29 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

C S askerlerin aileleriyle görüşmesinin İsrail tarafınca görüşmenin gizli tutulacağı yönündeki mutabakata rağmen basına sızdırılmasını da Türkiye’nin Hamas ve Hizbullah ile olan ilişkilerinin sağlam zemine oturmasını engellemeye yönelik bir tavır olarak görmek gerekir. Bu anlamda İsrail de Türkiye açısından güvenilirlik bakımından soru işareti taşımaktadır. Taraflara karşı gösterilen bu farklı "sempatik" yaklaşımlar hükümetin arabuluculuk iddialarıyla ciddi bir çelişki gösteriyor. TRATEJİ 7 Meşal’in tartışmalı Türkiye ziyareti... ARABULUCULUK VE SÜREÇ Arabuluculuğa en çok ihtiyaç duyulan an, çatışma şiddetinin en yüksek olduğu andır. Kılıçların çekildiği ve gemilerin yakıldığı bu anda taraflar saldırı ve savunma mevzilerini en çok tahkim ettikleri süreci yaşamaktadırlar. Yani karşılıklı düşmanlık en üst sınırındadır. Bu süreçte arabuluculuk süreci "sıfır neticeli oyun" gibi algılanabilir. Böylesi yoğun bir psikolojinin hâkim olduğu anda arabuluculuk sürecine gitmek ve bir arabulucunun tayinini kabul etmek taraflar açısından bazı noktalar da yaratabilir. Her şeyden önce taraflar kendilerini destekleyenlerin "ihanet" olarak ifade edebilecekleri bir durumla karşılaşabilirler. Arabuluculuk süreci konusunda en yetkili ağızlardan Türkiye’nin böylesi bir role talip olduğu yönünde açıklamalar sık sık dile getiriliyor. Ancak bu açıklamalar özellikle İsrail tarafından kesin bir dille geri çevriliyor. Öyle anlaşıyor ki Hamas ve Hizbullah gibi çetrefilli iki konuda İsrail sorunların çözümü konusunda Türkiye’nin arabulucu rolünü kabul etmekte isteksiz davranıyor. Dolayısıyla taraflardan birisinin rızasına dayanmayan bu girişimler sonuçsuz kalmaya devam edecek. Muhtemelen Türk Hükümeti’nin kurumsal düzeyden daha çok kişisel ilişkilere dayalı olarak sorunlara çare araması bir olumsuz bir etken olarak değerlendirilebilir. Örneğin Meşal ziyaretinin ardından Türkiye’deki belirli konularda muhatabın Türk Dışişleri değil de iktidar partisi olduğunu değerlendiren İsrail Büyükleçisi, Hamas ile ilgili gelişmeler konusunda parti merkezini ziyaret etmişti. Bu konu basında, "Dışişleri Bakanlığı’nın Hamas brifingi teklifini kabul etmeyen İsrail Büyükelçisi Pinhas Avivi, AKP Genel Merkezi’ni ziyaret etti" şeklinde yer aldı. Nitekim Hizbullah cephesinde farklı bir süreç yaşanmadığı da ortada. Kaçırılan iki İsrail askerinin serbest bırakılması konusunda Türkiye’nin bu örgüte yaptığı çağrılar da gerekli cevabı bulmamış gözüküyor. Türkiye’nin konuya taraf olanlarca adil ve güvenilir bir aktör olarak değerlendirilmediğini görmek mümkün. Kaldı ki, taraflar Türkiye dışında Son Hamas ve İsrail ile görüşmelerde, iki tarafla da objektiflikten uzak tutumlar sergilendi ve bir tarafa sempati ile yaklaşıldı. Arabuluculuğun koşullarına uymamak Türk dış politikasını da olumsuz etkiliyor. da bir arabuluculuk sürecinin işletilmesi konusunda en azından şimdilik karşılıklı bir anlayışa sahip değillermiş gibi gözüküyor. Lübnan Savaşı’nın ardından Hizbullah’ın yerel ve uluslararası düzeyde psikolojik açıdan daha avantajlı bir durumda olduğunu gösterme gayretinin yanı sıra İsrail’in de savaş boyunca yaşadığı askeri sıkıntıların yanı sıra kendi iç kamuoyundaki sorgulama sürecinde de arabuluculuk gibi psikolojik eşiğin aşılmasının çaba gerektirdiği bir döneme girmesi zor. En azından 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı’nın uygulanmasıyla ortaya çıkabilecek "Hizbullah’ın füze saldırılarından korunmayı sağlayabilecek güvenli bir Güney Lübnan"ın yaratılmasına değin bu durumun devam etmesi beklenebilir. Ancak Hizbullah’ın Lübnan’daki konumunu sivil faaliyetlerde güçlendirmesi ve taraftar desteğini optimum hale getirmesi sürecinde, Olmert Hükümeti’nin de İsrail kamuoyunun baskısını bir nebze hafifletmek adına en azından esir İsrail askerlerinin serbest bırakılması adına müzakere sürecine girmesi beklenebilir. Bu halde böylesi bir süreçte arabuluculuk rolüne soyunacak çok sayıda aktörün devreye girme isteğine tanıklık edilebilir. Türkiye’nin yoğun bir rekabetin olduğu Ortadoğu coğrafyasında bu rolü kapma ihtimali de düşük bir seviyededir. YETERLİ ALTYAPI SORUNU Çatışmanın başarılı bir şekilde çözüme kavuşturulmasında olmaz ise olmaz koşullardan birisi de arabulucunun sahip olması gereken alt yapı özellikleridir. Bunları da bölge ile ilgili derin bir deneyim, bu deneyimin aktarıldığı bir databas’e, müzakere süreçlerinin yürütülmesini sağlayacak teknik donanım ve nitelikli personel gücüne sahip olma şeklinde belirtmek olanaklıdır. Türkiye, bölge açısından tarihsel geçmiş ve bu geçmişe dayalı deneyime sahiptir. Ancak, bu deneyimin kullanılmasını olanaklı kılacak bürokratik altyapı ve işlerlik kazandırılabilecek databse’den (bilgi birikimi) mahrumdur. Örneğin bölgenin kilit sorunlarından birisi olan ve halen İsrail’in işgali altındaki Şeba Çiftlikleri ile ilgili sorun için Lübnan Hükümeti Osmanlı dönemine ait kayıt örneklerinin toplanması için bir çalışma başlattı. Döneme ait arşiv belgelerinin Türkiye’de olduğu düşünülürse arabuluculuk öncesi bir altyapının oluşması için uygun koşulların oluştuğu düşünülebilir. Ancak her şeyden önce Türkiye’nin bölgede yerel dillerle iletişim kurabilecek bürokratik yapıdan uzak olduğu görülüyor. Bunu en açık şekilde Meşal’in ziyaretinde Dışişleri Bakanı Gül ifade eti. Arapça tercüme işi Türk tarafı için sıkıntılı anlar yaşanmasına neden oldu. Benzer bir süreç İsrail Dışişleri Bakanı’nın Türkiye’ye gerçekleştirdiği ilk resmi ziyaretin basın toplantısında yaşandı. Yine Türk Dışişleri Bakanı Türkiye için önemli olabilecek bir konuda (Londra’da Arapça yayınlanan önemli bir gazetedeki haberle ilgili olarak), "Biz dünyanın her yerinde çıkan gazeteleri izlemiyoruz" dedi. Önemli bir merkezdeki Türk misyonunun Arapça dilindeki yayınları izleyemediği anlaşılıyor. Kaldı ki Londra gibi bir merkezin Türkiye’yi yakından ilgilendiren önemli siyasi hareketler için çekim alanı olduğu düşünülürse Türk Dışişleri’nin Arapça’nın yanı sıra, örneğin İbranice gibi bir dildeki yayınları da izleyemediği anlaşılıyor. Bölgede güçlü olmak isteyen ve arabuluculuk iddiasındaki bir Türkiye’nin yabancı dillerdeki açık kaynaklardan bir database (veri tabanı) oluşturamadığı görülüyor. İletişimin ve bilginin baş döndürücü bir hızda yayıldığı bir dünyada açık kaynakların yönetiminde ciddi bir alternatif olan "pull technology (bilgi havuzundan gerekli verileri çekme teknolojisi)"nin Türkiye’deki karar alıcıların kullanımına sunulamadığı anlaşılıyor. Bu halde de, bürokratik yapının siyasi karar alıcı mekanizmalara sağlıklı bir değerlendirme için gerekli altyapıyı oluşturamadığı iddia edilebilir. Türk Hükümeti bu anlamda Ortadoğu’nun engebeli arazisinde ilerleyebilmek için gerekli olan önemli bir lojistik destekten mahrum kalıyor. Özetle, Ortadoğu coğrafyasında söz sahibi olma gibi ciddi bir iddiayla ortaya çıkan Türkiye’nin, çatışmaya taraf olanlara karşı geliştirilmesi oldukça zor olan "empati" yapabilme yeteneğini kazanması gerekiyor. Bu yeteneğin taraflara karşı duyulan "sempati" ve "antipati"nin yerini almasıyla dış politika sürecinde daha sağlıklı karar mekanizması oluşturulması da mümkün olabilecektir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle