21 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 29 TEMMUZ 2006 CUMARTESİ ü yk Ö Armuda hücum Burada ne zaman köklendiğimi AYŞE sormayınız, çünkü kendim de bilmiyorum. bağrımda yükselen armut ağacının KİLİMCİ Ama nasıl bittiğini hatırlıyorum. Epey yaş aldığım sıralardı, küçük bir çocuk yediği meyvanın çöpünü mezarların üstüne atamayıp gövdemdeki el kadar açıklığa bıraktı. Birikmiş gazelin ve kalbimin sıcaklığıyla, yağmurlarla şıvga sürdü çekirdek ve inanmayacaksınız, meyva da verdi, armutmuş meğerse. Ama hikâyedeki armut benim kalbimde biten armut değil, hayır. Büyük bir armut bahçesindeki ürünün, hakkı olmayanlar tarafından zorla kaldırılmasının hikâyesi bu, armut hırsızlığının peşisıra bir başka masalın. Bağrımda biten armut ağacım gibi, dibimde biten insanlarım da var benim. Farklı zamanlarda getirilip, dibimde toprağa verilenler. Aslında şu gördüğünüz koca mezarlık, yüz yıldan bu yana hizmet veriyor. Son zamanlar gömüye kapatıldıysa da, arada hırsızlama gömme yapıldı, yapılmadı değil. Şimdi de şehrin tam ortasında kaldığımız için, nakli hane yapacaklar. Onlar götürülünce ben ne olacağım, bilemem. Duyduğumuza göre mezar sahiplerine durum bildirilmiş. Herkes hazırlığını yapmış, hepsi yerinden alınıp yeni yerlerinde, ikinci kere toprağa verilecek. Gerçi onlara ölü diyen, cansız gibi davranan siz yaşayanlarsınız ve fena halde yanılıyorsunuz. Bizim için onlar olmayan ülkenin kişileri ve inanmayacaksınız ama hala canlılar. Sizin anlayamayacağınız bir boyut ve biçimde yaşıyorlar. Kimi zaman siz yaşayanlara bunun ipuçlarını veriyorlar, ama, alan hani? Bir ses, bir koku, bir şarkı, uzaklardan geliveren. Hatta anlık görüntüler, bilinç çakışması, zamanlar sarmaşması. Gerçek bir yokluk nasıl sözkonusu olabilir, şu dünyayı onurlandırmış, orada yaşayıp gülmüş, sevmiş, ömür dediğiniz çarkı feleğin içinden geçmiş kişiler için? Benimkiler hem dünya değiştirdiklerinin farkındalar, hem de siz yaşayanların, hem önceden olan bitenin hem şimdinin. Gömülürken başında insanı hocası olmayanlar bile, talkına gerek kalmadan dünya değiştirdiğini fark ediyor. Leh tahtasına başını vurunca görüyor insanoğlu. Benimkilerin hepsi geride bıraktıkları işlerin peşine düşüp, sahiden öldükleri faslını geçiştirdiler. O yüzden işleri biraz daha kolay, bana sorarsanız. Benim boy attığım, onlara gölge verdiğim kısım, kimsesizler mezarlığı. Sahipsiz, kimliksiz ya da kimliği ve adı hükümsüzlerin yeri, anlayacağınız. Benimkiler bir avuç insan, biri dışında. O biri de tam insan sayılmaz, manken diyorsunuz, alçıdan dökülmüş bir kadın. Onu bu yakınlarda oturur Hayırlı getirip gömdü. Bu Hayırlı’nın ana babası buralara ilk gecekonduyu yaptıydı. Sonradan oğlana n’olduysa, malihülyalara düştü, şehirle baş edemedi. Oğlan, aygün çiçeği gibi kendine kapandı. Sevgili diye de bu alçıdan kadını sırtlayıp geldi birgün, gördüm. İlk benim dibimde soluklandıydı o vakit, gecenin karasının içinde o bembeyaz alçı kadın bi tuhaftı. Üstünde siyah, dantel iç çamaşırları. Dantel konçlu uzun çoraplar, jartiyer. Yüze benzer bi şey vardı, saçları da bi kucak. Epey arkadaşlık ettiler, odasında sedirin altına sakladı onu. Sonra da artık hayat Hayırlı’ya yüzünü gösterince bu alçı kadından vazgeçti. Getirdi gizlicene gömdü, çöpe atsa soracaklar tabii... Alttakilerden... biri, o en eskisi, asker kaçağı. Kurtuluş Harbi’nde korkup kaçan bir asker. Ötekisi sivil olduğunu söylüyor, ama, ben biliyorum, işkenceci o, mesleği bu. Hani var ya, şeyde, ötsünler diye hani bi işler ediliyor ya insanlara, vatan için, vatan için. Fazla konuşamayacağım. Biri destancı, ben onu pek severim, çünkü bana aşağıdan hikâyeler söyler. Onun da işi bu imiş, yaşarken. Hoş, hala aynı işi yapıyor rahmetli. Ben de ona yukarının hikâyesini anlatıyorum, o sözü benden kapıyor, diğerlerine anlatıyor, yakışığıyla. Bu armutçu var işte, gizlice gömüldü, gömüye kapalı mezarlığa. Bunlar gelmişler bütün bir köy, doğudan. Yarıya kiralamışlar tarlayı çubuğu bağ kulesini. Memleket sıcak, yaşaması ucuz, hısım akraba bir aradasınız, daha ne istersiniz? İnsan hükmüne alınmak mı istediniz? İnsan değildiniz de ne idiniz a yavrum? Af buyur heyvan mı? Heyvan olur mu vatandaşsınız hepiniz. ‘Adamın çokluğu, peksimetin kıtlığı, başka ne olacak? Tümen tümen doğururlarsa, olacağı bu...’ ‘Sivil sivil, sus sen!’ ‘Sivil amca, açın amanı, tokun imanı olmaz, bilir misin?’ ‘Çalışsaydınız üstadım, elinizi tutan mı vardı?’ ‘Çalıştık, olmadı.’ ‘Besmeleylen koyulaydınız işe, bakın nasıl bereket dökülürdü önünüze...’ ‘Ne yapmış bu armutçu, biriniz söyleyiverin bana?’ ‘Sen sus sen, asker kaçağı! Hoş, senin gibisi pek çoktu ya, onlar sonradan kendilerini kahraman diye satmasını bildiler. Sen gene dürüst imişsin, korktum deyip kaçmışın. Yakalanmışın, gene kaçmışın. Sonunda kurşunu yemişin.’ ‘Şehit sayılmam ağam, değil mi?’ ‘Hıı, o kadar ucuzudu şehadet. Sen benim elime düşecektin ki, ah, bak, neden kaçtın lan, ümmeti Müslüman kırılır,ölümün üstüne üstüne giderken ooh, kaç kurtul. Kurtuldun işte!’ ‘Pişmanım, bak kaç yıl kaç ömür geçti üstünden, inan hala korkuyorum, n’apayım elimde değil, insanız...’ ‘Ölenler de insandı?’ ‘Arkadaşlar, ben o Çanakkale’de Ölen Tümenin acı hatırası, zalım destanı’nı bir okurdum, inan olsun, insanlar para denkleyip iki sayfalık destanı almaya önümsıra kuyruk olurlardı...’ ‘Niye okurdun? Şarkı mı okurdun?’ ‘Ne şarkısı şaşkın kaçak, destan okunur. Ama öyle usulüyle dadıyla okuyacaksın Ki, cümlenin yüreği kalkacak, gözünden yaşlar inecek. Destan öyle okunur. Hele de savaşta çarpışan yiğitlerin, sahici erkeklerin şehadeti destanı...’ ‘Ben sahicisinden değil miyim?’ ‘Değilsin elbet, adamdan sayılmazsın sen, aslında kurtuluşu için tek kurşun atmadığın bu vatanın toprağının altı da haram sana...’ ‘Haklısın... Senin işin çok şerefli, haklısın. Keşke kulağımdan tutup cepheye salacaklarına, senin işini tuttursalardı bana. Vatan için adam öttürmesi daha şerefli helbet.’ ‘Şu kadın hiç konuşmaz mı?’ ‘O kadın değil, o alçıdan dökülmüş.’ ‘Üstündekiler ne güzel öyle? Hiç böyle güzel çamaşır görmediydim. Bizim kadınlar dizden lastikli içlik giyer, hele o en üstteki afbuyur, o nedir hiç bilemem.’ ‘Boşver, onu bu bizim armutçu da bilemez.’ ‘Yok bilirim, televizyonda gördüm.’ ‘Televizyon ne bilader?’ ‘Sinema gibi böyle insanları gösterttiriyor camında. Konuşup yürüyüp yatıyorlar. Aynı sinema.’ ‘Sinema ney birader?’ ‘Amaan, sana her şeyi anlatacaksak, yandık.’ ‘Çok zamanımız var, çok, her şeyi anlatırız sana.’ ‘Destan mühim iştir, destancılık da en mühim iştir. Akıllı olacaksın, ezberin iyi olacak. Sır tutacaksın. Kulağın da iyi olursa daha iyi, arada şarkılı türkülü söylemen gerekebilir. Artık destancı kalmadı memlekette, biz sonunculardık.’ ‘Bizi de destan yapıp okudun mu birader?’ ‘Çanakkale içinde, aynalı çarşıda ölenlerin destanını okudum, ama, seninkini okumam. Kurtuluş savaşından tüyen korkakların destanını kimse okumaz bizim memlekette.’ ‘Armut destanı olur mu peki?’ ‘Olmaz! Baksana, adam armut yoluna Niyazi oldu.’ ‘Neydi derdin be bilader?’ ‘Bize iş vermediler, aş vermediler, toprak vermediler.’ ‘E, bize de vermediler. Biz çalıştık, elimiz ağzımıza yetti.’ ‘Biz çalışamadık da, konuşamadık bile!’ ‘Niye konuşamadın? Ağzını mı tuttular?’ ‘Bizim dil geçmezmiş’ ‘Niye? Kalp para mıymış sizin dil?’ ‘Ne bileyim yaa... Bana dedi ki büyükler, haydin, madem onlar bişey vermiyor, hadi gidip biz kendimiz alalım...’ ‘Sonra?’ ‘Gittik, aldık.’ ‘Nasıl?’ ‘Sopayı silahı aldık, yürüyün millet, müslümanın malı ortak, dedik.’ ‘Ortak mıymış?’ ‘Yok, değilmiş...’ ‘Adamlar da kendince haklı. Tutunamayanlar hep buralara aktı.ƒ Zamanında Özal öyle dediydi biz de kandık. Koptuk, kalkındık, geldik. Ama, konamadık, ne çare... Kendi hülyalarına kananlar yazının yabanın adamını hülyaya pek kolay buyur ediyor, ama, boşuna. Bu yeni vatan bize şaki davrandı, değilidik. İnsanıdık biz, sahi öyle miydik, bilemedim. Alnımıza hasret yazılmış, adımız mecburcu. Taştan ekmek çıkaracaksın, mecbur.’ ‘Çıkaraydın sen de, alemin tütününe, karpuzuna, armuduna hücum edene kadar.’ ‘Yaylamı özledim, geldiğim yer burnumda tütüyor. Dağı, göğü, yıldızı, suları...’ ‘Burda da var o dediklerinden. Memlekete sahip çık da sen...’ ‘Var elbet, olmaz mı. Ama sizi yıldızlar tozlu az biraz. Ama büyük yerde boğulacan ağam, engin yerin adı var, büyük yerin tadı, fırsatı.ƒ Gene de bakıyorum da, bizim dağımız taşımız sıcak, yüzüne güler insanın, sizin burada insanlar soğuk, yüzü sirke satıyor hepsinin.Dağı taşı altınımış ha, pöh...’ ‘Ey mahalle halkı, yerlerimizden gönderiliyoruz biliyorsunuz değil mi?’ ‘Gene mi göç?’ ‘Bizim memleket göçe mecbur ağam, n’aparsın?’ ‘Bana diyorsunuz şaki, hırhız, sizin burada cümlesi şaki, hırhız.’ ‘Sahiden öyle ha! Misal ben, korktum dedim, vurdular. Korkup kaçıp da sonradan kahraman olan dolu adam var bizim orlarda...’ ‘Nasıl olacakmış, ne yapacağız?’ ‘Beni memlekete göndermezler değil mi... Serin serin, kardaş yıldızların altında yatardım ne güzel...’ ‘Burası zor nasip oldu sana, hüs hele. Mezar alacak parası yoktu sizin armutçuların da, kimsesizler yerine belediye getirip attı, öyleliklen...Dünyada mekan demezler mi bi de, asıl öbür dünyada mekan...’ ‘O da olmamış işte, cümleten mekansız kalacağız yakında...’ 1954 İzmir doğumlu. Ankara Sosyal Hizmetler Akademisi mezunu olan Kilimci, Mersin Çocuk Bakımevi’nde sosyal hizmetler PORTRE uzmanı olarak çalıştı. Kilimci’nin hikâyeleri 1972’den itibaren Varlık, Dönemeç, Oluşu, Türk Dili ve Yansıma dergilerinde yayımlandı. Sevdadır Her İşin Başı adlı eseri, Abdi İpekçi 1982 Dostluk ve Barış Ödülü’nde mansiyon aldı. 1995’te Yeni Moda Âşıklar Destanı ile Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazandı. Hikâyeleri: Yapma Çicek Ustaları, Sevdadır Her İşin Başı, Sevgi Yetimi Çocuklar, Gül Bekçisi, Yeni Moda Âşıklar Destanı. Çocuk kitapları: Benim Adım Çocuk, Elimizdeki Işık, Çöp Kraliçe, Masal Ektim Umut Biçtim , Dikenci Karga. ‘Haklısın be destancı. Sen bu durumların destanını söylesen belki bir işiten olur...’ ‘Yok ağam, yok. Artık ne kitap, ne hikâye, ne destancı... Sesini kaybetmiş bu millet toptan. Hiç sesin tadıyla, kalbin hicranıyla okunmazsa tadı olur mu hikâyenin? Hikâye yazılmaz ki, söylenir. Öksürecen, bi yudum suyla açıcan sesini, üstün başın düzgün olacak, dişlerin temiz, nefesin karanfilli. Arada şarkı attırman gerekir, düzgün okuman mecburiyet zaten... Sele kapılan gelini, anasını vurup kendini vurdu hükmüne geçen asi evladı, kartalın kaptığı bebenin anasının ağıdını, harpte gözlerini kaybeden askerin acı hatırası zalım destanını, karasevdaya düşen delikanlıları, bahtı kara geline kaynanasının ettiğini, ben okumasam, kim duyardı, kim bilirdi? Evet, hikâye çok, insanın olduğu yerde hikâye olmaz mı? Ama onu layığıyla söyleyen olacak... Destancı olması zor elbet, ama, destana yazılmak, destan olmak daha zor...’ ‘Amma döktürdün be ağam... Benden ne köy olur ne kasaba. Ne bir hikâyem var benim, ne destana yazıldım...’ ‘Gene gam yükünün kervanı geldi/çekemem bu derdi yavrum bölek seninle.’ ‘Hüsün arkadaşlar, ölüler şarkı söylemez.’ ‘Öyle de bi söyler ki, bütün yasaklar yukarda kaldı, ne diyorsun sen... Yalnız zaman düğmemizi kapattılar, ileriye akmıyor bizim zamanımız. Gerisin geri akıyor ama, geleceğimiz yok, tek fark bu, küçücük bir fark...’ ‘İyi söyledin ama, destan okusana sen.’ ‘Sözde, yerimizden edildik diye, ikinci kere ölme hakkı verilecekmiş bize. Herkes Kendine bir kader seçecekmiş. Gönderilirken yazıcılar yazıp, yeni kaderlerimize Uğurlayacaklarmış bizi.’ ‘Fena olmaz. Ben işkenceci olmaktan gurur duyarım, her şey vatan için, ölüver gitsin. Bin kere ölürüm de öldürürüm de, maksat vatan sağolsun. Gene bu işimi yapayım isterim.’ ‘Ben sahiden şehit olabilmek dilerim. Cudi dağına göndersinler beni, vurulup ölmez isem namerdim...’ ‘Beni de götür ben o taraflıyım. Armuda hücum yerine dağlarıma hücum...’ ‘Ben destancıyım, ama, artık geçmez. Gene hikâyeci olayım desem... Açlıktan nefesim kokar, üstelik destanı aldıkları gibi kolayca alamazlar, kitap pahalı.’ ‘Korsan da var, yarı fiatına. Bizim Kars’tan göçen Hüdai’gil korsandan ev aldı.’ ‘Çekeyim sizi sorguya da sorayım bakalım armudu çalmak, kitabı çalmak neymiş.’ ............... Kimsesizler kısmını en son yüklediler. Mezarlık naklolurken evveli büyük adamlar götürüldü. En son benimkiler, dozer geldi, büyük bir hararın içine koydular hepsini. İncitecekler diye ödüm koptu. Ağzını bağladılar çuvalın, belediye aracıyla götürdüler, artık bilmem nereye? O çuvalda bir korkunun, bir kamçı sesinin, bir vatan hasretinin, okunan destanların olduğunu benden başka kimseler bilmedi. Dozer, bir paşanın toprağını taşıyan askeri tören kıt’asının ardına takıldı, mecbur. Harardakilerim mecburcu idi ya, ay ilahi, paşa töreninin ardına takılmak da mecburları oldu. Herkes paşayla birlikte benimkilere de selam durdu. Marş benimkiler için de çaldı. Hararın içinde gülmekten ölmüşlerdir ben insanlarımı bilmem mi... Yeni kaderler bağışlanacağı doğru muydu bilemem, bazen böyle söylentiler çıkar bizim yer altı ülkesinde de. Geriye yalnızca Hayırlı’nın alçıdan dökülmüş kadını kaldı. Sahici bir ölü olmadığı için, onu bıraktılar. Elbet dantel iç çamaşırları günışığına çıkarılınca kül olup dağıldı. Bak, benimkilerin saçlarına hiçbir şey olmamıştı, saç bozulmaz bilmem bilir misiniz... O kızcağız, öylece, gene bembeyaz, upuzun, güpgüzel ama kalp nahiyesi bomboş, gövdemin dibinde uzandı kaldı. O gece pek ıssızdı bizim buralar, insanlarımızdan, hayallerimizden olmuştuk işte, sonunda... Koca bir zamanı yüz yılı nasıl da silivermişlerdi bi solukta... Neyse ki anılarım var. Anıları silivermesi öyle kolay değil... Yaşanmış ve paylaşılmış şeyleri yoksayması da öyle... Şu insanların anladığı dilden konuşabilsem de, ah, hikâyelerinizin kıymetini bilin, bir destana yazılmaya bakın, ucuz kahraman olmayın, insana zulüm etmeyin, diyebilsem... Ömrünüzün müsveddesi, temize çekmesi, yeniden kader bağışı yok, anlayın bunu da dünyanın üstündeyken bulutların üstünde olabilin. HAFTA SONU 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle