04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAZİRAN CUMA ve insan 'Lİ YILLARI ÖğRENCİ ERDEM BULUT ESE BUGÜNÜ ANLATIYOR ÖĞRETİM ÜYESİ UFUK URAS Üniversite solu sevmiyor Fotoğraf: VEDAT ARIK BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR C Sular Isınırken 13 yılının ikinci yarısına 2006 girdiğimiz şu günlerde ABTürkiye ilişkilerini gerecek Kıbrıs’a yönelik geri sayım başladı. AB’nin siyasi konularda düşük bir profil izlemeyi tercih ettiği (AB kurumları ağustosta tatile girer) yaz ayları Kıbrıs konusundaki krize gebeliğin de son demlerini oluşturuyor. Lüksemburg’da 12 Haziran günü ABTürkiye arasındaki en üst düzey karar organı olan Ortaklık Konseyi toplantısında tahmin edeceğiniz gibi en can alıcı konu Türkiye’nin limanlarını Rumlara açması olacak. Ankara’nın müzakerelere başladığı 3 Ekim gününden bu yana hatırlatmalar, uyarılar ve tehditler şeklinde Türkiye’nin önüne sürekli getirilen limanlar konusu Lüksemburg’daki toplantıda çok daha sert bir tonla konuşulacak. AB’nin Ortaklık Konseyi tutum belgesinde açık ve net bir şekilde Türkiye’nin Ankara Anlaşması Ek Protokolü’nü uygulamaya koymaması durumunda müzakerelerin tümünün bundan etkileneceği yönündeki uyarı hiç kimse için yeni değil. Yeni olan unsur ise Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan’ın mayıs ayında Genişleme Komsiseri Olli Rehn ile yaptığı görüşmede ek protokolün uygulanmasına yönelik olarak Brüksel ve Ankara’nın farklı yorumlara sahip olduğunu söylemesi. Ankara hükümetinin ülkenin bugün yaşadığı arapsaçında Kıbrıs konusunda herhangi bir açılım yapacağını düşünmek saflık olur. Hatta bu AB heveslisi hükümetin boynuna ilmiği geçirmesi demek. O halde Ankara, ek protokolü ne diye imzaladı? Zaman kazanmak, oy toplamak ya da ülke içinde ya da dışındakileri kandırmak için mi? Türkiye Kıbrıs konusunda ne kadar haklı olursa olsun hukuki bir çerçevede altına imza attığı bir anlaşma var. AB de zaten bu anlaşma çerçvesinde baskı yapıyor Ankara’ya. Ortaklık Konseyi’nde, ‘‘Bu belgeyi imzaladınız o halde uygulayın’’ denecek. Bu toplantının hemen ardından yapılacak ‘‘Avrupa’nın geleceği Üniversitede şiddet 26 Mart, Marmara Üniversitesi Resimİş Eğitimi Bölümü’nden bir öğretmen ve fakülte sekreteri, üniversitenin karşısındaki bir kafede, milliyetçi bir grup tarafından satırla ve bıçakla saldırıya uğradı. 7 Nisan, Gazi Üniversitesi Araştırma Görevlisi Remzi Altunpolat, beş kişi tarafından “Burası Gazi, küpe takamazsın” denilerek dövüldü. 14 Nisan, Ankara Üniversitesi’ndeki “2. Cansuyu Bayramı”nı basan milliyetçi öğrenciler döner bıçak ve sopalarla bir öğrenciyi yaraladılar. 3 Mayıs, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin yemekhanenin özelleştirilmesiyle ilgili eylemine polis cop ve biber gazıyla saldırdı. 9 Mayıs, İTÜ’de bir öğrenci MHP’li öğrenciler tarafından linç edilmeye çalışıldı. ESRA AÇIKGÖZ Ü niversitelerde son günlerde tırmanan şiddet olaylarının görüntüleri, eski ama net görüntülerin üzerine yerleşiyor. Polis üniversitede mevzileniyor, hak talebinde bulunan solcu öğrencileri copla dövüyor, solcu bir öğrenciyi linç etmeye kalkışan milliyetçi öğrencileri seyrediyor. Üniversite yönetimleri mi? Onlar suskunlar, izlemeyi tercih ediyorlar, hatta üniversiteleri solculardan arındırmakta kararlılar. Ancak öğrenciler ve sayıları az olsa da bazı öğretim elemanları sorunlarını kendileri çözmekte kararlılar. Biz de üniversitelerde tırmandırılan şiddeti bir öğretim üyesi ve öğrenciyle, Ufuk Uras ve Erdem Bulut’la konuştuk. Neden mi onlar? Ufuk Uras, ÖDP’nin eski genel başkanı. Şimdi 1978’de öğrencisi olduğu İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü’nde öğretim görevlisi. Üniversiteye 78’de girmiş, 82’de bitirmiş. Marksizme olan ilgisi nedeniyle İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde eğitim almayı seçmiş. Erdem Bulut, İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü 3. sınıf öğrencisi. Solcu. Üniversiteyi sosyalleşmeyi sağlayacak ve bilgi alacağı bir yer olarak düşlemiş ve siyasisosyal açılardan daha iyi olduğunu düşündüğü için İstanbul Üniversitesi’ni tercih etmiş. Hayal kırıklığına uğramış, ama satırla saldırıya uğramasına rağmen yılmamış. Şimdi bulamadığı üniversite modelini yaratmak için çalışıyor. Sizce 78’den günümüze üniversite gençlerinin toplumsal duyarlılıklarında ne gibi değişiklikler yaşandı? Ufuk Uras: 78’de toplumsal çıkarı, bireysel çıkarın önünde tutan bir gençlik kültürü başlatılmıştı. Şimdi ise, o döneme tepki olarak, bireyselleşmeden bireyci olan, egoizmin dünyasında, yarınını düşünmeden bugünü yaşayan, toplumsal sorunları büyük ölçüde kendi dışında bir alan gibi gören Özal kuşağı yaygın. Erdem Bulut: Solcu öğrenciler, toplumsal duyarlığa sahip, ancak bunun toplum için ne anlam ifade ettiği tartışılır. Topluma ne kadar nüfuz edebildiğimiz ortada. Bu duyarlılığı onlara yansıtabilseydik, en azından yemekhane eylemine ya da harç zamları protestosuna ailelerimizi getirebilirdik. Yine de şu kesin, “Toplum için ne yapılabilir”i tartışıyoruz, ama hâlâ eski yöntemleri kullanarak yaptığımız için bir yere ulaşamıyoruz. U. Uras: Tabii olumlu örnekler de var. Deprem olur olmaz genç arkadaşlar hemen yardıma gittiler, dayanışma ve depremzede derneklerini kurdular, ancak hemen netice alamayınca moral bozukluğu oldu. Oysa bu uzun bir Bulut... Biri öğretim görevlisi, diğeri öğrenci. İkisi de üniversitede yaşanan şiddetten payına düşeni alıyor. Farklı cümlelerle anlatsalar da, çözümleri aynı: Sol kültürü yeniden öğrencilerin hayatına sokmak. Uras için bu, solcuların rekabeti bırakıp ortak bir tutum almasıyla mümkün. Bulut içinse, politik boşluğu tüketimle dolduran gençlerin hayatına girebilmekle... Ufuk Uras ve Erdem maraton ve en az kötüler kadar inatçı olmamız gerekiyor. BU KUŞAĞIN MAHİR’LERİ, DENİZ’LERİ... Bugünün gençliği maratonun neresinde? U. Uras: Not vermek, karşılaştırma yapmak haksızlık olur. Sorunları ve yaşadıkları ortam çok farklı. 70’lerin ikinci yarısı hem politikleşilen hem de 12 Eylül’e yakınlaştıkça politikadan uzaklaşılan bir dönemdi. O dönemde, öğrenci temsilciliği yapıyordum ve bunun bir toplumsal karşılığı vardı. 78’de üniversitede siyasal parti bazlı örgütlenme yoktu. O zaman da siyasi yapılar vardı, ama şimdi olduğu gibi birebir siyasi yapıların rekabet alanı değildi. Türkiye solunun geleneği ve öğrencilerin ihtiyaçları çerçevesinde örgütlenilirdi. Bugün hem öğrenci örgütlenmeleri çok güdük, hem de doğrudan öğrencilerin iradelerine dayanmadığı için toplumsal karşılığı yok. Bu, toplumsal muhalefet örgütlerinde temsiliyet krizi yaratıyor. 70'lerin dünyasında geleceğe, farklı bir dünyaya olan inancımız bizi motive ediyor ve bize büyük bir özgüven veriyordu. Duvarın çökmesi, Sovyetler Birliği’nin yıkılması, uluslara rası konjonktörün değişmesiyle gelen umutsuzluk, beraberinde bir politik ilgisizlik yarattı. Bu kuşak da kendi hikâyesini yazıyor. O yüzden “Nerede eski günler?” demek doğru değil. Ben bu kuşağın da Deniz’lerini, Mahir’lerini, İbo’larını, Aybar’larını, Boran’larını görüyorum. E. Bulut: Öğrenci temsilciliklerini kullanmak bizim için şimdi çok zor, çünkü çoğunluk sağlanamıyor. Solun temas ettiği bir grup var, ama yine de çok içinde olamıyoruz. Onlarla kahveye gidip bir oyun oynamadığınızdan ya da halı saha maçına gitmediğimizden, hayatlarına yön verecek kadar güç de elde edemiyoruz. Hem şu anda sol moda değil, o yüzden de çok bir şey yapamıyor. Peki şu anda moda olan ne? E. Bulut: Tüketim... Öyle ki bir ay çalışıp, tüm maaşını bir ayakkabıya veren öğrenciler var. Apolitiklik bir moda zaten, bunun getirisi olarak da gençlerin bir şeylere yönelmesi gerekiyor, bu kesinlikle akademik seviye değil, üretkenlik hiç değil. Aslında alıp karşınıza konuştuğunuzda her şeyin farkındalar, tepkililer, ancak harekete geçme, tepki yaratma konusunda çok uzak ve korkak davranıyorlar. Onlar için üniversite bir iş kapısı. Özellikle aileleri 6870 kuşağından olanlar, yine anne babaları tarafından “Bunlar boş iş, sen okulunu bitir” diyerek engelliyorlar. Üniversitelerdeki siyaset karşıtı tutum, sağcılar ve milliyetçiler için de geçerli mi? E. Bulut: Hayır, sağcılar her zaman kendilerine bir meşruluk yaratabiliyor, bayrak provokasyonundan beslenerek bir şeyler yapabiliyorlar, çünkü vatanseverler! O yüzden üniversitelere girip bizi yaralayıp ellerini kollarını sallayarak gidiyorlar. Bu gerginlik, ikiüç dönemdir devam ediyor. İyi öğrenci olmasalar, dinlemeseler bile, derslere girdiler. İnsanlarla iç içeydiler. Bu o insanlarda ya korku yarattı, ya da “Bunlar da haklı” dedirtti. Yine de gerçek yüzlerini gösterince tepki aldılar. Mesela İTÜ’de MHP’li olduklarını gizleyerek, bağımsız öğrencileri kullanıp bir eylem yaptılar, eylem sonunda bir öğrenciyi linç etmeye çalışınca, bağımsız öğrenciler bunlardan uzaklaşarak, “Okulda MHP istemiyoruz” diye bağırdılar. Zaten İTÜ’nün milliyetçi bir geleneği yok. U. Uras: Türkiye’de Kürtlere ve solculara yönelik müthiş bir linç girişimi var. Ne faşizmi seveceğiz, ne de bu ülkeyi eroin ve otopark milliyetçilerine bırakacağız. Benim dönemimde Kürt ve Türk solcuları birlikte örgütlenme ve mücadele etme eğilimindeydi. Bugün de bunun gerekliliği açık. Aksi takdirde herkesi teker teker avlayacaklar. nin’’ tartışılacağı AB liderler doruğunda ise daha keskin bir dille ‘‘İmzaladınız. Hemen birkaç ay içinde uygulayın’’ da denebilir. Haziran doruğu sonuç bildirgesinin taslak metninde belgelere daha önce girmemiş bir ifade yer aldı. Komisyon ya da AB ülkelerinin liderlerinden basına yapılan açıklamalarda Türkiye’nin ek protokolü bu yıl içinde uygulamaya koyması şeklinde uyarılar hep geldi ve hep gelecek. Ancak hiçbir yazılı belgede Ankara’nın, limanlarını 2006 yılı içinde açması yönünde net bir ifade yer almadı. Hatta Cumhuriyet’e konuşan ABD Dışişleri Müsteşarı Matthew Bryza, AB belgelerinde Türkiye’nin ek protokolü uygulamasını AB’nin 2006 yılı içinde gözden geçireceğini, dolayısıyla AB’nin bu konuda siyasi bir karar vereceğine dikkat çekti. Kısacası Ortaklık Konseyi toplantısında Ankara’dan dilediği yanıtı alamayan kızgın bir AB, haziran doruğunda dilini daha da sertleştirebilir. Türkiye’den yıl sonuna kadar ek protokole meclis onayı vermesini ve hatta limanlarını açık açık isteyen bir AB’ye ne yanıt verecek Ankara? ‘‘Kusura bakmayın, ne imzaladığımızı bilmiyorduk’’ mu, ‘‘Biz bu anlaşmayı böyle yorumlamıyoruz, haydi o zaman mahkemeye gidelim’’ mi? Peki bu koşullarda Avrupa Adalet Divanı’na gittikten ve orada da bir ‘‘hayır’’ yanıtı aldıktan sonra ne olacak? Çözümsüz bir Kıbrıs sorununda eldeki tüm kozları kaybettikten sonra paşa paşa açılmayacak mı limanlar? Ankara hükümeti Kıbrıs konusunda kafasını yerin altına gömmüş olabilir. Ama Brüksel’dekiler ellerine verilmiş bu silahı Türkiye’nin tam kalbine nişan almış durumda. Saygın bir Türk diplomatının dediği gibi, ‘‘Davanızda haklı olabilirsiniz ama hukuk yanınızda değilse kayberdersiniz’’. Ankara hükümetinin Kıbrıs uykusundan silkinip bir, iki hatta beş adım önde olmak için koşuya çıkmasının zamanı geldi. Yoksa bu sonbaharda Brüksel arenasında büyük bir yenilgi yaşanacak. ‘Gençlik iç sesini mutlaka bulacak’ İstanbul Üniversitesi’nde yemekhanenin özelleştirilmesi eylemine çok sert tepki gösteren polis, İTÜ’de bir öğrenciyi linç eden MHP’lilere karışmadı bile. Nedir son dönemde polisin üniversitelerdeki solculara yaklaşımı? E. Bulut: Alemdaroğlu döneminde okulda kavga çıktığında bile polis içeri alınmazdı. Yeni rektörün uygulamalarıyla sol daha çok tecride uğradı, insanlar sol görüşlü öğrencilerle dolaşmaktan bile korkuyorlar. Rektörle bir kere karşılaştık, onda da “Yemekhaneyi niye özelleştiriyorsunuz” diye sorunca bizi azarladı. Soruşturmaların ciliğin keyfini yaşayamadık, mesela benim hiç üniversite fotoğrafım yok. Bankaya bile jandarmanın kontrolünde giderdik. Öğrenciliğimiz 16 Mart katliamının üzerine geldi. Mehmet Ali Ağca’yla aynı sınıftaydık. Derslerde ajitasyon çekerdi, ama MHP’li kimliğini gizlerdi, İpekçi’nin katili olana kadar gidip geldi. Şimdiki saldırılar öldürücü boyutta değil, ama bu sefer dışardan birtakım mafyatik lümpenler satırlarla öğrencilere saldırıyorlar. İstanbul Üniversitesi’ndeki bu erimenin nedeni ne? E. Bulut: Herkesin bir politikası var, ancak bunu insanlara anlatamıyor. İnsanların da anlama gibi bir isteği yok. Bunun üzerine baskılar da gelince... Sol fakirlikten beslenen bir şey olarak algılandığı için kaybediyor. Bir de başarı yok. Son 10 yıldır devamlı kaybeden, dayak yiyen, bırak bu işleri denilen bir camia durumuna geldik. U. Uras: Aslında bu 35 yıldır böyle. E. Bulut: Evet, ama hocam yine de eskiden başarılar vardı. Mesela, 1996 öğrenci hareketi bunlardan biri. U. Uras: Bence üniversitede büyük siyaset yapmak yerine öğrencilerin sorunu üzerine adım adım hareket edilmeli. Örneğin şimdi AB sürecinde eğitim konusu gündeme geliyor. AB müktesebatını ortaya koyacak, YÖK kendisini savunacak. Bizim sol olarak ödevimiz, nasıl bir eğitim sisteminden yana olduğumuzu anlatacak çalışmalar. Bu ülkenin geleceği gençlikse, gençlik mutlaka iç sesini bulacak. Öğrenciler ve öğretim elemanları Üniversitelerdeki muhalefetin iki önemli ayağı var, öğrenciler ve öğretim elemanları. Ufuk Uras’a göre, özellikle 12 Eylül darbesi ve YÖK sistemiyle öğretim elemanlarının muhalif sesi kısıldı. Nitelikli hocalar ya atıldılar ya da üniversiteyi bıraktılar. Bunda, Cavit Tütengil’in öldürülüşü bir dönüm noktası olmuş, “Onun cinayeti açığa çıkarılsaydı, dönemin arkasındaki kontrgerilla, CIA ve faşist hareket ilişkisi de ortaya çıkarılırdı” diyor. Uras, bir dönem Öğretim Elemanları Sendikası Başkanlığı da yapmış. Ancak elde ettiği sonuçlar onu tatmin etmemiş, “Öğretim elemanları 50 bin civarındaysa, ancak yüzde 10’unu, yani toplumun en nitelikli, en eğitimli unsurlarının bile beş binini örgütleyebildik, çünkü darbe insanların önüne büyük bir fatura çıkardı. Yine de bugün durumu bunla açıklamak yeterli değil, Şili’de, Arjantin’de de darbe oldu, ancak müthiş bir toplumsal muhalefet ortaya çıkardılar” diyor. Bu örgütsüzlüğün önünde duran diğer bir engel ise, “işsizler ordusunun karşısında memur olmanın bile bir avantaj” olarak görülmesi. “Bu da kaçınılmaz olarak bir muhafazakârlaşma getirdi” diyor ve ekliyor: “Öğrencilerde ve öğretim üyelerinde ya liberalleşme var ya da milliyetçi bir tepki. Neoliberal küreselleşmenin yarattığı tahribat üniversiteyi de çok etkiledi. Üniversite içindeki muhalefet dinamiklerini kendi ayakları üzerinde duramaz hale getirdi”. Erdem Bulut da öğretim elemanlarından aldıkları desteği yeterli bulmuyor. Ona göre, bunda yönetimin baskısı etkili. Bir de eylemlere karşı gösterilen sert tepki. “Mesela” diyor, “yemekhane özelleştirilmesine karşı boykotlara çoğu öğrenci ve hoca katıldı. Bir damar yakalanmıştı, ancak bunu ihalenin olduğu gün, üniversite kapısında yapılan eylemde, öğrencilere saldırarak bitirdiler. Kapalı Çarşı’ya kaçanlara, esnaf da kalaslarla saldırdı. ‘PKK’li’ deyip linç etme girişimi çok moda zaten”. Bulut Uras sayısı da arttı. İstanbul Üniversitesi’nde bir erime var. Bunun farkındalar, tamamen sindirelim bitsin diye uğraşıyorlar. Polis okula elini kolunu sallayarak giriyor, öğrencileri tehdit edip, çıkışta gözaltına alıyor. U. Uras: Esas problem solun toplum üzerindeki itibarını kaybetmesi. Biz iyi öğrenciydik, o yüzden sınıfımızdakiler bize turist gibi bakmazlardı. Memleket sorunlarını tartıştığımız bir zemin vardı. Şimdi o zemin daraldı, onu tekrar inşa etmeliyiz. Benim öğrenciliğime de İstanbul Üniversitesi her gün itişkakışın yaşandığı bir yerdi, öğren
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle