17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C S TRATEJİ ABD politikalarının olumsuz sonuçları Irak örneği Ortadoğu’yu H. Miray VURMAY TUSAM Ortadoğu Araştırmaları Masası [email protected] rtadoğu giderek ısınıyor… Ama ne şu meşhur küresel ısınma, ne yaklaşan yaz, ne de Ortadoğu çöllerinin kavurucu, kadim sıcakları Ortadoğu’yu kasıp kavuran. Düpedüz cehennem alevi bugünlerde Ortadoğu’yu sarıp sarmalayan. Bu cehennem alevinin yükseldiği yer ise hiç şüphe yok ki Irak. Ülkede iyiden iyiye şiddetlenen, bugüne değin savaştan azade kalan Kürtleri bile girdabına yavaş yavaş çekmeye başlayan savaş, artık tahayyül ve tahammül edilemez bir hal aldı. Ancak Irak’ta yaşanan savaşın "ara sonuçları" sadece ülkeleri işgal edilen Iraklılar için değil bölgeye "süper güç sıfatı" ile gelmiş olan ABD için de son derece iç karartıcı. Irak’ta sadece stratejik çıkarları ve stratejik hedefleri değil stratejik onuru da büyük yara alan ABD, Irak’ı işgali ile başlayan süreçte kendi eliyle İran’ın gün be gün güçlenmesine neden olarak kendi ve tabii ki İsrail’in adına hiç hesapta olmayan başlı başına bir sorun yaratmış oldu. Irak üzerine kurduğu, kurguladığı oyunda hesapları büyük oranda darma dağın olan ABD böylece bir anlamda savaş cininin oyununa gelmiş oldu. Her ne kadar Ortadoğu’daki bu cehennem sıcağının kaynağı Irak ise de bölgede bir değil bin bir savaş cini çelik çomak oynuyor. ABD’nin yanlış hesapları Bağdat’tan döndü dönmesine ancak ABD yeni hesaplar peşine çoktan düştü bile. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış derler ya, ABD tam anlamıyla yenilmiş sayılmasa da stratejik olarak çok kan kaybettiği bu raundun rövanşını daha sert bir taktik izleyerek almaya hazır ve nazır görünüyor. Nitekim ABD bu! Dünyanın süper/hiper/mega/ultra gücü! Ve elbet bunun acısını bir yerlerden kat kat çıkaracak yeni "stratejik planlar" ile dolu cepleri. Yeni stratejik planlar ise açık ya da örtülü yeni çatışma alanları anlamına geliyor ABD lügatinde. Söz konusu mekan Ortadoğu olunca da açıktan ziyade örtülü çatışmalar, vekalet yolu ile savaşlar daha bir tercih edilir oluyor. Öyle ya bu topraklarda yaşanan savaşların çoğu kılıçları çekenlerin değil, bileyenlerin savaşı değil midir zaten! Yıllar yılı kendisinin olmayan bir savaşın mekanı ve kurbanı olan Lübnan’da yaşanan bu savaşa, üstüne üstlük bir de "iç savaş" dememişler miydi? Oysaki bu kanlı savaş, söylenegeldiği üzere ne dinsel, ne mezhepsel, ne de etnik bir toplumsal çatışmanın eseriydi. Bu ABD’nin, Fransa’nın, İsrail’in, İran’ın, Suriye’nin yani Lübnan’da "Truva atı" olan tüm güçlerin kozlarını paylaştıkları bir kumar masasıydı. Bu acımasız kumara çuha olan Lübnan ise yıllarca iç savaş yaşadığına inandı(rıldı). Oluk oluk akan kardeş kanına, kaybolan yıllarına ve savaş ile yazılmış kaderine göz yaşı döktü Lübnan. Ama çilesi dolmamış olmalı ki tarih, yüzünde şeytani gülümsemesi ile Beyrut’a yeniden göz kırpıyor bugünlerde. Ancak bu defa Lübnan, yalnız değil. Afganistan, Irak ve Filistin de Lübnan ile aynı kaderi paylaşıyor. Adı geçen her ülkede "iç savaş çanları" çalınıyor, özenle seçilmiş pilot bölgelerde uygulamalı savaş provaları yapılıyor. Yaşanan ya da yaşanması muhtemel olanın, başkalarının savaşı olduğu anlaşılmasın diye de ortaya gerçeğinden ayırt edilmesi çok güç, sahte gerekçeler atılıyor, itina ile. Yani O ABD ile İran’ın Ortadoğu’daki mücadelesi yeni alanlarda, yeni boyutlarıyla sürüyor. Bu mücadele Irak örneğinin bütün Ortadoğu’ya yayılma tehlikesini beraberinde getiriyor. Irak’ta yaşananlar, ABD’nin stratejik planları nedeniyle Filistin ve Lübnan’a yayılmış durumda. Ortadoğu’da yine "birilerinin" çıkarları, süper güçlerin küresel egemenlik ihtirasları için "birilerine" savaş vekaletleri çoktan verildi bile… İRAN’IN KONTROLSÜZ YÜKSELİŞİ Doğrudan ya da dolaylı olarak bir şekilde ABD eli değmiş olan her karış toprağında kanlı veya kansız çatışmaların hakim olduğu Ortadoğu, ABD’nin yeni(lenmiş) stratejisi ile karşı karşıya. 2003 Mart’ında çok farklı planlar ve stratejiler ile Irak’ı işgal eden ABD, yıllardır Saddam Hüseyin’in demir yumruğu altında ezilen, iktidara hasret Şiiler tarafından el üstünde tutulacağını düşünüyordu. Aslına bakılırsa ilk zamanlarda böyle bir hava da yok değildi Irak’ta. Hele ki takvim yaprakları 9 Nisan 2003’ü gösterdiğinde Bağdat’ın Firdevs Meydanı’ndaki Saddam heykelinin yıkılışı ile hafızalara kazınan Bağdat’ın düştüğü gün, ABD ve Irak Şiilerinin yüzlerindeki "ortak gurur" görülmeye değerdi. Daha sonraki süreçte de ABD söz verdiği üzere Şiileri iktidara taşıyacak adımları atarak yeni Irak’ı, yeni sahiplerine yani Şiilerin çoğunlukta olduğu bir hükümete sözde teslim etti. Sözde diyoruz çünkü bugün Irak’ta gerçek anlamda bir devletten, işleyen bir hükümetten, sistemden söz etmek kelimenin tam anlamı ile imkansız. Bundan daha da önemlisi artık Irak’ta ABD’ye "tamah eden" Şiilerin sayısının gün geçtikçe azalıyor olması. Hatta sadece iktidar dağının eteklerindeki birkaç yüz tanesi dışında Şiilerin ABD’ye yüz çevirdiklerini söylemek hiç de abartılı olmaz. Kaldı ki, Şiilerin bir kısmı hiçbir zaman ABD’ye sıcak bakmamış hatta Muktada EsSadr ve ekibi gibi "muhalifler" en baştan beri ABD’ye karşı silahlı direnişe girişmişler her daim kıblelerini Tahran’a çevirmişlerdi. Saddam’dan kurtulmanın verdiği sarhoşlukla ABD’ye yakın duran/görünen Şiilerin bile çok geçmeden ABD’ye değil de yanı başlarında bulunan ve ideolojik bağlarla sımsıkı bağlı oldukları İran’a yakınlaşmaları ise ABD için İran kabusunun başlangıcı oldu. Daha sonraki süreçte İran’ın "Şiilik" ekseninde her geçen gün gücüne güç katması ABD’nin kabusunu daha koyu karanlıklara sürükledi. Öyle ya bugün Ortadoğu’nun hemen her ülkesine dağılmış olan milyonlarca Şii İran’ın etki alanına girmek üzereydi hatta belki çoktan girmişlerdi. Tüm bunların üzerine İran’ın göz göre göre nükleer çalışmalarına hız vermesi ise İran’ı iyiden iyiye zirveye taşıdı. Kısacası ABD, kendi eli ile dev bir düşman yaratmış oldu. Ancak ABD eli ile yaratılan bu dev düşmandan ölesiye korkan başka birileri daha vardı. Bugüne değin İran ile bir kez bile karşı karşıya gelmemiş ancak hep perde ardından maşalar ile İran’la savaşmış olan İsrail. İran’dan, İran’ın bu kontrolsüz yükselişinden ABD kadar hatta daha fazla rahatsızlık duyan İsrail, 59 yıllık tarihinde, son dönemde İran’dan algıladığı tehdit kadar yoğun bir tehditle karşılaşmamıştı. Nitekim İsrail’in geçen yaz İran’ın Ortadoğu’daki en güçlü görüntülerinden biri olan Hizbullah ile yaşadığı savaşın sonuçları bile İsrail’in algıladığı tehdidin boyutlarını ortaya koymaya yetiyor. Kaldı ki, son dönemde ortaya atılan ve gerçeklik payı giderek yükselen bir diğer iddiaya göre de İsrail’i Filistin cephesinde en fazla uğraştıranların başında gelen Hamas da artık İran’ın kapsama alanına girmiş bulunuyor. Arada Şiilik gibi Lübnan’daki son çatışmalardan bir görünüm...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle