Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 03 10/1/07 15:39 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 13 OCAK 2007 CUMARTESİ 3 Kurumların sanata bakışı ve alternatif söylemiyle IRWIN Geçtiğimiz yılı kültür ve sanata katkıda bulunan kimi kurumların, süpriz ve belki de keyfi kararlarla, sergi salonlarını kapatma ya da küçültme girişmeleri ile karşı karşıya geçirdik. Bunlardan ilki kurulduğu günden bu yana çağdaş sanatı destekleyen ve gerek ulusal gerekse uluslararası önemli sergilere evsahipliği yapan Beyoğlu’ndaki Borusan Kültür Sanat Merkezi’ydi. Borusan’ın kapanmaması için cılız protestolar gerçekleştirildiği sırada bu kez Aksanat’ın sergi salonu olarak kullanılan giriş katının TEKNOSA olacağı duyuldu ve protestolar buraya kaydı. Beyoğlu’nun göbeğinde, caddeye bakan girişi ile bir sanat galerisi için en önemli kriterleri yerine getiren sergi salonu yerine TEKNOSA’nın tercih edilmesi kararı, bir kaç sanatçının ve sanatseverin çabasına karşın hayata geçti. Sonuç olarak Borusan Sanat Galerisi artık yok; Aksanat Sergi Salonu da 1. kattaki küçük mekana sığışmak durumunda... ESRA ALİÇAVUŞOĞLU Oğlum bu sergiyi gör anat üretimi insanla öyle barışık bir olay ki, bir siyaset adamının fotoğraf sanatına duyduğu ilginin onu diyardan diyara gezdirmesi, bir doktorun resim yapması, endüstri mühendisinin çamura form kazandırma isteği doğal. Gelgelelim sanat üretiminde bilgi ve bilincin kişiyi yönlendirmesine. İşte bu noktada “Oğlum sıcağı sıcağına gelsin, bu sergiyi görsün.” Hangi sergiden mi bahsediyorum? Irwin’den tabii ki. Irwin’in Akbank Sanat’ta açılan “tüyleri benzer olan kuşlar beraber gezerler” isimli sergisinden. Onları 2005’deki İstanbul Bienali’nden tanıyorsunuzdur. 5 nolu antrepoda izlemiştik ikonalarını. Modernizmin soyut geometrisinden tutun da, dini inançların kaçınılmaz baskısına, siyasi çözüm ve çözümsüzlüğe kadar pek çok olaya değinip tarihin sunumuyla belleklerde yer etmişlerdi. Irwin burada da farklı değil. Onlar, sorup sorgulatma bilincini üstlenmişler bir kere. Bu kez Doğu Avrupa’nın sanat dünyasının bilinen en canlı bölgenin dışında kalmış olduğuna dair bir iddiayla yola çıkmış görünüyorlar. Grup değişik teknolojik önermeler, yön belirleyiciler, yol bulucular, haritalar yaparak aralamış sayfayı. Takım yıldızlar da konu olmuş, buğday tarlasını çevreleyen ip de. 1984’den bu yana performans, düzenleme, kolaj gibi bir çok teknikle ifade etme, anlatma içselliğini görselleştiriyor Irwin. Bizlerle bazen canlı canlı buluşuyor bazen de (bu sergilerinde olduğu gibi) büyük boy fotoğraflarıyla ‘iş’lerinin baskılarını buluşturuyorlar. Örneğin Dallar’da “İster günü yaşayın, ister 16.yüzyıl Kuzey Avrupa’sından Bruegel’in ‘Körler’ resmine gönderme yapın” diyorlar. Onda da çaresizlik hissiyatıyla grup dayanışması pekişmiyor muydu? Onda da sosyal yaşam eleştirilmiyor muydu? Evet, Bruegel’in simgesel anlatımında da ideolojik kavramlara değinme vardı. Umut, inanç, tutku vardı. Irwin’de de bu var. Yugoslavya’da gelişen ulusal kimlik arayışı çığlıklarını Irwin’in sanatında birincil yaklaşım olarak gördüğünüzde sergiyi izlerken duyumsayacaklarınız sizi bildiğiniz tüm savaşlara, açlığa, felakete yeniden götürecektir. Özellikle 2.Dünya Savaşı ve Orta Avrupa’da yaşananlara ve Yugaslavya’nın parçalandığı yakın tarihe. Burada bahsedilmesi gerekenler kuşkusuz Slovenya’nın milliyetçilik fanatizmi, Nazi çıkmazı, komünizm gibi totaliter rejim buhranına karşı geliştirilen eleştirel yaklaşımın çeşitli usluplar birlikteliğinde bize estetik hazla sunulması ve ardından tekrar ama farklı bir biçimde sunulmasıdır. Sergide şaşırtıcı olan (fotoğrafların camlarından dolayı) onları izlerken kendinizi de o çerçevenin içinde görüyor olmanız olacaktır. Uzaklaşsanız da siz de o fotoğrafın içinde yer alacaksınız. S EN KOLAY VAZGEÇİLEN... Kurumların bu keyfi kararlarının ardında yatan nedenleri bulmak aslında son derece basit. Sanat en kolay desteklenen olmasa da en kolay vazgeçilen alan oluyor çoğu zaman. Borusan’ın ve Aksanat’ın bu tavrını başka türlü değerlendirmek sanırız mümkün değil. Peki Aksanat’ın bundan sonraki stratejisi ne olacak? Kurulduğu günden bu yana gerçekleştirdiği sergilerin grafiği göz önünde bulundurulduğunda kurumun, hayli ilginç bir tabloya sahip olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Örneğin, Kenan Evren sergisi Aksanat’ın geçmişinden silinemeyecek kara bir leke gibi orada öyle duruyor ve hemen her olumsuzlukta kurumun karşısına dikiliyor TEKNOSA’ya dönüştürme işleminin de en az bu sergi kadar kurumun imajını zedelediğini ifade edebiliriz. Son yıllarda, özellikle Günümüz Sanatçıları Sergisi’ne katkısı ve çağdaş ulusal/uluslararası sanatçıları biraraya getiren kimi zaman hayli başarılı, kimi zaman ise birer güncel “seçkiyi” andıran “standart” sergilerle karşımıza çıkan Aksanat, son iki sergisi ile yine kurum stratejisini değiştirmiş görünüyor. Aksanat’ta izlediğimiz son iki sergiye daha yakından bakacak olursak, kurumun aldığı kimi eleştiriler nedeniyle uluslararası güncel sanat ortamında kabul görmüş kişi ve grupları sergilemeyi daha az riskli bulduğunu düşünebiliriz. Örneğin, ünlü İranlı yönetmen Abbas Kiarostami’nin “Kar ve Yol” dizisi fotoğraflarından oluşan sergisi bunun ilk örneğiydi. Şimdi ise 1983 yılında Yugoslavya’da ÜMRAN BULUT kurulan IRWIN grubunu Aksanat’ın mekanında izleme olanağı buluyoruz. Ali Akay ve Levent Çalıkoğlu’nun küratörlüğünü üstlendiği “Tüyleri Benzer Olan Kuşlar Beraber Gezerler” başlıklı sergi daha önce iki kez İstanbul Bienali’nde gördüğümüz grubun İstanbul’daki ilk özel sergisi. Yugoslav beş sanatçı tarafından kurulan IRWIN’in geçen bienalde sergilenen ve sanat tarihinin kült simgelerini biraraya getirerek aynılaştırma yoluna gittikleri ikon serileri hayli ilgi çekmişti. Grubun belki de en önemli yanının sanat ortamındaki tüm resmi söylemlere karşı geliştirdikleri karşı ve alternatif duruş olduğu dile getirilebilir... Gerek modernizmin, gerekse hakim sanat söyleminin bir bilinç yöneticisi olarak sanatı kıskaç altına almasını sorgulayan ve irdeleyen grubun bu sergideki en dikkat çekici çalışmasını son beş yıldır üzerinde yoğunlaştıklar “Doğu Sanat Haritası” oluşturuyor. “Doğu Sanat Haritası” ile grup, özellikle 1945’lerden itibaren Doğu Avrupa ülkelerindeki çağdaş sanatın temel yapı taşlarını ortaya çıkarmak için uğraşıyor. İlginç olan nokta ise bu haritadaki kimi isimlerin hiç tanıdık gelmemesi ve sadece bir kaçının Batı’nın sanat söyleminde yerini bulmuş olması. Harita, merkezçevre ikilemine kafayı hayli yoran Türk sanatçılar için büyük bir önem taşıyor diyebiliriz! Serginin ilgi çeken bir diğer çalışması ise ünlü Rus sanatçı Kasimir Maleviç’in sahte bedenini taşıyan tabut... Maleviç’in ünlü çalışmalarının kopyalarının da yer aldığı bu bölümde “Sanatın Cesedi” ironik bir biçimde sorgulanıyor Grup tarafından. Aksanat Kültür Sanat Merkezi, “IRWIN Tüyleri Benzer Olan Kuşlar Beraber Gezerler” 22 Aralık2006– 27 Ocak 2007, İstiklal Caddesi, Zambak Sokak, No: 1, Beyoğlu/İstanbul, Tel: 0212 252 35 00 www.akbanksanat.com Bakkal dükkânında güncel sanat ERDEM KOCA Son yıllarda birbiri ardına açılan modern ve geniş kapsamlı müzeler, 2010’da Avrupa Kültür Başkenti olacak İstanbul’a yeni bir sanat çehresi kazandırdı. Dünyaca ünlü sanatçıların sergileri yüzbinlerce sanatsever tarafından ziyaret edilince yapılan yatırımların ne kadar yerinde olduğu ortaya çıktı. Belli başlı müzeler İstanbul’daki büyük ölçekli sanat mekanı boşluğunu belki dolduruyor ama güncel sanat için çok fazla mekan bulunmuyor. Pangaltı Dere Sokak’ta eski bir bakkal dükkanını da içeren birbirine yapışık üç mekandan oluşan PiST, genç ve deneysel sanatçılara açık sergi alanı, farklı sergi biçimleri ve sanatçıları biraraya getiren toplantılarıyla İstanbul’da güncel sanatın önemli merkezlerinden biri olmayı hedefliyor. Eflux video art seçkisini Türkiye’ye getirerek meraklılarıyla buluşturan PiST’in kurucuları Didem Özbek ve Osman Bozkurt’la oluşumları ve Türkiye’de güncel sanat konularında söyleştik. PiST’in kuruluş sürecini ve amacını anlatır mısınız? Didem Özbek: PiST bağımsız bir sanatçı insiyatifi. Yıllardır üzerine düşünülen bir projeydi ve Kasım 2005’de kuruldu. PiST’i güncel sanatla ilgili disiplin arası bir proje alanı olarak tanımlayabiliriz; mimari, dans, tiyatro, performatif sanatlar, tasarım, sinema, fotoğraf hep kapsamına giriyor. PiST’i Osman Bozkurt ve Fatoş Üstek ile birlikte kurduk ancak Fatoş daha sonra Almanya’ya giderek PiST’ten ayrıldı. Şu an itibariyle beş kişiyiz; Osman ve benden başka Yavuz Parlar, Yasemin Tükelay ve Miray Caner’den oluşuyor. Birçok kriteri gözeterek uzun zaman isim aradıktan sonra PiST’te karar kıldık çünkü kelime anlamı bize cazip geldi; iniş ve kalkış alanı, dans pisti, yarış pisti, yirmidördünde biten ‘PiST 7 24’ adını verdiğimiz düzenli vitrin sergilerimiz var. İsviçreli bir sanatçının yeni çıkan kitabının tanıtımını ilk olarak PiST’te yaptık. Sonra rezerve sergilerini yaptık; 13 sanatçı davet ettik, her birinin 15 dakika süresi vardı, herbiri 15 gün yerine 15 dakikalık kişisel sergiler açtı. Bu sergiler için vitrin, üç dükkanımız ve sokağı kullanıyoruz. Böylece sanata alışkın kişilerin yanı sıra sokaktan geçen, sanatı çok takip etmeyen ama algılayabilen farklı bir izleyici kitlesine de ulaşmak mümkün oluyor. Ayrıca Türkiye’deki birçok bürokratik engelle boğuşan sanatçı insiyatifleri için uygulamada tecrübe paylaşımı amaçlı toplantılar düzenlediK. Post isimli süreli yayınımızın da deneme sayısını çıkardık. Şu an eflux adlı önemli bir video art kolesiyonuna ev sahipliği yapıyorsunuz. Eflux’ın Türkiye’ye gelişi nasıl oldu ve ilgi nasıl? Özbek: Gösterimlere ilgi iyi, 30 kişilik salon her çarşamba doluyor. Ayrıca ücretsiz kiralama da mevcut; üyeler iki günlüğüne iki video alabiliyor. Eflux çok önemli bir arşiv ve koleksiyon. Sanatla ilgilenenler, üretenler ve öğrenciler için önemli bir kaynak. Bu arşivin dünyada benzeri yok, geçtiğimiz 1015 yılda Japonya’dan Brezilyaya kadar üretilen işlerin önemli bir seçkisi. Bozkurt: Eflux, New York’ta Lower East Side’da küçük bir dükkanda Anton Vidokle ve Julieta Aranda’nın başlattığı bir sanatçı insiyatifi. Gezici bir video koleksiyonu veya retro bir video dükkanı da diyebiliriz. Dünyanın farklı yerlerinden bir takım sanatçı veya küratörlerden farklı video işler seçmeleri isteniyor. Böylece seçki oluşuyor ve her gittiği yerde yeni işler ekleniyor. Eflux New York’tan yola çıkıp Berlin, Antwerp, Budapeşte, Seul gibi şehirleri gezdi. 2004’te başladığında, bir sanat küratörü olan November Payton benim bir filmimi de koleksiyona eklemişti. New York’a gidip seçkiyi görünce bunu PiST olarak İstanbul’a getirmeliyiz dedim. Eflux’a daha sonra Can Altay’ın ve Gülsün Karamustafa’nın da filmleri eklendi. 11 Kasım’da başlayan sergi 11 Şubat’a kadar açık. uçak pisti gibi. Ancak bizim pist popüler kültürden bildiklerimizden farklı. Burası gerektiğinde bir dans pisti gerektiğinde ise sanatçıların iniş kalkış pisti. Daha önce Linda Herzog’un Mihriban adındaki fotoğraf yerleştirmesi vardı. 7 Ocak’dan itibaren ise Işıl Eğrikabuk’un performansının dökümanteri vitrinde sergilenecek. Osman Bozkurt: Genç sanatçılar için bir alan olarak düşünüyoruz burayı. Bir şekilde güncel sanat ortamını genişletmeyi, enerji ve dinamizm yaratmayı istiyoruz. Yeni yetişen sanatçılar mekan ve imkan bulamadıkları zaman iş hayatında var olmaya çalışıyor, ticari yaşamla sanat yaşamı arasında sıkışıp kalıyorlar. Sanatçı işini satmak durumunda kaldığı zaman piyasayı ve talebi göz önünde bulunduruyor ama PiST gibi ticari amaç gütmeyen alanlar sanatçılara özgürce ürettikleri çalışmalarını sergileme imkanı sağlıyor. PiST için alışılmamış bir mekan seçmişsiniz, aktiviteleriniz neler? Bozkurt: Biz zaten yıllardır Pangaltı’da yaşıyoruz, aynı binanın üst katında oturuyoruz. Bu semti yakinen gözlemlediğimiz için burayı seçtik. Burası farklı dinamikleriyle yedi gün 24 saat ayakta olan, güncel sanat ve kamusal alan için canlı, üretken bir yer. Burayı seçerek İstiklal caddesindeki kültür sanat aksının dışına doğru yayılmak istedik. İstanbul çok büyük bir şehir ve ne yazık ki bu tür aktiviteler şehre homojen olarak yayılmıyor. Biz pisti açarken burada ne yapacağımızı bir öğretmen edasıyla anlatmadık kimseye. Çevremize hep mesajlar verdik; PiST’in sözlük anlamını yazdık, bu dükkanın eski sahipleri olan bakkal, elektirikçi ve lokanta’yı, bize önerilen köfteci, kadın kuaförü, internet kafe gibi dükkan alternatiflerini vitrinimize taşıdık. Böylece sokak ahalisiyle ve esnafla iletişim kurduk. Özbek: Bu mekan bizden önce bir bakkal dükkanıydı ve o çıktıktan sonra raf, buzdolabı, pastırma askısı gibi eşyaları tuttuk, PiST bir süre onlarla devam etti. Sanatçıları buraya davet ederek PiST açık günleri yaptık, mekanı tanıttık, fikir alışverişinde bulunduk. Akabinde İstanbul’da yaşayan bazı sanatçılar özellikle yabancılar bize proje önerileri ile geldiler. Her ayın yedisinde başlayıp