09 Ocak 2025 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

C S Aybike Koca TRATEJİ 19 IMFDBAB’nin öncelikleri farklı hedefleri aynı… Türkiye, ekonomisine kural koyamıyor TUSAM Çalışma Hayatı ve Türkiye Araştırmaları Masası akoca@tusam.net lkemizdeki gelişmeleri yakından izleyen, stratejilerine bu doğrultuda yön veren ve sıcak para kanalıyla ülkeye giren birlik ve kuruluşlar, Türkiye ekonomisine yön veriyor. Ekonomik çıkarlarını maksimize etmeyi amaçlayan bu kuruluşların çatıları altında kurgulanan öneriler, 1980’lerden bu yana Türkiye’nin sosyal devlet özelliğini zedelemeye devam ediyor. Bu kuruluşlar nedeniyle, gelir dağılımının hızla adaletsizleşeceği ve zenginyoksul arasındaki farkın uçurum halini alacağı bir döneme giriliyor. Ekonomimizdeki yabancı etkisi 1960’lı yıllarda IMF ve Dünya Bankası (DB) ile hissedilmeye başlandı. Son 20 yıldır da ekonomik anlamda da üyesi olmadığımız AB’nin yönlendirmeleri de eklendi. Ne var ki uygulanan bu bağımlı politikalar 21. yüzyıla damgasını vurdu. Ekonomi hiç olmadığı kadar tutuk, siyaset ise belirsiz bir hal almış durumda. Bu dönem, dış tehdit ve baskılar yetmiyormuş gibi pek çok iç krizlere de tanık olmuş, var olan gerginlik ve zıtlaşmalar bu dönemde daha da alevlenmiştir. Ülke ekonomisi üzerinde sözü dinlenen uluslararası kuruluşlar hep kendi çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalışıyor. Bu amaç için kullanılacak araç ise tabi ki para… Türk ekonomisine etkileri konusunda bu yazımızda IMF, DB ve AB’nin hedeflerini işlemeye çalışacağız… Ü IMF’nin derdi borç ödemeleri urulduğu 1944 yılından bu yana savaştan ya da krizden etkilenen ve yardıma ihtiyaç duyan (gelişmiş/gelişmemiş) ülkelere, özellikle kapitalist ülkelere, maddi destek sağlamayı öngören IMF’nin 1980’den bu yana amacı, düzenli borç geri ödemelerini sağlamaktır. IMF’nin en çok alacağı bulunan ülkenin Türkiye olduğu dikkate alındığında, Türkiye’nin borçlarını ödeyip ödeyemeyeceği, bu kuruluş için birincil öneme sahiptir. Geçmişteki başarısız politikaları ve deneyimlerinden sonra ağır bir yük altına girmek istemeyen IMF, Türkiye’ye moratoryum seçeneğinin düşünülmemesi için bir reçete sunmakta, “göz K den geçirme” adıyla reçeteye uygunluğu kontrol etmekte ve “cari açık düşecek” telkinleriyle de aslında daha önceki politikalarını sürdürmektedir. IMF’nin üzerine titrediği Türkiye ekonomisindeki olumsuzlukların görmezden gelinmesi bu kuruluşun da işine gelmeyeceğine göre, kasıtlı operasyonların yanında başarısızlık da söz konusudur. Çünkü uygulanan reçetenin Türkiye’nin hastalığına iyi gelip gelmeyeceği araştırılmamıştır.[i] Ortalama olarak üç yılda bir standby anlaşması imzaladığımız düşünüldüğünde, IMF’nin Türkiye ekonomisine pek de fayda sağla(ya)madığı ya da kalıcı çözümler öner(e)mediği görülmektedir. Keza Türkiye’de başa gelen hükümetlerin hemen hepsi reçetelere büyük bir itina ile uymuştur. Özellikle son üç yıldır artan bağımlılık sonucu devletin “kendi malım” diyebileceği hiç bir şey kalmamıştır. Örnek alınan Batılı ülkeler devletleşirken Türkiye, özelleş(tiril)mekte ve piyasada rekabetin sağlanacağı gerekçesiyle ki rekabet aksine yerli üretici aleyhine bozulmuşturekonomi üzerindeki egemenliğini kaybetmektedir. IMF’nin uyguladığı reçeteler sonucu büyüme oranlarının arttığı, refahın sağlandığı ve Türkiye’nin artık kalkındığı iddia ediliyor. Ancak büyümenin tüketimle değil üretimle ölçüldüğünü ve tüketim oranının tek başına bir anlam ifade etmediği gerçeği ihmal ediliyor. Son üç yıldır üretim ve yatırım olmadığına göre “büyüme”, Türkiye’de şu an için geçerli değildir. Bunun yanında ülkeye giren yabancı sermaye miktarındaki artışın geçtiğimiz yıllarda ülkeden kaçan sermayeyi ikame etmesi istenmekte ve bu sermayenin artırılması konusunda IMF’nin dikte ettiği gerekli düzenlemeler yapılmaktadır. Hal böyle olunca yerli üretici uygulanan modelin kurbanı olmakta, bu da rekabet şartlarını düzeltmeye çalışan hükümetin uyguladığı politikaların yanlışlığını ortaya koymaktadır. IMF’nin ortağı DB 950 yılından bu yana DB’den kredi talebinde bulunan Türkiye, bu kuruluştan en çok kredi kullanan ülkeler listesinde bulunuyor. 1970 yılına kadar 100 milyon doların altında seyreden krediler 1970’li yıllarda 300 milyon doları, 1980’li yıllarda ise 1 milyar doları buldu. Şu anda DB’ye 6 milyar dolar borcu bulunan Türkiye’nin bu kuruluşun politikalarına do MF’ye en çok borcu olan ülke Türkiye. Yine ülkemizin I Dünya Bankası’na olan borcu 6 milyar dolar. Ekonomimiz, karar süreçlerinde yer almadığımız AB’nin kurallarına üçüncü ülkelerle ilişkilerimizde dahi uydurulmak zorunda. IMF, borç geri ödemelerinin sorunsuz gerçekleşmesi için mesai yapıyor. DB ve AB ise yapısal konularla ilgileniyor. layısıyla IMF’nin politikalarına uyumlu hareket etmesi kaçınılmaz görünüyor. Çünkü DB ve IMF’nin politikaları paralellik ve bütünlük içeriyor. Öyle ki son görüşmelerden de anlaşılıyor ki ekonomi politikaları IMF’nin, yapısal konular ise DB’nin ve AB’nin uzmanlık alanına alınmışdurumda.[ii] Türkiye için, 2003 yılının Kasım ayında Ülke Destek Stratejisi’ni benimseyen DB, bu stratejiyi 2006 yılına kadar sürdürecek. Türkiye’nin yol haritası olarak görülen Ülke Destek Stratejisi’ne göre, kız çocukların eğitimi ve istihdamı konusunda yardım öngörülmüşse de hala kadınlardaki işsizlik oranı (ortalama işsizlik oranının yüzde 9.4 olduğu düşünüldüğünde) yüzde 9.9 ile rekor düzeydedir. Bunun yanında DB’nin ve AB’nin ısrarla desteklemekten kaçındığı tarım sektöründeki daralma sebebiyle kayıt dışı istihdam, yüzde 54’ten yüzde 51’e düşmüş olmasına rağmen, kırmızı alarm vermeye devam etmektedir. Hal böyle olunca tarım dışı sektörde yaşanan istihdam artışına karşın tarım sektöründeki azalma baskın çıkmış ve toplam istihdam 36.000 kişi azalmıştır. O halde DB, eşitlik değil eşitsizlik yaratmış, piyasa güçlerinin küreselleşmesi şemsiyesi altında gelir adaletsizliğine davetiye çıkarmıştır. Pek çok ülke gibi Türkiye de sorunun maddi kaynak yetersizliğinden değil, maddi olanakların dağılımını örgütleyensistemden kaynaklandığını görememiştir. Hala DB ve IMF gibi “ticarethanelere” bağımlı politikalar uygulanmakta, ekonomi yabancılara özellikle de ABD’ye teslim edilmektedir. Zaten Türkiye üzerine planlar yapan, Türkiye’nin jeostratejik konumunu kullanmayı hedefleyen bir ülkenin uygulanan bu politikalarla amacına ulaşması çok da zor olmayacaktır. Kısmen bunun farkına varan hükümetler, maddi destekten vazgeçmemek için politik davranmaya çalışmakta ve yüzünü AB’ye çevirmektedir. Çok uluslu şirket yapısına sahip olan IMF ve DB’den çok da farklı olmayan bu oluşum içinde Türkiye, fiilen olmasa da ekonomik bağlayıcılık bakımından, resmi olarak 1996 yılından bu yana yer almaktadır. Gümrük Birliği’nin güzelliği (!) araflar arasında sağlanacak ticari kolaylıkların ihracatı artırması, elde edilecek mali yardımlarla sanayileşmenin hızlandırılması, başlıca rakibimiz olan Yunanistan’ın birliğe girip bizimdışarıda kalmamız durumunda, ihracatta Batı Avrupa piyasasını kaybetmekten duyulan endişe ve NATO içinde yer alan, Batı kültür ve uygarlığını benimseyen bir Avrupa ülkesi olarak ilerde kurulacak bir Avrupa Birliği’nin dışında kalınmak istenmemesi”[iii] gibi sebeplerle Türkiye, 1964’te AET’ye (Avrupa Ekonomik Topluluğu) katılma kararı almıştır. Ekonomik çıkarların ülke bazında değil topluluk olarak sağlandığı bu birliğe katılımın ardından Türkiye, 1996’da Gümrük Birliği’ne (GB) de girerek ekonomisini birliğe teslim eden ülkeler kervanına katılmıştır ancak diğer ülkelerden farklı olarak; tam üye olmadan ekonomikticari kriterleri kabul eden tek ülke... Yani, tam üye olmadan GB’ye dahil olan tek ülke olarak Türkiye, birliğe tek yanlı girmiş oldu. Türkiye’nin büyük umutlarla girdiği GB’den umduğunu bulamayacağı çok geçmeden ortaya çıkmıştır. T 1 ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle