17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

edilmiş ve her yeni düzenleme sürecinde de bu etkiler korunmaya çalışılmıştır. Bir biçimde Annan Planı aslında o günlerde Kıbrıs Türkleri açısından "tecridin" kalkması, Kıbrıs Rumları ise bir hafta sonra üyesi olacakları AB’ye böylesi bir planla ülkelerinin "birleşmesi" anlamına geldiği de söylenebilir. Tabiî ki Kıbrıs gibi Türk ve Helen milliyetçiliklerinin tarihi mücadelesinin arenası olduğu bir adada çözümü bir referandumla kurma iddiası pek inandırıcı değildi. Öyle ki plan birçok yönüyle iki milliyetçiliği tatmin etmediği gibi uygulaması da büyük sorunlar yaratacak özelliklere sahipti. Planın en büyük eksiği, 195960 sürecinde farklı olarak TürkYunan diplomatlarına ve yerel düzeydeki yetkililere geniş düzeyde katkı yapma olanağının tanınmamış olmasıydı. Oysaki Kıbrıs sorunu özü itibarıyla iki ana ulusun tarihsel, kültürel ve dinsel anlamdaki rekabetinin bir uzantısı olduğu gibi işin içerisinde ayrıca AB etkeninin de katılmasından ötürü sorun yeni boyut kazanmıştır. Özellikle AB boyutu Türklerin zayıf yanını oluşturduğu gibi bir imaj yıllar itibarıyla gerek Yunanistan gerekse AB ülkelerinde oluşmuştur. Aslında AB’nin Güney Kıbrıs’ı üye yapmasının altındaki temel nedenlerden biri de sorunun çözümünde katalizör rolü oynayacağına inanmasıydı. Oysaki bu durum Rum egemenlerinin ulusçuluk yapmalarının bir zemini haline gelmiştir. MÜLKİYET KONUSU KİLİT Annan Planı aslında 12 Şubat 1977 MakariosDenktaş Doruk Antlaşması ile 19 Mayıs 1979 tarihli DenktaşKipriyanou Doruk Antlaşması Kıbrıs’ın çözümüne dair temel ilkeleri gözeterek bir ortak yaşama senedi yaratma girişimi olarak da okunabilir. Belki bazı yanlarıyla 1960 Antlaşmalarının "ilerisinde" özelliklere sahip bir uzlaşma metnidir. Ancak metnin tartışılma sürecindeki yöntem ve yaklaşımlar tam bir "hayvan pazarı" havasında onur kırıcı yanları da ortaya sermiştir. Bunların başında iki halkın topraklarında bir arada yaşama ve üretme özgürlüklerini değil "etnik hüviyetlerine" dair "sınırlamalar ve algılamalar" işin temel ruhunu oluşturmuştur. Dahası Kıbrıs’ta kimin ne kadar mal kaybı olduğu ve bu kayıpların tazminini içeren tartışmalar "çözümün" doğasına ilişkin ipuçları vermekteydi. Dahası Kıbrıs’ta çözümün önemli bir bileşeni olan malmülk meselesi aslında ele alınma biçimi bakımından tek başına sorunu çözümsüz kılmaya aday özelliklere sahip hale getirilmiştir. Kıbrıs denilen mesele aslında mal mülk dökümü doğru biçimde çıkarılabildiği takdirde, "gönüllü ayrılık" sürecine de gidebilecek bir yöne sahiptir. Kıbrıs’ta çözümün anahtarı "mal canın yongasıdır" sözüyle de açıklamak mümkündür. Kıbrıslıların belki de bu anlamda temelde benzeşen yanlarından biri de gayrimenkul konusuna aşırı düşkünlükleridir. Bu durumun 30 yıl sonra yapılan çözüm tartışmalarında merkezi rol oynaması da olayın önemini göstermektedir. İşte bu konunun bir çözüm sürecinde tayin ediciliği açıkça ortadayken bu yan aslında soruna kendi kimliğini de vermiş durumdadır. Bir bakıma AİHM sürecinde sonuçlanmış ve sonuçlanmayı bekleyen mülkiyet davaları aslında adil bir biçimde sonuçlandırılmadığı sürece tatmin edici bir çözüme kimse yanaşmayacaktır. Aslında Avrupalıların Kıbrıs konusundaki katkıları şu ana kadar yapılanlar çerçevesinde sorunun "yamuklaşması" yönünde olduğu söylenebilir. Bu noktada 2002 yılından itibaren başlayan Annan planı tartışmaları ve sonrasında 24 Nisan 2004 tarihinde planın beşincisi, Ada’nın iki yanında referanduma sunulmuştur. Ada’nın Kuzeyi yüzde 65 oyla kabul ederken, Güneyi ise planı yüzde 76’lık yüksek bir hayırla reddetmiştir.(3) Bir kere planın güneyde red almasının altındaki temel nedenleri iyi analiz etmek ve çözüm(süzlüğ)ü bu yanlarıyla anlamak gerekmektedir. Bu anlamda güneydeki hayırın belki gizli ama temel nedenlerinden Rumların geçmişlerindeki "anti emperyalist geleneğin" bir yansıması olarak da okunacağı gibi kuzeyde bıraktıkları mallarını tam anlamıyla geri alınamamasıyla da yakından ilgisi vardır. Kıbrıs Rumları açısından bir başka faktör, temelde düşüncelere dönük kültürel bir geri plana sahip olmaları onlara farklı bir seçeneği yakalama fırsatı getirebileceği saikiyle planı reddettikleri söylenebilir. Kıbrıs’ta Türkler Rumlara göre daha realist olurken, Rumlar ise irrasyonel olabilmektedirler. Bunun temelinde dinsel düzeyde reforma uğramama ve "Ortodoksluğu Helenleştirmelerinden" kaynaklanmaktadır. Kıbrıs Türkleri tecritten kurtulmayı AB’ye girmekle eş düzeyde bir adım olduğunu düşünmüşlerdi. Kıbrıs Türkleri planın sağlayacaklarını "realist" biçimde düşlerken, Rumlar ise fikirler ve mitolojik kurgularla hareket eden bir toplum olduğundan plana hayır demiştir. Zaten Kıbrıs’ta 1960’da sömürgeciliğin kısmi tasfiyesinde de durum biraz buna benzemektedir. C S TRATEJİ 21 hataları unutmak anlamına gelmektedir. Kıbrıs’ta çözümün tüm referansları Yeni Dünya Düzeni’nde ABD’ye ve İngiltere’ye çıkmaktadır. Öyle ki Soğuk Savaş koşullarında Kıbrıs istikrarsızlaştırılmalıydı. Şimdilerde ise birleştirilmeli... Bazı kesimlerin söylediği gibi Annan planına hayır demekle ABD’nin yolu kesilip AB’ye yol verileceği gibi bir tartışma da sonu belli olmayan süreçtir. Lakin Kıbrıs’a ilişkin yaşanan süreçlerde Annan Planı’nı post modern anlamda "sömürgeleştirme" girişimi olarak da yorumlamak mümkündür. Bu planınla ilgili en önemli olgu adanın geleceğinde söz sahibi olmanın yolları farklı farklıdır. Bunlardan sadece birisi ve belki de en kötüsü Annan Planı’nı hayata geçirmektir. Dipnotlar: 1 Kıbrıs Konusunda BM’de 1965’den itibaren uzun yıllar diplomat olarak görev yapmış olan Özdemir Özgür’de bu konuyu önemli bulmakta ve gelecek açısından ciddi bir araç olabileceğini söylemektedir. 2 Özellikle son dönemlerde bir yandan AİHM kararları öte yandan Kıbrıs’ta petrol arama tartışmalarıyla yeni hamleler içerisine girmiş olan ve Türkiye’yi kuşatma amacında olan Papadopulos Hükümetine böylesi girişimler ciddi uyarı olacağı kesindir. Böylece Türkiye gerçekten inisiyatif kurma ve uzun erimli strateji geliştirme bakımından da aktif bir politikayı hayata geçirme fırsatını kullanmış olacaktır. 3 Aslında Kuzey’de Annan planı merkezli oylama bir anlamda son yıllarda dünyanın çeşitli yerlerinde hayata geçirilmiş olan "turuncu ihtilallere" çok benzemektedir. Zaten ABD ve İngiliz diplomatların bu süreçte oynadıkları rolü kimse inkar etmemektedir. Günümüzde Talat’ın göstermekte olduğu tutumlar da bir anlamda duruma biraz daha netlik kazandırmaktadır. Zaten bu tür dış kaynaklı müdahalelerde söz konusu toplumlar bir süre sonra aldatıldıklarını anlamaktalar ama yapacak pek bir şeyleri de olmamaktadır. ASKERSİZLEŞTİRME Elbette diğer bir öneri de, adanın askersizleştirilmesi iddiasıdır. Ama buna varmanın yolu İngiliz askeri üslerini tartışmaya açmaktan geçmektedir. Belki kısa vadede bunu yapmak mümkün olmasa da uzun vadede bu üsleri gündeme getirmek gerekmektedir. Kıbrıs’taki İngiliz askeri üslerini ortadan kaldırmak ilk hedef olması gerekirken, hemen ardından tüm yabancı güçlerin Ada’dan çıkarılması da gündeme alınabilir. Öte yandan Aralık 2004 tarihinde Türkiye’nin müzakere tarihi almasıyla birlikte Yunanistan ve Türkiye’nin de destekleyeceği yeni bir garantörlük sistemine ihtiyaç gündeme gelebilir. Bu ihtiyaç garantör ülkelerin tümünün AB üyesi olması halinde bu sistem gündemden kaldırılabilir de. Bütün bu olguları dikkate alarak Annan Planı iki toplum arasında bu anlamda bir denge modeli oluşturamamıştır. Annan Planı’nda iki toplum arasında bir denge kurma gibi bir arayışı zaten yoktu. Amerikalı ve İngilizlerden böyle bir yaklaşım beklemek bile geçmişteki tarihi Adada, sorunun temelinde mülkiyet problemi bulunuyor. Bu problemin karşılıklı çözümlenmesi durumunda, ‘gönüllü ayrılık’ dahi gündeme gelebilir. Rumlar soruna, ideoloji ve ütopik bakış açısı sergilerken, Türkler daha gerçekçi yaklaşıyor. Denktaş
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle