26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 iç çatışmaya çekilmesine meydan verebilecek, yani Lübnan’ın Iraklaştırılmasını hızlandıracak konumda olması da çelişkileri bir birine kattı. Mantıksal bir geriye dönük sorgulama yapıldığında, 2005 yılından bu yana Lübnan’da bir nakış gibi işlenen olaylar döngüsüne bakıldığında ortaya çıkan resim ise çelişkilerin aslında gerçekleri gizlemek için kullanılan birer perde olduğunu ortaya koyuyor. Öncelikle bir düşünelim Lübnan’ın karışması demek ABD’nin Lübnan’a meşruiyet zemini ayarlanmış olarak müdahale etmesi demek, hele ki ABD’ye yakın duran bir Lübnan yönetimi varken bunun ne kadar kolay olduğunu varın siz düşünün. Yeri gelmişken yine ilginç bir ayrıntı olarak hemen notumuzu düşelim, Nehr’ül Barid olaylarının hemen ardından Lübnan yönetimi ABD’den açık destek istedi ve son bir haftada ABD Lübnan’a 8 uçak dolusu askeri yardım yaptı. Ama asıl mesele bu değil tabii ki. Sözün özü, çok uzun zamandır ABD’nin Lübnan’da hem kendisini Ortadoğu’da daha da güçlü bir pozisyona taşımak, hem İsrail’i Lübnan’dan gelebilecek tehditlere karşı korumak hem de son kertede İran’ı çevrelemek için Lübnan’da askeri bir üs kurma peşinde olduğunun dillendirilmesinde gizli. Tüm bunların üstüne Fetih’ül İslam adlı Radikal İslamcı Sünni örgütün bizzat ABD, Lübnan yönetimi ve C S TRATEJİ Lübnan yönetiminin çok yakın olduğu Suudiler tarafından desteklendiği iddialarını da eklersek eksik parçalar tamamlanmış olacak. Görüldüğü üzere danışıklı dövüşler, psikolojik yansıtmalar, sarsılan dengeler, oynanan oyunlar ile ABD yine ince hesaplar peşinde. Zaman zaman bu hesapların ABD tarafında İsrail, Suudi Arabistan ve benzerleri de yer alıyor ancak kırmızı çizginin öbür tarafı hep aynı: İran ve gölgeleri… Bu inatlaşma, bu gölgeler savaşı nereye kadar gider bilinmez ama başlarken söylediğimiz gibi bu yaz Ortadoğu cehennem sıcakları ile kavrulmaktan kaçamayacak gibi görünüyor. kal Sünni gurupları kast ederek "Lübnan hükümeti bu kişilerin gelmesi için yer açıyor. Bu çok tehlikeli olabilir" dedi. Crooke, Fetih elİslam isimli Sünni bir radikal grubun Kuzey Lübnan’da Nahr alBarid mülteci kampında bulunan Fetih elİntifada isimli Suriye yanlısı ana gruptan ayrıldığını ve bu gruba, kendilerini Lübnan hükümetinin çıkarlarının temsilcisi olarak tanıtan kişilerce muhtemelen Hizbullah’a karşı kullanılmak üzere silah ve para sağlama teklifi yapıldığı söyleniyor" dedi. Crooke’un sözünü ettiği bu grupların en büyüğü Ain alHilveh Filistin mülteci kampında bulunan Asbat alAnsar’dır. Asbat alAnsar Lübnan iç güvenlik kuvvetlerinden ve Sinyora hükümetiyle bağlantılı milislerden silah ve malzeme alıyor. ABD’li Uluslararası Kriz Grubunun raporuna göre, 2005 yılında öldürülen eski Başbakan’ın oğlu olan Saad Hariri’nin ki babasının suikasta kurban gitmesinden sonra kendisine dört milyar dolardan fazla bir meblağ miras kaldı Radikal İslami silahlı bir grubun dört üyesinin 48 bin dolar tutarındaki kefalet parasını ödediği biliniyor. Bu kişiler Lübnan’ın kuzeyinde mini bir İslami devlet kurmaya çalışırken tutuklanmışlardı. Hatta Kriz Grubu, militanların birçoğunun "Afganistan’daki elKaide kamplarında eğitildiklerini" belirtiyor. Kriz Grubu raporuna göre, Saad Hariri daha sonra, söz konusu Radikal İslamcıların yanı sıra bir önceki yıl Beyrut’taki İtalya ve Ukrayna büyükelçiliklerinin bombalanmasını planladıklarından şüphelenilen 7 militan için de af çıkartmak amacıyla parlamentodaki çoğunluğunu kullandı. Saad Hariri ayrıca, 1987’de başbakan Raşid Karami’nin öldürülmesi dahil, dört politik cinayetten suçlu bulunan Hristiyan Maruni milis lideri Samir Geagea için de bir özel af çıkarılmasını sağladı. Sinyora hükümetinden üst düzey bir görevli, verdiği bir mülakatta "El Kaide benzeri grupların Lübnan’da varlık göstermesine müsaade eden liberal bir yaklaşımımız var". sözleri ile Lübnan içerisinde faaliyet gösteren Sünni Cihatçıların/Radikal İslamcıların varlığını kabul etti. Görevli bu durumu İran’ın veya Suriye’nin Lübnan’ı bir "çatışma sahnesine" dönüştürmeye karar verebileceği endişelerine bağladı. Söz konusu yetkili hükümetinin "kazanımsız" durumda olduğunu söyledi. Hizbullah ile politik bir anlaşmaya varılamaması halinde, Lübnan’ın, muhtemel sonuçları çok korkutucu olabilecek, Hizbullah’ın Sünni güçlerle açıkça çarpıştığı "bir çatışmaya sürüklenebileceğini" dile getirdi. Ancak Hizbullah anlaşmayı kabul edip, İran ve Suriye ile işbirliği içinde ayrı bir orduya sahip olmaya devam ederse, "Lübnan yine bir hedef haline gelebilir. Yani her iki durumda da biz birer hedef haline geliriz" diye ekledi. Amerikan Dış İlişkiler Konseyi'nin eski başkanlarından Leslie H. Gelb, Bush yönetimin izlediği politikanın demokrasi yanlısı olmaktan ziyade Amerikan ulusal güvenlik çıkarlarının maksimizasyonuna yönelik olduğunu söyledi. Gelb, "Şu bir gerçek ki eğer Hizbullah Lübnan’ı yönetecek olursa bu çok tehlikeli olur. Diğer yandan Sinyora hükümetinin düşmesi "Ortadoğu’da ABD’in etkisinin azaldığının ve terörizm tehlikesinin arttığının bir işareti olarak görülecektir. Ve dolayısıyla da ABD, Lübnan’daki politik güç dağılımında meydana gelecek her türlü değişikliğe karşı çıkmak zorundadırve bizlerin de bu değişikliğe karşı çıkan Şiiolmayan taraflara yardım etmemiz mazur görülecektir. Demokrasi hakkında konuşmak yerine, bunu açıkça söylemeliyiz" diyerek ABD’nin yeni stratejisini açıkça ortaya koydu. İran’ı çevrelemek Seymour HERSH The New Yorker Çeviri Ülkü İBİŞOĞLU G eçtiğimiz bir kaç ayda, Irak’taki durum git gide kötüleşirken, Bush Yönetimi, hem açıktan yürüttüğü diplomaside hem de gizli operasyonlarında Ortadoğu stratejisini önemli ölçüde değiştirdi. Bazı Beyaz Saray yetkililerinin "yeniden yönlendirme" olarak adlandırdığı bu yeni strateji, ABD’yi İran’la daha da çok karşı karşıya getirdi. Ayrıca bölgenin bazı kesimlerinde Şii ve Sünni Müslümanlar arasındaki gittikçe artan mezhep çatışmasını alabildiğine körükledi. Bush Yönetimi, İran’ı zayıflatmak için, Ortadoğu’daki önceliklerini yeniden şekillendirmeye karar verdi. Yönetim bu bağlamda öncelikle Lübnan’da, İran tarafından desteklenen Şii Hizbullah’ı zayıflatmaya yönelik gizli operasyonlara başladı. Bunun için de Sünni olan Suudi Arabistan ile işbirliği içersine girdi. ABD ayrıca İran’a ve müttefiki Suriye’ye yönelik gizli operasyonlarına da hız verdi. ABD’nin bu faaliyetlerinin başında İslam’ın askeri vizyonunu benimsemiş olan, Amerika’ya düşman ve ElKaide’ye sempati duyan radikal gruplara destek vermek geliyor. Ancak bu strateji, içinde birçok çelişkiyi barındırıyor. Bu çelişkilerden ilk göze çarpanı ABD’nin Irak’taki askeri varlığına yönelik şiddetin büyük çoğunluğunun Şii’lerden değil Sünni’lerden geliyor olmasıdır. Fakat Bush Yönetimi’nin bakış açısından bakıldığında, Irak Savaşı’nın en büyük ve en amaçlanmayan stratejik sonuçlarından birisi İran’ın güçlenmesidir ve bu istenmeyen sonuç ortaya çıkmak üzeredir. İşte bu nedenle de ABD, Irak’taki dengeleri sarsma pahasına böyle bir strateji oyunu oynuyor. ABD’NİN LÜBNAN HESAPLARI Yukarıda dile getirildiği üzere ABD’nin yeni stratejisinin odaklarından biri Lübnan. Başka bir deyişle İran’dan sonra ABDSuudi ilişkilerinin bir diğer odağı da, Suudilerin ABD ile birlikte, Şii Hizbullah liderliğindeki muhalefet karşısında, mevcut hükümete destek verme çabalarına bir hayli dahil olduğu Lübnan. Hizbullah, 1997’den beri ABD Dışişleri Bakanlığı’nın terörist listesinde bulunuyor. Örgüt, 1983 yılında Bush 241 ABD askerinin ölmesiyle sonuçlanan Beyrut’taki bir deniz kuvvetleri kışlasının bombalanması olayının failleri arasında gösteriliyor. İsrail’in var olma hakkını tanımadıklarını dile getiren Hizbullah lideri Nasrallah, çoğu kişi tarafından azılı bir terörist olarak görülüyor ancak Arap dünyasının büyük bir kısmı Nasrallah’ı, geçtiğimiz yaz yaşanan 33 gün savaşında İsrail’e karşı koyan bir direnişçi olarak görüyor. Aynı Araplar, Lübnan hükümetinin başbakanı Fuad Sinyora’yı Amerika’nın desteğine bel bağlamış, Başkan Bush’u Lübnan’ın İsrail tarafından bombalanmasını sona erdirmek için çağrı yapmaya ikna edemeyen zayıf bir politikacı olarak görüyor. Bush Yönetimi, geçtiğimiz yazdan bu yana Sinyora hükümetine 1 milyar dolarlık yardım yapacağını taahhüt etmişti. Lübnan’a, Ocak ayında ABD desteği ile Paris’te düzenlenen bağış konferansında yaklaşık 8 milyar dolarlık bir yardım taahhüt edildi. Bunun 1 milyar dolardan fazlası ise Suudilerden geldi. 8 milyarlık bu toplam yardımın içerisinde ABD’nin taahhüdü ise 200 milyon dolardan fazla askeri yardım ve 40 milyon dolardan fazla iç güvenlik yardımını içeriyor. Ancak ABD bununla yetinmedi. Bush hükümetinin danışmanlarından olan eski bir üst düzey istihbarat yetkilisine göre, ABD Sinyora hükümetine gizli destek de verdi. Eski üst düzey istihbarat yetkilisi "Şii etkisine direnebilecek Sünni kapasitesini artıracak bir program içerisindeyiz ve elimizden geldiği kadar para dağıtıyoruz" dedi. Yetkili "Sorun şu ki para düşündüğünüzden de çok cebe gidiyor. Bu süreçte, istenmeyen çok ciddi sonuçlara yola açabilecek birçok kötü kişiyi de finanse ediyoruz. Paranın istediğimiz kişilere gittiğini belirleme, makbuz alma ve istemediklerimize gitmesini engelleme imkanımız yok. Bu çok yüksek riskli bir girişim" diye ekledi. Konuştuğum Amerikalı, Avrupalı ve Arap yetkililer, Sinyora hükümetinin ve onun müttefiklerinin alınan yardımların bir kısmının Kuzey Lübnan’daki Bekaa Vadisi’ndeki ve güneyde Filistin mülteci kampları çevresinde yeni yeni oluşan radikal Sünni grupların eline geçmesine müsaade ettiğini söylediler. Her ne kadar küçük de olsalar Hizbullah’a karşı bir tampon olarak görülen bu gruplar, aynı zamanda ElKaide ile ideolojik bağlara sahip. İngiliz istihbarat servisi MI6’da yaklaşık otuz yıl çalışan ve şu an Beyrut’taki bir düşünce kuruluşu olan Çatışmalar Forum’u için çalışan Alastair Crooke radi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle