Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 EGE’NİN İMBATI Ah o ‘dilber’ Güllük! Serdar Kızık ncekilere benzemeyecek bu yazı. Ö Üstelik bir gezi dergisinin bilinen kalıbına uymayacağının da farkındayım. Ama değişik bir sonuç çıkarma niyetimi en baştan söylemeliyim! Güllük’ten bahsediyorum. Havaalanını geçip, Bodrum’a yaklaşık yarım saat kala, belki de tabelası on binlerce göze çarpan, ama sapaktan içeriye 8 kilometrelik yolu kat etme zahmetinden, belki de bilinmediğinden, yalnızlığından ya da, keşfedilmeyen Güllük... Gerçi başka bir türlü keşfedilmişlik de söz konusu. Şu yazlık site ve kooperatif adıyla dağı taşı talan edip betona boğan, zeytinleri kökleyen, kanalizasyonunu girdiği denize boca edenlerin keşfi de ayrı bir konu tabii. Tepedeki otel denilen o devasa beton bloğu konduranları, izin verenleri de unutmayayım bu arada... Küçük taş evleriyle 80’li yıllardan önce mavi turcuların duraklarından biriydi Güllük. Ama ne zaman ANAP’ın talan ve yağma anlayışı, kıyıları biçer döver makinesinin yaptığı gibi hallaç pamuğuna çevirdi, güzelim belde de tükendi bitti... Benim memleketim, nüfus kütüğümün yazılı olduğu küçük belde, 25 yıl öncesine göre tanınmaz halde bugün... Sabırsızlıkla beklediğim yatılı okul tatillerinde baba ocağına kavuştuğum, o yıllarda neredeyse tümüyle bakir, bozulmamış, henüz gaddarca bir talana uğramamış sevimli köyümden eser yok artık. Tepeleri hınca hınç zeytin ağaçlarıyla dolu, yeşili deli, mavisi çılgın, delikanlılık yazlarımın hasreti, vah o belde... Gel de Ahmet Haşim’in “ O Belde”sini hatırlama: “Denizlerden esen ince hava saçlarınla eğlensin. Hasret ve gurbet melaliyle akşam ufkuna bakan bu gözlerinle, bu hüznünle bilsen sen ne dilbersin!” Dilberliğin yitti, gitti Güllük. Bundandır belki de “Yalnız bildiğim sen ve ben ve mavi deniz ve bu akşam ki bende hüzün ve ilham tellerini titretiyor, uzak mavi bir ülkeden ayrı kalarak bu yerde, bu sürgün ve hasrete ebediyen mahkumuz” diyen Ahmet Haşim’i, Güllük’le buluşturmamız... Kıbrıs Barış Harekatı’nın karartma gecelerinde, kamufle edilmiş lambaların titrek ışığında daha büyük bir gizeme bürünürdü ev ve insanlar. Zamanın kamyonlarının gece yarıları çıkardığı homurtulara alışık kulaklarımızla boraks taşlarının yüklendiği şilepler ve onların okyanus seyirlerini düşlememiz ne kadar uzakta kaldı şimdi. Akdeniz’e özgü taş döşeli kaldırım ve sokaklarıyla şirin beyaz evleri, kıyı kahvehaneleri, balıkçı lokantaları nasıl da değişti. Hadi bazı dostların “merkezde denize girilecek yer kalmadı” sözlerini bir yana bırakalım. Ya lüfer, kefal ve yılan balıklarının yaşam alanı, ülkenin en büyük ve en zengin eşsiz doğal dalyanında bugün çalan tehlike çanlarına ne demeli? Meksika’dan yola çıkıp yumurtlamak için okyanusları aşan yılan balıklarının yaşam alanı dalyanın girişine iskele taşınır mı? O doğal dalyan şileplerin yükünü, kirliliğini nasıl kaldırır? Özel ziyaretçileri olan kuşları da anımsatalım bu arada. Bazı gezi dergilerinde, internet sitelerinde deniyor ki: “Her geçen yıl süratle gelişen, büyüyen Güllük’ü, balıkçı kahvelerinin melankolik havası, kıyı gazinolarının şenliği, otel, motel ve turistik tesislerin sıcacık atmosferi sarar yazları.” Ne gelişme, ne büyüme! Ben yine de “gidin fırsatınız olursa” derim. Gidin, eskiden kalma taş evlerin yanında deniz kenarındaki küçük okul binası, Tekel binası ve balıkçı kooperatifinin barınağı geçmiş yıllardan bir esinti olarak duruyor yerlerinde. Fener Burnu’ndaki kocaman araziye betonları konduramadılar. Oradan açık denize bakıp, lacivert sularla kucaklaşın. Kıyı kahvelerinde orta yaşlı balıkçılara eski Güllük’ü anlattırın. Küçük Ev, Kırçın, Çetin ve Çiçek’teki hala leziz balıkları bir iki kadehle daha da güzelleştirirken olağanüstü bir balıkçı köyünün nasıl yağmalandığını sorgulayın. Sorgulayın ki, belki bundan sonra kıyıda köşede kalmış birkaç güzelliği talan edilmekten kurtarabilelim. serdarkizik@cumhuriyet.com.tr