22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Si ne ma 10 ASLI SELÇUK Locarno’da İsrail protestosu Cohen beyazperdede Locarno Uluslararası Film Festivali, etkinliğin sponsorlarından olan İsrail Dışişleri Bakanlığı’nı, ülkelerinin Lübnan ve Gazze Şeridi’nde sivilleri hedef alan saldırıları yüzünden festival sponsorları arasından çıkardı. Bakanlık, Geleceğin Leoparları bölümünün sponsorlarından biriydi. 2 Ağustos’ta başlayacak olan festivale katılacak Lübnanlı ve Filistinli sinemacı ve seyirciler yaptıkları açıklamada İsrail’in Lübnan ve Filistin sivil halklarına yaptığı vahşi saldırılar göz önüne alınarak festival sponsorluğundan çıkarılmasını aksi taktirde festivali boykot edeceklerini belirttiler. Bunun üzerine festival yetkilileri Bakanlığı sponsor listesinden çıkardı ancak yorum yapmaktan kaçındılar. Locarno Film Festivali 1946’dan beri İsviçre’nin Locarno şehrinde düzenleniyor. Büyük ödülü Altın Leopar olan festivalde açık hava sinema gösterimleri de yapılıyor. Bu seneki festivale kısa film dalında ülkemizden Umut Aral, Belma Baş ve Fatih Kızılgök katılıyor. Ünlü şair ve şarkıcı Leonard Cohen, bir şarkısıyla aynı adı taşıyan ‘I’m Your Man’ isimli bir belgelesele konu oldu. 72 yaşındaki Kanadalı sanatçı 15 albümün yanısıra şiir kitapları ve film müziği çalışmalarıyla da tanınıyor. Lian Lunson’un çektiği belgesel, sanatçının hayatı ve kariyerini anlatıyor. Belgeselde ayrıca sanatçının dostlarının Sidney Opera Salonu’nda verdiği çok özel bir konserde seslendirdikleri Cohen şarkılarına da yer veriliyor. Leonard Cohen’in yanısıra U2, Nick Cave ve Rufus Wainwright gibi sanatçıların performanslarını içeren yapım şu an Amerika’da gösterimde. ??????????????????????????????????? 18 sinemacının bakışıyla Paris GENÇ KADININ YAŞAM SAVAŞIMI ?????????????????????????????????????? Gena Rowlands, Ben Gazzara, Natalie Portman, Juliette Binoche, Gerard Depardieu, Fanny Ardant, Elijah Wood, Nick Nolte, Steve Buscemi, Maggie Gyllenhaal, Sergio Castellitto, Marianne Faithfull, Willem Dafoe, Miranda Richardson, Bob Hoskins, Rufus Sewell tüm bu adlar Paris, Seni Seviyorum projesinde biraraya geldiler. 18 ünlü sinemacı meydan okuyarak Paris’te bir karşılaşmanın öyküsünü anlatmaya giriştiler. Konunun yaratıcıları Amelie’nin yapımcısı Claudie Ossard, genç yapımcı Emmanuel Benbihy, genç Tv yönetmeni Tristan Carne. Claude Chabrol, JeanLuc Godard, Eric Rohmer’in Paris vu par...(1965) filmi de projeye esin kaynağı olmuş. 60’larda yönetmenlerin dayanışmasını, sinemanın gücünü yansıttığı bu efsane dönemin anısını canlandırmaya Paris, Seni Seviyorum itici güç olmuş. Ama bu kez ön planda ayrımlar, benzersizlikler yer alıyor. Komando harekatı biçeminde çekilen 18 kısa metrajdan oluşan film, kimi kısıtlamaları da içeriyor: İki günlük çekim, filmlerin süresi 5 dakikayı geçmeyecek, doğal mekanlarda çalışılacak, ekonomik davranılacak gibi. İlk filmi Tom Tykwer Faubourg Saint Denis’de Natalie Portman’la çeker, üstelik Tykwer’in bölümü True (Gerçek) başlığıyla uzun metraj olarak Berlin Film Festivali’nde (2004) yarışır. Bu bölümle görücüye çıkan yapımcılara ikinci evet Coen Kardeşler’den gelir. Ocak 2005’te Amelie filmine de mekan olan Tuileries metrosunda oyuncuları Steve Buscemi ile çalışırlar. Tykwer ve Coen’lerden sonra öteki yönetmenler hızla bulunmaya başlanır. Quartier de la Madeleine’de Kanadalı Vincenzo Natali, Yüzüklerin Efendisi Frodo’su, Elijah Wood’u kaldırıma yatırtır, oyuncunun başından yeşil bir sıvı çevreye yayılmaktadır. Bedava çekim sağlayan Galeries Lafayette mağazaları önünde kaybolan genç turist uzun dişli bir gece yaratığınca ısırılmıştır. Frederic Auburtin’le Gerard Depardieu’nün yönettiği Quartier Latin’de John Cassavetes’in iki unutulmaz oyuncusu Gena Rowlands’le Ben Gazzara yıllar sonra yeniden birliktedirler. Rowlands, senaryoya katkıda bulunan tek oyuncudur. Brezilyalı Walter Salles, 16. Bölgenin Dışında’da banliyö dekorunu seçmiştir. Ona göre kentin dekoru banliyö ile başlar. Kolombiyalı kız (Catalina Sandino Moreno) çocuğunu Bobigny’e bıraktıktan sonra başka bir çocuğa bakmak için 16. bölgeye gelir, yaşamını çocuk bakıcılığı yaparak kazanmaktadır. ‘‘Genç kadının gündelik yaşam savaşımını nutuk atmadan göstermeyi seçtim, bunlar duyumsanacak şeyler’’ diyor Salles. Montmartre’da oyuncuyönetmen Bruno Podalydes, arabasını park ettiği yeri bir türlü bulamayan bir adamı canlandırıyor. Bu varoluşçu arama onu boş geçen duygusal yaşamını düşünmeye yöneltiyor. Bu komedisinde Podalydes çeşitlilikle uğraşıyor. Gus Van Sant, Le Marais’de eski şarkıcıoyuncu Marianne Faithfull’la genç oyuncu Gaspard Ulliel’i karşılaştırıyor. Belleville’de Randevu’nun yaratıcısı Belçikalı Sylvain Chomet yine bir animasyon yapmak istiyor ama yüksek bütçesinden ötürü vazgeçerek Eyfel Kulesi’nde ilk kez gerçek oyuncularla çalışıyor. Hızlı ve Öfkeli: Tokyo Yarışı ve Süpermen Dönüyor... Perdede görsel şölen Gösterime dün giren ‘Hızlı ve Öfkeli: Tokyo Yarışı’ (The Fast and The Furious: Tokyo Drift) araba sevdalılarını, geçtiğimiz hafta sinemaseverlerle buluşan ‘Süpermen Dönüyor’ (Superman Returns) ise çizgi roman tiryakilerini salonlara çekebilecek, senaryosu kısmen boş, görseli çok hoş yapımlar olarak adlandırılabilir. Efektlerle süslü her iki filmin de heyecan ve aksiyon dozu yüksek... ALPER TURGUT Tokyo’da kıran kırana yarış Hızlı ve Öfkeli serisinin üçüncü filmi olan Tokyo Yarışı, Tayvanlı genç yönetmen Justin Lin’in elinden çıkma bir yapım... (Los Angeles, Miami derken şimdilik son durağımız Tokyo) Senaryosunu Chris Morgan’ın yazdığı bu senenin mahsulü 104 dakikalık filmin müziklerini ise Brian Taylor bestelemiş. Yönetmen ile birlikte ilk iki filmde yer alan oyuncu kadrosunun da tamamen değiştiği göz önünde bulundurulursa, ‘Kill Bill’in katana ustası Hattori Hanzo mahlaslı yıldızı Sony Chiba, ‘Jarhead’ adlı yapımda yeteneğini konuşturan Lucas Black ve arabalar dışında Tokyo Yarışı’nda ilgi çekecek pek de bir şey yok. Özetle, teknolojiden son sürat yararlanabilen, kurgusal teknikleri yapıtlara yedirebilen bu yeni nesil filmler, genç izleyicileri büyüleme uğruna devam filmi çekmenin de suyunu çıkarıyorlar. ABD’de gençliğinin de verdiği hız tutkusuyla araba parçalama rekoru kıran Shaun Boswell’in, yasadışı yarışlar nedeniyle başı polisle derttedir. Üstüne üstlük anne de hapse düşmesi kaçınılmaz görünen oğluyla uğraşmaktan bıkınca Shaun’a Japonya yolu görünür. Dünyanın en büyük ve en kalabalık kenti olan Tokyo’da görevli asker babasının, insanların iç içe yaşadığı fakirhanesinde soluğu alan Shaun’un ilk işi ise koleje kaydını yaptırmaktır. Sıkıntıdan patlayacağını düşünen adrenalin bağımlısı kahramanımız, kendi ülkesinden dahi tehlikeli yarışların yapıldığı bir ortamla karşılaşır. Keskin virajlar dışında Shaun’un bir başka derdi de vardır: Japon mafyası Yakuza’lar... Bir de suç örgütü liderinin yeğeninin sevgilisi Neela’ya aşık olmasıyla her şey arapsaçına döner. Filmden geriye ise, son model spor otomobillerin Uzak Doğu’daki gövde gösterisi kalır, batı özentisi gençlerce kullanılan... Süpermen döndü Tam 68 yıl önce okuyucularıyla buluşan Süpermen, iki yıl önce yitirdiğimiz bahtsız Christopher Reeve şahsında insani bir cisme bürünmüştü. 1978’de başlayan Süpermen filmleri ve dizileri furyası (Supergirl, Superboy dahil), bugüne dek aralıksız sürdü. Olağan Şüpheliler ile yine çizgi romandan devşirme Xmen filmlerinden ilk ikisini kotaran yönetmen Bryan Singer, Reeve’siz yeni Süpermen’i (bu arada Süpermen yönetmenin en sevdiği süper kahramanmış) hayata geçirmek için Michael Dougherty ve Dan Haris’in senaryosundan yararlanmış. 154 dakikalık filmin başrollerinde yeni süper kahramanımız Brandon Routh, bir gözü mavi diğeri kahverengi güzeller güzeli Kate Bosworth (Lois Lane) ile kötü adam Lex Luthor’u canlandıran Oskar sahibi Kevin Spacey yer almış. Gezegeni Kripton’a duyduğu hasret Süpermen’i beş yıllığına uzaklaştırmıştır. Yokluğunda kötülüğe gün doğmuş, suç ve suçlu sayısında patlama yaşanmıştır. Önce dünyaya ilk düştüğü ve çocukluğunu geçirdiği Smallville kasabasına ardından da gazeteci Clark Kent kimliğiyle tebdili kıyafet gezdiği Metropolis kentine dönüş yapar. Azılı düşmanı Lex Luthor, cezaevinden çıkmıştır ve yeni planlarıyla (korkunçtan ziyade komik) dünyaya sahip olma düşüne kaldığı yerden devam ediyordur. Clark Kent, Daily Planet’de birlikte çalıştığı başarılı gazeteci ve biricik aşkı Lois Lane’i ise Süpermen’den nefret eder halde bulur. Çelik adam artık uçmalı, hem kötüleri engellemeli hem de aşkını tekrar kazanmalıdır. American Gangster, devleri buluşturuyor ERDEM KOCA Universal Pictures’ın yeni filmi American Gangster için çok özel bir kadro biraraya geliyor. Filmde yönetmenliği Ridley Scott, yapımcılığı Brian Grazer, senaryoyu Steven Zaillian, kurguyu Pietro Scalia, başrolleri ise Russell Crowe ve Denzel Washington üstleniyor. Universal bu kadroyu bir arada tutmayı başarırsa filmin fragmanında ‘‘Oskar ödüllü ...’’ ile başlayacak cümle sayısı en azından beş olacak. Ağustos ayında New York’da çekimlerine başlanması planlanan filmin konusu Mark Jacobson isimli bir gazetecinin New York Magazine’de çıkan bir makelesinden esinlenilmiş; Vietnam savaşı sırasında hayatlarını kaybetmiş Amerikalı askerlerin tabutlarına uyuşturucu saklayarak ülkeye sokan kaçakçı Frank Lucas, Harlem’de krallığını ilan etmiştir. Lucas sonunda dedektif Richie Roberts tarafından yakalanır ve kirli polislerin ayıklanmasında yardımcı olur. American Gangster aslında geçmişi olan bir proje; ilk önce Oliver Stone daha sonra da Antoine Fuqua filmi yönetmek için stüdyoyla anlaşmıştı. Proje, Fuqua ile ilerledi ancak Universal 2004’te çekimden bir ay önce bütçesel nedenlerden dolayı yapımı durdurdu. Bundan iki yıl sonra usta yönetmen Ridley Scott, American Gangster’e yeşil ışık yaktı ve görüşmelere başladı. Sir Ridley Scott kuşkusuz yaşayan en önemli yönetmenlerden biri. bilim kurgu filmlerinden biri olarak gösteriliyor. Daha sonra Thelma & Louise, 1492Cennetin Keşfi, Gladyatör, Hannibal, Cennetin Krallığı gibi birçok başarılı filme imza attı. Filmin yapımını Ridley Scott’ın şirketi Scott Free ile birlikte yürütecek Imagine Entertainment’ın sahibi Brian Grazer aynı zamanda yapımcılığı üstlenmiş. Grazer’ı The Doors, Apollo 13, Liar Liar, 8 Mile ve The Da Vinci Code gibi birçok filmden anımsıyoruz. Başarılı yapımcı, yönetmen koltuğuna Ridley Scott’ı oturtmak için çaba harcayadursun ekibin kalanını usta isimlerden oluşturmayı başardı. American Gangster’in senaryosu Uyanışlar, Schindler’in Listesi ve New York Çeteleri gibi filmlerden anımsadığımız bir diğer oskarlı sanatçı Steven Zaillian’a ait. Filmin montajını yapacak Pietro Scalia ise daha önce birçok filmde Ridley Scott’la çalışmış, Kara Şahin Düştü’yle Oskar almıştı. American Gangster’in başrollerinde uyuşturucu kaçakçısı rolünde Denzel Washington, dürüst polis rolünde ise Russell Crowe rol alıyor. İkili daha önce Virtuosity isimli filmde birlikte çalışmışlardı. Avustralyalı aktör Crowe, Michael Mann’in Köstebek’iyle Oskar’a aday olmuş, sonraki yıl Gladyatör ile ödülü kazanmıştı. Tüm kariyerinde, canlandırdığı iyi karakterlerle ünlenen Denzel Washington ise kirli polisi oynadığı Training Day’de tüm kritiklerin övgüsünü kazanmıştı. BANLİYÖLERDE HAYKIRAN GENÇLER Pigalle’de Richard LaGravanese, Fanny Ardant’la Bob Hoskins’i, PereLachaise’de Wes Craven, Emily Mortimer’la Rufus Sewell’i, Place des Victoires’da Nobuhiro Suwa’da Juliette Binoche’la Willem Dafoe’yu biraraya getiriyor. Başı bağlı Fransız kıza aşık olan delikanlının öyküsünü Quais de Seine’de anlatan Hint kökenli İngiliz yönetmen Gurinder Chadha: ‘‘Fransa’nın geleceğiyle ilgili bir film yaptım. Banliyöde bu ülkenin kendilerine ait olduğunu haykıran bir kuşak var. İngiltere’de de durum aynı. Ben, İngilizlerin kimliklerinin bu kültür karışımından oluştuğunu doğrulayan filmler yapıyorum’’ diyor. Chadha, burada nasıl yaşanacak sorusunu soran insancıl öyküsü için Paris Cami’sinin önünü seçmiş. Meksikalı Alfonso Cuaron’un, Nick Nolte ve Ludivine Sagnier’li Parc Monceau’su filmin plan sekans olarak çekilen tek kısa metrajı. Katalan Isabel Coixet, Bastille’deki sebzemeyva pazarında melankolik şekilde dolaşan bir adama(S. Castellitto) odaklanır. Kalabalıkta gözü kırmızı pardesülü kadına takılan adam, yitirdiği aşkını anımsatan bu gizemli kadını izlemeye başlar. Yaşamın ufak işaretler verdiği anları arayan Coixet: ‘‘Paris’te de Kuzey Amerika’da da olsanız hep aynı filmi çekiyorsunuz’’ diyor. Wong KarWai’nin Aşk Zamanı, 2046 filmlerinin başarılı görüntü yönetmeni Avustralyalı Christopher Doyle, Porte de Choisy’deki egzotik Çin Mahallesi’nde çalışmayı yeğlemiş. Alexander Payne, 14. Bölge’sinde oynayan 54 yaşındaki Teksaslı Margo Martindale (Milyon Dolarlık Bebek’te Hilary Swank’ın annesiydi) Paris, Seni Seviyorum’un son yüzü. Aralarında uyumlu akışı olan 18 kısa metraj, 24 saat uyanık Paris kentinin çok kültürlülüğünü olduğunca yansıtıyor. Böyle çekici bir proje için darısı olağanüstü bir kent olan İstanbul’umuzun başına diyelim. Televizyon ve reklam dünyasındaki başarılı kariyerinden sonra sinemaya yönelen Scott, The Duellists ile başladığı yolda Alien ve Bladerunner gibi iki kült film yaratarak birden gündeme oturdu. Özellikle Bladerunner hala tüm zamanların en iyi HAFTA SONU 10 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle