05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C Şu ‘Çılgın Türkler’ mi? olaylar ve görüşler 9 ŞUBAT 2007 CUMA OKTAY AKBAL Türkiye’nin Hikâyesi ürkiye Cumhuriyeti tarihi, birçok açıdan ilkleri yaşamaktadır. Milli varlıkları ve ulusal değerleri bir pazarlama figürü olarak gören bir düşünce silsilesi ülkenin orta ve uzun vadedeki geleceğine ipotek koymaktadır. Ülkenin maddi değerlerinin ya da maddi değer taşıması olası kaynaklarının elden çıkarılması veya ucuz bir şekilde kullandırılmasından öteye (rakamlara fazla bulaşmamak kaydıyla) çevrilmesi gittikçe zorlaşan bir dış ticaret açığının olması bile bu ipoteğin ne denli tehlike arz ettiğini ortaya koymaktadır. Tarım politikalarından vazgeçerek uzun vadeli dış borçlanma refleksiyle ülkenin tarımsal ve hayvansal ürün ihtiyacını karşılamak hiçbir şekilde doğru kabul edilemez. Yabancı sermayenin devlet garantisi altında güvenli bir şekilde yatırım aracı olarak ülkeye girişi, bolluğun ve ekonomik istikrarın göstergesi olamaz. Ülkemizde az ya da çok kârlı ve hatta zarar gören işletmelerin yabancılara satılması yolu ile elde edilen gelir, ülkenin ekonomik refahının iyileşmesi olarak düşünülemez. Tüm dünyada değer ve itibar kaybeden para biriminin Türkiye’de değer kaybediyor olmasını, hiç kimse hü OKURLARA İBRAHİM YILDIZ T Ş u çılgın Türkler! Bu, bir övgü mü? Atatürk, “Ey Türk Övün, Çalış, Güven” dememiş miydi? Bu sözü Ankara’nın Güven Parkı’nda anıtlaştırmamış mıydık? Niye ‘övün’ demiş önce? Tartışılmıştı, neden övünülsün. Önce çalışmak, güvenmek gerekmez mi? Kuru kuru övünmek saçmalık sayılmaz mı? Niye ‘övün’ diyor Atatürk? Bizlerin her şeyden önce Türk kimliğini taşıyan bireyler olmamız, kendimizi bilmemiz, kendi niteliğimize inanmamız için!.. Tek başına övünmek yetmez! Kendimize güveneceğiz, çalışacağız!.. Türklüğü; yüzyıllardır ezilmiş, horlanmış, yöneticilerce aşağı görülmüş bir kimliği yücelteceğiz.. övünerek, güvenerek, çalışarak!.. ??? Mustafa Kemal Atatürk’ten önce Türk ulusu var mıydı? Vardı elbet! Ama adıyla sanıyla, gerçeğiyle var mıydı? Yüzyıllarca egemen olan padişahlar, paşalar, beyler, ağalar dönemlerinde varsa yoksa Osmanlılıktı anılan, benimsenen... O günlerde üst kimliğimiz Osmanlılıktı. Türklük bir alt kimlikti; “Şu Orta Anadolu’da yaşayan yoksul, görgüsüz bir halk yığını” sayılan atasözlerinde bile horlanan bir insanlar topluluğu!.. “Al Türk’ü vur turpa, yine yazık turpa”... Bu da Osmanlı Ermenilerinin yakıştırdığı bir söz işte!.. Daha niceleri var, Türk’ü, Türklüğü aşağılayıcı... “Bir Millet Uyanıyor”... Bu bir filmdi. Çocukluğumda gördüğüm, ama hiçbir zaman unutamadığım bir destan! Uyuyan, uyutulması istenen, dost düşman herkesin hatta kendi içimizdeki birtakım şaşkınların, çıkarcıların özlemle yaşattığı bir büyük uyku! “Bir Millet Uyanıyor”dan “Şu Çılgın Türkler”e sürüp gelen uzun yıllar... Bir ulus olduğumuzu güçlükle öğrendik. Savaşlar, yenilgiler, yengiler, nice uğraşlar, acılar sonunda! Ama galiba iyice öğrenememişiz, koca koca adamların “Artık ulus devlet yok”, “Artık ulus da yok” dercesine yazdıkları, konuştukları bir ortama geldik! Ulus olmak için çırpınan halklar dururken, Almanı, Fransızı, İtalyanı ulusallıklarıyla övünürken, nice etnik topluluklar devlet olmayı beklerken, içimizden bazılarının ulusallığımızı yadsımaya kalkması, dünya gerçeklerine aykırı değil mi? “Şu Çılgın Türkler” ne çabuk “Şu Şaşkın Türkler” olduk! Bu gidişle sevgili Özakman yeni bir kitap yazmalı, “Şu Şaşkın Türkler” diye!.. kümetin başarılı politika idaresine bağlayamaz. Ulusal şirketlerin ve çok güçlü aile şirketlerinin yıllardır fahiş kârla sattıkları mal ve hizmetlerin normal fiyatlarını bulmasını ve stoklarını eritmelerini, bu sayede normal kârlarla makul kazançlar elde etmeyi kabul ederek bir iki yıl vadeli mal satımları siyasi iradenin bir gücü olarak gösterilemez. “Allah” sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirir sonra buldururmuş misali Türk insanı yıllardır çektiği acıların, bir anlık rahatlamasının sebebini, bu iktidarın bir başarısı olarak görüyor. =Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Özelleştirme bedelleri rayiçlerinin çok altında olan işletmeler yabancılara satılma önceliği diye pazarlanırsa, şehir planlamasından aylar evvelinden olan yabancılara rant getirecek araziler üç kuruşa veriliyorsa ve bu yapılan yanlışlıklar mevcut hükümetin rızası ve izni ile oluyorsa.. borçları onlarca yıla yayılarak sürdürülüyorsa bu hikâyenin sonu hikâyemiz gibi olacak demektir. Bu söylemleri çok net birtakım bulgularla destekleyelim. 1 Ülkenin dış borçları son 3 yılda 50 milyar dolar artmıştır. 2 Tarımda istihdamın payı; kırsal bölgelerdeki istihdamın yüzde 71’i tam istihdama dayanırken 5 Av. Mikayil DİLBAZ yıl içerisindeki oran yüzde 60’lara düşmüştür. 3 Sokaktaki insanların büyük bir kısmı kredi kartı borcuyla yaşıyor. 4 Konut fiyatlarındaki suni değişim ve gereğinden fazla artan fiyatlar kısa bir dönem öncesine kadar ev sahibi olma hayalleri kuran düşük ve orta gelirlilerin ev sahibi olma ihtimallerini oldukça azaltmıştır. Ülkenin ekonomik gidişini ve enjekte edilen her şeyin yolunda olduğu yalanını ispat etmek, ne bir gazete makalesine ne de bir kitaba sığar. Bu zaten fiziksel olarak ispat edilmesi mümkün olmayan ve taraflardan herhangi birinin konuyla ilişkisi kesilmesi suretiyle son bulacak bir süreçtir. Bu tip iddiaların ve hissiyatların ifadeleri yıllar sonra yerini ve cevabını bulur. Bu bitmiş bir futbol maçının peşinden konuşmak kadar lüzumsuz bir konudur. Ancak biz aydınlarımıza düşen tespitlerini ve söylemlerini yazılı olarak tam kayıtlara geçirmektir. Ve yine bu ülkenin milli idarenin üstün olduğu insanlarını, seçtiğimiz liderlerin yapmış olduğu yanlışlarla kabullenmek durumundayız. Hiçbir seçilmiş liderin, hanesini doğuştan baba misali boş gurur ve mağrur ifadeler sergileme lüksü ve hakkı yoktur. Buradan hareketle sayın hükümete şu soruyu sormak gerektiği kanısındayım. “Bu yeni buzdolabını, yeni çamaşır makinesini ve poşetler dolusu gıdayı üretmeden ve çalışmadan nasıl eve sokuyorsunuz...” Oysa unutulmaması gereken bir şey vardır. İnsanlar anne ve babalarını seçme durumunda değillerdir. Ve her insan doğduğu evde olabildiğince korunmasını ve bakımı altında bulunmasını garantileyerek dünyaya gelir. Bu yüzdendir ki, annelerin babayla ve evlatla arasında her hatayı hoş görebilecek ve bütün bedellerin altına koşulsuz girebilecek yazılı olmayan doğal bir yanı vardır. Her iktidar, seçilmiş olmanın ve kendisini seçen insanlar varlığının yaptıkları hatalardan ötürü karşılaşacakları yaptırım ve suçlamalara karşı bir sigorta olduğuna inanırlar. Yani bir anlamda her siyasi irade kendini “evin babası gibi” görür. Cinayeti Gölgelemeyin azeteci Hrant Dink cinayeti karanlık bir tünele çekilmeye çalışılıyor. Cinayetin üzerinden 3 hafta gibi bir süre geçti. Bu süreç içerisinde yaşanılan bilgi kirliliği, soruşturmayı kilitlemeye yönelik bir girişim olarak algılanabilir. Ne yazık ki, bu tür cinayetler ve suikastlardan sonra emniyet birimlerinden ya da başka yerlerden sızan bilgiler, medya aracılığıyla halkın kafasını karıştırmaktan öteye gitmiyor. Hrant Dink cinayetinin ardından da medya yeni bilgi ve belgelere ulaşmışçasına kendi manşetlerini oluşturdu. Bu manşetler çok satışlı gazeteler arasındaki rekabete de yansıyınca “senin haberin yanlış, benimkisi doğru...” yanılsamasına yol açtı. Haberleri oluşturup aktarırken sorumluluktan ve basın meslek ilkelerinden uzaklaşma noktasına gelinmemeli... Zaten, yapılan araştırmalarda güvenilirliği bakımından politikacılarla aynı sıralamada yer alan medyanın Hrant Dink cinayetinde ciddi bir sınav verdiği ortada. ??? Cinayetin hemen ardından, güvenlik kameralarındaki görüntüler incelenerek olayın faili olarak Ogün Samast adlı 17 yaşındaki tetikçi Samsun’da ele geçirildi. Samast’ın yakalanmasıyla birlikte kafaları karıştırmaya yönelik açıklamalar da peş peşe geldi. Cumhuriyet ilk günden bu yana sağlıklı bilgileri okurlarıyla paylaştı. Samast’ın İstanbul’da yalnız olmadığı, kendisine yardım edenlerin bulunduğunu ilk yazan gazetemiz oldu. Dikkat edilecek bir başka nokta ise Ogün Samast’ın yakalandıktan sonra çekilen fotoğrafının ilk kez Star gazetesinde yayımlanmasıydı. Daha sonra video görüntüleri de TGRT kanalında yayımlandı. Bilindiği gibi Star gazetesi, Başbakan’a yakınlığıyla bilinen Albayrak’ların yönetiminde. TGRT ise ABD medya imparatoru Murdoch tarafından bir süre önce satın alınmıştı. Üstelik bilgi kirliliği, bu görüntülerin çekildiği yerle ilgili yapılan yanıltmada bir kez daha ortaya çıktı. Görüntüleri yayımlayan TGRT, “jandarma karakolu” olarak adres gösterirken Jandarma Komutanlığı’nın yaptığı açıklamayla görüntünün Samsun Emniyeti’nde çekildiği doğrulandı. Dikkat edileceği gibi, medya, emniyet ya da başkaları çelişkili bilgileri aktarırken cinayet üzerindeki sis perdesini daha da yoğunlaştırıyor. Tüm bu gelişmeler sürerken Başbakan Erdoğan’ın “derin devlet”i gündeme getirmesi düşündürücüdür. Başbakan’ın, elindeki tüm olanakları kullanarak bu sis perdesini kaldırmasını beklemek her yurttaş gibi bizim de beklentimizdir. Cinayetin arkasındaki kişi, kişiler ya da örgüt kim ise ortaya çıkarılmalıdır. Bu güvensizlik ortamında kamuoyunun vicdanının rahatlaması için “aydınlanmaya” ihtiyacımız var. İyi haftalar... G OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com 5. Senfoni Atatürk ve Devrim Çanları lpaslan Berktay, bize Atatürk’ün çok güzel bir sözünü hatırlattı: “Durmayalım, düşeriz.” “Bu çalınan 5. Senfoni’dir! Ta.. ta.. ta..” diyor, Cumhuriyet’teki o güzel yazısında. Beethoven’in 5. Senfonisi devrimci senfonisidir. Bize gereken de budur: Devrim. Yıllardır duyuyoruz: “Solda birlik, ulusal birlik, 10 Aralık hareketi, güçlü alternatif, AB standartları, sosyal demokrasi, solda yenilenme, kitleselleşme.” Devrim sözcüğü yok sözlüklerimizde. Oysa bugün Latin Amerika’da bir Bolivarcı (antiemperyalist) devrim yer alıyor, bizim de önümüzde duran bir Atatürkçü devrimdir. Kitlelere ulaşmanın da yolu budur. Kitleler Atatürk’ün yıldönümü töreninde, Ecevit’in cenaze töreninde sözlerini söylediler: Bize halktan yana bir iktidar, bağımsızlığımızı savunacak önderler gerek, Atatürk gibi, Ecevit gibi. Bu bozuk düzenle peynir gemisi yürümez. IMF komutasında bir ekonomiyle, zengini zengin, fakiri fakir kılan serbest rekabet masallarıyla, Washington’dan emir alan iktidarlarla ne halkın geçim düzeyi düzelebilir, ne gerçek bir kalkınma sağlanabilir, ne de bağımsızlık. Atatürk, “Biz bize benzeriz, kendimize en uygun yoldan kalkınacağız” demiş. “İktisadi devletçilik” yolunu seçmişti. Atatürk devletçiydi. Bu, devlet denetiminde bir karma ekonomi sistemi demekti. Onun kurduğu düzende özel teşebbüs devlet tarafından destekleniyor, kalkınma devlet yatırımları ile gerçekleşiyor; dış ticaret, para politikaları devlet denetimi altında tutuluyordu. Çünkü gelişmemiş bir ülke ancak koruma altında gelişebilirdi. Nitekim ilk sanayi hamlesi bu yolla yapıldı. Türkiye kimseye borçlanmadan, köle olmadan ilk gelişme hamlesini yaptı. A yacağız” demişti. O günler geçti, demeyin. Bugün başta Çin olmak üzere pek çok Asya ülkesi bu tip devlet korumasında ekonomilerle, borçsuz, bağımsız kalkınıyor ve hatta dünya ekonomisini büyük ölçüde etkiliyor. Mustafa Kemal, “Ekonomik bağımsızlık olmadan, siyasal bağımsızlık olmaz” demişti ve bu ilkesini uyguladı. Çünkü o, “Bir millet köle olmaktansa ölsün”, “Ya istiklal ya ölüm” demişti. Acaba “solda birlik, yenilenme, kitleselleşme” denirken bütün bunlar düşünülüyor mu? Serbest rekabetin ABD ekonomisine dahi zarar verdiğini Prestowitz, Stiglitz gibi Washington’ın ileri gelen iktisatçıları söylüyorlar. Serbest kalan tekelci sermaye Amerika’dan, Avrupa’dan kaçıyor; fabrikalar kapanıyor, işsizlik artıyor, bunalım geliyor. Atatürk Türkiyesi hâlâ Avrupa kriterlerinin peşinde mi koşacak? Avrupa’da sosyal devlet darbeler yerken, biz hâlâ sosyal demokrasi rüyalarıyla mı yaşatılacağız? Türk solu, kitleleri böyle bir hayalin etrafında toplayabileceğini mi düşünüyor? Doç. Dr. Yıldız SERTEL Mustafa Kemal, “Kendi gücümüze dayanarak kalkınacağız. Gerekmedikçe borç almayacağız, alsak da kölelik koşullarında almayacağız” demişti. O günler geçti, demeyin. Bugün başta Çin olmak üzere pek çok Asya ülkesi bu tip devlet korumasında ekonomilerle, borçsuz, bağımsız kalkınıyor ve hatta dünya ekonomisini büyük ölçüde etkiliyor. meyeceğiz, demişti. Avrupa’dan neler alındı? En başta demokratik siyasal yapı: Parlamenter sistem, siyasal partiler, seçimler. Aydınlanma felsefesi, laiklik, Cumhuriyet, şeriat yerine Medeni Hukuk sistemi. Atatürkçü devrim, saltanatı, hilafeti yıktı, çağdaş bir siyasal ve hukuksal düzen kurdu. Ancak, iş azgelişmiş bir ülkenin kalkınması sorununa gelince, M. Kemal, “Biz bize benzeriz” dedi ve ülkenin koşullarına uygun bir kalkınma yolu arandı. İşte bu yol, “İktisadi devletçilik” yoluydu. Evet, Mustafa Kemal devletçiydi. Türkiye’nin mazlum ülkelere bir yol gösterebileceğini düşünüyordu. Bu örnek model onun denetimi altında oluşturuldu ve sanayileşmenin ilk adımları atıldı, hem de en zor koşullarda ve bağımsız olarak. Başta Çin olmak üzere pek çok Asya ülkesine de hızlı kalkınmayı sağlayacak bir bağımsız kalkınma modeli sunulmuş oldu.(*) Bugün Türkiye’yi bekleyen devrim de budur. Atatürkçü devrim bir bütündür: Siyasal bağımsızlık Ekonomik bağımsızlık Halkın egemenliği Laiklik Cumhuriyet Antiemperyalist milliyetçilik Devletçilik Her alanda emperyalizme karşı korunma. beklentilerine cevap veremez. Venezüella’da Chavez, petrolü devletleştirip geliriyle halka ucuz gıda, mesken, sağlık, eğitim sağlıyor. Bütün Latin Amerika bu tip bir devrim yaşıyor. ABD’yi ve IMF’yi kovuyor. Hem de Amerika’nın arka bahçesinden. Acaba Türk solunun programında böyle şeyler var mı? Mustafa Kemal’in en zor koşullarda yaptığı işi, emperyalizmden kopmayı düşünüyorlar mı? IMF’den kopmadan ücretleri nasıl arttıracaklar? Özelleştirmeleri, ulusal varlıklarımızın yağma edilmesini nasıl durduracaklar? Bu soygun düzenine nasıl son verecekler? Bu millet uyanıyor. Bu millet kendini arıyor? Bağımsız, özgür benliğine kavuşmak istiyor. Çocuğunun karnını doyurabilmek, onu okula gönderebilmek, hastasına bakabilmek, insan gibi yaşayabilmek istiyor. Bütün bunların ancak kökten değişikliklerle gerçekleşebileceğini görüyor. “Sol” partilerin aralarındaki pazarlıklar, diktatör başkanlar, gerçeğe uymayan programlar, Avrupa gibi boş hayaller milleti bıktırıyor. Evet, gemi batıyor, bıçak kemiğe dayandı. “Bu çalan 5. Senfoni çanları” diyor Alpaslan Berktay. Ben ise Asya Pasifik’e doğru bakmak, Türkiye’de de devrim çanlarını duymak istiyorum. Galiba uyanan halkımız da öyle. (*) Ayrıntılı bilgi için bak: YILDIZ SERTEL, “Şu Değişen Dünya, Türkiye Avrasya” ATTİLÂ İLHAN, Bir Millet Uyanıyor Dizisi No:9, Bilgi Yayınları EŞİT KOŞULLARDA DEĞİLİZ Atatürk, Türkiye’nin koşullarına uygun bir yol aramıştı. Unutmayalım ki, Avrupa emperyalist ve Türkiye sömürgeleşen bir 3. dünya ülkesi. Eşit koşullarda değiliz. Biz azgelişmiş bir ülkenin kalkınma yolunu bulmak zorundayız. Türk solunun görevi bize böyle bir alternatif sunmak. Mustafa Kemal ve onun kadroları azgelişmiş bir ülkenin bağımsız kalkınma yolunu bulmuş ve uygulamışlardı. Şimdi bu model Asya’da çok hızlı kalkınmalar sağlıyor, oralarda bağımsız ekonomiler kuruluyor. Biz ise Avrupa’nın, ABD’nin peşinde çıkmaz yollara sapıyoruz. Hem de sosyal eşitsizliklerin, ırkçılığın, terörün, yolsuzlukların arttığı bir Avrupa ve ABD’nin. Mustafa Kemal, Avrupa’dan iyi olan şeyleri alacağız, ama Avrupa emperyalizminin kucağına düş TÜRK SOLUNUN GÖREVİ Eğer Türk solu Atatürkçü devrimi bütünüyle almaz, tam bağımsızlığın üzerine gitmez, sanki bir Avrupa ülkesindeymişiz gibi hareket eder; halkın somut sorunlarını çözmek için bir somut çare göstermezse; kitleselleşmeyi gerçekleştiremez, yoksullaşan yığınların EKONOMİK BAĞIMSIZLIK Mustafa Kemal, “Kendi gücümüze dayanarak kalkınacağız. Gerekmedikçe borç almayacağız, alsak da kölelik koşullarında alma CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle