02 Şubat 2025 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KAPAK 7 Edirne’de ‘evler’i de görmelisiniz şısı’ndan geçerek birbirinden zarif eski evlerle bezeli Kaleiçi’ne kavuşmak istediğinizde, sanki ‘‘önce tadına bak, sonra yaşamı daha iyi tanırsın’’ dercesine sizi çağıran ‘‘ciğercilere’’ uğramamak mümkün mü? Bu müthiş lezzet kültürünün mimarideki yansıması, ya da o müthiş sivil mimarlık kültürünün mutfaktaki devamı. Anadolu kültürlerinin tarihçisi Necdet Sakaoğlu’na sormuştum: ‘‘Yemekleriyle ünlü kentlerin eski evleri de bir başka güzel oluyor; bu bir rastlantı olmasa gerek?’’ ‘‘İkisi de görmüş geçirmişliğin, hatta refahın ürünü’’ demiş ve eklemişti; ‘‘Aynı durum müzikleri, manileri, oyunları için de geçerli değil mi?’’ Osmanlı devletinin Bursa’dan sonraki, İstanbul’dan önceki ikinci başkenti; bir dönem 350 bini bulan nüfusuyla Avrupa’nın dördüncü büyük kenti olmak demek, sadece anıtsal yapıları ile değil, ‘‘evler’’iyle de görmüş geçirmişliğin ve hatta refahın simgesi olmak demek. İşte bu evler, sadece Kaleiçi’nde değil, kentin hemen tüm bölgelerine yayılan ‘‘endam’’larıyla, Edirne’ye bir başka kimlik katarlar. Özelliklerini ‘‘bilimsel saptamalar’’la belirtmek için, bu konudaki ülkemizin iki emektar hocasının ortak kitaplarına, ÇEKÜL Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen ile Prof. Dr. Cengiz Eruzun’un ‘‘Anadolu Evleri’’ne bakalım. İşte, hem güzelliklerini, hem de ‘‘yaşamla olan derinlemesine bağlarını’’ en güzel özetleyen bir bölüm: mar Sinan’ın ölmez eseri Selimiye ile en yüksek tepede odaklanır. Anıtsal yapıların siluetteki görkemi, yakınına gidildiğinde evlerin yüksek duvarları ve çatılarıyla hiç de çelişkiye düşmeyecek düzeydedir...’’ Avrupa’dan bakınca Edirne evlerinin ‘‘Avrupalıları’’ da nasıl hayran bıraktığının en ilginç belgesi, İngiliz sefirinin eşi Lady Montagu’nun 1917 yılında Londra’daki arkadaşına yazdığı mektuplardır... Bu ‘‘dingin’’ ve güzel kentte güvercinlerin ve leyleklerin bile rahat edebildiklerini ve bunların ‘‘İmparatorluğun en bahtiyar tebaası’’ arasında bulunduğunu anlatan Lady, aynı kuşların kutsal sayıldığını, dolayısıyla kuşların da bunu bildikleri için hiç ürkmeden sokakta dolaşabildiklerini yazmış. Yine Sözen ve Eruzun’a göre, bugünkü yeni köprü başındaki karakolhanenin hemen kuzeyindeki Demirtaş Kasrı o dönemlerde yabancı konukların oturmaları için ayrılmış. Bu şansı iyi kullanarak çevreyi gözleyen ve kendi ülkesindeki arkadaşlarına anlatmayı büyük bir zevkle sürdüren Lady Montagu dokuzuncu mektubunda diyor ki; ‘‘Eminim ki Türkiye’ye ait seyahatnamelere bakıp buradaki evlerin hepsini gayet acınacak bir halde ve mimaride zannedersiniz. Ben bu evlerden pek çok gördüm ki, bilerek bahsedebilirim. Ve sizi temin ederim ki yanılıyorsunuz...’’ İşte böylesine etkileyici Edirne evleri, yakın yıllara kadar Türkiye’deki diğer sivil mimarlık örnekleri gibi ‘‘kıymetleri bilinmez’’ iken, Edirne’nin Tarihi Kentler Birliği’ne üye olmasıyla birlikte önemsenip, korunmaya ve yaşatılmaya başlandı. Bu konuda, önceki yıl yitirdiğimiz Edirne Valisi Fahri Yücel ile yine çok yakın geçmişte yaşama veda eden eski Belediye Başkanı Cengiz Varnatopu’nun çabaları kuşaktan sevgi ve minnetle anılacak... Bize düşen ise Edirne’ye giden ya da gitmek isteyen herkese, anıtsal yapılarla yetinmemesini ve evlerini de mutlaka kucaklamasını anımsatmak. Oktay Ekinci dirne denince akla gelenler arasınE da ‘‘evler’’i nedense başlara yazılmaz. Bu konuda, Koca Sinan’ın ustalık dönemi şaheseri Selimiye Camisi elbette ki rakipsizdir. 15691575 yılları arasında 27 bin 760 kese akçe harcanarak yapılan, 31.30 metre çapındaki kubbesi, 43 metreyi aşan yüksekliği, 71 metreye yakın minareleri, şaheser çini süslemeleri, kent siluetindeki zarif egemenliği ve mimarideki eşsiz oranlarıyla Selimiye, sadece Edirne’nin değil Türkiye’nin önde gelen uygarlık anıtlarındandır... Ne var ki, örneğin Kırkpınar güreşlerinden Edirne peynirine; Ali Paşa Çarşısı’ndan virtüöz ‘‘Roman’’larına; Sarayiçi’ndeki külliyelerinden Edirne ciğerine dek kentin diğer tüm özgün değerleri artarda sıralanarak anlatılır da ‘‘evleri de bir başkadır’’ diyene pek rastlanmaz. Oysa, tüm bu değerleri yaratanlar, yaşatanlar, onlarla övünüp onlarla kentlerini ‘‘farklı’’ kılanlar, o güzelim, yalın ama hünerli evlerde ‘‘Edirneli’’ oldular. Hangi inançtan ya da kültürden olurlarsa olsunlar, ‘‘komşuluk’’larını, dostluklarını, ‘‘hemşeri’’liklerini hep o evlerde ‘‘anı’’lara dönüştürdüler. Önce kentin tarihsel yaşam mekanlarından Ali Paşa Çarşısı’nı ziyaret etmelisiniz. Kanuni’nin son Sadrazamı Hersekli Semiz Ali Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan 1569 tarihli çarşı, 300 metre uzunluğunda. Altı kapısı olan taş duvarlı ve tonoz çatılı çarşıda, 129 dükkan var . 1992’de büyük bir yangınla harap oldu ama restore edilerek 1997 yılında tekrar kente kazandırıldı... İşte o Alipaşa Çar Bahçeyle bütünleşmiş ‘‘Edirne’de, yerleşim dokularının bütününde eşsiz güzellikteki, bahçe ve bahçeyle bütünleşmiş mekânlardan oluşan evler vardır. Bu yerleşim modeli, kuşkusuz yatayda yaygın bir doku oluşturmaktaydı. Bu sayede insan yaşamının en güzel dilimleri evlerde sürdürülebilmekteydi...’’ Peki bu evler, kentle nasıl bir ‘‘ahenk’’ içindeydi? Okumayı sürdürelim: ‘‘Edirne’nin kent silueti, yeşille haşır neşir olmuş, evlerin arasında özel mahalle camileri ve daha sonra Selimiye çevresindeki yüksek minareleri ve nihayet Mi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle