28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 YARD. DOÇ. DR. İSMET GÖRGÜLÜ, 19 MAYIS SÜRECİNİ VE ATATÜRK’Ü ANLATTI: C strateji LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL 19 MAYIS 2006 CUMA Baklava bir ayıp olurdu. Speros Vryonis adlı bir Yunan araştırmacı, baklavanın Yunan mutfağına ait olduğunu Naukratisli Athenaious’un yazdığı 2’nci yüzyıldan kalma ‘‘Deipnosophistai’’ adlı kitaptaki Gastris tatlısı tarifine dayandırıyor. Amerikalı araştırmacı Charles Perry’nin, Vryonis’in bu savına ciddi itirazları var. Diyor ki; ‘‘Kitapta betimlenen tatlının, arası ceviz, fındık, badem ya da haşhaşla karıştırılmış bal ile doldurulmuş bir tatlı olduğunda kuşkuya yer yok; bu da akla hemen baklavayı getiriyor. Ama tarifin geri kalan bölümünü okursak içinde hamur bulunmadığını görüyoruz. Hamur katları yerine iki kat dövülmüş susam var. Her ne olursa olsun, yaptıkları şekerlemeydi, hamur işi değil. Gastris ile baklava arasında herhangi bir bağlantı görmek için neden yok.’’ Perry, yufkasız baklava olmaz diyor açıkça. Yunanların değil ama Türk göçebelerin çok katlı ekmek yapımının yüzyıllar öncesine kadar gittiğini, katlı ekmeğin Kaşgarlı Mahmud’un 11’inci yüzyılda yayınlanan ‘‘Kitabı Divanı Lugatü’t Türk’’ adlı sözlüğünde iki ayrı biçimde ‘‘yuvga’’, ‘‘yupka’’ olarak tanımlandığını belirtiyor. Şu cümleler de Perry’nin: ‘‘Orta Asya bozkırlarında çalı çırpı ateşi üstüne oturtulmuş sac üzerinde pişen katlamalı ya da kıvrımlı ekmekten yola çıkıp ortası bir kat öğütülmüş fındık fıstık dolgulu, her biri kağıt inceliğinde açılmış 100 kat yufkayla fırında piştikten sonra şerbetini içmiş bir tepsi baklavaya gelene değin arada çok yol var. Bu iki uç arasındaki ‘eksik halka’yı bulabilsek, baklavanın Türk kökenli olduğu savını güçlendirebiliriz. Azerbaycan’da Bakı Pahlavası diye bilinen tatlı, pekala aradığımız ‘eksik halka’ olabilir.’’ Sami Zubaıda ile Richard Tapper’ın editörlüklerinde yayınlanan ‘‘Ortadoğu Mutfak Kültürleri’’ adlı kitapta bu yazdıklarımın ayrıntılarını okuyabilirsiniz. ??? Karşılıklı saygıyla, kabulle çözülecek bir sorun bu. Keşke yapabilsek. Yunanlar, ‘‘Mutfak Milliyetçiliği’’nde ölçüyü kaçırıp, başka bir yiyeceği kendi mutfağına ait göstermemeli, biz de neredeyse her baklava dilimin üstüne ‘‘Türk icadı’’ damgası vuracak hale gelmemeliyiz. Çünkü Mutfak Milliyetçiliği, içinde ‘‘mutfak’’ geçen bir cümle de olsa, öyle ‘‘lezzetli’’ bir şey değil. Baksanıza, baklavayı konuşurken bile ağzımızın tadı kaçtı. kemalerdemol?yahoo.co.uk ‘Vahidettin’in amacı başkaydı’ ahidettin, İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin üyesidir. Anadolu Türklüğünü birbirine kırdırtarak siyasi hedeflerine ulaşmak isteyen böyle bir cemiyete, kurtuluş taraflısı olan bir üye. V NKARA Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. İsmet Görgülü, Mustafa Kemal’de ulusal kurtuluşa dönük mücadele kararlılığının Mondros Ateşkesi imzalanmadan önce başladığını belirterek, "Atatürk, resmi görevle Anadolu’ya gönderilmese bile Milli Mücadele’yi yapacaktı" dedi. Yard. Doç. Dr. İsmet Görgülü, 19 Mayıs 1919 süreci ile ilgili sorularımıza şu yanıtları verdi: Atatürk’ün Nisan 1919’da 9. Ordu Birlikleri Müfettişliği’ne atanmasına ilişkin son yıllarda çok safsata üretildi. "Halifesultan"ın aklında, aslında kurtuluş olduğundan tutun da, Bandırma Vapuru’nun transatlantik olmasına değin dedikodulardı bunlar. Oysa, Mustafa Kemal’in İstanbul’dan ayrılışına değin; ulusal kurtuluşu örgütleme tutkusundan ulusal iradeye dayanmaya (Amasya bildirgesinde, Sivas ve Erzurum Kongre kararlarında vurgulandığı gibi) değin bir çok konuda bir düşünsel altyapıya sahip olduğu biliniyor. Bu düşünsel altyapının kanıtları nelerdir? A lar ve ümmetleşiyorlar. Sonucunda da ulusal bütünlüğümüz yara alıyor. Ülkede tek bir "biz" duygusu olması gerekirken, birden fazla "biz"ler oluşuyor. Bu nedenle önce Vahidettin’in kurtuluş taraflısı olup olmadığı üzerinde duralım. Vahidettin, Mustafa Kemal’i Kurtuluş Savaşı yap diye Anadolu’ya göndermiş olsaydı; Samsun’a çıkışından 20 gün sonra geri çağırmazdı. 50 gün sonra görevden almazdı. ALÇAKÇA BİR PLAN Erzurum Kongresi döneminde ve sonrasında peş peşe tutuklanması için emirler göndermezdi. Sivas Kongresi günlerinde, kongreyi ve düzenleyenleri ortadan kaldırmak için İngilizlerle beraber Ali Galip olayını tezgahlamazdı. Ki bu olay çok alçakça bir plana dayanıyordu. Halkı birbirine kırdırtmayı amaçlıyordu. 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açıldıktan sonra idam fermanını da onaylamazdı. Bir padişah, kurtuluş savaşı görevi vermiş olduğu bir paşasına, kurtuluş savaşı Osmanlı devletini, İngiltere’ye mutlak bir teslimiyetle bağlamak ilkesini içerir. Böyle bir başvuruda bulunan Vahidettin, bir ay sonra Atatürk’e "Anadolu’ya git, kurtuluş savaşı başlat" der mi? Vahidettin, İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin üyesidir. Anadolu Türklüğünü birbirine kırdırtarak siyasi hedeflerine ulaşmak isteyen böyle bir cemiyete, kurtuluş taraflısı olan üye olur mu? Kurtuluş Savaşı’nda Kemalistlere karşı 21 ayaklanma çıkar. Bu durum daha açık anlatımla iç savaştır. Türk insanı birbirini kırmakta, kırdırılmaktadır. Ayaklanmaların 13’ü doğrudan İngiliz Muhipler Cemiyeti tarafından ve Vahidettin’in bilgisi dahilinde düzenlenmiştir. Halkının yanında olan bir padişah, halkının birbirini kırmasına vasıta olur mu, böyle alçakça bir uygulamaya seyirci kalabilir mi? Ayaklanmaları körükleyen bir girişim de, İstanbul’un İngiliz, Fransız, Yunan uçakları ile dağıttığı fetvalardır. Kurtuluş taraflısı olan bir padişah; Kemalistlerin öldürülmesi dinin emridir, sevaptır, cennete gitmenin garantisidir gibi safsatalar içeren bu fetvaları önlemez miydi? Yunan ordusu halifenin ordusudur gibi yayınları yalanlamaz mıydı? TÜRKSÜZ BİR ANADOLU YARATMAK Türkiye 6 devletin işgaline uğrarken, hiçbirine ve hiçbir işgal hareketine karşı hiçbir tepki göstermeyen, en azından protesto etmeyen, tam tersine işgale karşı direnmeyi yasaklayan, direnişçileri cezalandırma yoluna giden bir padişah, nasıl olur da Mustafa Kemal’i kurtuluş savaşı yap diye göndermiş olabilir? İşgallerde Anadolu Türklüğü, Doğu Karadeniz’de Pontuscular, Doğu Anadolu’da Ermeniler, MersinUrfa arası bölgede Fransız ve Ermeniler, Batı Anadolu’da Yunanlılar tarafından soykırıma tabi tutulur. Türksüz bir Anadolu yaratmak isterler. Sadece Yunanlılar Polatlı’dan Ege ve Marmara Denizi’ne kadar olan bölgede 1,5 milyon Türk’ü katlederler. Bu katliamlar karşısında Vahidettin’in tek kelimelik tepkisi yoktur. Yunan ordusuna bu emri veren İngilizler bile "İzmir’i mezbahaya çevirdiniz" diye tepki verirken ve vahşeti durdurmak için ilerlemelerine sınır koyarken, kurtuluş yanlısı (!) Vahidettin’i akan Türk kanları hiç rahatsız etmez, ancak çarpışmalarda akan Yunan kanını durdurmak için Damat Ferit vasıtasıyla Yunan ordusu ile Kuvayı Milliye arasına barış gücü olarak Osmanlı ordusu konmasını önerir. Yani Osmanlı ordusu dediği Kuvayı Milliye’den değildir, Kuvayı Milliye yanlısı değildir. Ayrı bir şeydir. Anlayıştaki ruhsuzluğa dikkat çekmek istiyorum. Tarihimizin hiçbir devrinde böyle bir maskaralık yaşanmamıştır. Kurtuluş yanlısı (!) olan; Osmanlı ordusu dediklerinin Kuvayı Milliye’dekilerin üniformalısı olduklarını, Kuvayı Milliye dediklerinin de Osmanlı ordusundakilerinin sivil kıyafetlisi olduklarını ve canlarını, namuslarını, vatanlarını korumak için çarpıştıklarını algılamaktan uzak ve kendisini işgalci, katliamcı Yunanla, Kuvayı Milliye’ye eşit mesafede görmektedir. Bırakın padişahı, böyle bir anlayışta sıradan bir Türk bile olamaz. E Sorunuzda dedikodu dediniz ama o dedikodular bugün özgür düşünme yeteneği elinden alınmış milyonlarla ifade edilebilecek insanımız tarafından gerçek olarak görülmektedir. Kurtuluş Savaşı’nı Vahidettin’in başlattığını, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Kurtuluş Savaşı yapması için gönderdiğini ve sonrasında da Mustafa Kemal’in Vahidettin’e ihanet ettiğini, işin doğrusu olarak bilmektedir. Yani yakın tarihimizdeki kahraman ile hain bunların kafasında yer değiştirmiş durumdadır. Bu yanlıştan yurttaşlarımızın korunmasını önemli görüyorum. Çünkü bu gibi yanlışlarla, uydurmalarla beyni kirletilenler ulus bilincinden kopuyorlar, ümmet olmaya yatkın hale geliyor yapıyor iken bunları yapar mı? Akıl, yapmaz dedirtiyor. Yaptığına göre demek ki kurtuluş savaşı yap diye göndermemiş. Başka bir görev vermiş, Mustafa Kemal de verilen görev yerine istenmeyen bir iş yaptığı için yani Kurtuluş Savaşı yaptığı için, idamına karar verilmiş. Vahidettin neyin peşindeydi? Vahidettin, ilki Aralık 1918’de, sonuncusu Mart 1922’de olmak üzere toplam 7 kez, ülkenin elde kalacak bölümünü teslim almaları ve idare etmeleri için İngiltere’ye başvuruda bulunur. Bu başvurulardan birinin tarihi 30 Mart 1919’dur. Yani Atatürk’e Ordu Müfettişliği görevinin verilmesinden bir ay öncedir. Bu başvuru ayrıntılı bir proje şeklindedir. limize bayrak alıp ‘‘Baklava Türk’tür Türk kalacak’’ diyecek halimiz yok elbette. Çünkü mutfağından yemekleri çalınan ilk halk biz değiliz, muhtemelen son da olmayacağız. Yakın bir örnek olarak aklıma 2004 yılında İtalya’nın Londra büyükelçisinin pizzanın İngiltere’deki türüne itirazı geliyor. Büyükelçi, İngilizlerin leziz bir İtalyan yemeği olan pizzayı sadece çaldıklarından değil, tadını da bambaşka hale getirdiklerinden, üstelik buna ısrarla ‘‘İtalyan pizzası’’ denmesinden yakınmıştı, iyi anımsıyorum. ‘‘Yufkasına curry ya da ananas sürülmüş bir pizza, dondurmayla kaplanmış ‘steak and kidney pie’dan daha İtalyan değildir’’ demesinden de anlaşılıyor ki, ekselansları, ‘‘hadi çaldınız bari tadını tutturabilseydiniz’’ demek istiyor. İngilizlerin başka mutfaklardan yemek tarifi almada üstlerine yok. Çoluk çocuk herkesin yediği ‘‘fish and chips’’in de patatesi Fransızlardan, balığı Yahudilerden alınma. 19’uncu yüzyılda popüler olmuş, Belçika Fransız ortak yemeği olan patates kızartmasını İngilizler, Yahudilerin tereyağında kızartılmış balığıyla birleştirdiler. Bakmayın bugün ‘‘fish and chips’’in İngilizlerin ‘‘geleneksel’’ yemeği sanılmasına. Yani oluyor bu tür şeyler. Ancak Yunan dostların yaptığı, pek de öyle göz yumulacak türden bir iş değil. Baklavayı, üstelik bir Anadolu tatlısı olduğu bilimsel olarak kanıtlandığı halde kendilerine mal etmekle, halkların ortak kültür mirasını paylaşmayı beceremediklerini ortaya koydular. Yunan komşularımızın mutfak ile milliyetçilik arasında bağ kurmadaki gayretleri göz yaşartıyor, doğrusu. ??? Baklava Yunanlıların olsa ne çıkar? Mutfak kültürüne ulusal kaygılarla yaklaşmadığım için bence bir önemi yok. Ancak kimi yemek türleri folklorun önemli bir parçasıdırlar. Bu nedenle ait oldukları yer anımsanarak yendiklerinde, o folklora saygı gösterilmiş olur. İşin bu tarafındayım ben. Musakkayı, Humus’u Anadolu mutfağının icadı saymakla, koca Arap folkloruna haksızlık etmiş olursak, baklavayı da Yunan kabul etmekle, Türk’üyle, Kürt’üyle koca bir Anadolu folkloruna aynı haksızlığı yapmış oluruz. Dolma’nın adının ‘‘Dolmades’’, köftenin ‘‘Köftedes’’, cacığın ‘‘Cacikis’’ olmasıyla mutfak kültürü gelişmez. Hintlilerin ünlü Korma’larının adı Türkçedeki Kavurma’dan gelir. Buna dayanıp bu güzel Hint yemeğini Türk mutfağına ait göstermek herhalde pek ‘Karadeniz’den Son Kareler’ Atatürk Anadolu yollarında Atatürk, 19 Mayıs’ı, yani kurtuluşu başlatmayı önceden aklında kurgulamış mıydı? Mustafa Kemal’de mücadele kararlılığı daha Mondros Ateşkesi imzalanmadan önce başlar. 1918 Ekiminin son günlerinde 7. Ordu Komutanı iken Anteplilere, "Teşkilat yapın, milli kuvvet kurun, silahı ben vereceğim" der. Bu direniş örgütlenmesini başlattığında ortada ne Mondros vardır, ne de ufukta işgaller vardır. Mondros Ateşkesi 30 Ekim 1918’de imzalanır ve Mustafa Kemal’in çok önceden duymaya başladığı endişeleri bir bir gerçekleşmeye başlar. Şimdi Adana’da Yıldırım Ordular Grup Komutanı’dır. İşte ulusal direniş kararını 12 gün süren bu komutanlığı sırasında alır. 1923’te Adana’da yaptığı bir konuşmada bunu kendisi de ifade eder. "Bende bu olayın (ulusal direnişin) ilk teşebbüs hissi bu memlekette doğmuştur" der. Ulusal direniş kararını Adana’da verdiğini, Ali Fuat Cebesoy da doğrular. "Milli Mücadele Hatıraları"nda 5 Kasım 1918’de görüştüklerini ve Mustafa Kemal’in kendisine "artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve koruması, bizlerin de bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile yardım etmemiz lazımdır" dediğini yazar. Atatürk Samsun’a gönderilmesiydi ulusal direnişi yapmayacak ya da yapamayacak mıydı? Elbette yapacaktı. Açıkladığımız gibi bunun kararını vermişti. Ancak kararını uygulamaya sokmak için İstanbul’a gelmesinden sonra iki yol denediğini, bunlar başarısız olunca Anadolu’ya geçmeye karar verdiğini görüyoruz. Denediği yolların amacı, düşündüğü mücadeleyi devleti de dahil ederek yapmaktı. Bunun için ilk denediği yol; işgal devletlerinin isteklerine karşı durabilecek, onurlu, mücadele yapabilecek bir hükümeti iş başına getirmek ve bu hükümette Harbiye Nazırı olmak, yani orduların başında olmak. Fakat bu gerçekleşmedi. Gerçekleşmeyince ikinci bir yol düşündü. Bir darbe yapmak. Padişahı ve hükümeti alaşağı etmek, yerlerine teslimiyeti kabul etmeyecek, mücadeleci bir padişah ve hükümet getirmek. İşgal altında böyle bir darbenin sonuç vermeyeceğini, sonuç verse bile yeni padişah ve hükümetin kısa sürede İngiliz dümen suyuna geçeceğini değerlendirdiğinden bundan vazgeçti. Atatürk, anılarında yukarıdaki yolları açıkladıktan sonra, kendi kendime şu kararı verdim der ve devam eder: "Uygun bir zaman ve fırsatta İstanbul’dan kaybolmak, basit bir tertiple Anadolu içine girmek, bir müddet isimsiz çalıştıktan sonra, bütün Türk milletine felaketi haber vermek!" Atatürk, Anadolu’ya geçme kararını tam olarak ne zaman vermişti? Atatürk’ün Anadolu’ya geçme kararını Aralık 1918 ortalarında verdiği düşünülmektedir. Çünkü 20 Aralık 1918’de, Ali Fuat Cebesoy ile Şişli’deki evinde yaptığı görüşmede, milli mücadele esaslarını belirlerler. Cebesoy, belirlenen esasları şöyle anlatır: "Çıkar yegane kurtuluş yolu bir milli mukavemet hareketi yaratmaktı. Ordu ile millet elele vermeli ve beraberce hareket etmeli idi. Bu mukavemetin nasıl yaratılabileceğini tespit etmiştik." Cebesoy anılarında ayrıca, Mustafa Kemal’in Doğu ve Batı Anadolu’da hazırlanacak teşkilatın başına geçeceğini, Ankara’nın Milli Mücadele’nin merkezi olacağını, komutanı olduğu 20’nci Kolordu karargahının Ankara’ya taşınmasına karar verdiklerini belirtir. Dikkat edilirse, bunlar Milli Mücadele’de gerçekleştirilen faaliyetlerdir. Dolayısıyla M. Kemal’in Anadolu’ya geçme kararını Samsun’a gönderilmesinden çok önce almış olduğunu anlıyoruz. Yani Samsun’a gönderilmeseydi bile bir şekilde Anadolu’ya geçecekti. Bu durumu yakın arkadaşı İsmet İnönü de doğrular. Anılarında der ki; "Atatürk İstanbul’da…. Bütün tecrübeleri denedikten, bütün imkanları sarf ettikten sonra, nihai kararını verdi. Bir an evvel Anadolu’ya gitmek. Artık bundan sonra Anadolu’ya gitmenin imkan ve çarelerini araştırmaya başlamıştı. Bir gün, ‘Anadolu’ya nasıl çıkabiliriz, nereden çıkabiliriz, yol nedir?’ Bir harita başında bunları konuşuyorduk. Bana soruyordu. ‘Nasıl gideriz?’ Ben kendisine; ‘Canım her taraftan gideriz Yol da çoktur, tedbir de çoktur: Mesele çalışmak için istikameti tayin etmektir’ dedim." Bu olayı Atatürk anılarında daha ayrıntılı olarak anlatır ve İnönü’nün sırdaşlarından biri olduğunu söyler. Bunlardan açık olarak anlaşılıyor ki; hiçbir makam ve yetkiye sahip olmaksızın milli mücadele için Anadolu’ya geçmeye karar vermiştir. Ordu müfettişi olarak gönderilmeseydi bile Anadolu’ya gidecekti. MANNHEIM (Cumhuriyet) Çalışmalarını Sinop’ta sürdüren ressam Yusuf Çamca, Almanya’nın Mannheim şehrinde bir sergi açıyor. Yusuf Çamca, 1926 Mayıs 2006 tarihleri arasında “T1, 3” adresindeki “Mannheim Atatürkçü Düşünce Derneği” salonunda “Karadeniz’den Son Kareler” adını verdiği yağlıboya çalışmalarını ve Atatürk portrelerini sergileyecek. Sanatçının 30 çalışmasının yer aldığı bu sergide, özellikle Karadeniz manzaralarından oluşan tablolarla, son günlerin gündeminde olan nükleer santral projesine de dikkat çekiliyor. ‘Yarım Kalan Mucize’ ilgi topladı ESSEN (Cumhuriyet) Almanya Türk Öğretmen Dernekleri Federasyonu (ATÖF) ile Türkiye Araştırmalar Merkezi (TAM) tarafından düzenlenen “AB üyeliği sürecinde TürkAlman Eğitim sistemlerindeki etkileşimler ve Köy Enstitüleri deneyimi” konulu panel ve sergi geniş ilgi gördü. Etkinliğe Türkiye’den “Yeni Kuşak Köy Enstitüleri” (YKKE) Genel Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Oğuz Makal, YKKE Yönetim Kurulu üyesi Mustafa Özdemir katıldılar. ATÖF Genel Başkanı Mete Atay, panelle ilgili bir değerlendirme yaparak, TürkAman ilişkilerinde asıl önemli yerin eğitime ayrılması gerektiğini söyledi. Atay şöyle konuştu: “Türk Alman ilişkilerinde daha çok ekonomik, askeri ilişkiler üzerinde durulur. Halbuki TürkAlman ilişkilerinde eğitimde 1920’den sonra meslek, yüksek öğrenim alanında büyük öğrenci değişimleri gerçekleştirilmiştir. Özellikle 1933 yılından sonra Nazi Almanyası’ndan kaçan bilim adamlarına Türk üniversitelerinde görev verilmiş, Türkiye’deki Milli Eğitim Bakanlığı ile bu konuda bir anlaşma imzalanmıştır. Yeni cumhuriyet, binlerce gencini de Almanya’ya göndererek orada eğitim görüp, yurtta onları yeni kurulan kuruluşlarda görevlendirmiştir. Örneğin 1938 yılında, Almanya’daki Türk öğrenci sayısı 3 bin 310’du.Günün koşulları göz önüne alınırsa, bu çok yüksek bir rakamdır. Türkiye’den gelen bilim adamlarının sunumlarından da çok ilginç bir sonuç çıktı. PISA araştırmaları sonunda gerçekleştirilmeye çalışılan eğitim reformu ile, 1940’larda Türkiye’de gerçekleştirilen, Türkiye’ye özgü Köy Enstitüleri programında çok sıkı ilişkiler ve benzerlikler vardı. İş ve sanat eğitimi, katılımcılık, özerkleşme, tamgün okul uygulamaları ile birebir örtüşüyordu. Özetle, buradaki ‘Yarım Kalmış Mucize: Köy Enstitüleri’ sergisi ve belgeselleri herkesi derinden etkiledi. Dar olanaklarla neler başarılabileceği, ümitsizliklerden, karanlıklardan nerelere ulaşılabileceği konusunda hem uyarıcı, hem de öğreticiydi.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle