Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
19 MAYIS 2006 CUMA gezi YORUMLAR BİR DAHA BU CEHENNEMİ YAŞAMAMANIN TEK YOLU NÜKLEER SİLAHLARA SON VERMEK C Çirkinlikler Galası... ranışın çöreklendiği Doğu’dan, sosyalizm yıkılmasına rağmen bir türlü beklenen haberler (cürümler ve caniler) çıkmadı. Berlin’deki tüm ‘‘Birthler’’ çabalarına rağmen, herhangi ideolojik bir çaba göstermeksizin de, bunu görmek mümkün. Doğu’da skandal nitelikli ve örgütlü bir suç işlenmediği, örneğin insanların yığınlar halinde temerküz kamplarına kapatılmadığı, imha edilmediği, zorla çalıştırılmadığı ve bu yolla kapitalist bir sermaye birikimi sağlanmadığı, saptanan hukuk dışı olaylara ise her toplu yaşama merkezinde, hangi siyasalekonomik sistemde olursa olsun rastlanabileceği anlaşılıyor. Sosyalizmi halkın yardımıyla bizzat yıkan yöneticiler de dahil, sosyalist ‘‘Doğu’’nun siyasal yönetim katmanlarında yolsuzluk, halkın sırtından zenginleşme, yabancı bankalarda hesaplar vb ortaya çıkarılamadı. 16 yıl sonra, Doğu’nun, beklenmediği kadar kirden arınmış bir görünüm arz etmesi rahatsız ediyor. Oysa tüm Soğuk Savaş boyunca sosyalist dünyanın kan içen zebanilerin (‘‘parti ve partililerin’’) elinde bir cehennem olduğu propaganda edilmişti. Kanıtlanamadı. Ortada zebani falan yoktu. Batı’dan belki görece daha yoksul, ama yurttaşlarının tüm temel ihtiyaçlarını karşılayabilen, gelir uçurumlarını tarihe karıştırmayı başaran, işsizliği tanımayan, barışı, insanlık onurunu ciddiye alan ve bunu da dünyanın geri kalmış bölgelerini yağmalayarak, oralardaki değerlere silahla veya ‘‘ihracat başarısıyla’’ el koyarak değil, tersine, yoksul ülkelere karşılıksız destek vererek, buna rağmen finanse edebilen akılcı bir sistemdi ölen. İyi. İyi ve iki: Batı ise, Doğu’nun tam tersine, her türlü yolsuzluğun, hızla yayılan yoksulluğun, manipülasyonun, yani halkın sırtından zenginleşebilen küçük bir azınlığın yuvası haline geldi. Oysa Doğu varken, yani sosyalizm bir tehdit olarak dünyadaki varlığını sürdürürken, çok daha dikkatliydiler. Şimdi, yeni ortaçağda, zincirlerinden boşanmış bulunuyorlar. Doğu’da olduğu söylenen, ama yıkılıştan sonra bir türlü ortaya çıkarılamayanlar ise Batı’da, hem de demokrasinin en gelişmiş olduğu merkezlerde oraya çıkarılıyor. Chelsea denilen ‘‘İngiliz’’ takımının sahibi Abramoviç başta olmak üzere halkın malını çalarak milyarlarla oynamaya hak kazanan ‘‘Rus oligarkları’’, özellikle de GorbaçovYeltsinPutin çizgisi, çok öğreticidir. Batı’nın çocuklarıdırlar. Washington’da, Paris’te, Roma’da, Londra’da, Berlin’de ve daha başka yerlerde yaşananların, bu küresel karanlığın sınırları içinde kaldığını görüyoruz. Onlar. Dünyamızın ‘‘yeni sahipleri’’: Bu nedenle olmalı, İtalyan bir bilim adamına inanılmaz saldırı kampanyaları açabiliyorlar: Prof. Dr. Luciano Canfora’dan, demokrasiyi ve Avrupa’yı anlatırken, sadece ‘‘İşler hiç de sizin propagandanıza sığmıyor’’ dediği için nefret ediyorlar. Fakat, tarihçi Prof. Dr. Luciano Canfora ve tartışmalı kitabının Almanya macerası, elbette, başka bir hikayedir. 7 Hiroşima: Yarına bir uyarı! OSMAN ÇUTSAY a merikan Hava Kuvvetleri’nin saldırıları Japon kentlerini çoktan yerle bir etmişti. Artık Japonların yenilgisine kesin gözüyle bakılıyor, bir an önce teslim olmaları bekleniyordu. 5 Ağustos gecesi, gece yarısından hemen sonra hava saldırısının habercisi sirenler bu kez Hiroşima’da duyuldu. Millet sığınaklara koşuştu. Sabaha karşı 02.10’da tehlikenin geçtiği bildirildi. Herkes evine döndü. Çevredeki kentlerden, sanayi kuruluşlarından, lise ve üniversitelerden Hiroşima’ya gelmiş ‘‘Gönüllü Gençlik Birimleri’’ o sabah saat yedide işe başladı. İşleri, sığınak kazmak, hava saldırılarına dayanamayacak bölgelerin boşalmasını sağlamak, buralardaki yaşlıları, çocukları daha güvenilir yerlere taşımaktı. Pırıl pırıl bir hava vardı. Saat 07.09’da, radyodan Hiroşima semalarında dört B29 uçağı görüldüğü anonsu yapıldı. 07.30’da, ‘‘uçakların gözden kaybolduğu, geri gelmediği, tehlikenin geçtiği’’ bildirildi. Aynı Hiroşima’nın genel görünümünü belirleyen ‘Barış Parkı’ ve ortada ‘Hiroşima Barış Müzesi’ (üstte). Her gün yüzlerce çocuk Japonya’nın her yerinden buraya geliyor, ‘Bir daha asla’ çığlığını gökyüzüne savuruyor. (altta) ma’ya... Hayır 6 Ağustos 1945 sabahı saat 8.15’te yaşananları, sonraki saatlerde, sonraki günlerde, sonraki yıllarda yaşananları, o acıları, o ayrıntıları yeniden yaşamak, o acılara neden olanları yeniden lanetlemek, insanlığın utanç labirentlerine yeniden dalmak için gitmedim Hiroşima’ya. Gitmezlik edemeyeceğim için gittim. Bir buçuk milyon nüfuslu kent bugün bir ‘‘Barış Parkı’’na dönüşmüş.. Kent yeni baştan imar edilmiş. Yıkımı, cehennemi, o günü olduğu gibi koruyan tek yapı var. Eski Sanat Merkezi, Sanayi Ürünleri Merkezi, Hiroşima Promosyon Merkezi bugün ‘‘Atom Bombası Kubbesi’’ diye biliniyor. İki nehir arasında kalan Barış Parkı’nın olduğu gibi, müzeden, kentin yeniden inşasından birkaç gün önce sözünü ettiğim mimar Kenzo Tange sorumlu. Müzede savaşa ve atom bombasına ilişkin tüm ayrıntıları, tüm tanıklıkları ve cehennemi yeniden yaşıyorsunuz. Ayrıntılara girmeyeceğim. Ancak müzede olsun, Barış Parkı’na dağılmış sayısız anıtta, heykelde, kayada, taşta, ağaçta olsun (Örneğin, Barış Tanrıçası heykeli, Barış Kulesi, Barış Çeşmesi, Barış Saati, İlkokul Çocukları, Üniversite Öğrencileri anıtları, Gönüllü Gençlik Birimi, İşçiler Tepesi, Dostluk Anıtı vb.) beni en çok etkileyen şu oldu: Hiroşima, geçmişin gölgesinde kalmayıp, o geçmişe karşın, her anıtta, her köşede, her kaya, her ağaç, her yapıda, geleceğe yönelik uyarı görevini yerine getiriyordu. Her an vurgulanan şuydu: Neden atom bombası atılmıştı? Gülümsediğinizi görür gibiyim: Savaşı bir an önce bitirmek için; daha çok kan dökülmesini önlemek için, Sovyetler’e gözdağı vermek için, vb... Hayır, müzede olsun, müze dışında olsun Hiroşima’da hep, her yerde vurgulanan şuydu: Çünkü bu nükleer silah bir kez yaratılmıştı, geliştirilmişti, öyleyse denenmesi gerekiyordu! Hiroşima’da her yerde aynı çığlık yükseliyordu: Bugün de dünyada nükleer denemeler sürüyordu. Oysa atom bombasının yeniden bir daha kullanılmasını önlemenin tek yolu vardı: O da yeryüzünde bu deneylere son vermek! BİTİRİRKEN Japonya yolculuğum sona ermek üzere... İlk kez gidilen bir ülkede on gün içinde edinilen izlenimler ne denli sağlıklı olabilir doğrusu bilemiyorum. Hayatı boyunca Japonya’da yaşamış bir arkadaşım, ‘‘Şu çılgın Japonları, ben 60 yıldır çözemedim, sen on günde çılgınlıklarını anlayabildinse, aferin’’ demişti, neredeyse dalga geçerek. Ona verdiğim yanıtı sizinle de paylaşabilirim: ‘‘Evet ama ben, bilim adamı Bozkurt Güvenç’in ‘Japon Kültürü’ adlı muhteşem kitabını okumuşum yıllar önce, yolculuk boyunca da yanımdan ayırmamışım!’’ İnanın, müthiş bir avantaj sağlıyor insana! (Teşekkürler Bozkurt Güvenç!) Yine de Japonya’dan dönerken, giderkenkinden bin kat daha çok soru vardı aklımda ve yüreğimde. Şu son zamanlarda gençlerin internet aracılığıyla bir araya gelip intihar etmeleri nedendi? Bunalımdan.. Yalnızlıktan.. Umutsuzluktan.. Ölümün ‘‘güzelliğine’’ ibadet etmekten.. Yoksa kimilerinin dediği gibi ‘‘zenginlik hastalığı’’mıydı? Belki de Samurayların soylu ‘‘harakiri’’ geleneğinin bir devamı.. Bilmiyorum bu konuyu herkesle konuştum, hep farklı yanıtlar aldım... Teknolojide bunca ileri giden bir toplumda, yeryüzünün ikinci büyük ekonomisinde, nasıl olur da tüm dış görünüme karşın kimi şeyler hiç ama hiç değişmezdi? Örneğin kadınların ikincil durumu? Ancak hemen belirteyim: Meclisteki temsil oranında bizden kat be kat üstünler. İki meclis var. Temsilciler Meclisi’nde 480 temsilcinin 43’ü kadın. Senato’nun 242 üyesinden 33’ü kadın... Bir yanda en popüler ve milli sporunuz, güce dayalı sumo olacak (bin kiloluk sumo güreşçilerini gözünüzün önüne getirin) dünyaya aikido, kiudo, kendo, judo, karate gibi dövüş ya da korunma sporlarını armağan edeceksiniz, öte yanda bir çiçeğin fotoğrafını çekmek için, bir çin vazosundaki çatlağı incelemek için saatlerce kuyrukta bekleyeceksiniz. Bu da biraz çılgınlık. En iyisi bu soruların yanıtlarını aramak için, ben yine Japonya’ya gideyim... S anda, uçakların birinden Amerikan Hava Üssü’ne ‘‘hava pırıl pırıl tek bulut yok plana devam’’ mesajı geçiliyordu. Elbet, Hiroşima’dakilerin bunu bilmelerine olanak yoktu. Saat 8’i geçmişti ki, Hiroşima Merkez Radyosu’nda o sabah görevli olan spiker Masanobu Furuta, ‘‘Acil uyarı’’ mesajını aldı. Canlı yayına bağlanmak üzere koridorda koşarken elindeki mesaja bir göz attı. ‘‘Saat 8.13. Ordu Bölge Komutanlığından bildirilmiştir: Üç büyük düşman uçağı yaklaşmakta olup...’’ Mikrofonun düğmesine basıp yayına girdi. Cümleyi tamamlayamadı... 6 Ağustos 1945 sabahı saat 8.15’te dünyanın ilk atom bombası, Hiroşima kentinin 580 metre üstünde patladı. Havada oluşan çapı 100 metrelik ateş topu, saniyenin on binde bir süresinde 300 bin santigrat ısıya ulaşıp çevreyi kavurdu. O anda yerdeki sıcaklık 6 bin dereceydi... Sonra. Sonra hiçlik, sonra ölüm, sonra yokluk... Sonra.. Yeryüzü var oldukça, hiç ama hiçbir insanın belleğinden silinmeyecek olan bir ad: Hiroşima. ‘‘Benim adım Hiroşima’’ olacak tüm unutmaların, tüm anımsamaların adı... YA BUGÜN YA YARIN... Kyoto’dan Hiroşima’ya giden hızlı trende, ama neden, insan neden görmek ister ki Hiroşima’yı diye soruyordum kendi kendime... Bu sorunun tek yanıtı vardı. Gitmezlik edemeyeceğimden gidiyordum Hiroşi Sadako’nun kuşları adako Sasaki, bir kız çocuğun adı. S Hiroşima’ya atom bombası atıldığında 2 yaşındaydı. Kent dışında bir köyde yaşıyordu. Ölmedi. Savaşın bitiminden on yıl sonra Sadako hastalandı. Hastaneye kaldırıldı. Radyasyon sonucu lösemi. Japonya’da bir inanca göre, ‘‘Kâğıttan bin adet turna kuşu yapmak, insana şans getirirdi’’. Sadako ‘‘origami’’ sanatının en popüler ürünü olan kuşlarını yapmaya başladı. İnanıyordu ki iyileşecekti. Ailesi, hastane yetkilileri ona bin kuşu çoktan tamamladığını hiç söylemediler. O hep bin adet kuş yapmaya çalıştı... Sadako’nun küçük bedeni kâğıt kuşları yapmaya sekiz ay dayandı. Onun ölümünden sonra sınıf arkadaşları Sadako’nun ruhunu özgür kılmak için kâğıt kuş yapmayı sürdürdü. Sonra bir okul daha, bir okul daha, bir okul daha, bir okul daha... Japonya’nın her köşesinden üç bin iki yüz okul, kâğıttan turna kuşları yolladı Hiroşima’ya, bir daha yeryüzünün hiçbir yerinde, hiçbir çocuk, atom bombasından, radyasyondan ölmesin diye. ‘‘Çocukların Barış Anıtı’’ 1958’de açıldı. Yüksek bir kulenin tepesinde bronzdan bir kız çocuğu kollarını gökyüzüne açmış, ellerinin arasında altın bir turna kuşu tutuyor. Kulenin içinde dev bir çan. Çanın bir yanında ‘‘Kâğıttan Bin Turna Kuşu’’, öte yanında ‘‘Dünyada Barış, Cennette Barış’’ yazılı. Kulenin çevresinde rengârenk kâğıttan binlerce, milyonlarca turna kuşu... Sadako’yu ve kuşlarını ellerimle, gözyaşlarımla, soluğumla okşadığım, kucakladığım gün, ilkokul çocukları gelip anıtın çevresinde oynuyor, o koca çanı çalıp duruyorlardı. ‘‘Bir daha asla’’ diye çalıyordu çan. ‘‘Bir daha asla’’ diye ötüyordu tüm kâğıt kuşlar... istemin bir yerlerinde tıkanmalar olmasa, birtakım sadeleştirmelere gidilmesi gerekmese, bazı tehlikeli konular, daha doğrusu ‘‘kirli çamaşırlar’’, bu kadar aleni bir biçimde kamuoyunun önünde yıkanmaya çalışılmaz ki? ABD’ye bakalım: Sadece siyaset sınıfı değil, istihbarat örgütü de darmadağınık bir görüntü veriyor. CIA Başkanı Porter Goss 5 Mayıs’ta çekiliyor ve bu ‘‘firmanın’’ içindeki üçüncü adam, Kyle ‘‘Dusty’’ Foggo ile ilgili bir yolsuzluk skandalı daha patlıyor. Demek ki firma elden geçiriliyor veya elden geçirmek isteyenlerle bir mücadele var. Fakat istihbarat hizmetleriyle ilgili olarak, Batı demokrasilerinin başka merkezlerinde de durum farklı değil. Londra’nın Irak ve Balkanlar’daki ‘‘gizli’’ rolü tartışılıyor. Bizzat Londra’da geçen yılki terörist saldırılarına bu ülkenin istihbarat örgütlerinin de bulaştığına yönelik haber, yazı ve kitapların ardı arkası kesilmiyor. Medya, şimdilik bunların üzerini örtmekte kararlı ve başarılı. Nitekim Blair hükümeti, istihbarat hizmetlerine, güvenlik başlığı altında yeni yatırımlar yapmakta kararlı olduğunu ilan etmekten de kaçınmıyor. Sözde küçültülen demokratik devletler, güvenlik bahanesiyle istihbarat hizmetlerine dev yatırımlarını sürdürüyor. Devlet, neoliberal propagandanın tersine, iyice şişiyor ve dev şirketlerle iç içe bir dinleme/denetleme aygıtına dönüşüyor. Bush, ülkesindeki milyonların telefonlarının dinlenmesiyle ilgili olarak tutumunu savunurken, hiç terlemiyor. Bu denetim aygıtına güveniyor olmalı. Ya bu aygıt ona güveniyor mu? Berlusconi ile Sarkozy’nin siyasal ilişkileri, bulaştıkları istihbarat bağlantılı girişimler ayyuka çıktı. Berlin hükümetinin istihbarat servislerine ‘‘Artık gazeteci kullanmayın’’ emrini vermesi ise başlı başına bir komedi. Federal Almanya’nın istihbaratına işin başında Nazi Almanyası’ndan (‘‘Gehlen ekibi’’) düşen gölgeyi herkes biliyordu. Bu, belki Nazi canavarlığının nerelere ve hangi ‘‘light’’ biçimleriyle sızabildiğine bir örnek de kabul edilebilir. Ama bugün için en önemlisi, şudur: Bir ‘‘Batılı’’ hükümet, istihbaratında gazetecilerden yararlanılmayacağını herhangi bir skandal patlamadan ilan edebiliyorsa, bu, o ‘‘Batılı’’ siyaset sınıfı ve medya dünyasının, örneğin bir Türk siyaset sınıfı ve medya dünyasından hiç farkı olmadığının da itirafıdır. Belki de sistemin sahipleri artık korunacak bir şeyin kalmadığına inandığı için, bütün kirli çamaşırlarını, gözlerinde bir sürüden farkı olmayan halkın önüne serebiliyor. Böyle bir taassupları var: Tarihin sonundayız. ??? Şu, çok açık: 1990 yılında sosyalizmden kapitalizme geçişle birlikte, Batı’nın ve eski Doğu’nun merkezlerinde, gizli odalarında, ekonomilerinde ve yöneticilerinde, gerçekten farklı, hatta birbirine taban tabana zıt iki eğilim ortaya çıktı. Bir: Korkunç bir hapishane olarak yığınların kafasına işlenen, her türlü yolsuzluk ve insanlık dışı dav cutsay?gmx.net HASAN TAHSİN ANILDI ‘İhanet edenler hüsrana uğrayacak’ B İ T T İ üzerinde uzlaşmışlar. Ayrıca, gazetelerde Erdoğan’ın iç siyasi durum dolayısıyla sıkıntıları bulunduğu, bu nedenle de Gümrük Birliği Ek Protokolü’nü uygulatma konusunda 2006 boyunca ısrarlı olunmamasını istediği, Karamanlis’in de anlayış gösterdiği yazılmakta. Bilen bilir; Yunan basını, araştırmacı gazetecilikten çok, resmi makamlarca sızdırılmış haberleri ya da yorumları açığa vurmaktaki üstün hizmetleriyle ünlüdür. Anlaşılan, Atina’nın iktidar çevreleri, ‘‘Ankara’yı kafa kola aldık; gelecek yıl tuşa getireceğiz’’ havasına girmiş durumdadırlar. Başbakan ve çevresinin dış deneyimsizliği onları bu noktaya getirip Cem’in Papandreu’ya güvenişi gibi Karamanlis konusunda böyle bir safdilliğe sürüklemiş olabilir. İnşallah, iç hesaplar uğruna 2007 için verilen sözler sonuçta Yunanistan’ı kazançlı, Türkiye’yi de yine kazık yemiş duruma sokmaz... KTİDAR yıpranışı partilerin karabasanıdır. Yakın geçmişin nimetlerini ve ufuktaki beklentileri kemiren bu olur çoğu zaman. AKP iktidarı için de böyle. Başarı övünmelerini gölgeleyen yolsuzluk ve kayırmacılık söylentileri şimdiden su yüzüne çıkmaya başladı. Düşük kur sayesinde yüksek gösterilen ulusal gelir artışı işsizlikteki artışı örtbas etmeye yetmiyor. Karşılıklı içtensizlikle bir noktaya kadar sürdürülebilen AB ilişkileri, içte kabul görmeyecek ödünlere sıra gelince tıkandı. Bu durumlar, cumhurbaşkanlığı seçimi ile genel seçimler arasında tarih ayarlaması bakımından yapılan hesapları güçleştirmişe benziyor. Cumhurbaşkanlığı seçimini bu dönemde yapmak, elbet AKP’nin işine gelir. Cumhuriyetin niteliğini değiştirme girişimine son noktayı koyacak kişinin o makama getirilmesi, ancak bu İ AÇI MÜMTAZ SOYSAL İç Hesabın Dış Bedeli... ma sonucunu getireceği için iktidar yıpranışını daha da hızlandırabilir. Kısacası, Tarzan zor durumdadır. Ama, Atina’dan gelen haberler Çita’nın yine hızır gibi yetişeceğini gösteriyor. Yunan basını Viyana’daki ErdoğanKaramanlis görüşmesine ilişkin bazı ipuçları vermekte. Avusturya başkentinde Erdoğan top oynarken Karamanlis uzaktan seyretmekle yetinmiş değil; maç öncesinde veya sonrasında, başka işler de kotarılmış. Rivayete göre, iki başbakan yazın Ege’de gerginliğe yol açabilecek durumlardan kaçınılması günün Meclis’indeki oy üstünlüğüyle başarılabilir. Ama, iktidar yarışının takvimi de işliyor. Cumhurbaşkanını seçebilme uğruna dönem sonunu beklemek, genel seçime ilişkin oy beklentilerine zarar verecektir. Üstelik, düşük kur politikasını sürdürmek, dış ticarette yarattığı etkiler açısından gitgide güçleşiyor. Ayrıca, AB’ye verilen sözlerin vadesi gelmiş, hatta geçmek üzere. Hele Gümrük Birliği anlaşmasına eklenmesi gereken bir ‘‘ek protokol’’ sorunu var ki, limanları ve hava sahasını Kıbrıs Rumlarına aç İZMİR/ANKARA (Cumhuriyet) Konak Alanı’nda işgal güçlerine karşı 15 Mayıs 1919 tarihinde ilk kurşunu atan ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın meşalesini yakan şehit gazeteci Hasan Tahsin, İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nce Konak’taki anıtı önünde düzenlenen törenle anıldı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, ‘‘Kendini ulusuna adamış kahramanlarımızın özverili çabalarıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti, onlardan aldığı güçle ilerlemesini sürdürmekte, yarınlara güvenle bakmaktadır’’ dedi. Saygı duruşu, İstiklal Marşı ve anıta çelenk sunumunun ardından konuşan İGC Başkanı Erol Akıncılar, son yıllarda laikliği hiçe saymaya cüret edenlerin, irticayı hortlatmaya çalışanların, gerici akımları teşvik edenlerin ortaya çıktığını belirterek, ‘‘Ancak Atatürk ilke ve devrimlerine ihanete yeltenenler her dönemde hüsrana uğramışlardır. Bugün de bundan sonra da hüsrana uğrayacaklardır. Milletçe Atatürk’ün gösterdiği yolda yürümeye devam edeceğiz’’ diye konuştu. Akıncılar, Selanik’e dikilen ‘‘PontusRum Soykırımı Anıtı’’ nedeniyle İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Selanik’le kardeş şehir olma kararını iptal etmesinin kamu vicdanını rahatlattığını da söyledi. Cumhurbaşkanı Sezer, Hasan Tahsin’in şehit oluşunun yıldönümü nedeniyle yayımladığı mesajda, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yurdun parçalanmak istenmesi üzerine, ulusun, Yüce Atatürk örderliğinde onur savaşımı verdiğini, bir bütün olarak ortaya koyduğu dirençle zafere ulaştığını ifade etti. Sezer, şunları kaydetti: ‘‘İzmir’in işgaline karşı tepki gösteren, tutsaklığı kabullenmeyen yurtsever bir Türk genci olan Hasan Tahsin’in işgalcilere attığı ilk kurşun, bu savaşımın simgelerinden biri olarak tarihteki saygın yerini almıştır.’’