Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 10 21/9/06 16:42 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK Si ne ma 10 ERDEM KOCA ‘‘Başımızı derde sokan kötü gelişmelerin özünde bilmediğimiz şeyler değil, başımıza asla gelmeyeceğinden emin olduklarımız vardır.’’ Mark Twain Amerika’nın eski Başkan Yardımcısı Al Gore, dünyanın dört bir yanında verdiği seminerlerde Missisippi’li yazardan alıntı yaparken, 2000 yılında George W. Bush’a kaybettiği başkanlık seçiminden bahsetmiyor. Gore, kendi coğrafyamızda gördüğümüz meslektaşlarının aksine uğradığı yenilgiden sonra politika sahnesine kesin olarak veda etti ve yaşamını dünyamızı bekleyen felaket hakkında bilinçlendirme çalışmalarına adadı. Al Gore artık yılın 365 gününü ‘Gezgin Küresel Uyarı Show’u adını verdiği multimedya gösterisiyle küresel ısınma sorununu gündemde tutmaya çalışarak geçiriyor. Bu çabadan esinlenen ‘An Inconvenient Truth’ (Rahatsız Edici Bir Gerçek) adlı belgesel Amerika’da gördüğü yoğun ilgiden sonra ülkemizde de gösterime girmeye hazırlanıyor. Al Gore’a göre insanlık, adına dünya denen bir zaman ayarlı bombanın üzerinde oturuyor, bombanın saati de 10 yıla kurulu. Bilim adamlarının büyük çoğunluğunun belirttiği gibi, dünyamızın iklim sistemini zincirleme şekilde etkileyecek büyük felaket için önümüzde sadece 10 yıl var. Üstelik bu bombanın dinamitini de fitilini de kendi ellerimizle yerleştirdik; aşırılık gösteren hava koşulları, seller, kuraklıklar, salgın hastalıklar ve öldürücü hava dalgaları kurduğumuz medeniyetlerin bir yan etkisi. Filmin yıldızı Al Gore için çevre aktivistliği yeni edindiği bir emeklilik hobisi değil; henüz idealist bir üniversite öğrencisiyken gelecekteki büyük çevresel krizi ilk görenlerden birisiydi, 1970’lerin sonunda seçimleri kazanarak ABD Temsilciler Meclisi’ne girdikten sonra Amerikan Kongresi’nde konuyla ilgili ilk oturumu da o organize etti. 1980’li yıllardan itibaren ise diğer ülkelerin liderleriyle görüşmeler yaptı, 1992 Rio de Janeiro Dünya Zirvesi ve 1997 Kyoto Protokolü müzakerelerine katıldı. 2000 seçimlerinde aldığı yenilgi sonrasında beklenmedik bir şekilde siyaset sahnesinden ayrıldı ve kendini yollara verdi. Bunu yenilginin acısıyla her şeyden uzaklaşıp inzivaya çekilmek amacıyla değil aksine yüzlerce insanın önüne çıkıp seminerler vermek için yaptı. ‘Dünya çapında acil durum’ olarak nitelendirdiği küresel ısınma sorununu çarpıcı gerçeklerle dile getirirken, oldukça esprili, ilgi çekici ve açık bir üslup kullandığı multimedya gösterisini 1000’den fazla kez sergiledi. Gore’un Los Angeles ve New York’daki kapalı gişe gösterisinin izleyicileri arasında çevre aktivisti Laurie David ile film yapımcısı Lawrence Bender de bulunuyordu. David, izlediği seminerden ve Gore’dan derinden etkilendi; ‘‘Bu konuda 40 yıldan fazla süredir araştırma yapmış birisi olarak şunu söyleyebilirim ki küresel ısınma konusunu şimdiye dek hiç kimse, asla göz ardı etmememiz gereken hayati uyarıyı yapmak için ülkeyi baştan başa dolaşan Al Gore’dan daha iyi anlayamadı, net şekilde ifade edemedi.’’ Film yapımcısı Lawrence Bender ise bu seminerlerin daha büyük kitlelere ulaşması için düşünmeye başladı; ‘‘Gore’un yaptığı prezentasyonu izlediğim andan itibaren büyüleyici bir filme temel oluşturabileceğini düşündüm. Al Gore’un gündeme getirdiği üzücü gerçeğin çok daha büyük çapta deneyimlenmesi gerektiğinde hepimiz hemfikirdik.’’ Hemen harekete geçen ikili, film endüstrisindeki yakın dostları olan Clio ödüllü yazar/yönetmen Scott Z. Burns ile ‘Good Night and Good Luck’ ve Bu hafta gösterime giren tek Türk filmi olan Kardan Adamlar, karakterlerin iç dünyalarına yaptığı yolculukla kendilerini keşfetmelerini anlatan bir dram. Aytan Gönülşen’in ilk uzun metraj denemesi olan filmin başrollerini Hazım Körmükçü ve Ogün Kaptanoğlu üsteniyorlar. İş ortağı olan Levent ve Can, önemli bir müşterileriyle anlaşma yapma amacıyla, soğuk bir kış günü şehirlerarası bir yolculuğa çıkarlar. Macera düşkünü Can, Levent’in uyuyakalmasını fırsat bilerek otoyoldan sapar ve kar kaplı dağ yoluna girer. Bir süre sonra kara saplanan araçlarını terkeden ikili hiç bilmedikleri bir dünyada hayatta kalmaya çalışırken bir yandan da birbirlerini ve yaşamla ilişkilerini sorgularlar. ? Kardan Adamlar ? Click 107 dakikalık Amerikan yapımı bir fantastik komedi olan Click’in yönetmeni Frank Coraci. Aşk Sarhoşu’ndan Adam Sandler, Underworld’den Kate Beckinsale ve usta aktör Christopher Walken’ı biraraya getiren Click’te Kara Şimşek David Hasselhoff da rol alıyor. Karısına ve iki çocuğuna bağlı bir baba olan Michael, tam anlamıyla bir işkoliktir ve ailesine yeterince zaman ayıramaz. Uzun süren bir mesaiden sonra evine gelen Michael, televizyonu çalıştıran kumandayı bulamaz ve tüm elektrikli aletleri çalıştıran bir kumanda almak için elektronik mağazasının yolunu tutar. Bulacağı kumanda ise sadece aletleri değil tüm hayatını kontrol etmesini sağlayacaktır. ??????????????????????????????????? Al Gore’dan rahatsız edici bir film ‘Syriana’ gibi muhalif düşünce odaklı filmlerle beğeni toplayan Participant Productions’tan Jeff Skoll’la temasa geçtiler. Küresel ısınma gerçeğini politik bir sorun olarak değil ahlâksal bir zorunluluk olarak yansıtan Al Gore’un oy isteme kaygısı taşımadan elini taşın altına koymasından etkilenen ekip; kısa sürede eski Başkan Yardımcısı ile bir toplantı organize edip bir belgeselin odağında yer alması için ikna ettiler. ‘An Inconvenient Truth’un yönetmenliğini Davis Guggenheim üstlendi. Guggenheim, Al Gore’un konuşmalarının ardındaki bilimsel gerçekleri öğrendikçe konuya daha çok ilgi duymuş; ‘‘Bir film yönetmeninin en büyük hayali, en başta kendisinin ilgisini çekecek ve ‘Bu filmi mutlaka yapmalıyım’ dedirtecek kadar ilginç bir konu bulmaktır. Hayatım boyunca bundan başka hiçbir film çekmesem bile, sadece bu öyküyü anlatmakla çok büyük iş yapmış olacağımı hissettim.’’ Film küresel ısınmanın yanısıra Al Gore’un hayatını da konu ediniyor. Gore’un kendisini çevre sorunlarına adamasına sebep olan üç önemli olay vardı; küçük oğlunu ölümün eşiğine getiren araba kazası, kızkardeşinin akciğer kanserinden ölümü (ki Gore ailesinin tütün üretimi yapılan çiftliklere sahip olması düşünüldüğünde ortaya ironik bir tablo çıkıyor) ve Bush’a karşı yarıştığı 2000 Başkanlık seçimleri kampanyasında aldığı tarihi yenilgi. Filmin yapımında karşılaşılan zorluklardan birinin doğrudan doğruya anlatılan konuyla bağlantılı olması da ekibin motivasyonunu arttırdı. Yönetmen Davis Guggenheim, Katrina kasırgası sırasında yaşananları şu sözlerle anımsıyor; ‘‘Filmin çekimlerini yaptığımız sırada meydana gelen Amerika tarihinin en büyük doğal felaketi, Al Gore’un yapmakta olduğu uyarıların ne kadar haklı olduğunu gözler önüne seren bir kanıt gibiydi. Küresel ısınmanın işlerini nasıl etkilediği konusunda sigorta endüstrisinin yetkilileriyle görüşmek üzere New Orleans’a gitmeye hazırlandığımız günlerde Katrina kasırgası patlayınca görüşme iptal edildi. Sadece bu ironik olay bile, üzerinde konuştuğumuz konunun teoride kalmadığını, böyle felaketlerin her an olabileceğini gözler önüne seriyordu.’’ Filmin odak noktasında şok edici görüntüler bulunuyor; Afrika’daki Kilimanjaro ve Asya’daki Himalaya dağlarından elde edilen son görüntüler, gezegenimizin en büyük buzullarının dramatik bir hızda eridiğini göstermekte ve son 14 yıllık dönemde kaydedilen tarihin en yüksek sıcaklık düzeyleri devam ettiği sürece önümüzdeki 10 yılda tamamen erimeleri sürpriz olmayacak. Filmde yüksek sıcaklık düzeyinin etkisiyle çok daha hızla kabaran okyanuslar, daha şiddetli vuran kasırgalar, yağmur düzeninin değişmesi sonucunda sel ve kuraklıkların artmasıyla salgın hastalıkların dünya çapında yayılması gibi gerçekler bilimsel kanıtlara dayandırılarak yer alıyor. Gore’un ısrarla üzerine gittiği bir başka konu ise bu konuda hiçbir şey yapılamayacağı yanılgısı. Endüstri ile çevrenin birbiriyle daima savaş halinde gösterilmesine şiddetle karşı çıkan Al Gore, enerji tasarrufu, karbon ağırlıklı teknoloji ve alternatif enerji kaynakları gibi alanlara ağırlık verildiği takdirde endüstri ile çevrenin yeniden dost olabileceğini; bu sayede yıkımın boyutunun değişeceğini ve gezegenimizin sağlığının yeniden restore edilebileceğini gündeme taşıyor. Belgeselin Sundance Film Festivali’ndeki olay yaratan galası sırasında 3 kez ayakta alkışlanmasıyla başlayan olumlu hava Amerika’daki sınırlı gösterimine rağmen 23 milyon doların üstünde gişe hasılatı yapmasıyla sürdü ve en çok izlenen üçüncü belgesel oldu. Ülkemizde 10 Kasım’da gösterime girecek belgeselin fragmanı www.climatecrisis.net adresinden izlenilebilir. ?????????????????????????????? Duygudan da öte Ae Fond Kiss/Yönetmen: Ken Loach/Senaryo: Paul Laverty/Kamera: Barry Ackroyd/Müzik: George Fenton/Oyuncular: Atta Yagub, Eva Birthistle, Shamshad Akhtar, Ghizala Avan, Shabana Baksh Sunna Mirza, Anmad Riaz, Shy Ramsan/İngiltere 2004 (Özen Film). Çirkin kurbağayla kokulu gâvur kadının aşkı! SUNGU ÇAPAN Looks and Smiles’dan (Bakışlar ve Tebesümler, 1981) Fatherland’a (Atayurdu, 1986), Hidden Agenda’dan (Gizli Dosya, 1990) Riff Raff’a (Ayak Takımı, 1991), Land and Freedom’dan (Ülke ve Özgürlük, 1985) Carla’s Song’a (Carla’nın Şarkısı, 1996) kadar genellikle ele aldığı konuları bakımından toplumsal gerçekçi sınıflandırılan filmleriyle, dünya görüşünden ödün vermeksizin, hümanistliğine ve idealistliğine halel getirmeksizin, 40 yıldır saygın bir isim yapan, 1936 doğumlu İngiliz yönetmen Ken Loach, usta nitelemesini gerçekten hak eden, gözde sinemacılarımızdan biri olageldi ötedenberi. Oxford’da hukuk eğitimini tamamlayınca 1963’te girdiği BBC’ye çektiği ve belgesel kurmacayı harmanlayan anlatım tarzıyla dikkati çeken, hatta televizyon dramasında çığır açan televizyon film ve dizilerinin ardından 1967’de ilk filmi Poor Cow’la sinema kariyerini başlatan Loach’un o tarihten günümüze 39 yılı bulan, inişliçıkışlı ama verimli kariyeri, genelde gündelik hayatın gerçeklerini fon alan aile dramalarıyla, hem tutucu sağın baskılarına karşı çıkan hem de solun bağnazlığını, aymazlığını eleştiren, muhalif, militan filmlerden oluşur bilindiği gibi. Ustanın yeniden canlanarak üretkenleştiği 1990’lı yılların yapımı olan ve konularını bütün umutlarını daha yitirmemiş emekçi kesimin mücadelesinden seçen, işsizliğe, yoksulluğa ve sınıfsal sorunlara kamera tutan filmlerindeki düz, gerçekçi, yer yer mizahî, yalın ve içten anlatımıyla sıradan seyirciye de, burnundan kıl aldırmaz eleştirmene de anında ulaşır Ken Loach sineması. Loach’un son Cannes Festivali’nde Altın Palmiye’yi götüren The Wind That Shakes The Barley’den önceki filmi Ae Fond KissDuygudan Da Öte, geleneksel aile bağlarına ve katı dinsel inançlara karşı sonunda aşkın galip gelidği, 11 Eylül teröründen beri tüm batıyı sarmış İslamophobia’nın gölgesinde kotarılmış, günümüzden bir köken ve kültür çatışmasını hikaye ediyor, humor ve ironiyle karışık. Dün gösterime giren ve adını İskoçyalı şair Robert Burns’ün aşka ağıt düzdüğü bir şiirinden alan Ae Fond KissDuygudan Da Öte’de medeniyetler çatışmasının karanlığından sıyrılmaya bakan, iyimser bir aşk hikayesiyle Ken Loach tarzı bir romantik komedi arasında gidip gelen bir denemeye imza atmış usta bu kez. giriştikleri mücadeleyi aktarıyor özetle. 40 yıl önce geldiği İngiltere’de, tıpkı bizim Alamancılar gibi kendi dinine, kültürüne sıkı sıkıya bağlı kalarak çalışıp çabalamış, iki kız bir oğlan yetiştirmiş babasıyla annesinin bir an önce güzel kuzen Jasmine’yle (Sunna Mirza) baş göz etmek istediği Kasım için her zaman namazında niyazındaki babası bahçeye küçük bir yuva bile inşa ediyor, kendi evine çıkıntı. Jasmin’le evlenmeye önceleri sıcak bakmasa da sessiz kalan Kasım, gazetecilik eğitimi için aileden uçup Edinburgh’a gitmek isteyen kızkardeşi Tahire’nin (Shabana Baksh) okulundaki müzik öğretmeni Roisin’e tutulup ateş bacayı sarınca bu MüslümanHıristiyan aşkı, toplumsal, kültürel farklılıklardan, dinsel tabu ve önyargılardan kaynaklanan birtakım aşılmaz engellere takılacaktır giderek. Katolik bir gelini asla kabul etmez ailesiyle Roisin arasında bir tercih yapması kaçınılmazdır Kasım’ın. Bu kararsız Kasım’ın bir karara vardığı, mutlu bir finale bağlanan, Ken Loach usulü romantik komedi denemesi, çocukların velayetini elinde tutmak için çırpınırken ikamet izni sorunlu, Latin Amerikalı bir göçmenle de aşk izdivacı yapan bir İngiliz annenin iç burkucu melodramını anlatan, ustanın 1994 Berlin Festivali’nde seyrettiğimiz Ladybird Ladybird’üni hatırlattı bize. GERÇEKÇİ SAPTAMALAR Yine amatör oyuncu kadrosundan iyi verim almasını bilmiş Locah usta, yasak aşkın kahramanlarını oynayan, kuzgunî çirkin kurbağa Atta Yaqub’la, kokulu sarışın gavur karı Eva Birthistle’ın kimyalarının tuttuğu pek söylenemese de. Karşıt din, ırk ve sınıftan kahramanlarına tarafsızca ba kan hümanist yönetmenin, kızını burs kazandığı Edinburgh’a göndermek istemeyen, doğulu dindar babayla Roisin’i kesinlikle Müslümanla evlenemezsin diye, azarlayan, tehdit eden batılı papazı aynı hoşgörüsuz, katı, tutucu zihniyette sergilediği, her zamanki gibi gerçekçi saptama ve gözlemlerle çekici kılınmış, 2004 yapımı Duygudan da Öte’nin içerdiği karşılıklı hoşgörü, anlayış ve uzlaşma mesajlar da çok iyi bir film olmasına yetmiyor sonuçta. Yaş 70 ama işi bitmemiş Loach ustanın hafiften kendini tekrarladığı, kuşkusuz en başarılı filmleri arasında yer almayacak bu sondan bir önceki çalışması orta karar bir Ken Loach filmi alttarafı. Ancak ilgiyle izleniyor Ae Fond KissDuygudan da Öte. Hatta, babası Hitler’in yakın arkadaşlarından olan Alman Papa 16. Benediktus’un Hz. Muhammed’e ilişkin kısa bir süre önce verdiği ‘ateşe benzin döken’ demeciyle tırmandırılan, ufuktaki HıristiyanMüslüman çatışması tehlikesine vurgu yapmasıyla daha bir anlam kazandığı de söylenebilir. Locah ustanın, globalleşen kapitalizmin işçi sınıfını nasıl ezdiğine ilişkin Demiryolcular ve şiddetle içiçe yaşayan, Glasgowlu işsiz güçsüz yeniyetmeler üstüne Sweet Sixteen gibi 200’lerin başında çektiği son filmlerinin düzeyinde olmasa da bir çırpıda tüketilen Ae Fond Kiss’den sonra, Altın Palmiyeli son filminin yolunu gözlüyoruz artık. BASKIYA KARŞI VERİLEN SAVAŞ Günümüzün Glasgow’unda geçen Duygudan da Öte, geleneklerine bağlı ailesiyle yaşayan, okumuş üniversite bitirmiş, DC’lik yapan, bir diskobar açma hayalleri kuran, ikinci kuşaktan Pakistanlı, Müslüman göçmen Kasım’la (Atta Yaqub), katolik ama özgür düşünceli, genç yaşta başından bir evlilik geçmiş, çıtı pıtı sarışın İrlandalı Roisin’in (Eva Birthistle), aşkları uğruna ait oldukları dinin, gelenek göreneklerin ve çevrenin katı kurallarına ve baskılarına karşı