19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 10/1/07 15:30 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 13 OCAK 2007 CUMARTESİ rih Ta Bolşevik Mucize: Ruslar Anadolu’dan çekiliyor ERDOĞAN AYDIN Bizim ortalama tarih bilgimiz Rus düşmanlığı üzerine şekillenmiştir. Tabii bu şekillenmede Çarlık ve Sovyet dönemleri arasındaki köklü farklılığın da karartılmasıyla karşı karşıyayız. Özellikle Soğuk Savaş politikasının bir parçası olarak gerçekleştirilen bu karartma, sosyalizm karşıtı bir toplumsal tahkimat yapmak amacını taşımıştır. Doğu Anadolu’daki yerleşim birimlerinde her yıl yinelenen ‘kurtuluş’ günlerinde de bu duygu özellikle pekiştirilir. Söz konusu törenlere katılanlar, (kimi istisnalar hariç) gerçekte Ruslardan bir ‘kurtarma’ durumu yaşanmadığını, Rus ordusunun Devrim sonrasında kendiliğinden çekildiğini, dahası Kurtuluş Savaşımızın, moral, para ve silah anlamında biricik destekçisinin de Sovyetler Birliği olduğunu bilmez. Bunları bilmemenin ve Soğuk Savaş sahtekarlarınca Atatürk’e maledilen, “Komünizm nerede görülürse ezilmelidir!” gibi sözlere inanmanın hayatımıza yansıyan bir de bedeli var tabii. Yaşadığımız büyük eşitsizlik, temel hak ve özgürlüklerden yoksunluk ve ülkemizi bir dönem işgal etmiş emperyalist güçlere boğazımıza kadar bağımlılık, işte bu bedelin yansımaları. Rusların devrim nedeniyle kendiliğinden çekildiğini, Sovyetler Birliği’nin Kurtuluş Savaşına yardım eden tek devlet ve Kuruluş’taki tek müttefik olduğu gerçeğini yazmayan ‘milli’ tarih kitapları, bırakalım bilimselliği, ahlaki temelden bile yoksunlar. Ne yazık ki döneme dair çalışmaların büyük bir çoğunluğu da bu nitelikte. Bugün kendine ‘ilerici’ misyon biçen tarih yazımlarında bile bu unutturma, önemsizleştirme ve hatta çarpıtma örneklerini görebiliyoruz. Barışın ve adaletin iyi, emperyalizmin ve sömürünün kötü olduğunu düşündürecek her şeyin gizlenmesinde tarih yazımı, hep önemli bir misyon yüklenmiştir. Özellikle Soğuk Savaş politikaları çerçevesinde emperyalizmle işbirliğini pekiştiren egemen akıl, bir yandan bağımlılığı meşrulaştırırken, diğer yandan, sosyalizmi düşmanlaştırmıştır. Bu durumda İslamcılık ve Turancılığın geliştirilmesi de, toplumsal tepkilerin kontrol altında tutulmasının zorunlu gereği olmuştur. Bu politikanın, toprak ağaları ve komprador egemenliğinin iyice pekişip kurumlaşmasının yansıması olduğu açık. Tüm bu değişimlerin tarihe bakıştan müttefik tercihlerine dek pek çok değişimle kendini göstermesi de kaçınılmaz. Lenin Çar Nikola Çünkü Sinop dahil çok daha geniş bir alanı talep eden Ruslar, anlaşmanın imzalandığı günlerde, kendisine verilen bölgenin ilerisinde bir hakimiyete sahiptir; bu çerçevede O, SykesPicot anlaşmasını, “bütün Boğazlar bölgesinin Rusya’ya temin edilmesi şartına bağlı” olarak onaylamaktadır. (Anadolu’nun Taksimi Planı, s.277) İstanbul’un Ruslara bırakılması sorunu ise gelinen noktada, çözülmüş görünmektedir. Savaşı sonuçlandırmakta zorlanan İngiltere, “Rusya’nın ancak İstanbul ödül sözü ile savaşta tutulabileceğini” kavramıştır. Nitekim İngiliz Dışişleri Bakanı Sir Grey; “... Almanların müttefikleri birbirine düşürmek için uğraştığını, açık liman edinmesini engellemek için Rusya ile dünyanın her yerinde yıllardır ısrarla mücadele ettiğimizi ve onun nerede olursa olsun bir açık limana ihtiyacını gösteren, kış boyu kapalı kalmasının korkunçluğunu düşününce, ben hep, Rusya’ya, İstanbul konusunda karşı çıkamayacağımızı ve anlaşacağımızı en baştan açıkça belirtmek gerektiği fikrindeyim” şeklinde, görüş belirtir. Kral V. George da, “İstanbul’a gelince, sizin olması gerektiği açıktır” diyerek, savaş sonrasına ilişkin düşünce belirtir. (A.L.Macfie, Osmanlının Son Yılları, s.171) İşte tam bu koşullarda, Bolşevik devrimi gerçekleşecek ve evdeki bütün hesapları altüst edecekti. Rusya’daki devrim, kendini savunamaz hale gelmiş, Anadolu’nun üçte birini kaybetmiş Osmanlı için ise, tam anlamıyla bir mucizedir: “Nisan 1917’de Mart devriminden sonra atanan yeni Rus hükümeti, önceki rejim tarafından benimsenen fetih ve ilhak politikalarını reddeden bir deklarasyon yayınladı. Kasımda iktidara gelen Bolşevikler, bir barış deklarasyonu yayınlayarak İstanbul ve Boğazlar üzerindeki Rus iddialarını reddetti. 3 Aralıkta Lenin, ‘Rusya’nın ve Doğunun Müslüman Emekçilerine Çağrı’yı yayınlayarak, devrik Çarın, İstanbul’un ele geçirilmesi için yaptığı gizli anlaşmaların geçersiz ve hükümsüz olduğunu açıkladı. Ardından İstanbul’un Müslümanların elinde kalması gerektiğini ilan etti” (A.L.Macfie, s.177). e ç İSTANBUL’A LENİN’İN BÜSTÜNÜ KOYSAK MI? Yunus Nadi’nin Sovyet Elçisi Aralov’a anlattıklarında da yansıdığı gibi, dönemin Türk milliyetçileri “genç Sovyet hükümetini ulusal harekete yardımcı ve candan dostu” görüyordu: “Sovyet hükümetince yayımlanan, Türkiye’nin paylaşılmasıyla ilgili Çarizmin gizli anlaşmaları, Çarlık Rusya’sının, Fransa’nın, İngiltere’nin, İtalya’nın, Türk halkına karşı besledikleri istilacı niyetleri açığa vurdu” diyen Nadi: “İttihatçıların memleketin kanını, canını, zenginliğini, Alman emperyalizmine sattıkları bizim için apaçık bir şeydi. Osmanlı devletinin şimdiki idarecileri, başta Padişah olmak üzere, Türkiye’yi, İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların ve Yunanlıların egemenliğine teslim ettiler. (Dışişleri Bakanı) Çiçerin, ‘emperyalizmle savaşmak için Türkiye ile Rusya’nın güçlerini birleştirmelerini’ teklif ederken çok doğru söylüyor” diye devam ediyordu. “Yunus Nadi Bey, Batılı devletlerin o yıllarda ulusal kurtuluş savaşı idarecilerini ‘Bolşevizm tehlikesi’ ile korkutmaya çalışarak, nasıl Sovyetler Birliği’ne karşı düşmanca bir propaganda yürüttüklerini anlatmayı takiben; ‘Ama bu tehditler bizi korkutmadı ve korkutmuyor’ dedi. Birinci Dünya savaşı sonunda biz Türkler, İtilaf devletlerince kelimenin tam anlamıyla dize eaydin?cumhuriyet.com.tr getirilmiştik. Rusya’daki devrim ve İtilaf devletlerinin bize saldırışı, emperyalizmin Doğu halklarının yağma edilmesinde, ezilmesinde oynadığı rol üzerine gözlerimizi açtı” (Aralov’un Anıları, s.40) Anadolu’nun Rus işgali, Bolşevik ihtilali ile son bulacaktı. “Bolşevikler, Türkiye’yi paylaşma anlaşmalarını yırtmışlar, her türlü imtiyazlarından vazgeçmişlerdir. (Bu kapsamda dönemin Ekonomi Bakanı), Yusuf Kemal Tengirşek, Bolşevik İhtilalinin Türkiye için ne anlama geldiğini şu sözlerle anlatır: ‘Büyük Harpte Ruslar Refahiye’ye kadar gelmişlerdi. İhtilal Rus ordusunu geri götürdü. İhtilal olmasa idi, Rus ordusu kolay kolay oradan çıkar mıydı? Rusya’da öteden beri bizim gerçek düşmanımız Çarlık ile Ortodoks kilisesi idi. (...) Lenin bu iki kurumu, yani iki büyük düşmanımızı yıkmaya ahdetmiş ve yıkmıştır.’ “Falih Rıfkı Atay ise, Bolşevik İhtilalinin o günlerde Türkiye’nin geleceği bakımından önemini, kendine özgü çarpıcı üslubuyla şöyle dile getirir: ‘Tuhaf kader cilveleri vardır. Eğer Lenin Çarlığı yıkmasaydı ve Rusya zafer gününe erişseydi, İstanbul Rus olacaktı. İnsanın acaba bir İstanbul köşesine Lenin’in büstünü koysak mı diyeceği gelir. “Ya Çar Rusya’sı 1917’de yıkılmamış olsaydı? Müttefiklerle aralarındaki anlaşmaya göre İstanbul, Sakarya kıyılarına kadar Rusların mülkü olacaktı. 1918’in o haftalarında Rus orduları komutanı, Çar Nikola’yı Dolmabahçe Sarayının rıhtımında karşılayacaktı” (D.Avcıoğlu, Milli Kurtuluş tarihi, s. 436). DEVRİM HESAPLARI BOZULUYOR Geçen hafta da işaret ettiğim gibi, Çanakkale zaferinin sağladığı büyük morale rağmen, eğer Bolşevikler iktidar olamasaydı, Sarıkamış bozgununun ardından gelen toprak kayıplarını geri almak mümkün olamayacaktı. Çünkü Fransa ve İngiltere’den ayrımla Ruslar, gerek kuzey doğu Anadolu’yu gerekse de İstanbul’u, sadece sömürgeleştirmek değil, kalıcı bir şekilde ilhak etmek amacındaydılar. Nitekim Rus Savaş Bakanlığı tarafından hazırlanan 6 Nisan 1916 tarihli Rapor; “Rusya, bugüne kadar yaptığı gibi bundan sonra da kendi sınırları içine girecek memleketleri millileştirmek isteyecektir” (Anadolu’nun Taksimi Planı, s.279) diyerek bu keyfiyete işaret eder. Bolşeviklerce yayınlanan belgeler, işgal bölgelerinin yeniden düzenlenmesinin nasıl yapılacağına dair Rusların ne denli ciddi ve kararlı olduklarını gösteren ayrıntılarla doludur. Rusya’nın hedefi ‘milli’ sınırlarını genişletmek, stratejik olarak gereksindiği bölgeleri ilhak etmek olduğunda, normal koşullarda onu geri atmak, örneğin İngilizleri İstanbul’dan, Fransızları Antep’ten atmaya oranla neredeyse imkansızdı. İşte bu ilhak hedefiyle Çarlık Rusya’sı, donmatifüs ve yarattığı demoralizasyonla Osmanlının kendini savunma kapasitesini tümüyle felç eden Sarıkamış macerasının avantajıyla, Trabzon’dan Van’a kadar bütün Doğu Anadolu’yu ele geçirmişti. Bu sırada İtilaf devletleri arasında süregelen yoğun diplomasinin de, esasen Rusya’yı sınırlama pazarlıkları olduğu da bilinmeli. M. Sykes, J. Picot görüşmeleri çerçevesinde 1916 Martında Petersburg’da sonuçlanan pazarlıklarda, “Van, Erzurum vilayetleri ile Trabzon ve Bitlis vilayetlerinin doğu bölümleri yanında Sivas, Harput ve Diyarbakır vilayetlerinin küçük bir kesiminin” Rusya’ya bırakılması konusunda itilaf devletleri arasında anlaşma sağlanmıştı. Rus Savaş Bakanı Raporunun dilinden anlaşılacağı üzere Rusya, bu süreçte hakkının yendiği kanısındadır. DURUMDAN MACERA ÇIKARMAK Bunu takiben Rus Ordusu, 8 Aralık’ta Erzincan’da bir barış anlaşması imzalayarak Anadolu’dan geri çekilmeye başladı. Rus ordusunu Anadolu’dan çekmeyi takiben Bolşevikler, 3 Mart 1918 Brest Litovsk anlaşması çerçevesinde Kars, Ardahan ve Batum’dan da çekilmeyi kabul etti. Ancak bu süreçte devreye İngilizler girecek, Çarlık artığı generalleri, Menşevikleri ve diğer milliyetçileri Bolşeviklere karşı kışkırtarak devrimi yıkmaya çalışacaktı. Kafkasya bu kışkırtmalar bağlamında Bolşeviklerin elinden çıkacak, İngilizler Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’da etkinlik sağlayacaklardı. İşte Bolşeviklerin Kafkasya’da etkili olamadığı bu konjonktürde Enver Paşa’nın misyonu (1915’te akamete uğrayan Turan ülküsünü yeniden gerçekleştirme yönelimiyle) durumdan yeni bir macera vazifesi çıkaracaktı. Onca korkunç yıkım ve kayıptan sonra bile yaşadığı dünyayı hala okuyamayan, savaşın gerçekte bittiğini anlayamayan Enver, “pantürkist emellerinin gerçekleşeceği günün geldiğini düşündü. Osmanlı ordusu, 1918 Eylülünde Bakü’ye girdi. Hedef Türkistan’dı” (B. Tanör, Kuruluş Kurtuluş, s.26). Ne ki bu nafile operasyon, hem başından beri bu petrol bölgesini kendine saklayan Alman misyonuyla çatışıyordu hem de asıl önemlisi, savaşın bir bütün olarak artık kaybedildiğinin kesinleştiğini göremeyen bir körlükle maluldü. Elde avuçta bir şey kalmadığı o son günlerde bile Enver, halkın evlatlarını kırdırmaktan geri durmuyordu. Oysa aynı günlerde bir başka Osmanlı Paşası, Mustafa Kemal, Anadolu savunması için askerlerini telef ettirmeden geri çekmekle uğraşarak, bambaşka bir zihniyet örneği veriyordu. S ahne tozu İzmir Devlet Tiyatroları’ndan Yolcu İzmir Devlet Tiyatroları ‘Yolcu’ adlı oyunla İstanbul’da. Nazım Hikmet’in yazdığı oyun, 1921 yılında, Kurtuluş Savaşı’nın yoğun biçimde sürdüğü günlerde, Anadolu’nun ücra bir köşesindeki tren istasyonunda geçiyor. Bir istasyon şefi, karısı ve makasçı, devrilen telgraf direğiyle birlikte tamamen dış dünya ile bağlantılarını kaybetmiş ve savaş devam ederken istasyona gelen bir atlının bu üç kişinin hayatlarını değiştirmesini konu alıyor. Seval Erözmen Kip’in yönettiği oyunda, Murat Çobangıl, Ozan Yıldırım, Şenay Ünsal, Türker Şenyiğit rol alıyor. Oyun, 17, 18, 19 ve 20 Ocak tarihlerinde Şişli Cevahir Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. (Tel: 0 212 380 15 15) Dobrinja’da Düğün Geçtiğimiz yıl Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde En İyi Yazar ve Eleştirmenler Birliği Yılın En İyi Oyunu Ödülünü alan ‘Dobrinja’da Düğün’, 1993’te, Yugoslavya İç Savaşı’nın ikinci yılında geçiyor. Saraybosna Sırp kuşatması altındayken, yıkıntılar arasında yan yana iki evde yaşayan iki ailenin umutsuzlukları, kırgınlıkları, çatışmaları ve savaşa rağmen umutları, bir günlük ateşkes gecesinde, evin yıkılmaktan kurtulmuş küçük bahçesinde yapılan düğünle anlatılıyor ve savaşta yaşanan acılar, ölümler, savaşla yitirilen insani değerler sorgulanıyor. Nesrin Kazankaya’nın yazıp oynadığı oyunda kendisine Nihat İleri, Başak Meşe, Levent Öktem ve Zeynep Özden eşlik ediyor. Oyun, yarın ve 21 Ocak tarihlerinde Tiyatro Pera’da sahnelenecek. (Tel:0 212 245 44 60) S ergi Tunç Tanışık ve Ali Kotan Her ikisi de Türkiye ve yurtdışında birçok sergiye katılmış sanatçılar... Tunç Tanışık ve Ali Kotan’ın birlikte açtıkları sergi, dışavurumcu modern resimlerden oluşuyor. Tanışık, özgür figür yorumlarıyla, renkçi ve ironik desenler aracılılığıyla kendinizle yolculuğa davetiye çıkartırken, Ali Kotan, boyanın kapatıcı etkisinden çok, içinde taşıdığı çizgisel ayrıntıyı dışa vuran çizgi ve boyanın ortaklaşa dengesinde, işlek ve ortak bir biçimde örgüleri iç içe geçiren bir anlayışı benimsiyor. Sergi 28 Ocak tarihine dek Palet Sanat Galerisi’nde izlenebilir. (Tel: 0 216 302 78 50) Diz ve Brazza Bistrosu Hale Güngör’ün beşinci kişisel sergisi ‘Diz ve Brazza Bistrosu’nda sanatçının pek çok çalışması yer alıyor. Sergide Güngör’ün ‘büyümeyen çocuk’ ve ‘bireysellik’ konseptlerini irdelediği yağlıboya çalışmalarının yanısıra, ‘Paris Mektupları: Sen Orada Nasılsın?’ başlığı altında karışık teknik kullanılarak tamamlanmış bir resim serisi de yer alıyor. Sanatçı resimlerini, “Çocuk kalma inadına ve bireysel mutluluğa dair” diyerek tanımlıyor. Hale Güngör’ün ‘Diz ve Brazza Bistrosu’ sergisi, 10 Şubat tarihine kadar Odakule Sanat Galerisi’nde izlenebilir. (Tel : 0 212 251 46 31) Sonsuz Olasılıklar Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri’de ‘Sonsuz Olasılıklar’ sergisi, Gökçen Cabadan ve Marcel Van Eeeden’in modern resim çalışmalarından oluşuyor. Sergi küreselleşmeyle birlikte hızla değişen dünyada resim sanatını ve bundan sonraki yerini irdeliyor. Sergide ayrıca küratör Adnan Yıldız’ın serginin araştırma sürecine paralel olarak kurduğu, dünyada farklı alanlardan pek çok profesyonelin katıldığı, sergi sürecinde gelişecek ve üretiminin duvara yansıyacağı disiplinlerarası bir proje olan EPPR’ın (Endless Possibilities Project Room) imzasını taşıyan işler de yer alacak. Sonsuz Olasılıklar, 25 Şubat tarihine dek Kasa Galeri’de görülebilir. (Tel: 0 212 292 49 39) Mikado’nun Çöpleri Melih Cevdet Anday’ın eseri olan ‘Mikado’nun Çöpleri’nde, günümüzün kadınerkek ilişkileri, 1960’lı yıllarda yaşayan bir adam ve bir kadın aracılığıyla anlatılıyor. İstanbul’da bir kış gecesi, bir adamın sokakta kalmış bir kadını evine getirmesiyle başlıyor. Mikado’nun Çöpleri’ni Zeliha Berksoy yönetirken, oyunda Devin Özgün Çınar ve Timuçin Esen rol alıyor. Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu’nun yapımcılığındaki oyun, 19 ve 23 Ocak tarihlerinde Akatlar Kültür Merkezi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. (Tel: 0 212 351 93 83) Rumuz Goncagül Oktay Arayıcı’nın eserinden uyarlanan Rumuz Goncagül, evliliklerdeki çıkar ilişkilerine ve yaşanan geçim sıkıntısına gönderme yapıyor. Kızına mektupla koca bulmaya çalışan bir annenin, Goncagül rumuzuyla yazdığı mektuplarla gelen 260 koca adayını değerlendirmesi mizahi bir dille anlatılıyor. Taner Barlas’ın yönettiği oyunda, Sema Keçik, Hasibe Eren ve Rahmi Elhan rol alıyor. Oyun, 13,14 Ocak tarihlerinde Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde, 24, 25, 26 ve 27 Ocak tarihlerinde ise Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşuyor. (Tel: 0 216 349 04 63) Günümüzde plastik sanatlarda özgür ifade aracı olarak sınırsız malzeme kullanılmaya başlanırken toprak, cam ve lif gibi geleneksel malzemeler plastik sanatlar çerçevesinde yeniden yorumlanıyor. Sergi, Bayram Candan, Can Göknil, Erica Beard, Güler Güngör, İrfan Önürmen, Ramazan Bayrakoğlu, Raziye Kubat ve Şakir Gökçebağ’ın geçmişi binli yıllarla ölçülen malzemelere ve konuya yeni arayışlarla yaklaşarak ürettikleri seçkin yapıtlardan oluşuyor. Bu kez beşincisi düzenlenen ‘Toprak ve Lif Sergisi’ Galeri Apel’de 10 Şubat tarihine dek izlenebilir. (Tel: 0 212 292 72 36) Toprak ve Lif
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle