Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 EGE’NİN İMBATI Cunda: Sessizliğin sesi Serdar Kızık uzey Ege’de en gözde K belde benim için, ikilime düşmeden söyleyeyim, Alibey Adası, yani Cunda’dır... Şimdi şu isim meselesinden başlayayım; meseledir çünkü kimileri Rum adı sanarak Cunda demez, kimileri de dayatma diye Alibey’i kullanmaz. Ayvalık’ta işgalci Yunan’a karşı ilk direniş ateşinden ötürü komutan Ali Çetinkaya’nın anısına konmuş Alibey... Ada diyoruz da, aslında karayla bir bağlantı söz konusu. Hem de Türkiye’nin ilk ‘‘boğaz köprüsü’’ olarak. 1960’lı yılların ortasında tamamlanmış, 54 metre uzunluğunda... Bana mı öyle geliyor, buluşmasında, başımı döndürür Cunda. Bundandır belki de, Arnavut taşlı dar sokakların götürdüğü Taksiyarhis Kilisesi’nin yakınında, küçük bir pansiyon hep bekler durur beni? Bilirim, ne zaman gitsem bir odacık bulurum. Aklıma düştü! Bu kilise onarılsa, öyle misyonerlik faaliyetleri ve Yerel yönetimin restore ettiği sanat evinde soluklanıp, şöyle Aşıklar Tepesi’nde rüzgarla kucaklaşalım. Çam ve zeytin ağaçlarının arasında birbirinin içine girmiş koylar, gözlerinizin önünde. Yaşamak ne güzel şey kardeşim. Sahilin hemen arkasında zeytinyağlıların, enfes balıkların hazırlandığı aile lokantasını da anımsadım birden. Zeytinyağı, limon ve sarımsakla terbiye edilmiş bin bir çeşit ot, Cunda’ya özgü, hamsiden de küçük papalina... O ne lezzet, o ne tat... Adanın arkası, Patriça Koyu da ayrı bir güzellik. Yok, ‘‘ bunca güzellik yeter’’ deyip, kıyıya inerseniz, pencereleri büyük, aynaları görkemli, o meşhur taş kahvede yeniden soluklanmanın sırasıdır. Hangi zamana denk düştüyseniz başka bir keyif. Hele de günbatımı... Geceyse zaman, sekiz on adım atıp, denizin kıyısındaki masalarda taze balık, kalamar, midye ya da karidesle bir iki kadeh parlatmanın vaktidir. Ayvalık’ın ışıkları Alibey’e karışır da, denizdeki o inanılmaz yansımalar kim bilir kimi, kimleri getirir aklınıza. Gerisi hüzün müdür, burukluk mu ya da bir mutluluk mu, bilinmez... serdarkizik@cumhuriyet.com.tr Aslı astarı şudur ki, bir kere Cunda, Rumca değildir. Değildir çünkü, mübadelede çoğunluğu karşıya, Midilli’ye göç eden Rumlar için burası çiçek ve bitkilerinden ötürü Moshonisi’dir, yani Kokulu Ada. Derler ki, Piri Reis ‘‘Yund Adaları’’ diye adlandırmış, gide gele Cunda’ya dönüşmüş buraları. ‘‘Alibey’’ adına gelince, önemli bir tarihsel gerekçesi var. yoksa bilmem neden, büyülü bir halin altını çizmeliyim. Çılgın bir doğa parçasının koynunda olağanüstü bir kentsel doku. Hele şöyle bir el atılıp, derlense, toparlansa nasıl olacak kim bilir? Kaş yapayım derken göz çıkarmadan tabii... Sessizliğin sesi geliyor aklıma... Başka bir kucaklar insanı, alır içine, dingin, ayakların yerden kesildiği düşsel bir zaman mekan ibadet için değil, örneğin bir sanat galerisi, küçük bir gösteri ve konser salonu olarak kullanılsa ne iyi olurdu sahi. Sanırım kilisenin müştemilatında konaklayan yaşlı teyzeyi de özledim ki, gelip gelip gözümün önünde beliriyor o sevimli haliyle. Buradan biraz yukarıya, Sarımsaklı taşının uçuk pembeye kaçan eskimişliğinde daha bir sevimleşen güzelim taş evlerin sıralandığı dar sokaklara tırmanalım.