04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 C haberler Servin Erkek HAZİRAN CUMA Kaybedenleri bizler biliyoruz BERAT GÜNÇIKAN Cemal Özdemir: Babam Mehmet Özdemir, dokuz yıldır kayıp. Savcı da gözaltında olduğunu onayladı, ama cesedine bile ulaşamadık. Bir insan ölse, dokuz yılda unutulur, ama biz unutamadık, belki gelir diye bekledik. Nazım Babaoğlu: Kardeşim kaybedildiğinde 20 yaşındaydı. Özgür Gündem muhabiriydi. Arkadaşlarının cezaevlerinden yazdıkları mektuplardan birlikte gözaltına alındıklarını öğrendik. Luis Jimenes: Ben bir avukatım. Kolombiya’da bulunduğum dönemde de muhaliftim. Çünkü Kolombiya, muz plantasyonları ve zengin doğal kaynaklarıyla emperyalistlerin stratejik bölgelerinden biri olmuştu. Panama Kanalı’nı nasıl aldıklarını gördünüz, aynı şeyi yapıyorlardı. Muhaliflere, işçi hareketine karşı baskı uygulanıyordu. Beni cezalandırmak için 5 Ocak 1988’de Eduar'ı kaybettiler, üç ay sonra da diğer kardeşim Edgar yargısız infaz yapılarak öldürüldü. Bu acılara dayanamayan babam kalp krizi geçirdi, ben sürgüne gitmek zorunda kaldım. BM'ye kezlerce dilekçe verdim, Kolombiya devletinin yargılanması için. Ülkem mahkum oldu, suikastları ve cinayetleri araştırması istendi, ama adalet mekanizması bunu reddetti. Çünkü hükümet ABD’nin çıkarları için çalışıyor. Şu an Kolombiya’da 125 bin politik tutuklu var, üç milyon insan da zorla yerinden edildi. Bunun sonucu şu: Ben hâlâ ülkeme dönemiyorum. Servin Erkek: Kardeşim Namık Erkek, 1992’de, Mersin’de, terörle mücadele ekiplerince alındı. Bir daha kendisinden haber alamadık. Lahiye: Kocam kaybedildiğinde ben küçük kızıma hamileydim. Şimdi soruyor, neden babamız yok diye, işte diyorum, öyle, ne yapalım? Hasibe Yıldırım: Adnan Yıldırım’ın eşiyim. Adnan kaybedildi, cesedi de götürülüp yol kenarına atıldı. Faili bulunmadı. Katiller yakalanıp tutuklanana kadar bu konunun arkasında olacağız. Şükran Aydın: Ben Vedat Aydın’ın eşiyim. Onu kendi ellerimle Diyarbakır emniyetine teslim ettim. Giderken bana çocuklara dikkat et, onlar artık senin sırtında, ben yüzde doksan dokuz ölü döneceğim, dedi ve kapıdan çıkıp polislerle gitti. Arkasından aşağıya indim, polisler korkma yenge dediler. Kayıplar Vedat’la başladı. O zamanlar insanlar cuma günleri kaybedilirdi ki, araya cumartesipazar girsin, bir yetkili bulunamasın! Hatice Toraman: Onunla birlikte mücadele etseydim, oğlum Hüseyin kaybedilmeyecekti.. Hâlâ rüyalarıma giriyor, herkes gelecek diyor, ama ben biliyorum ki gelmeyecek! Han, Sang Jin: Savaştan bir ay önce Irak’a canlı kalkan olarak gittim, tıp alanında destek oldum, ayrıca barış eğitimi konusunda çalıştım. Ancak Güney Koreliler öldürülünce, ülkemle Irak hükümeti arasındaki anlaşma uyarınca sınır dışı edildim. Irak’a legal yollarla giremeyeceğimi görünce Türkiye’ye geldim. Burada da barış için çalışacağım. Güney Kore’de diktatörlük döneminde çok insan öldürüldü, hâlâ pek çok insana da ulaşılabilmiş değil. Öldürülenler ve kayıplar için bir anıt mezar yapıldı. Diktatörlük sonrası dönemde legal çalışmalar yaptık, hükümet de bir yasa çıkararak ölenler, kayıplar ve yaralılar için tazminat ödedi, onlara onur ödülleri verdi. Kendimi AYDINLANMA EMRE KONGAR TÜSİAD’ın Eleştirileri: Cemaat ve Devlet rıyla karara bağlanmış olan türban olayının sürekli kaşınmasının ardındaki temel neden budur.) ??? Tabii her uygarlaşmış yani cemiyetleşmiş toplumda ilkel örgütlenmeler, cemaatler varlığını sürdürebilir. Bu son derece doğaldır. Doğal olmayan, ‘‘cemaat anlayışı’’ çerçevesinde, yani ilkel bir dintarımköylü toplumu yapısına dayalı ‘‘biz’’ ve ‘‘onlar’’ ayrımının egemen olduğu bir tutumla, devlet yönetmeye kalkışmaktır. Böyle bir anlayış önce bürokrasiyi ‘‘onlardan’’ temizler ve ‘‘bizim’’ adamlarımızla doldurur. Daha sonra sıra eğitime ve sermayeye gelir: İnsanın yeniden üretim sürecinde çağdaşlıktan uzaklaşılır ve dogmatik bir biçimde ‘‘bizim’’ gibi olan, ‘‘bize benzeyen’’ insanlar yetiştirilmeye başlanır; sermayenin gücü, devlet yardımıyla ‘‘onlardan’’ ‘‘bizimkilere’’ aktarılır. En sonra hukuk sistemi ele alınır: Çoğulcu demokrasiden, uygar, çağdaş, farklı bireylerden oluşan bir cemiyetten, ‘‘biz’’ anlayışının egemen olduğu tek tip insanlara dayalı ‘‘cemaat’’ uygulamalarına geçilir; giyim kuşam baskıları, haremselamlık ayrımcılığı, içki satışı sınırlamaları ve benzeri etkinliklerle toplumun yaşamı değiştirilir. ??? Son TÜSİAD eleştirilerinin yöneldiği temel nokta işte bu ‘‘cemaatleşme’’ sürecidir. Bu süreç derhal durdurulmadığı takdirde yakın bir gelecekte Türkiye’de ‘‘cemaatin’’ dışında hiçbir ses duyulmayacaktır. Ne yazık ki yirminci yüzyıl, demokratik süreçlerin sağladığı meşruiyetin sadece ‘‘seçim sandığına’’ indirgendiği ve sandıktan çıkan ‘‘cemaat’’ anlayışlarının yalnız o ülkeyi değil, tüm insanlığı kana buladığı örneklerle doludur. Türkiye’deki demokratik rejim, ‘‘cemaat ruhuna’’ teslim olacak mıdır, yoksa kendini koruma refleksine sahip midir? TÜSİAD bildirisinin ortaya koyduğu sorun budur. S Hasibe Yıldırım D Şükran Aydın ünyada 41.642, Türkiye’de ise 1128 siyasi kayıp var. Yoğun şiddet uygulanan ülkelerde yaşayanlar ve şiddeti sınırlar ötesi bir sorun olarak görenler Diyarbakır’da bir araya geldiler. Diyarbakır, daha önce İstanbul, Kolombiya, Filipinler ve Almanya’da yapılan “Kayıplar Kurultayı”na ev sahipliği yaptı. Katılımcılar hükümetlerin kayıp politikalarını ve deneyimlerini aktardılar. Türkiye’den kayıp yakınlarının astığı pankartta şöyle yazıyordu: “Susurluk’tan Şemdinli’ye Kaybedenler Yargılansın...” Yani, insanları kimin, neden kaybettiğinin nedeni belliydi! Han, Sang Jin Mehmet Aksoy Diana Kordon Fahrettin Gümüş hiçbir “izm”le tanımlamıyorum, barış için çalıştığım halde, bana aktivist denmesini bile istemiyorum. Mehmet Aksoy: Kardeşim Edip, bölgedeki hak ihlallerini İHD’ye bildiriyor diye gözaltına alındı. Duyduğumuza göre et yiyen karıncaların yuvasına yakın bir yere koymuşlar. Ertesi sabah geldiklerinde görmüşler ki, hiçbir karınca kardeşime dokunmamış, öfkelenmişler, bu karıncalar da Kürt demişler! Fahrettin Gümüş: 1993’tü, oğlum fotoğraf çekmeye gitti. Akşam gelirken beş kilo şeker getir, dedim. Gidiş o gidiş... Şadiye Kalkan: Eşim 12 yıldır kayıp. Cizre’ye gidip dönecekti, dönmedi. Ricardo Parvex: Şili’deki Politik Tutsaklar örgütünü temsil ediyorum. Şili 1973’ten başlayarak paranın, ABD ve CIA’nın gücüyle bir diktatörlük yaşadı. Binlerce kişi öldürüldü, kaybedildi. Diktatörlüğün amacı suç işleyenlerle mücadele etmek değil, mücalede edenleri susturmak, silahsız ve örgütsüz bırakmaktı. Kayıp yöntemini ise baskıyı kayıt dışı hale getirmek için kullandılar. Şimdi Fransa’da Pinochet’ye karşı bir davamız sürüyor. Bu davayı açabilmek bizim için büyük başarıydı, ama Şili’de hâlâ yapılacak çok şey var... Hayriye Doğan: Oğlum Mehmet Ali’den 15 yıldır haber alamıyorum. Mardin’de yatılı okudu, sonra Ankara’ya gitti, mühendis olacaktı. Bir gün aradı, ben bu okulu bitirmeyeceğim, başka bir okula gideceğim, dedi. Bir daha da haber alamadım oğlumdan... Nazime Avras: Abim Sabri Avras, on yıldır kayıp. Cesedinin Bitlis Tatvan’da toplu mezarda olduğunu öğrendik. 2004 Ağustos’unda mezar açıldı, 4 çuval kemik çıkarıldı ve Adli Tıp’a gönderildi. Hâlâ DNA testi yapılmasını bekliyoruz. Benim eşim de öldürüldü, ama onun bir mezarı var, abimin yok! Abdurrahman Karakoç: Oğlum Derviş Karakoç 1992’de gözaltına alındı, üç gün sonra da cesedi verildi. Onunla aynı zamanda gözaltına alınanlar günde yarım domates ve bir parça ekmek verdiklerini söylediler. Karakola gittim dilekçe vermeye, komiser niye üzülüyorsun, diye sordu, daha bir sürü oğlun var! Diana Kordon: Arjantin’de Plaza De Mayo kadınları önce çocuklarını bulmak için çaba harcadılar, sonra da torunlarını. Gözaltında doğup da el konulan 500 çocuktan 82’sine ulaşıldı. Şimdilerde yeni bir proje hazırlığındayız: “Hafızanın Yeniden İnşaası”. Arşiv tutuyor, kayıtları bir araya getiriyoruz. Pervin Buldan: Kocam Savaş Buldan’ın kaybedilip de cesedinin bulunduğu gün ben bir kız çocuğu doğurdum. Zelal 12 yaşında. Babasına şiirler yazıyor: “Sizler, çöllerde yağan yağmur kadar değerlisiniz/ sizler dalında açmış çiçekler kadar sadesiniz/ sizler kaybedilmeyecek kadar önemlisiniz”... Sakine Arat: Ben aslında bir Kürt’üm, ama sizinle Türkçe konuşacağım, çünkü batıda büyüdüm. Ben üç çocuğumu kaybettim, aramızda beş çocuğunu da kaybeden var. Neden bir arada yaşayamıyoruz? Çocuklarımız dağa sürülüyor, gitmeyenler ise hapishanelere tıkılıyor ya da kaybediliyor. Bir başka ana oğlunu askere gönderiyor, dönüşünü beklerken cenazesini teslim alıyor. TürkKürt ne fark eder, hepimiz ana değil miyiz? Fatma Döner: Bizim köy koruculuğu kabul etmedi. Geldiler yakıp gittiler, eşim Hurşit Döner de işte bu arada kaybedildi. evgili okurlarım, toplumbilimcilerin, toplumları sınıflarken kullandıkları en önemli paradigmalardan biri ‘‘cemaatcemiyet’’ ayrımıdır. Kimi zaman Türkçeye ‘‘topluluktoplum’’ olarak da aktarılan bu sınıflamaya göre, cemaatler, birbirine benzer insanlardan oluşur; cemiyetler ise birbirinden farklılaşmış bireylere dayanır. Cemaatlerin varlığı, onu oluşturan kişilerin birbirine olan benzerliğine hatta ayniyetine bağlıdır. Cemiyetler ise, kendisini oluşturan farklı bireylerin arasındaki işbölümü, işbirliği ve dayanışma ile yaşar. Daha sonraları toplumbilimde yapılan ‘‘köy toplumukent toplumu’’ ayrımı, ‘‘tarım toplumuendüstri toplumu’’ sınıflaması, hatta Marx’ın belirlediği ‘‘feodal toplumkapitalist toplum’’ aşamaları hep bu temel paradigma üzerine kuruludur. Kimi zaman toplumlar arasındaki ‘‘ilkellikuygarlık’’ ya da ‘‘azgelişmişlikgelişmişlik’’ ayrımı bile bu temel anlayışa göre yapılır. ‘‘Cemaatcemiyet’’ ayrımının kırılma noktası, aydınlanma, endüstrileşme, kentleşme ve demokratikleşme süreçlerinin hemen hemen eşzamanlı denilebilecek bir biçimde ve iç içe geçmiş olarak birbirini izlediği gelişmede ortaya çıkar. Dolayısıyla ‘‘cemaat’’ yapısının siyasal rejimi din devleti, ‘‘cemiyet’’ haline dönüşmüş bireylerin siyasal rejimi ise laik ve demokratik devlettir. Cemaat yapısının en önemli özelliklerinden biri ‘‘bizonlar’’ ayrımı yapmasıdır: Cemaatin özelliklerini ve birbirine benzeyen nitelikleri taşıyanlar ‘‘biz’’, cemaatin özelliklerinden farklı nitelik taşıyanlar ise ‘‘onlar’’ biçiminde algılanır. Cemaatin ‘‘biz’’ duygusu, sadece kişilerin arasındaki benzeşmeye veya ayniyete değil, aynı zamanda ‘‘onların’’ ‘‘bize’’ düşman olmasına, ‘‘bize’’ zulmetmesine dayanır. ‘‘Onlar’’ ‘‘bize’’ ne denli düşmansa, ‘‘bize’’ ne denli zulmediyorsa, ‘‘biz’’ kimliği o denli güç kazanır. (Hem iç hem dış hukuk yolla BİN DOSYANIN BİNİ TÜRKİYE’NİN Hükümete AİHM uyarısı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Genel Kurulu’nda geçen hafta AİHM’nin iş yükünün azaltılmasına ilişkin 14 No’lu Protokol kabul edilirken CHP İstanbul Milletvekili Onur Öymen, ‘‘Aleviler’’ konusunda hükümeti uyardı. Öymen, Alevilerin AİHM’deki başvurusuna dikkat çekerken ‘‘Haklı şikâyetleri var. İnsan Hakları Mahkemesi karara varmadan, telkinde bulunmadan gerekli düzenlemeleri biz kendi içimizde yapmalıyız. Aksi takdirde, mahkemenin zorunlu yargısına uyma mecburiyetinde olduğumuz için bunu yapacağız’’ dedi. 13 Mayıs 2004 tarihinde imzalanan 14 No’lu Protokol, AİHM’nin iş yükünün hafifletilmesi için başvuÖymen ruların ilk incelemesinde tek yargıç sistemine geçilmesini öngörüyor. TBMM Genel Kurulu, geçen hafta bu protokolü benimsedi. CHP İstanbul Milletvekili Onur Öymen, AİHM’de yaklaşık 81 bin dosya beklediğini ve bunlardan 10 bininin Türkiye ile ilgili olduğunu vurguladı. AİHM’nin bu yükü kaldıramaz duruma gelmesi nedeniyle bir değişiklik gereksiniminin ortaya çıktığını kaydeden Öymen, Türkiye ile ilgili şikâyetlerin önemli bir bölümünün ‘‘din özgürlüğü’’ ile ilgili olduğuna dikkat çekti. CHP İstanbul Milletvekili Öymen, İstanbul’da özellikle Ortodoks Rumların şikâyetlerini AİHM’ye götürdüğünü anımsatırken ‘‘Patrikhane benim seçim bölgemdedir. Sayın Patrik’i de gayet iyi tanırım. Bugüne kadar Patrikhane’yle ilgili tek bir şikâyet bana gelmiş değildir. En küçük bir şikâyetiniz olduğu zaman ‘Benim milletvekillerim var, Parlamentoya gideyim, onlara derdimi anlatayım’ demeyeceksiniz, soluğu Brüksel’de alacaksınız ve kendi ülkenizi şikâyet edeceksiniz. Bu üzücü’’ görüşünü dile getirdi. ALEVİLERİN HAKLARI Onur Öymen, bir Alevi ailenin zorunlu din dersi nedeniyle AİHM’ye yaptığı başvuruya da dikkat çekerken şunları söyledi: ‘‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin gündeminde olan çok önemli bir dava var, o da Alevilerin haklarıyla ilgilidir. Bu konuda hükümetimizi dikkatli olmaya davet ediyoruz. Bizim de bu konuda bazı gözlemlerimiz var. Alevi mezhebine mensup vatandaşlarımızın bazı haklı şikâyetleri var. İşte İnsan Hakları Mahkemesi bu karara varmadan gerekli düzenlemeleri biz kendi içimizde yapmalıyız. Aksi takdirde, mahkemenin zorunlu yargısına uyma mecburiyetinde olduğumuz için bunu yapacağız. Halbuki bizim kültürümüz, bu konuda başkasından tavsiye almadan, başkasından telkin işitmeden bunları düzeltme geleneğine sahip olduğumuzu gösteriyor. Hükümetin dikkatini çekiyoruz.’’ KAYIPLAR KURULTAYI’NDA AKİBETİ BİLİNMEYEN İNSANLARIN BİNİ AŞTIĞIDİKKAT ÇEKİLDİ Annelerin dinmeyen acıları BERİVAN TAPAN Türkiye’de 1998 yılından 2003 yılına dek toplam 1228 kişinin faili meçhul cinayetlere kurban gittiği tahmin ediliyor. ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın raporlarına göre Türkiye’de 800’ü aşkın, ICAD için yapılan çalışmada ise 1228 kişinin kayıp olduğu sonucuna varıldı. 5.Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı’nda Arjantin İnsan Hakları Örgütü’nden Kordon ve Lagos, insanların ‘‘sistematik bir plan’’ çerçevesinde kaybedildiğini savundu. Kayıp olgusunun 1990’lı yılların başında önemli hale gelmeye başladığını vurgulayan sivil toplum örgütleri, yalnızca 1994 İHD yılında 229 kişinin kaybolduğu ya da ‘‘kaybedildiğini’’ belirttiler. 1731 Mayıs Uluslararası ‘‘Gözaltında Kayıplar Haftası’’ nedeniyle sivil toplum örgütleri tarafından 5. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı (ICAD) düzenlendi. İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (YAKAYDER) temsilcileri, idarecilerden kayıpların akıbetleri için bilgi istedi. İHD ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) raporlarına göre Türkiye’de 800’ü aşkın, ICAD için yapılan çalışmada ise 1228 kişinin kayıp olduğu sonucuna varıldı. Kurultay nedeniyle Türkiye’ye gelen Arjantin İnsan Hakları Örgütü’nden Diana Kordon ve Dorio Lagos, insanların ‘‘sistematik bir plan’’ çerçevesinde kaybedildiğini savundu. Arjantin’de çocukyaşlı demeden 30 bin insanın kaybedildiğini, ‘‘Otobüsten 10 kişiyi indirip 5’ini geri getirmediler’’ sözleriyle anlatan Diana Kordon, ‘‘Önce mücadele eden gençler kaybedildi. Daha sonra onları arayan anneleri. Anneler dilekçe yazdıracak avukat bulamadılar. Çünkü avukatlar da kaybedildi’’ dedi. Dorio Lagos da özetle şunları anlattı: ‘‘Arjantin’de 500’ü aşkın çocuk kaçırıldı. Bu kaçırılan çocukların hepsi devrimcilerin çocuklarıydı. Hepsi başka ailelere verildi. Yıllar sonra bu çocuklar Arjantin’e geri dönerek 1996 yılında bir örgüt oluşturdu. Kaybedilen binlerce insan ilaç verilerek okyanusa canlı canlı atıldı. Bazılarının cesetleri kıyılara vurdu. Kıyılardaki köylüler bu insanlar için toplu mezarlar yaptılar.’’ Filistin’den Ahmed Alhouseini: ‘‘Milyonlarca insanın düşü Avrupa’da yaşamak. Filistin’de binlerce insan kolonizasyonun acılarını yaşıyor. ’’ Filistin’den Ebu Shammala: ‘‘Kayıplar bizim için değil, hükümet için utançtır.’’ Hindistan’dan Manik Mukherjee: ‘‘Gözaltında kayıplar egemenlerin saldırısıdır.’’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle