19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 07 21/9/06 16:44 Page 1 CUMARTESİ EKİ 07 CMYK 23 EYLÜL 2006 CUMARTESİ 7 ALPER TURGUT Çok yaşa Fidel 80 yıl daha Savaşlar, yoksulluk, şiddet, salgın hastalıklar, doğal afetler... Dünya giderek baş edilmesi zor bir yer haline gelirken, kimine göre güçlü, kimine göre hafif bir ışık umudu tazeliyor... Bu ışığın merkezi Küba, yaratıcısı ise Fidel Castro... 1989’da Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, tek sosyalist vatan olarak göz dolduran Küba şimdi Latin ülkeleriyle birlikte, yeni bir dalganın da esin kaynağı... Chavez, Morales ve diğerleri halklarına vaatlerde bulunurken hep Castro’dan örnekler veriyorlar, başka bir hayatın mümkün olduğunu Küba’yla somutlaştırıyorlar. Castro’nun hastalığı da işte bu yüzden dünyanın canını sıkıyor. Sonra ne olacağının endişesinden çok, onsuz bir dünyanın umuttan da yoksun kalacağı düşüncesi... Peki, Fidel Castro kim? İşte bu sorunun yanıtı... Fidel Alejandro Castro Ruz, 13 Ağustos 1926 günü Oriente Eyaleti’ne bağlı Mayari’de zengin bir toprak sahibinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. ‘‘Uygun mücadele koşullarında ve Don Kişot’un bazı özellikleriyle doğdum’’ diye anlatıyordu çocukluğunu ‘‘Politik bilince kavuşmadan önce bile asiydim. Daha sonra isyankârlığım beni doğru ve haklı bir yola ve o yolu savunmaya götürdü’’. Küçük Fidel’in köyden kente geçişi sancılı oldu. Çünkü mutlulukla geçirdiği ilk yılların ardından henüz altı yaşında, yatılı bir okula verildi. Artık yalnızdı ve sorunları tek başına göğüsleyecekti. Yıllar, onu Havana Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne taşıdı. Düşünceleri de artık netti, çünkü Karl Marks’ın Komünist Manifestosu’nu okumuş, hem kendisi hem de ülkesi için bir gelecek kurgulamaya başlamıştı. Küba, ABD’nin hegemonyasından kurtulup özgür olmalıydı. 19501952 yılları arasında yaptığı avukatlıkta, müvekkillerinin fakir tutuklular olması ise bu düşüncesindeki kararlılığı gösteriyordu. Örgütlenme çalışmalarını sürdüre dursun, 1952’de hem onun hem de kuşağı için zor günler başlamıştı, Fulgencio Batista, ikinci kez diktatörlüğe soyunmuştu. Yaşadığımı İtiraf Ediyorum MURAT AYDIN nsan Şimdi’de, Bugün’de yaşamakla yetinemez. Marcel Proust’un dediği gibi ‘‘İnsanlar yıllara dalmış devler misali, yaşamış oldukları sayısız günden oluşan birbirinden uzak dönemlerin hepsine aynı anda değerler.’’ Ama insanoğlunun büyüklüğünün farkına varan, yalnızca kendi yaşamlarında devler misali tüm zamanlara uzanan ve bu büyüklüğü yazan, tüm insanlığın ruhuna sızmasını sağlayanların sayısı o kadar fazla değildir. Onları bulup, okuduğumuzda bizim de ruhumuza sızacak olan yücelik, yalnız yaşadığımız günlerle, anlarla sınırla kalmaz, geçmişe ve geleceğe aynı anda dokunmamızı sağlar. Onlarla dokunuruz zamana: ‘‘Ama bu sınırın ötesine geçmeliyim / dişlemeliyim sessizliğin çevresindeki kabuğu / ne karşılık vereceğimi bilemem / öyle çok ki ölüler / ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler / ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler / ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller / ve öyle çok ki unutmak istediklerim.’’ Rusya’da 1905 devriminin ön kavgalarının başladığı, tüm dünyada devrimci kabarışların yaşandığı, huzursuzlukların umut ışıklarıyla karıştığı, toz duman içinde yıllarda doğdu Pablo Neruda. Ölümü ise bir büyük acının, dostu arkadaşı Şili’nin sosyalist Başkanı Salvador Allende’nin öldürüldüğü günden sadece 12 gün sonradır. Üzüntü kahretmişti Neruda’yı. Neruda Latin Amerika’nın dünyaya dokunan sesidir. Dünyanın sonundan, Şili’den insanlığa ışıklı bir büyük nefestir. Bir lokomotif sürücüsü baba ile bir öğretmen annenin oğlu olarak Şili’de, Parral’da doğdu. Annesini hiç görmedi. Asıl adı, Neftali Ricardo Reyes Basoalto’ydu, ama o Çek şairi Jan Neruda’ya hayranlığı nedeniyle Pablo Neruda mahlasını seçti kendine ve hep bu adla yazdı. Yine çalkantılı bir dönemde 1927 36 yılları arasında Güneydoğu Asya ülkelerinde diplomat olarak görev yaptı. Bu bölgelerin olağanüstü yoksulluğu ve sosyal sorunları onun bu yılları yaşamının ‘‘en çok acı veren dönemi’’ olarak anmasına neden olmuştur. Bu dönemden bize onun iki ciltlik Kesidencia en la Tierra (Yeryüzünde Konaklama) adlı eseri kaldı. İspanya iç savaşında Falanjistlere, Franko’ya şiddetle karşı çıktığı için diplomatlıktan uzaklaştırıldı. Bu dönem Espana en el Corazon (İspanya Gönüllerde) adlı kitapla gün yüzüne çıktı. Daha sonra Şili Komünist Partisi’ne girdi ve senatör seçildi. Zamanın başkanı Gonzales Videla’yı eleştirdiği için devlet düşmanı ilan edildi. Neruda Şili’yi güç koşullarda dağları aşarak terk etti. Batı Avrupa ülkelerinde, Sovyetler Birliği’nde, Çin’de yaşadı. Bu yılların ürünü dünyaca ünlü Canto General (Evrensel Şarkı) oldu. 1952 yılında Şili’ye döndü ve takma isimle Los versos del Capitan (Kaptan’ın dizeleri) adlı eserini yayınladı. 1969 yılında partisi tarafından başkan adayı olarak gösterildi. Neruda, Salvador Allende lehine adaylıktan çekildi. Allende hükümetini Fransa’da Büyükelçi olarak temsil etti. 1971 yılında Nobel ödülünü aldı. 1973 yılında Salvador Allende’nin askeri darbe ile devrilmesinden sonra evinde göz hapsine alındı. Kanserle mücadele eden Neruda derin bir üzüntü içinde askerlerin evini talan ettiğini gördü. Darbeden 12 gün sonra öldü. Pablo Neruda’nın tüm geçmişe ve geleceğe dokunduğunu gösteren eseri Confieso que ho Livido (Yaşadığımı İtiraf ediyorum) adlı eseri ölümünden sonra yayınlandı. Neruda bizim ve dünyanın büyük ozanı Nâzım Hikmet’in de yakın dostuydu. Nâzım’ın ölümü üstüne yazdığı şiir, yalnızca bir dostu anma değil, aynı zamanda büyük bir ustalık örneği olarak kaldı bize. Şimdi onlar ikisi birlikte bütün zamanlara değiyorlar ve bizim de ruhumuza sızıyorlar. Üstümüze kış krizantemlerinden ve çınar ağaçlarından dökülen yapraklarla... İ DEVRİME GİDEN YOL Fidel ülkesinin özgürlüğü için mücadele etmeye kararlıydı. İyi bir hatip olması onu kısa sürede bağımsızlık hareketinin liderliğine taşıdı. 26 Haziran 1953’te ikisi kadın 125 acemi savaşçı, Fidel’in komutasında Oriente’nin başkenti Santiago Cuba’nın en önemli kışlası Moncado’ya baskın düzenlediler. Saatler sonra püskürtüldükleri o gün tam 61 arkadaşlarını kaybettiler... Yenilmişlerdi. Ancak Fidel, askeri açıdan başarısızlıkla sonuçlanan bu baskının devrime giden yolu açtığını biliyordu. İşkenceli sorguların ardından mahkemeye çıkartıldı. Uzun savunmasını, ‘‘Zararı yok, beni mahkum ediniz! Tarih beni beraat ettirecektir’’ sözleriyle tamamlarken devrime giden bu yolu işaret ediyordu. 16 yıla hüküm giydi. Diktatörlük, cezaevindeyken bile tehlikeli buldu Fidel’i... İki yıl sonra serbest bırakıldı, sürgün hayatını yaşayacağı Meksika’ya geçti. Batista diktatörlüğü şiddetini giderek arttırıyordu. Rejim karşıtları, özellikle öğrenciler, sokaklarda ve gözaltında, işkencede katlediliyorlardı. ABD’nin ‘‘arka bahçe’’si Küba, kumar ve uyuşturucu batağına çevrilmişti. Ülkeye yolsuzluk ve yoksulluk hakimdi, artık. Önce İspanya, sonra İngiltere, tekrar İspanya ve en sonunda da ABD’nin sömürgeleştirdiği topraklar, artık kurtarıcısını bekliyordu. NÂZIM’A BİR GÜZ ÇELENGİ sürede anladılar. Latin Amerika’da ABD emperyalizminin ilk bozgunu Domuzlar Körfezi Çıkartması, soğuk savaşın doruğu ve neredeyse üçüncü dünya savaşını çıkartacak olan füze krizi, rejim karşıtları, toprak ağaları, Batista kadroları, ülkeyi parselleyen dev yabancı şirketler, Amerikan ambargosu, ülkenin yedek parça ve daha önemlisi enerji ihtiyacı... Küba halkına inancı tam olan Fidel, yoksulluk katlanıp, sorunlar çığ gibi büyürken bile; ‘‘Ülkemiz insanlara maddesel zenginlikler sunmak için çok yoksul olsa da, onlara eşitlik duygusu, insanlık onuru sunamayacak kadar yoksul değildir’’ diyordu... Fidel ve yoldaşları, kollarını sıvayıp ‘‘Sosyalizmi kuracağız, kurduğumuz gibi savunacağız’’ şiarıyla harekete geçtiler. Eğitimli yaklaşık 50 bin genç, Küba cehaletten kurtulsun diye okuma yazma seferberliğine omuz verdi (bugün ülkedeki okuma yazma oranı yüzde yüz). 60 yeni üniversite açıldı, mezun sayısı 20 kat arttı. Eğitim, sağlık ve barınma (Küba’da sokak çocuğu yok) parasız hale getirildi. Spor özendirildi, her çocuğa süt dağıtıldı. Yurtdışından 17 bin tıp öğrencisine bedava eğitim hakkı tanındı. Ülkenin tek partisi konumundaki Komünist Parti’nin üyeleri ve devlet görevlilerine yılda bir ay tarlalarda veya üretimde gönüllü çalışmak zorunluluğu getirildi. Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha? Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız? Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu? ... Sana Şili’nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan Halkların kavgasını ve kavgamı benim Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan... ... Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle Kuyu gibi kapkara zindanlardan Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları Ellerinde izi vardı eziyetlerin Hınç oklarını aradım gözlerinde Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin Yaralar ve ışıklar içinde ... Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlar Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya. Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın, Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun? Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca. (Çeviri: Ataol Behramoğlu) sOSYALİZMİ KURACAĞIZ Fidel’in pes etmek gibi bir niyeti yoktu. Küba, namı diğer ‘‘Yeşil Timsah’’ bağımsızlığına kavuşmalıydı. Fidel ve dostlarının ilk işi Meksika’da ‘‘26 Temmuz Hareketi’’ örgütünü kurmak oldu. Ayaklanma çocuk oyuncağı değildi. Moncado deneyimi de göstermişti ki, acemi yanları bir an önce törpülenmeliydi. Küba’da uzun soluklu bir gerilla savaşı vermek için eski kadrolardan eğitim aldılar. Çok geçmeden Ernesto Che Guevara da aralarına katıldı. Hazırlıklar tamamlandı, artık Küba’ya dönme zamanı gelmişti. Fidel, Che ve Raul Castro’nun aralarında bulunduğu topluluk, hem silah arkadaşıydılar, hem de dost. 12 metrelik ‘‘Granma’’ adlı bir tekneye doluşup 1956 yılının Aralık ayında Küba’ya çıkarma yaptılar. Asiler, karaya ayak basar basmaz ateş yağmuruna tutuldu. 82 kişilik gruptan topu topu 12 kişi, Sierra Maestra dağlarındaki karargâha ulaşabildi. Dengesizliğin savaşıydı bu... 12 isyancının karşısında yaklaşık 40 bin kişilik Batista ordusu vardı. Yılmadılar. Kübalı özgürlük savaşçısı Jose Marti’nin ‘‘Haklı olmak bir ordudan bile kuvvetlidir’’ sözüne sarıldılar. Halk da kendilerini devrime ve özgürlüğe götürecek olan bu bir avuç insanı, ‘‘Yaşasın Sakallılar’’ (Viva Los Barbudos) sloganlarıyla bağrına bastı. Asi Radyo’dan (Radio Rebelde) savaş çağrısını duyan köylüler ve öğrenciler, akın akın gerillaya katıldı. 26 Temmuz Hareketi, önce kendini savundu, sonra taarruza kalktı. Dağlarda geçen iki yılın ardından Fidel’in başkomutanlığında yedi cephe açıldı. Che, Raul Castro, Camilo Cienfuegos, Juan Almeida, Ramiro Valdes, Calixto Garcia komutasındaki milisler, kırları fethedip şehirlere dayandı. 1956 1959 yılları arasında 60 bin kişiyi katlettiren diktatör Batista, canını kurtarmak için 1 Ocak 1959 günü Dominik Cumhuriyeti’ne kaçmak zorunda kaldı. Dokuz bin gerilla, bir gün sonra zafer şarkıları eşliğinde Havana’ya girdi. Castro ve diğerleri, devrimden daha zor olanın devrimi korumak olduğunu kısa BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN idel, İngiltere Kraliçesi İkinci Elisabeth ve Tayland Kralı Bhumibol Adulyadej’in ardından en uzun süreyle iktidarda kalan üçüncü lider. O, dünyanın ezilenleri için şaşmaz bir pusula... Che, ona ‘‘şafağın ateşli peygamberi’’ diye seslenmişti ‘‘Fidel’e Şarkı’’ şiirinde. Ve Fidel’e şöyle veda etmişti; ‘‘Bir gün başka gökler altında son saatim gelirse, son düşüncem halk ve özellikle sen olacaksın...’’ Ernest Hemingway, Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Nelson Mandela, Salvador Allende, Gabriel Garcia Marquez, Hugo Chavez, Evo Moroles gibi birçok dostu oldu Fidel’in... 20. yüzyılı sarsan birçok olaya tanıklık etti. Güney Amerika’da yükselen sol dalganın dayanağı da oydu. Savaşa, işgale tepki gösterdi. Tek kutuplu yerküreye karşı ‘‘başka bir dünya mümkün’’ diyenlerin sözcüsü ve filozofu oldu. ABD ise Fidel Castro’nun peşini hiç bırakmadı. Onu susturmak için her yol denendi. Floridalı gazetecilere Fidel’i karalamak için oluk oluk para akıtıldı. ABD’de konuşlanmış rejim karşıtlarıyla Küba’daki müzmin muhaliflere milyonlarca dolar para yardımında bulunuldu. Dile kolay, CIA orijinli 621 suikast girişiminden kurtuldu Fidel... Uzun zamandır Küba’yı kendisinden sonraya hazırlayan Fidel Castro bugünlerde hasta. ‘‘Siyaset için en iyi yaş 80’dir’’ diyordu, ama Bağlantısızlar Zirvesi’ne katılamadı. 80. doğum gününü kutlamayı da F 2 Aralık 2006 gününe bıraktı, Granma ile Küba’ya çıkartma yapmasının 50. yıldönümüne... 31 Temmuz günü ameliyat için hastaneye yatmasından bu yana 20 kilo verdi. Haki üniforması yerine onu pijamayla görmek sadece Kübalılar için değil, tüm dünyanın devrimcileri için de hüzün vericiydi, ama sağlığının yavaş yavaş düzelmeye başladığına dair gelen haberler bu hüznü yatıştırdı. Bu arada ABD’deki Castro düşmanları nümayişe başladılar bile, Kübalılar ise ‘‘Çok yaşa Fidel, 80 yıl daha’’ diyerek karşılık verdiler. Fidel, yetkilerini kendisinden beş yaş küçük olan Raul Castro’ya devretti. Yaklaşık 10 yıl önce Komünist Partisi, olağanüstü durumlar için böyle bir kararı almıştı. Küba’nın iki numaralı adamı olan Raul, 53 yıldır ağabeyiyle ortak mesai yürütüyor. Moncado baskınında Adalet Sarayı’nı ele geçiren, bu sebeple iki yıl hapis yatan, Meksika’ya ağabeyiyle giden bir dava adamı Raul... Devrimin ardından Silahlı Kuvvetler Bakanlığı’na getirilen Raul, yıllardan beri Küba ordusuna komuta ediyor. Aynı zamanda Merkez Komite üyesi de olan Raul, ağabeyinin ifadesiyle, ‘‘dürüst, ileri görüşlü, ayrıntıya önem veren bir devlet yöneticisi’’. Fidel, tam 47 yıldır, dünyaya da geleceğin ne getireceğini göstermeye çalışıyor ve sosyalizmin bir hayal olmadığını... O Küba’ya inanıyor, Kübalılar da ona. (alperturgut@cumhuriyet.com.tr)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle