04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAZİRAN NİSAN CUMA dizi PARİS’TEN CUMHURİYETİN KURULUŞUNA GİDEN YOLUN KİLOMETRE TAŞLARINDAN Yeni bir devletin kuruluşu 1.Ulusal Meclis ve Ulusal Barış ‘‘23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’’, bayram oluşunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış günü olan 23 Nisan 1920’den alır. Kurtuluş Savaşı, fiilen bu Meclis’le başlamış, Cumhuriyet bu Meclis’te kurulmuştur. Kongre dönemi (Erzurum Sıvas: 7 Ağustos 19194 Eylül 1919), Heyeti Temsiliye dönemi (4 Eylül 191923 Nisan 1920) ve Meclis dönemi (23 Nisan 192029 Ekim 1923), ‘‘eski Osmanlı İmparatorluğu’ndan yeni bir Türkiye devletinin doğuşuna’’(1), yani Cumhuriyet’e giden yolun kilometre taşları olarak da nitelenebilir. ULUSUN İSTENCİ Kurtuluş Savaşı fiilen 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi ile başlamış, Cumhuriyet bu Meclis’te kurulmuştu. Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulusun en üst siyasal kurumudur, hiçbir zaman dinsel bir kurum olmamıştır. Cumhuriyet, feodal devletin ulus devlete, teokratik devletin laik devlete devrimci dönüşümünü simgeler. Egemenlik/hâkimiyet, saltanat ve hilafetten doğrudan ulusa geçmiş; ulus, ulus olarak istencini/iradesini, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerçekleştirmiştir.‘‘Egemenlik’’in ulusun kendisinde olmasını, egemenliğin salt saltanat makamından onun ümmetine geçmiş olmasıyla değil, ümmetin ulusa, tebaanın yurttaşa dönüşmüş olmasıyla birlikte düşünmek gerekir. ÖZGÜRLEŞEN BİREYLER Dolayısıyla egemenliği belirleyen istenç/irade, tebaa olarak saltanata, ümmet olarak hilafete (ya da dinsel kurumlara) bağlı ve bağımlı olan bireyin istenci değil, ırksal ya da etnik, dinsel ya da mezhepsel istenci değil, özgürleşen bireyin ulusal istencidir. Ulusal/milli istenç, ulusun, siyasal olan istencidir. Cemaati/tebaayı ulus yapan da, yeni ekonomik ve siyasal birlik olan ulusun ortak istencidir. Bunun temsil edildiği yer, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulusun en üst siyasal kurumudur, dinsel bir kurum değildir. Sorun bu kadar yalındır. Bu kurumu, dinsel bir kurum gibi algılamak, dinsel bir kuruma dönüştürmeyi istemek, Cumhuriyetin temelleriyle, temel ilkeleriyle oynamak demektir. Çünkü, dinsel istencin, siyasal istençle özdeşleştirilmesi ve giderek dinsel istencin siyasal istencin yerine konması, siyasal erki, kaçınılmaz olarak demokratik olmayan girdaplara sürükler ve sürüklemektedir. YETKİ SINIRSIZ DEĞİL 2. Siyasal Erk ve Yetkileri Ulusal istencin, ulusun siyasal istenci olduğunun belirtildiği yerde, ‘‘genel oy’’un niteliğinin de salt siyasal olduğu burada belirtilmek gerekir. Seçmen, verdiği oy ile (oy verdiği kişi ya da kişilere) kendisinin yurttaş olarak sahip olduğu siyasal yetkisini, belirlenen süre için devretmiş sayılır. Seçilen kişi ve kişilerin kullandıkları yetki, seçen kişilerin onlara devrettiği yetkidir, bu da siyasaldır. Bu yetki, sınırsız bir yetki de değildir, seçen açısından olduğu gibi seçilen açısından da, anayasayla ve özellikle de anayasanın değiştirilemez maddeleriyle/ilkeleriyle sınırlandırılmış bir yetkidir. Bunun, hukuk dilinde yetkin söylemini, Cumhurbaşkanı Sezer 19 Mayıs (2004) mesajında açıklığa kavuşturmuştu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, mesajında, ‘‘devletin siyasal, sosyal, hukuksal, ekonomik hiçbir alanının din kurallarıyla düzenlenemeyeceğini’’ belirtmiş, ‘‘egemenlik hakkı’’ ile ‘‘milletin verdiği yetki’’nin mutlak (sınırsız) bir yetki olmadığını açıklama gereği duymuştu.(2) Aynı günlerde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok da ‘‘milli iradenin, her istediğini yapma yetkisini vermediği’’ni belirtmek gereğini duyuyor, siyasal gücün (erkin) yetkisinin sonsuz ve sınırsız olmadığını, egemenliğin de keyfi, ulusal kimlikten uzaklaşmış bir egemenlik olamayacağını belirtiyordu.(3) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in siyasal erkin yetkisinin ‘‘sınırlarını’’ belirleyen mesajının, Yargıtay Başsavcısı Nuri Ok’un AKP hükümetini ‘‘şeriat heveslileri var’’ diye uyaran açıklamasının, 23 Nisan 2004’te Meclis Başkanı ve Başbakan’ın, Meclis’in kimliğini karartan ve ‘‘ulusal egemenliği’’ ‘‘tağşiş’’ eden davranış ve konuşmaları nedeniyle ve uyarı amacıyla yapılmış konuşmalar olduğunu düşünmek sanırız yanlış olmayacaktır. Dayanışma mı Sömürü mü? C 9 UĞUR HÜKÜM F Anayasal laiklik ve sınırları C umhurbaşkanı Sezer, bu yıl, 12 Nisan’da verdiği Harp Akademileri Konferansı’nda, ‘‘irtica tehdidinin kaygı verici boyutlara ulaştığı’’ uyarısında bulundu. Laiklik ilkesinin, ‘‘dinin toplumsal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen temel ilke’’ olduğunun altını çizen Cumhurbaşkanı, laikliği, salt din ve inanç özgürlüğü olarak tanımlamanın; 1) Anayasada açımlanan laiklik ilkesinin saptırılmasına, 2) Laikliğin sınırlarını aşan din ve inanç özgürlüğünün, devletin ekonomik, sosyal, siyasal ve hukuksal temel düzenini de din kurallarına dayandırma özgürlüğü olarak algılanmasına ve 3) Bizzat laiklik ilkesinin, laiklik adı altında kendi karşıtına dönüştürülmesinin bir aracı olarak kullanılmak istenmesine yol açacağına dikkat çekti.(4) NEGATİF YANITLAR Cumhurbaşkanı Sezer’in laiklik ve irtica ile ilgili uyarılarına negatif yanıtlar, Meclis Başkanı Bülent Arınç ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan gelecekti. İlkin ‘‘Kutlu Doğum Haftası’’ nedeniyle, ikincisi ‘‘Ulusal Egemenlik’’ ve ‘‘Çocuk Bayramı’’ dolayısıyla. Sahne: Kocatepe Camisi salonu. Meclis Başkanı Arınç, ilkin ‘‘Kutlu Doğum Haftası’’nı kutlayarak, Cumhurbaşkanı Sezer’in öncelikli tehlike saydığı ‘‘irtica tehlikesi’’ni dolaylı bir biçimde yanıtlıyor. Önündeki gülü alarak, türbanlı hanımıyla yan yana ön sırada Yani sağsol, laikantilaik, TürkKürt, Sünni Alevi ayırmıyor. Çünkü, o, İslamı, siyasal birliğin ortak paydası, tek birleştiricisi olarak algılıyor. Siyasal birliğin de İslamın tutkalıyla sağlanacağı inancında. Bu sahneler televizyondan izlendiğine göre, kameralar önceden yerlerini almış olmalı. ‘‘İbadet gizlidir!’’ derdi büyüklerimiz. Ama bu ibadet değil ki... İzlediğimiz tam seyirlik bir özellikle vurguladığı gibi, laikliği, ‘‘salt din ve inanç özgürlüğü olarak’’ niteleyen ve bu özgürlüğü, ‘‘devletin temel düzenini din kurallarına dayandırma özgürlüğü’’ olarak algılayan bir anlayışı, anayasadaki laikliğin yerine geçirme çabası içinde Arınç. FEDERASYON TARTIŞMASI Cumhurbaşkanı olarak Turgut Özal, ‘‘federasyon’’u tartışmaya açtığı zaman, Uğur Mumcu, ‘‘Federasyonu herkes tartışabilir, bir tek cumhurbaşkanı tartışamaz!’’ diye yazmıştı. Mumcu’nun söylemini yineleyerek belirtelim ki, laiklik tanımını herkes tartışabilir, ama Meclis Başkanı tartışamaz, özellikle de laikliğin anayasal tanımını ‘‘Meclis Başkanı’’ olarak kaldığı sürece, hiçbir biçimde tartışmaya hakkı yoktur. Ne var ki Arınç, duruşuyla, davranışıyla olduğu kadar, konuşmalarıyla da laikliği hemen her gün tartışıyor; laikliği ad ya da sıfat olarak koruyarak teokratik devlet ilkesinin başına oturtmaya çalışıyor. Yani anayasal suç işliyor. S Ü R E C E K ransa’nın saygıdeğer gazetelerinden, muhafazakar eğilimli Le Figaro’nun 5 Haziran tarihli hafta başı nüshasının manşeti şöyleydi: “Pentekost Pazartesi’nde ‘Kamu’ çalışmıyor, ‘Özel’ ağırdan alıyor...” ??? Evet, geçtiğimiz pazartesi sabahı Paris sokakları pazar veya tatil günlerine özgü bir sükunetle uyandı. Ulaştırma, toplu taşımacılık pazar günlerinin ritminde çalışıyordu. Okullar, postane, resmi daire ve banka gibi kamu veya kamuya genel hizmet veren işletmelerin tümü kapalıydı. Bakkal, ekmekçi, giyimkuşam gibi küçük ticaret erbabı veya esnaf ve de her türlü hipermega ticaret merkezi ise büyük oranda görevdeydi. Halbuki KatolikHıristiyan inancına göre, “Paskalya yortusunu izleyen 50’nci günde Kudüs’te toplanan havarilerin üzerine Kutsal Ruh görünür bir biçimde iner.” Katolik kilisesinin “kızı” namıyla maruf Fransa da, 1886’dan beri bu namın hakkını vermek maksadıyla bu buluşmayı “Pentekost Pentikoste veya Pantekosta Yortusu”, resmi bayram olarak kutlardı. Fakat o duyarlı Katolik kız, “Fransa”, anlaşılan aradan geçen 120 yılda öyle bireyselleşti, öyle egoistleşti ki, 2003 yazında yaşanan birkaç haftalık olağanüstü sıcaklarda, 15 bin civarında yaşlı insan, inanılması gerçekten zor bir kayıtsızlık duvarına çarparak bir çırpıda öteki dünyaya göçüverdi. Duyulan toplumsal vicdan azabı ve kolektif utanç gereği, o zamanki hükümetin başbakanı JeanPierre Raffarin, cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın da verdiği seçim sözleri doğrultusunda yaşlılar ve özürlülere yardım ve bakım hizmetlerini arttıracak, sosyal altyapıyı güçlendirecek acil önlemler almaya karar verdi. Daha da önemlisi, fırsattan istifade her yıl tarihi açık verme rekorları kıran Sosyal Sigorta sandıkları da az biraz toparlanabilirdi.. AB bir yandan, kamu vicdanı da öte yandan, iktidarı “devrimci (!) reformlar”a zorladı. Aranan “finansal can”, Fransızların “dayanışmacı asil kanı”nda (!) bulundu. Ama bakalım Fransızlar “dayanışma” finansmanına “kan” vermekte hemfikir miydi ? ??? 30 Haziran 2004’te palas pandıras bir yasa çıkartıldı. Sağcı bir hükümet, hayatın garip cilvesiyle ülkede mevcut 6 dini bayramdan birini iptal edip, ücretli bayram günlerinin sayısını 11’den 10’a indirdi. Fransa Pentekost yortusunu takip eden pazartesi günleri yaşlılar ve özürlülerle dayanışma için çalışacak ve elde edilecek yaklaşık 2 milyar avro ile altyapı tesisleri arttırılacak, yeni uzman kadrolar istihdam edilecekti. Liberalizm ideologların boy hedefi Fransa zaten Avrupa’nın en az çalışan ülkesi değil miydi? “Değil” işte... Zira resmi istatistiklere göre Fransa 10 bayram günü ve ortalama 25 ücretli izin günüyle (tabii ki cumartesi ve pazarlar hariç) AB ortalamasının alt sıralarında yer alıyordu. 2004 yılı rakamlarıyla İsveç ortalama 33 gün izin ve 11 bayram günüyle zirveyi tutarken, onu Danimarka (3011), Hollanda (318), İngiltere (25,59), Almanya (29,110,5), İtalya (2812), Belçika (2512), İspanya (2511) ve Yunanistan (2311) ritmiyle izliyorlardı. Haftalık ve yıllık çalışma saatlerine baktığımız zaman ise orta ya farklı bir tablo çıkıyordu. Zira Fransızlar sol birlik hükümetinin 1997 yılında çıkarttığı bir yasayla haftada 35 saat çalışma hakkına sahiptiler. 2004 resmi verileri de yıllık toplam ortalama çalışma süresinin 1575 saatte kaldığını gösteriyordu. Yani Fransızlar gerçekten dünyanın en az çalışan halkı gözüküyordu. “Gözüküyordu” diyoruz, çünkü gerçek sonuç bir kez daha sanılandan daha giriftti. Fransa, yabancı sermayenin dünyada en fazla yatırım yaptığı ülkeler arasında en ön sıralarda yer alıyordu. Niçin acaba? Uluslararası Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) verilerine göre “üretkenlik” ve “üretim verimliliği” açısından Fransa son 10 yılda sürekli ilk üçteydi. Kaç saat çalıştığın mı yoksa ne kalitede, ne kadar ürettiğin mi belirleyiciydi? ??? Bu sene 5 Haziran’a denk gelen “Pentekost Pazartesi”si iki yıldan beri resmen iş günü. Ama geçen pazartesi ortalık süt liman, neredeyse bir pazar günü gibiydi. Epeyce kargaşanın yaşandığı 2005’te çok kafadan tepki yükselmişti: “Bu dayanışma değil, sömürünün ta kendisidir... Hep belli çevreler yararlanıyor...” Ancak sene sonunda hükümetin koyduğu hedefler doğrultusunda oluşturulan “Bağımsız Yaşam İçin Ulusal Dayanışma Sandığı”nda (CNSA) 2 milyar avro toplandı. Ve de bu “kez yararlanan belli çevreler”, işçiler, memurlar, yaşlılar ve özürlülerin ta kendisi oldu. İşçiler, memurlar, zira dörtte üçü yine alışılagelmiş tatilini yaptı. Ya işyerleri ücretleri ödedi (Total, TF1 gibi), ya normal tatil günlerinden bir gün düşüldü, ya RTT denilen çalışma saati indiriminde biriken zaman tasarrufundan 7 saat feragat ettiler. Tepkiyi gösterenler kimdi peki? İşverenler sendikası MEDEF, küçük ve orta ölçekli işletmeler meslek kuruluşları, hükümetin pazartesi günü trafiğe çıkmasını yasakladığı ağır vasıtalar nakliyatçılar sendikası Kamyoncular Birliği, sesini hiç duymadığımız için tanıdığımız en küçük sendikal birlik, Hıristiyan Sendikalar Konfederasyonu CFTC ve de utangaç ve cılız bir tavırla liberal sol CFDT Sendikalar Konfederasyonu. CFDT, “dayanışma çabasının yine ücretlilerin sırtına yüklendiğini”, mırıldandı. Doğruydu, fakat ne sol partiler ve muhalefetten, ne de diğer sendikalar ve insan hakları kuruluşlarından “tık” çıkmadı. İktidar 12’den vurmuştu. Minik ve sessiz bir “devrim” yaşanıyordu. Maalesef “sömürü” sürüyordu ama asgari “dayanışma” da gerçekleşmiş, üstelik belli bir toplumsal uzlaşma sağlanmıştı. Ancak, Emekli Evleri Müdürleri Derneği (ADEHPA) Başkanı Pascal Champvert’in eleştirisi çok yerindeydi: “2 milyarın tümü konulan amaç için kullanılmadı. 1,2 milyar avro hedefine ulaşırken, uzman kadro yetiştirmek, yeni istihdam alanı açmak için çaba gösterilmedi. Tasarruf bir kısmı devletin başka gediklerini örtmekte kullanıldı. Yaşlı ve özürlülere yönelik 30 yıllık birikmiş bir gecikme var. Bu açığı kapatmak için daha geniş çaplı ve köklü reformlar gereklidir. Gelecek yıllar için başbakandan tasarrufların kullanılmasını tartışacak acil bir ‘Ulusal Kurultay’ toplamasını talep ediyoruz.” ugur.hukum?paris.com Sinan Cemgil anıldı düzenlenen törenle anıldı. Törende Cemgil’le birlikte 31 Mayıs 1971’de Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesinde güvenlik güçleriyle çatışma sonucu yaşamlarını yitiren Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan da anıldı. Aynı operasyondan ağır yaralı olarak kurtulan Mustafa Yalçıner yaptığı konuşmada, Cemgil’in birleştirici özelliğini vurguladı. Vedat Sakman’ın kısa bir dinleti sunduğu anma törenine Gülay Özdeş, Hasan Ataol, Tuncer Sümer, Nuran Ağırnaslı, Metin Eşrefoğlu’nun da aralarında bulunduğu bir topluluk katıldı. (SİBEL BAHÇETEPE) Cumhurbaşkanı Sezer, Harp Akademileri’nde verdiği konferansta, laiklik ilkesinin, ‘‘dinin toplumsal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen temel ilke’’ olduğunun altını çizdi. oturan Başbakan Erdoğan’a uzatıyor. Rica ediyor. ‘‘Sevgili Peygamber efendimizin doğum gününü’’, siyasal partilere birer ‘‘Kutlu Doğum Günü’’ gülü göndererek kutlamalarını istiyor. Siyasal partileri sayarken, ‘‘hatta’’, Kürt kimliği öne çıkarılarak, siyasi partilerin dışına iteledikleri Demokratik Toplum Partisi’ne de bir gül göndermesini söylüyor. oyun. Meclis Başkanı, sanki Sudanlı şeyhinin çadırında, ‘‘başı açık’’ ortaoyunu oynuyor. Arınç, Doğum Günü kutlamasının yapıldığı mekânda, Kocatepe Camisi çıkışında, Cumhurbaşkanı Sezer’in konuşmasına anayasadan bire bir yansıtılmış olan laiklik tanımını duyumsatan bir yaklaşımla, laikliğin yeniden tartışılmasını öneriyor. Sezer’in 68 kuşağının önderlerinden ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) kurucularından Sinan Cemgil, katledilişinin 35. yılında Karacaahmet’teki mezarı başında
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle