büyük Gerileme içinde, der. Heinrich Geiselberger, çev. Merisa Şahin, Aslı Biçen, Ahmet Nüvit Bingöl, Orhan Kılıç (İstanbul: Metis Yayınları, 2017).