19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 03 21/9/06 16:47 Page 1 CUMARTESİ EKİ 03 CMYK 23 EYLÜL 2006 CUMARTESİ 3 Teknoloji ‘sürat yapıyor’ 5 MP’lik kameralı cep telefonu LG, 5 megapiksel kameralı Leo KG920 modelini piyasaya sürdü. 2592 x 1944 çözünürlükte fotoğraf çekmeye imkan veren KG920, dijital fotoğraf makinelerini imrendirecek nitelikte. Dahili flaşıyla gece çekimine imkan veren modelde 320 x 240 çözünürlükte video kayıt da yapılıyor. 64 tonluk polifonik sese sahip KG920 MP3 formatında müzik çalıyor. Wap, Gprs, Ajanda, MMS, T9, İnternet Tarayıcı, Gsm Modem, Resimli Telefon Defteri ve 200 saatlik bekleme süresine sahip model 138 gr ağırlığında. Apple iPod serisinin en küçük ve en ucuz modeli iPod shuffle’ı çıkardı. 1 GB’lık hafızaya sahip shuffle 250’ye yakın şarkı depolayabiliyor. 2.5 santimetrelik büyüklüğünde ve sadece 22 gram ağırlığında olan MP3 çalar, 12 saat aralıksız çalışabiliyor. iPod shuffle toka benzeri tasarımıyla elbiseye, kemere, çantaya zahmetsizce takılabiliyor. Flash hafızası sayesinde şarkıların atlama riski de bulunmayan modelin ülkemizdeki satış fiyatı 192.75 YTL. Dijital fotoğraf makinelerinin ve MP3 çalarların en önemli parçalarından biri olan hafıza kartları 64GB seviyesine ulaştı. Samsung, pazarda ilk defa kullanılan 40 nanometrelik teknoloji içeren NAND Compact Flash modelleriyle hafıza sorununu rafa kaldırıyor. 16, 32 ve 64 GB’lık modelleri piyasaya süren firma, özellikle profesyonel kullanıcılara kolaylık sağlamayı hedefliyor. 64GB’lık model 64 saatlik DVD kalitesinde video veya 16,000 adet MP3 şarkı dosyası saklayabiliyor. Bir Prag rüyası Geçen hafta Prag’da bir rüya gördüm. Terleten yaz sıcağının yarattığı yavaşlığın, yerini üşütmeyen hafif bir rüzgâra bıraktığı bir akşamüstüydü. Charles Köprüsü’nden başladım yürümeye. 1357 yılında yapılan köprü hiç de yorgun görünmüyordu. Kentin gotik havasını yansıtırcasına üzerindeki heykellerin, özellikle on iki havarinin gölgeleri vuruyordu yere. Eh, kent yüzyıllardır garip yaratıkların yer aldığı çeşitli efsanelere mekan olmuştu ne de olsa. Yeryüzünün en büyük açık hava galerisi gibi bu köprü. Çeşitli ülkelerden gelen turistler gruplar halinde Prag’ın içinden akan Vlatava Nehri’ne ve uzaktan görülen silueti ile kente hakim olan 9. yüzyıldan kalma Prag Kalesi’ne bakıyorlar. 570 metre uzunluğu, 128 metre genişliği ve 7.28 hektarlık alanıyla dünyanın en büyük tarihi kalesi bu. Çek sanatçılar tezgahların üzerinde geleneksel el ürünlerini, pirinç dövmeciliğinin, cam işlemeciliğinin ve tahta oymacılığının en güzel eserlerini satıyorlar. Genç bir sanatçı mükemmel bir tahta kutuyu kaldırıp gösteriyor, ‘‘Bunu ben elimle yaptım. Fabrika işi değil bu!’’ Bir yerden değişik bir müzik sesi geliyor. Orta yaşlı bir adam, içi su dolu cam kadehlerin ağzına dokunarak ilginç bir müzik yapıyor. Akordeon seslerine, caz müzisyenlerinin neşeli melodileri ve gözleri görmeyen opera sanatçısının aryaları karışıyor. Köprüyü Eski Kent Meydanı’na bağlayan ayağın üzerinde muhteşem bir gotik kule çıkıyor karşıma. Bohemya Kralı ve Roma İmparatoru IV. Charles zamanında yapılan kulenin tepesine çıkmak için dayanılmaz bir istek duyuyorum. 138 adet merdiven tırmandıktan sonra kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyor. Ama sanmayın ki buna merdivenler neden oluyor; o kadar yükseklikten kenti görmenin yarattığı büyülenmenin etkisi bu. ZÜLAL KALKANDELEN ve doğal olarak ardından tuvalet aramaya başlıyorum. Neyse ki, her yerde tuvaletler var. Kimisi ücretli, kimisi ücretsiz ama dikkatimi çeken şey tuvalet kâğıtları. Çünkü pahalı bir restorana da gitseniz, tuvalette her zaman en adi, en sert kâğıtları buluyorsunuz. Nedenini merak ederken, Komünizm Müzesi’nde gördüğüm bir poster epeyce gülmeme neden oluyor. ‘‘Bir zamanlar dükkanlarda tuvalet kâğıdı yoktu ama, şans eseri fazla yiyecek de yoktu,’’ diyor poster. Bu konuda bir zorluk olduğu açık, fakat en azından her yerde temiz tuvaletler var. GENÇLERE HATIRALAR McDonalds ile bir oyun salonunun arasındaki Palace Savarin binasının bir katını kaplayan Komünizm Müzesi, 2001 yılında Amerikalı işadamı Glenn Spicker tarafından kurulmuş. Kapıda kocaman bir Lenin ve Marx heykeli karşılıyor beni. İlerledikçe, fotoğraflar, gazete kupürleri, eskiden kalma çeşitli eşyalarla yeniden kurulmuş sorgu odaları ve videolarla Stalin’in baskıcı politikalarının etkisinde kalan Çekoslovakya’da yaşananlar anlatılıyor. Yeni yetişen kuşakların, Çekoslovakya’nın eski dönemlerinde, hatta Kasım 1989’daki Kadife Devrim’den önce neler yaşandığını bilmediğini, müzenin bunu onlara hatırlatacağını söylüyor yaşlılar. YASAK KİTAPLARIN YERİ BOŞ Aşağıya inip yolun karşısına geçiyorum. 18. yüzyıl ortalarına kadar Cizvitlerin kentteki merkezi işlevini gören Klementinum’a varıyorum. Mozart’ın eserlerini seslendirdiği şapelin bulunduğu, günümüzde Çek Cumhuriyeti Ulusal Kütüphanesi’ne de ev sahipliği yapan bu geniş kompleksin içindeki Astronomi Kulesi’ne giriyorum. Daracık merdivenleri tırmanıp 1600’lerde Johannes Kepler’in de aralarında bulunduğu astronomi uzmanlarının yıldızları gözlemledikleri aletleri görüyorum. Yine merdivenlerden çıkıyorum. Devasa tahta kapı açılıyor. İşte büyülü an! 1722’de yapılan olağanüstü güzellikteki Barok Kütüphane tüm görkemiyle karşımda! Tavanlardaki fresklerin renk ve detaylarından, raflardaki kitaplardan alamıyorum gözümü. Çek dilinde basılan bütün kitapların birer örneğini barındıran kütüphanede, aynı zamanda Slav edebiyatının dünyadaki en büyük koleksiyonu da yer alıyor. Salon karanlık, kitaplar zarar görmesin diye ışık yakılmıyor, havalandırma yok. Arkamdaki raflar boş. Neden? Yanıt kütüphane görevlisi genç Çek bayandan geliyor; o raflara zamanında yasak kitaplar konulurmuş, fakat artık yasak kitap olmadığı için sembolik olarak boş bırakılmış. Kütüphaneden çıkmak istemiyorum. Kapıyı kapatıp gitseler, biraz daha kalsam orada... Arnavut kaldırımlı dar sokaklarda ilerleyerek Eski Kent Meydanı’na varıyorum. Meydan kalabalık. Herkes başını kaldırmış Astronomik Saat’e bakıyor. 1410 yılında yapılan ünlü saatte, normal saat dışında aylar, günler, burçlar; yani ayın, güneşin ve 12 gezegenin dünyaya oranla hareketleri görülebiliyor. Birisi Osmanlı gibi giyinmiş çeşitli heykelciklerle donatılan bu dev saat, o anda yine bir saat başını gösteriyor. Tam o sırada iskelet heykeli elindeki çanı çalıyor, saatin üzerinde bulunan mavi pencereler açılıyor ve İsa’nın on iki havarisi her saat başında olduğu gibi yine geçit yapıyor. Susuyorum; alışveriş yapmak üzere bir süpermarkete giriyorum. Parayı ödüyorum ama kasadaki kadın torba vermiyor. Torba için de ayrıca para ödemek gerekiyormuş. Suyu içiyorum Bizde de olan bitenleri yeni kuşaklara anlatmak için bir darbe müzesi kurulmalı diye geçiyor aklımdan. Yürüyerek Wenceslas Square’e geliyorum. Çek lider Alexander Dubcek’in liberal reformlarını engellemek için 1968’deki Sovyet işgalini protesto eden 19 yaşındaki öğrenci Jan Palach’ın, kendisini yakıp intihar ettiği ünlü meydan burası. Şimdilerde ise, iki tarafı mağazalarla donatılmış, geniş bir turistik alan. Gençler gülüp eğleniyor, turistler bir o yana bir bu yana geziniyor. Çek gençleri, üzerinde ‘‘American sytle’’ ya da ‘‘I Just Did Your Boyfriend’’ (Az Önce Erkek Arkadaşını Becerdim) yazan Amerikan tişörtleri giyiyorlar artık. Karnım acıkıyor. Prag’da her zevke göre yemek var ama Doğu Avrupa benim gibi hayvansal hiçbir ürünü yemeyen ve kullanmayan veganlar için cennet değil ne yazık ki. Ama yiyecek arama çabalarım beni Budistlerin işlettikleri güzel bir restorana götürüyor. Bulgaristanlı Budist, komşu olduğumuzu söyleyerek heyecanla servis yapıyor bana. Bir başka yemek arama maceram, Lübnanlı falafelcide noktalanıyor. Restoranda yemek yerken tanışan Yeni Zelandalı bir kadınla yine aynı ülkeden iri yarı bir adamın konuşmaları şaşırtıcı. Ülkesinde bir gece kulübünde korumalık yapan adam, kadına Prag Modern Sanat Müzesi’nin nasıl muhteşem olduğunu anlatıyor! Örümcek ağı gibi karışık sokaklarda yolumu kaybediyorum ama sorun değil, Çek halkı yardımsever. İngilizce bilmeseler de el kol hareketleriyle anlatmaya çalışıyorlar. Şans eseri bir Kenyalıya rastlıyorum, gideceğim yere kadar yürüyor benimle. Kırklı yaşlarında, bilgisayar mühendisi, uzun yıllardır Prag’da yaşıyor. Bir kere gelmiş ve bir daha ayrılamamış kentten, ‘‘Prag büyülüdür. Ruhunuza bir dokunursa, bir daha atamazsınız,’’ diyor. Ardından da ekliyor: ‘‘Kentin görüntüsü hiç değişmedi ama aslında yaşam değişiyor. Özel okullar giderek artıyor, artık beş hektarlık özel parklar içindeki altı yıldızlı yaşam öneren lüks konutlar konuşuluyor. Projenin adı da Central Park Prague.’’ Art Nouveau, barok ve gotik tarzdaki binalara, köprülere, Venedik’i andıran nehir kıyısındaki evlere, Çeklere ait kübik mimari ile yapılmış eski yapılara bakıyorum. Dünyaca tanınan mimar Frank Gehry’nin ilginç mimarisiyle dikkat çeken ‘‘The Dancing Building’’ adlı eserinin önünde duruyorum. Gehry, 1945’te bombalanarak zarar gören 19. yüzyıldan kalma neorönesans tarzı bir binayı yeniden yaratmış. Gelmiş geçmiş en iyi dansçı sanatçılardan Ginger Rogers ve Fred Astair’i anımsattığı için bu yapı, ‘‘Fred ve Ginger’’ binası olarak biliniyor; 7. katında harika nehir manzaralı bir de restoran var. Bu kent öylesine kusursuz bir mimari sunuyor ki, mimar olsaydım mutlaka bu kentte yaşamak isterdim diye geçiyor içimden. Yürürken birileri elime broşür tutuşturuyor. Okuyorum; bütün kiliseler, şapeller, katedraller, sinagoglar ve çeşitli tarihi mekanlar her gün iki ayrı konsere mekan olmuş. Bach, Dvorak, Vivaldi, Gershwin, Mozart ve daha nice ünlü bestecinin en sevilen eserleri Çek sanatçılar tarafından yorumlanıyor. Konser biletleri pahalı değil. Bu yapılar yaşayan birer mekan olarak kullanılıyor. O akşam nerede hangi konser var acaba? Kent içinde sık sık karşıma çıkan turizm bürolarına danışıp biletimi alıyorum. Yorulunca metroya giriyorum. İstasyonlar çok temiz ve düzenli. Metro, otobüs ve şehri baştan sona dolaşan tramvaylar için haftalık limitsiz biletim var. Fakat ilginç olan kimse metroya girerken bilet göstermiyor. Nasıl? Devlet size inanıyor, siz de kendinizi aldatmıyorsunuz. Bir hafta boyunca defalarca metroya biniyorum, sadece bir kere görevli gelip bilet kontrolü yapıyor. Geçerli biletiniz yoksa cezası 50 dolar. Ama asıl önemlisi herkesin içinde rezil olmayı göze almıyor kimse. Uzun süre bilet kontrolüne rastlamadan seyahat etmek mümkün olsa da, sistem üçkâğıt yapılmayacağı mantığı üzerine kurulmuş. Metrodan çıkıp Lennon Duvarı’na yürüyorum. Gençlerin, 1980 yılında öldürülen efsanevi The Beatles üyesi John Lennon anısına renkli boyamalar ve yazılarla meydana getirdikleri bu duvar, zamanında engellenmek istense de barış yanlısı mesajlarıyla ayakta kalmayı başarmış. ‘‘Bırakın hayatımı yaşayayım, özgürlüğün tadına varayım, limitlerime ve yıldızlara ulaşıp dünyayı anlayayım. İstediğim bu,’’ yazısı çarpıyor gözüme. Ben de aklımdan geçenleri yazıp duvara katkımı yapıyorum. Yahudi Mahallesi’ne geliyorum. En meşhur Praglının, Franz Kafka’nın dolaştığı sokaklarda, onun adının verildiği meydanda yürüyorum. 20. yüzyıl dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Kafka’nın adı ‘‘kafkaesk’’ olarak bilinen tanımlamaya kaynak oldu. Bu ifade, tahammül edilemeyen, çaresiz, gerçeküstü ve garip durumları, yaklaşan tehlikeleri, çözülemeyen karışıklıkları anlatmak için kullanıldı. Ünlü yazar üç ana grubun, Çeklerin, Almanların ve Yahudilerin oluşturduğu Prag’da, kültürel ve dil farklılıklarının egemen olduğu bir ortamda yaşadı ve eşsiz eserler yazdı. Kuşkusuz ki, bu kentten ilham aldı Kafka. ‘‘Prag sizi bırakmaz, pençeleri vardır,’’ demişti. Benim için Prag, kırılacak diye korkup oynamaya kıyamadığım bir oyuncak ya da bozulur diye yemeye kıyamadığım bir pasta gibi. Ya da içine konulmaktan mutluluk duyacağım hayranlık verici bir labirent... Bu yazıda Prag’ın sokaklarındaki hayatı anlatmaya çalıştım. Haftaya konser, gösteri ve sergi salonlarından, yani sanat dünyasında olanlardan söz edeceğim. [email protected] En küçük iPod 64 GB’lık Flash Olympus u 1000 Olympus, yeni modeli u 1000 ile hem 10 megapiksellik görüntü kalitesi hem de şık ve kompakt tasarım sunuyor. Paslanmaz çelik metal gövdesi ile hava koşullarına dayanıklı olarak üretilen model yağmurlu günlerde kullanım imkanı sunuyor. BrightCapture Teknolojisi sayesinde düşük ışıklandırmada yüksek performans sunarak flaşa olan ihtiyacı azaltıyor. 10 megapiksellik görüntü sensörü sayesinde 3648 x 2736 çözünürlükte fotoğraf ve 640 x 480 video kaydeden u 1000’de ayrıca 3x optik lens (35mm dengi 35105mm) ve 6.4cm genişliğinde LCD bulunuyor. Oyun 2006 başlıyor Türk Zekâ Vakfı, Milli Eğitim Bakanlığı, TOBB, ODTÜ ve TÜBİTAK’ın ortaklaşa hazırladıkları Türkiye 11. Zekâ Oyunları Yarışması başlıyor. Her yaştan insanın düşünme, mantık yürütme ve problem çözme alışkanlıklarını ve yeteneklerini geliştirmeyi amaçlayan Oyun 2006 için Eleme Sınavı 17 Eylül 2006 Pazar gününden itibaren TZV web sitesinde, gazeteler ve dergilerde yayınlanmaya başlayacak. Sorular ayrıca TZV, TÜBİTAK, Üniversiteler ve İl Milli Eğitim Müdürlüklerinden temin edilebilir. Cevapların posta, faks, TZV web sitesi üzerinden veya elden Türk Zekâ Vakfına teslimi için son tarih 27 Ekim 2006 Cuma. www.tzv.org.tr [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle