24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Akademi 25 Kasım 2017 Cumartesi Müfredatın demokratikleşmesi nedir? Nejla Kurul Birlikte yaşayabilme Beni düşünmek ve yazmak için güdüleyen, siyasal iktidarın çerçevelediği, hatta belirlediği EğitimBirSen’in yayımladığı Gecikmiş Bir Reform: Müfredatın Demokratikleştirilmesi1 başlıklı rapor oldu. Siyasal iktidar daha önce tasarladığı değişiklikleri, derinlikli bir gerekçe sunmadan “ben yaptım oldu” anlayışı ile uygulamaya geçiriyordu. Bu sefer çabasını bir raporla süsledi. Böylesi bir metin, ilk olarak ideolojik ve politik tartışmaların önünü açabilirdi. Fakat başta eğitim fakülteleri, üniversiteler dahi tartışmaya katılmadı. Korkuyla karışık düşünsel ve eylemsel tembellik, entelektüel yaşamımızı sarmalına almıştı. İkincisi, yeni Müslüman elitlerin modernizmi ve Aydınlanmayı İslami referanslı bir tercümeyle eleştiriyor olmalarıydı. Müslümanların eşitlikçi evrenselliğe yapabileceği katkı konusundaki çaba zenginleştirilebilirdi. Ne var ki rapor kendini modernitenin ve modern dünyanın bir parçası olmaktan kurtaramamıştı. l Söylem ve gerçekler Abdurrahman Arslan’ın sözünü ettiği, eğitim alanında İslami kelimesinin öne çıkarıldığı iki yapı, İmam Hatip Okulları ile İslami Kolejler’di.2 İslami Kolejler, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından bine yakın Gülen kolejinin kapatılması ile çökmüştü. İmam Hatip Liseleri’yse 2017 üniversiteye giriş sınavında gösterdiği “kötü performans”la anılmıştı. Bu sorun kendini bu dünyaya ait hissetmeyen gençlerin “gelecek ufku”ndaki daralmayı gösteriyordu. Eğitim sahnesindeki bu gerçeklik bu iki yapının dışına da taşıyor. Tüm okullarda bilgi sofrasının içeriği azaltılıyor ve boşluklar İslami içerikle dolduruluyor. Betrand Russel’ın aktardığı3 yaklaşık 150 yıl önce öğretmenlerinden birinin büyük bir ciddiyetle söylediği şu sözlerini anımsayalım: “Darwinci olursan acırım sana, bir kimse hem Darwinci hem de Hıristiyan olamaz”. Şimdiki zamanın Türkiye’sinde öğretmenlerden bu sözü mealen doğrulayacak işler yapması bekle Bir mahallede, bir kentte ve bir ülkede “birlikte yaşayabileceğimiz” insan topluluğunun nasıl olması gerektiği üzerine düşünceler, şu ya da bu biçimde felsefi, politik, ekonomik pek çok uğraktan geçerek eğitim sorunsalına dokunmak zorundadır. Eğitim alanı aynı masanın etrafında birlikte düşünme ve konuşma yetisinin kullanılmasını gerektirir. Her ne kadar liberalizm, “Ey insanlar, tüm bencil ve rekabetçi duygularınız ve düşüncelerinizle kendi içinize bakın, orada her aradığınızı bulacaksınız!” dese de bu yaklaşım, birlikte yaşayabilme becerisinin sınıfsal, cinsiyet ve cinsel kimlikler, etnik ve dinsel pek çok faktörle ilişkisini görmezden gelir. Çünkü “birlikte yaşayabilme” kavrayışı, “birey”i zorunlu olarak bir “toplum”un içinde yaşamaya iter. Her ikisinin de içinde yaşadığı “doğa” bu denklemin ayrılmaz bir parçasıdır. Bir ülkede çocukların ve gençlerin okullarda nasıl yetiştirileceğini koşullayan etkenlerden birisi müfredattır. Müfredat, öğretmenlerin derslerini işlerken hangi konuları, hangi içerikle, hangi sıra ile hangi sürede, nasıl işleyeceklerini, diğer bir deyişle ders planlarını ve derslerde kullanılan kitapları ve materyalleri ortaya koyar. Bu içerik, öğrenci kadar öğretmeni, hatta ebeveynleri de etkiler. Ülkenin geleceği ile ilişkilendirilen çocuklar ve gençlerin, “neyi bilmeleri”, “neyi unutmaları” ve “neyi sürekli anımsamaları”, “neyin yasını tutup, neyin yasını tutmamaları” gerektiği üzerine söylem/ideoloji, müfredat üzerinden kurulur. Öğretmen dolayımı ile müfredat, beden ile iktidar arasındaki ilişkiyi kurar. Yani müfredat konusu, öylesine alfabe, çarpım tablosu, tarih ezberleme değildir. Bundan daha fazlasıdır. Çünkü eğitim, toplumsal bede ni inşa etmeyi arzulayan kurumlardan biridir. Belli bir ideoloji ile yürütülen eğitimin yaşamda bir karşılığı var mı? Buna açıkça “evet” demek mümkün değildir. Çünkü otoriter ve totaliter sistemler, insan, toplum ve doğa üzerinde iktidarın bir ideolojik aygıtı olarak eğitim ya diğer yollarla ne kadar baskı yaparsa yapsınlar, sürdürülemez. Çünkü Michel Foucault’nun belirttiği gibi, “iktidar bedenin içinde mesafe kat etmiştir, yine bedenin içinde saldırıya uğramış bulur kendini”.* Aynı beden dirence de kaynaklık eder. Bu nedenle tarihin çöplüğü, insanı ele geçirememiş ve kuşatamamış incelikli iktidar mekanizmalarıyla doludur. Bu bakımdan insanı etkileyen ve koşullayan okul içi ve dışı birçok öğrenme olanağı vardır. Bedenler her ne kadar kuşatılmaya çalışılırsa çalışılsın, “mutlak iktidar” söz konusu olamaz. niyor. “Darwinci olursan acırım sana, bir kimse hem Darwinci hem de Müslüman olamaz” deniliyor. Türkiye’de, “Hayatın Başlangıcı ve Evrim” konusu, yani evrimci görüşler yeni müfredattan çıkarıldı. Ayrıca üniversitelerin yayın kurulları evrimci görüşlerle temellendirilen makaleleri artık yayımlamıyorlar. l‘Yeni İnsan’ı çerçevelemek Raporun zamanlasıyla “Yeni Türkiye”nin yeni Anayasa çalışmalarının eş zamanlı olarak konuşulduğu bir dönemde “Yeni İnsan”ı çerçevelemek üzere bir amaç güdülmüştü. Sendika bir rapor hazırlamış, birkaç gün sonra da Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) kendi müfredat raporunu sitesine koymuştur. MEB bürokratik bir özne olarak açıktan görünmüyordu. Eğitim alanına ilişkin olarak, başta 4+4+4 modeli olmak üzere, pek çok yeniden düzenleme girişiminde, MEB sürecin kıyısında, uygulamacı olarak yer almıştı. EğitimBirSen politika oluşturucu bir kitle örgütü görünümü ile merkezden gelen talimatların felsefi ve politik alt yapısını oluşturuyor; bürokratların açıkça sunamadığı politika önerilerini özellikle Milli Eğitim Şuralarında sözde bir STÖ olarak öneriyordu. Dolayısıyla bu girişimde de EğitimBirSen ile MEB arasındaki sıkı ilişki açıkça ortada idi. İktidardan bağımsız davranabilme, özerk bir sendika olma ilkesi yerini raporun adıyla ilişkisiz bir biçimde, “iktidarın eli” olmaya bırakıyordu. l‘İtaat et, rahat et’ Bu hazırlık için “emeklerine sağlık!” diyelim. Ama birçok sorun var: Raporun adı, yürütülen usulle çelişkili biçimde “müfredatın demokratikleştirilmesi” olarak belirlenmiş. Lakin öğrencilere, öğretmenlere, velilere, çok geniş yelpazeden öğretim üyelerine, diğer sendikalara sormak ve bizim görüşlerimizi almak gereğini bile duymamışlar. Anayasa görüşmelerindeki Başbakan Binali Yıldırım’ın sözleriyle “İtaat et, rahat et” demişler. Sonraki süreç içinde öğretmenler ve diğer sendikalar ile STÖ’lerin rapora ve önerilen müfredata ilişkin söz hakkı kullanmaları için olanak yaratılmıştı. Ne var ki çok sınırlı bir süre ile. Dolayısıyla, “müfredatın demokratik leştirilmesi”, demokratik olmayan bir yolla kamuoyuna sunulmuş ve hatta son içerik düzenlemelerini dikkate alırsak yaşama geçirilmiş gözüküyor. Ayrıca, eğitim bilimlerinin bir disiplini olan “program geliştirme” yöntem ve teknikleri de kullanılmamış. En azından bir ihtiyaç çözümlemesi bile yapılmamış halde. l Raporun dili Raporda, vatandaş ile devlet ikiliğinde vatandaşın ihtiyaçlarının gözetilmesi gerektiği vurgulanıyor. Otoritenin geri çekileceği, buna karşın katılım ve demokrasi süreçlerinin işletileceği ifade ediliyor. İnsan hakları ve özgürlüklerinin müfredatta belli bir ideolojinin yerine geçeceği dillendiriliyor. Son olarak merkezileşme yerine yetki devri ile “milletin menfaati”nin ön plana çıkacağı gibi, pek az kişinin itiraz edebileceği “demokratik” ve “evrensel” ilkelere vurgu yapılıyor. Çeşitli çelişkileri barındırsa da raporun dili ve söylemi oldukça demokratik. l Pratikte yaşanan Oysa hemen her alanda ve özellikle okullarda gözlemlenen pratik, demok
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle