Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HAZİRAN CUMA bilim kongresi YILI VE SAYISI NEDENİYLE KONGRE DÜZENLENDİ CUMHURİYET BİLİM VE TEKNOLOJİ DERGİSİNİN PROF DR DOĞAN KUBAN: C 11 Bilgi toplumu çağına doğru ‘Acil görev: Toplumun bilim okuryazarlığı’ sloganıyla düzenlenen kongrede konuşan CBT Yayın Yönetmeni Orhan Bursalı, toplumla bilimin arasındaki uçurumun azaltılması gerektiğini vurguladı. İstanbul Haber Servisi Cuma günleri yayımlanan ‘‘Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’’ dergisi için düzenlenen Bilim ve Toplum konulu kongreye 300’den fazla dinleyici ile çok sayıda ünlü akademisyen katıldı. Doğan Kuban, Engin Bermek, Tahir Ceylan, Celal Şengör, Hasan Yazıcı, Ali Alpar, Ersin Arıoğlu, Hayrettin Ökçesiz, Haluk Karadoğan ve daha birçok CBT yazarı, siyasetçi, bilim insanı ve uzmanın katıldığı kongrede, Bilgi Toplumu çağında toplumun bilgi ve bilim okuzyazarı olmasının altı çizildi. CBT Yayın Yönetmeni Orhan Bursalı açılış konuşmasında, toplumla bilim arasındaki ilişkinin zayıflama olasılığına dikkat çekti, bilim tek doğrultuda ve hızlanarak ilerlerken, toplumun istikametinin geçmiş iki bin yıllık tarihi gelişiminde bugünden geri düşüşlerinin mümkün olduğuna değindi. Ve popüler bilimin bir ütopyasının toplumla bilimin gelişmesi arasındaki uçurumun ve hızın azaltılması ve her ikisinin de aynı istikamette yol almasının sağlanması olduğunu belirtti.. Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Dr. Engin Bermek, ‘‘Bilim, Toplum ve Akademi’’ başlıklı konuşmasında, Türkiye’de bilimin önündeki zorlukları ve engelleri dile getirdi, rakamlarla Türkiye’de bilim ve teknoloji göstergelerinin ulusumuzun dışarıda rekabet edebileceği düzeylerde bulunmadığını, bilim politikalarının saptanıp, bilim ve teknoloji üretiminin önünün açılması gerektiğini vurguladı. İTÜ Rektörü Prof. Faruk Karadoğan, ‘‘Bilgi üretmek ve bilinç yaratmak bilgelik işidir. Bilgelik kazanmak ise okumaktan, öğrenmekten, düşünmekten, denemekten geçer; zamanla, sabırla oluşur ve soru sormakla başlar. Soru sormak her şeyin başlangıcıdır’’ diyerek şu görüşleri dile getirdi: ‘‘Her düzeydeki okula, bilim üreten kurumlara, hükümete, sanayiciye, işadamına ve insanlarımıza ayrı ayrı önemli görevler düşmektedir. Sanayici ve işadamı cirosunun en az yüzde 1’ini araştırma ve geliştirmeye ayırarak, bilgi üreten kurumlar aracılığı ile teknoloji üretimine yönelmek durumundadır.’’ Prof. Dr. Ayşe Erzan, ‘‘Bilim okur yazarlığı ve bilim etiği’’ başlıklı konuşmasında, ‘‘Bilim okuryazarlığı bilimin ne tür bir uğraş olduğu, bilimsel önermelerin dili, yapısı gibi sorunlar kadar, bilim etiğinin kapsamı ve içeriği hakkınnemeye başlayana kadar gözlüğe gereksinmeniz olduğunu fark edemeyebilirsiniz. Hayatın matematikleşmesi bu ayrıta vardıktan sonra başlar’’dedi, Doç. Dr. Mustafa Çetiner, ‘Tıp Tarihinde Kısa Bir Gezinti’ başlıklı konuşmasında, ‘‘Tıp bilimi de tıpkı diğer bilimler gibi gelişimi boyunca önyargılar, toplumların moral değerleri, engellemeler, cezalar ve siyasi iktidarların baskıları ile mücadele etmiş ve bu olumsuzluklara rağmen günümüzde bulunduğu noktaya erişebilmiştir. Tıp biliminin gelişimindeki temel itici güç tıpkı diğer bilim dallarında olduğu gibi, bilebileceğimize olan inançtır’’ dedi. Çetiner özetle şunlara işaret etti: ‘‘İlk çağlarda hekimlik mesleği din adamları ve büyücülerin tekelindeydi. Bu ilkel tıp anlayışından günümüze kadar olan süreçte gerçek bilim insanları, kendi meslektaşları, siyasi otoriteler, asılsız veya eksik yapılan bilimsel çalışmaların yanlış yönlendirmelerine rağmen doğru yolunda ilerlemeyi sürdürmektedir.’’ BİLİM VE AĞ TOPLUMU Tanol Türkoğlu, konuşmasında özetle şu görüşleri dile getirdi: ‘‘17. 20. yüzyıl arasında matematiğin bilim üzerindeki yönlendirici etkisi ne olmuşsa, 21. yüzyılda da bilişim teknolojilerinin benzer bir rol üstlenmesi beklenmekte. Son dönemde, kuantum bilişimi, kuantum bilgisayarları gibi yeni olgular araştırma laboratuvarlarına girmiştir. Bunların özellikle doğası gereği kuantum fiziği ile açıklanabilecek ortamlarda şimdikine kıyasla çok daha başarılı sonuçlar üreteceği bekleniyor. Bir başka gelişme DNA Bilişimi’dir. DNA’da bulunan protein enzimlerinin enerji üniteleri olarak kullanılmasını dayanak alan bu model özellikle tıpta müthiş gelişmelerin sağlanmasını olanaklı kılacaktır. Bu sayede örneğin kanser gibi hastalıkların tedavisinden şimdikinden çok daha gelişmiş çözümler üretilebilecek.’’ Osman Bahadır, ‘‘Bilim ve Demokrasi’’ başlıklı konuşmasında, ‘‘Bilim ve demokrasi ilişkisi ile bilimin ve demokrasinin geliştirilmesi, bugün ülkemizin ve dünyanın en temel konusudur. Ülkemizde bilimin de demokrasinin de kavramsal bakımdan halk arasında nüfuz etmiş olduğunu söyleyebilmek ne yazık ki olanaksızdır. Bilim için demokrasiyi geliştirelim, demokrasi için bilimi geliştirelim ve özgür, eşit ve mutlu insanlık için bilimi ve demokrasiyi geliştirelim’’ dedi. Ender Helvacıoğlu, toplumun bilimsel reflekslerinin arttırılması gerektiği üzerinde durdu. Ali Alpar, bilim ve günlük felsefe ilişkileri üzerinde örnekler verdi. Arslan Kaynardağ’ın Türkiye’de ‘Felsefe, Toplumbilim ve Toplumbilimsel’ başlıklı konuşması da ilgiyle izlendi. Atatürk’ün temel felsefesi bilimdir Bilimsel Düşünce Üretiminde Tarihi Birikim Sorunu başlıklı konuşmasında Prof. Doğan Kuban şu görüşleri savundu: ‘‘Toplumumuzun bilimsel üretimi, kişisel performansların toplamı değil, tümel eğitimsel, bilgisel ve görgüsel birikimin, toplumu idare edenlerine ve topluma mal edilmiş olması sorunudur. Türkiye’de böyle bir özümseme söz konusu değildir. Akılla inancın kavgası, Batı’nın dünyaya egemen kültürünün ve bilimsel üstünlüğünün birkaç yüzyıllık bir süreç içinde gelişmesi sonucudur. Bu Batı’yı tanımlar. Bilim bir yaşam yoludur. Batılı toplumların bu kavgaya getirdikleri çözüm, Kilise’nin devlet idaresindeki etkisini yok ederek olmuştur. Atatürk Cumhuriyeti’nin temel felsefesi de bundan ibarettir. Kısaca Devlet’in din ile kavgası değil, Devlet’in idaresinin akla emanet edilmesidir. Türkiye’de bilimsel ortamın toplum katında oluşmamasının nedeni, Osmanlı bilgi çölünün ıssızlığından kaynaklanıyor. Bu gelenekte, 1) Felsefe yokluğu, 2) Bilimsel söylemde kavramsal düşünce yokluğu, 3) Düşün alanında eleştiri yokluğu, 4) Nesnel gözlem yoksunluğu. Bu entelektüel ölçütler olmayınca bilimsel ortam da oluşmamıştır. Dolayısıyla ne idarecilerde, ne patronlarda ne de halkta bilimsel motivasyon yoktur. Bunun yokluğu öğretim kurumlarının çağdaş düzeyde gelişmesine engel olmaktadır. 20. yüzyılın yarısından bu yana başarılı insan paradigması olarak topluma sunulan paralı insandır. Böyle bir ortamda bilimsel tavır bilimsel yaratıcılık kuşkusuz gelişmez.’’ Bilim ve Toplum konulu kongreye Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji yazarları, siyasetçiler, bilim insanları ve birçok uzman katıldı. da da fikir sahibi olmayı gerektiriyor’’ dedi. Prof. Dr. Gürol Irzık ise felsefe ile modern bilim arasında bir yarılma yaşandığını, bundan hem felsefe hem de bilim dünyasının sorumlu olduğunu belirtti ve şöyle dedi: ‘‘Modern bilimin inşa edildiği 17. yüzyıldan II. Dünya Savaşı’na kadar, felsefe ile bilim camiası arasındaki ilişkiler genellikle dostane idi, karşılıklı saygı ve etkileşime dayanıyordu. Bu ilişki II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızla bozuldu, günümüzde ise yer yer çatışmalı bir biçim aldı. Felsefenin, bilimsel düşüncenin toplumda yayılması için olumlu bir rol oynayabilmesi ancak bu yarılmanın aşılması ile mümkün.’’ CHP İstanbul Milletvekili Dr. Ersin Arıoğlu, siyaset ile bilim ilişkileri üzerinde durdu, ‘‘Siyasette hem bilime duyarsız olacaksınız, hem toplumu geliştireceksiniz; bu da mümkün değildir’’ dedi. Bir ölçü toplumu modeli öneren Arıoğlu, ‘‘Siyasetin 4 temel bileşeni var: 1 Derinlemesine öğrenmeyi hedefleyen bir eğitim politikasıyla, bilimin öncülüğünde doğruları bulmak. 2 ArGe yatırımları ve teknoloji yoluyla yeterli ve kaliteli üretim sağlamak. 3 Bireysel ve toplumsal sorumluluk ilkeleri içinde, üretimin nimetlerini adil dağıtmak. 4 Estetik yoluyla, güzeli ve iyiyi elde etmek. Bunların hepsini bir arada, inanarak kovalayacaksınız. Böylece toplum bir yandan ölçü toplumuna dönüşüp, hak ettiği sürdürülebilir gelişme sağlanırken, hedeflenen kalkınma düzeyi de hayal olmaktan çıkar’’ dedi.. SİPARİŞE GÖRE BEBEK Doç. Dr. Tahir Ceylan ‘‘Biyopsikososyal Tekleşme’’ başlıklı konuşmasında, biyolojinin sentetikleşmesi, yeryüzünde sayıları yarım düzineyi aşan ‘‘Biyofabrikalar’’ın ortaya çıkmasına neden olduğunu, siparişe uygun DNA üretiminin başladığını belirtti ve ‘‘Öyle görünmektedir ki, insanın kendini ve çocuğunu, zeki, uzun boylu, sarışın ve mavi gözlü olarak üretmesinin önünde paradan ve zamandan başka engel kalmamıştır. Biyolojik çeşitliliğin bitmesine artık sayılı asırlar değil, sadece sayılı dekadlar var’’ dedi. Konuşmasını şöyle sürdürdü: ‘‘Sosyal çeşitlilik de bitiyor, bir evlilik diğer evlilikten, bir şirket öteki şirketten farklı işlemiyor artık. Hatta iki tüccarın mal alışverişiyle, karı kocanın cinsel ilişkisi de apayrı şeyler değil günümüzde. Bugün Tuna kıyısındaki bir kasabada, İstanbul Boğazı’nda ve Nepal ormanlarında konuşulan konu hep aynı: Globale ayak uydurmak, lokali global yapmak, yani ‘glokal’ olmak. Öte yandan şirketler, promosyon ve primlerle çalışanlarını tek bir sosyal yapıya zorladılar: ‘Kurumsal Vatandaş Davranışı.’ Kendine değil sisteme aitlik, narsisist, paranoid ve agresif kişilik, sistemin emrine sokulmuş ehlileştirilmiş bir hırs, ancak faydayı gördüğünde hareket eden bir yapı, biyopsikososyal tekleşmenin psikolojik bacağını oluşturuyor.’’ HAYATI MATEMATİKLEŞTİRMEK Prof. Dr. Haluk Oral, ‘‘Matematik gözlüğe benzer, dünyayı daha ayrıntılı görmenizi, uyumu ve uyumsuzluğu ayırt etmenize yarayan bir gözlük. Ne var ki, göz muayenesine gidip doktor değişik mercekleri gözünüzde de PROF DR HALUK ERTAN: Evrim kuramı insanı bilimle inceledi Prof. Haluk Ertan, Evrim ve Toplum başlıklı konuşmasında özetle şu düşünceleri dile getirdi: Bilimsel gelişmelerden çok azı, toplumsal yaşamın kökleşmiş inanç ve düşünce kalıpları üzerinde evrim kuramı kadar etkili olmuştur. Kuramın ilk ve yaygın etkisi tektanrılı göksel dinlerin yaratılış inancı üzerindeydi. Evrim kuramı, insanın doğadaki gerçek yeri konusunda ilk kez, doğaüstü güçlere başvurmadan, yoğun bilimsel gözlemlere dayalı farklı bir açıklama ortaya koyuyordu. Halbuki ‘‘dinin bütün binası yaratılış inancı üzerine kurulmuştu’’. 18. yüzyıl doğa bilgini Comte de Buffon ve onun 19. yüzyıldaki ardılları Charles Darwin ve Thomas Huxley’nin, İnsan ve Afrika Maymunları arasındaki fizyolojik, anatomik ve sosyopsikolojik benzerlikleri işaret eden savları, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan büyük antropoloji köprüsünün mimarları Dian Fossey, Jane Goddall, Leakey ailesi ve insan ve şempanze genom projelerinde çalışan tüm bilimcilerin ortaya koydukları yüksek kalitedeki bulgularla güçlü bir şekilde desteklendi. Genom analiz sonuçları aynı zamanda, en yakın akrabalarımızın şempanzeler olduğunu da gösteriyordu. Gerçekten de, büyük bilimci Sigmund Freud’un yıllarca önce vurguladığı gibi, biyolojik araştırmalar, insanın özel yaratılmışlık ayrıcalığını elinden alıp soy kütüğünü hayvanlar âlemine düşürmüştü. İnsanın biricikliği biyolojik yapısından çok, kültür yaratıp, bunu eğitimle bir sonraki kuşağa aktarma özelliğinden geliyordu. Bu kültürün önemli bir parçası olan bilim sayesinde insan artık kendi evrimini kontrol edebilir hale de gelmişti. Kültür tarihinin en önemli aşaması Prof. Celal Şengör, ‘‘Pisistratos’un Kitapçı Dükkânı’’ başlıklı konuşmasında, Atina tiranı Pisistratos’un aynı zamanda dünyada bilinen en eski yayıncılık kuruluşunun sahibi olduğunu, belli bir bilgiyi halka nakletmek amacıyla kitap yayımlamak fikrini ilk kez Pisistratos’un düşünmüş olduğunun sanıldığını belirtti ve şöyle dedi: ‘‘Bu kitaplar tüm Yunanca konuşan camia tarafından iyi bilinen hikâyelerden oluştukları için, metinlerin devamlı olarak el altında olması, onlar hakkında düşünmeye, onları eleştirmeye ve onların belki benzerlerini üretmeye insanları teşvik etti. Kısa sürede ilk nesir yazılı eserler de ortaya çıktı. Maurice Croiset’nin bir tezi, nesir yazısının ilk kez eleştirel düşünmeyi yarattığı yönündedir. Ona göre, nesir ile yazı, yalnızca bir sanat dalı olmaktan çıkarak bir haberleşme aracı haline gelmiş ve nakledilen bilginin doğruluğu veya yanlışlığı nispetinde eleştiriye maruz kalmaya başlamıştır. Yazılı nesir metinlerinin herkesin satın alıp okuyabileceği kitaplar haline getirilmesi, kanımca insanlık kültür tarihinin en önemli aşamasıdır ve uygarlığın oluşum ve gelişimini mümkün kılmıştır. Bu nedenle uygar toplumlar yazılı nesir literatürleri en zengin olan toplumlardır. Örneğin, zengin bir edebiyata sahip Osmanlı toplumunun nesir eserleri bakımından son derece fakir olduğu gözlenmektedir. Bu gözlem, bu imparatorluğun ondokuzuncu yüzyıl başına kadar bir ortaçağ imparatorluğu şeklinde kalmış olması gözlemiyle uyum içerisindedir. Bu nedenle ‘yayın’, bilimin en önemli aracıdır ve bilimin halka yayılmasının ve insanlığın arzu edilen uygarlık seviyesine yükseltilmesinin en önemli araçlarından biri de aynı nedenle bu toplantıyla 1000. sayısını ve 20. yayın yılını kutladığımız Cumhuriyet Bilim Teknoloji dergisi gibi ucuz ve kaliteli popüler bilim yayınlarıdır.’’ P rof. Dr. Hasan Yazıcı 200 yılı aşkındır devam eden Batılılaşma çabasının taklitçilikten öteye gidemediğini söyledi. Bilim dar çerçevelere mahkum Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz, ‘‘Bilimimiz pozitif hukukumuzla sancılı bir ilişki içerisindedir. Bilime, bilim olduğu için geniş özgürlükler tanımayıp, onu dar çerçevelere mahkum etmekteyiz. Türkiye’nin 1980 sonrası bilimi, pozitif hukukla en acı tecrübesini 2547 sayılı yasanın 4. ve 5. maddeleriyle yaşamıştır’’ dedi. Bu maddelerin bilimin doğasına uygun düşmediğine değinen Ökçesiz, ‘‘Bilimin öğretiminin üstün bir verimle gerçekleştirilmesi ve öğrencilerine yalnızca bilimin metodolojisinin, ürettiği bilimsel bilginin iletilmesi demek olduğu bir anlayış, bu yasa çerçevesinde tali bir anlam ve değer taşıyor’’ dedi. Ve şu fikirleri savundu: ‘‘Bilimin yükseköğretimini düzenleyen bir yasada bilime yabancı bu tür ölçütlerin yer alması, bilimsel topluluğu sürekli zan ve baskı altında tutmaya, tekil olaylarda bilimcileri suçlamanın pozitif hukuk temellerini hazır bulundurmaya yaramaktadır. Bunlar, sadece sosyal, siyasal hedef ve ilkeler olmayıp, bilimcileri, kendi yaptıkları işin ölçütleri dışında başka ölçütlere göre suçlamanın, mahkum etmenin de araçlarıdır. Bilmek istediğim şey şudur: Bilimin gerekleri bunlarla çatıştığında bir bilimci hangisini tercih edecektir?’’ Neden yaratıcı toplum değiliz? Prof.Dr. Hasan Yazıcı ‘‘Yaratıcılık Sorunumuz’’ başlıklı konuşmasında, kemikleşmiş bir yaratıcılık sorunumuz olduğunu ileri sürdü ve bu sorunun birkaç temel nedeni üzerinde durdu: 1. 200 yılı aşkındır kesintisiz süregelen Batılılaşma hevesimiz hemen her alanda, oldukça yüzeysel, ‘‘taklitçilikten’’ öteye gidemedi. Yaygın taklitçiliğin önemli bir göstergesi yine yaygın gözlenen aşırmalardır (intihal). 2. Yaratıcılığı bilimsel incelemiş uzmanlar ‘‘motivasyon’’ faktörünün bireyde olanak ve yetenekten daha önemli olduğunu belirtirler. Dış motivasyon, özetle, bireyi başarısından dolayı parasal veya mevki olarak ödüllendirir. Halbuki deneyimler salt başarı sonucu ödüllendirmenin yaratıcılığa çok etkili olmadığını gösterdi. Buradaki tehlike bireyin sonuca en kısa ve genellikle başkalarının gittiği yoldan gitmesidir. Halbuki başarı kadar başarının yoluna da verilecek önem, bireyin sonuca gitme uğruna gösterdiği çabaların da ‘‘aferin’’ alması, iç motivasyonu da arttıracaktır. 3. 20. yüzyılda biliminin en önemli güdümü olan ‘‘varsayım çürütme’’ temelli, tümden gelen bilim yöntemi görüşü maalesef ülkemizde pek kabul görmedi. 4. Üniversitelerimiz, her devirde, bilim ve teknoloji ‘‘üreten yerine aktaran’’ oldu, esas uğraşları özgünlük olması gereken bu kurumlara yine bir de güncel uygarlığın yerel temsilcileri olmaları görevi yüklendi. 5. Çalışmalar ülkemiz insanında etrafındakilere güvenin hemen tüm ülkeler arasında en düşük düzeylerde olduğunu gösterir. Güven, ‘‘gerçeğe’’ saygının ilk çıktısıdır. Gerçekle ilişkisi ileri derecede bozuk bir toplumda bilim, yani gerçeği aramanın yeşermesi beklenemez.