18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 24 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ rih Ta Bugün Türklerin tarihi yazılacaksa bunun Osmanlı’ya karşı bir tarih olması zorunludur Osmanlı’nın Türklüğü ERDOĞAN AYDIN Safevilerle savaşı, Türklerin ‘‘İranAcemŞii’’ hizmetinde olan kişilere verilen addır’’ (Z. Sarıhan). İlginç bir Osmanlı seviciliği devletiyle savaşı olarak öğretilebiliyor hâlâ! Halk, özellikle de Türkmen halkı, kendi kimliğini ile karşı karşıyayız. Tarih Sarayda oluşturulan Arap, Acem ve Bizans kırması deyince Osmanlı, Osmanlı kimlikte değil, Baba İshak’ta, Yunus Emre’de, Hacı deyince böbürlenmek geliyor ‘ ALVARI ŞALTAK OSMANLI’ Bektaş’ta, Pir Sultan Abdal’da, Nasrettin Hoca’da, Şeyh aklımıza. Osmanlının, vakanüvis geleneğini Esasen tarihi ulusların ve uluslararası mücadelenin Bedrettin’de, Köroğlu’nda, Karacaoğlan’da, anımsatan bir övünç atmosferiyle anılması yetmezmiş tarihi olarak okumak, tarihsel realiteyi anlamayı Dadaloğlu’nda bulmuş; daha doğrusu bunlar, onun gibi, onların tam tersine ve hiç olmayacak bir şey olanaksızlaştırır. Modern öncesi tarih, gerçekte ulusların siyasal önderi ve kahramanları, ozanları, mizahçıları, daha yapılıyor: Vakanüvisleri cin çarpmışa henüz oluşmadığı bir sürecin bilgisidir; dolayısıyla tarihte düşünürleri ve insancıl yüzü olarak tarihte yer almışlardır. döndürecek bir tarih yazımıyla Osmanlıdan adeta bir kurulan devletlerin etnik bir bilinç ve etnik düşmanlıklar Oysa Osmanlı egemen aklı Yunus Emre yolunda ‘‘Türk asrı saadeti’’ yaratılmaya çalışılıyor. Türkmen üzerinden kuruldukları iddiası, ancak aptalların veya yürüyenlere, bizzat Şeyhülislam Ebussuud Efendinin halk ve Türkmen beyliklerini boyun eğdiren, insanları köleleştirmeye çalışan demagogların iddiası fetvasıyla düşünüş ve yaşam tarzları ‘‘küfür’’, cezaları zulmeden Osmanlı üzerinden Türkçülük inşa ediliyor. olabilir. Dahası Osmanlı egemen sınıfı ve kültürü, içinden ‘‘ölüm’’ yargısı biçilmiştir. Kabul etmek zorundayız ki Osmanlı Devleti’nin geldiği Türkmen halkı ve geleneği dışlayan, kozmopolit Türkmen deyişinde olduğu gibi halk için Osmanlı; yıkılması, diğer tüm imparatorlukların yıkılması gibi bir gerçekliği yansıtmaktadır. ‘‘Şalvarı şaltak Osmanlı / Eğeri kaltak Osmanlı / Ekende hem tarihsel olarak kaçınılmaz hem de ‘‘evrensel tarih Kaldı ki aksi iddiada olanlara, Osmanlı yönetici kastı yok biçende yok / Yemede ortak OsmanlI’’ olmuştur (F. açısından olumlu bir olgudur’’ (T. Timur). Çünkü 20. Kapıkulu içine Türk alınmadığını, buna karşılık Sümer). yy imparatorlukların tarihsel olarak ömrünü bitirdiği çoğunluğunun Sırp ve Rumlardan oluştuğu bilgisini de Dadaloğlu gibi direnme gücünü bulmuş olanlar için bir çağın ifadesiydi. Ancak bu yıkılış egemen Türközellikle anımsatmak gerek. ise, kurtulunması gereken bir düşmandır Osmanlı; İslamcılık nezdinde hep bir ‘‘felaket’’ olarak Bizi modern tebaalar olarak yaşatmak isteyenlerin ‘‘Belimizde kılıcımız kirmani / Taşı deler mızrağımın algılanageldi. Öyle ki ‘‘Cumhuriyet kuşakları bile, uydurduğu Osmanlı tablosunun aksine, Türkmenler temreni / Hakkımızda devlet etmiş fermanı / Ferman Osmanlı Devleti’nde Türk unsurunun yerini ve işlevini hiçbir zaman kendilerini Osmanlı saymamışlar. Tabii padişahın dağlar bizimdir.’’ kavrayamadan, Viyana kapılarına kadar giden Osmanlı da hiçbir zaman Türkmenleri kendinden Osmanlı’ya kapılanmak isteyen Türkmenlerin çizdiği Kanuni’yle öğündü durdu’’ (T. Timur). saymamıştır. Anadolu’nun Türkmen halkı için Osmanlı; tablo ise, Mesihi’nin dizelerinde, Osmanlı mekanında Bugün bize ‘‘milli geçmişimiz’’ diye öğretilen ‘‘Osmanlı hanedanına, sarayda yaşayanlara, Osmanlı Türkmene yer olmadığının dramatik bir ifadesidir: Osmanlı, gerçekte kozmopolit bir devleti ifade idare teşkilatına mensup, Osmanlı idare teşkilatında ‘‘Mesihi gökten insen yer yok / Yüri var gel Arabdan ya etmektedir. Kuşkusuz milli olmak tek başına bir görevli, kentlerde yaşayıp bu devletin çeşitli alanlarında erdem değil. Üstelik Osmanlı’nın gayri milli niteliği de, milletlerin henüz oluşmadığı bir zamanda kendi başına kötü veya iyi bir meziyet değil. Ancak Osmanlı üzerinden bunca çok ‘‘milli’’ smanlı, öncelikle Türk beyliklerinin düşmanı, böbürlenmeye gidildiği günümüz yokedicisi olmuştur; ikincisi kendi içinde otantik koşullarında, Osmanlı’nın gayri milli Türkmen kültürünün ciddi bir tasfiyesinden sorumludur. niteliğinin altını çizmek zorunlu. Bu bilinç, tarihin bir egemenlik aracı Dahası Osmanlı tarihi, diğer halklardan daha da ağır bir olmaktan çıkartılıp, insanlığın görece şekilde Anadolu halkına karşı saldırı ve katliamlar tarihidir. ilkel döneminde yaşanmış gerçekliğin bilgisi düzeyine yükseltilebilmesi anlamında da zorunlu. smanlı tarihi ile Türk tarihi arasında kurulacak Mevcut resmi tarih yazımından, ilişki, Osmanlının Türkmenlerce kurulmuş Türkmenlerin Osmanlı egemenliği olması ve Osmanlının egemenlik kurduğu altında yaşadığı gerçekleri, keza Osmanlının Türkleri nasıl gördüğünü de toprakların bir kısmının bugün Türkiye’nin kurulu öğrenemiyoruz. Dolayısıyla olduğu topraklar olmasından ibarettir. ‘‘atalarımızın tarihi’’ diye bize belletilenlerden, gerçek anlamda atalarımızı da öğrenemiyoruz. Tam ürklerin tarihi, Osmanlıların tarihinden tersine hem atalarımızı hem de komşu çok Akkoyunluların, Karamanoğullarının, halkların atalarını ezenlerin hamasi propagandasıyla dumura uğratılıyoruz. Safevilerin ve tabii Baba İlyas’ların, Esasen geçmişi ‘‘milli tarih’’ Şeyh Bedrettin’lerin, Pir Sultan’ların tarihi olabilir. ekseninde okuma ve okutma çabası; ister onu bir milli böbürlenme nedeni yapmak, isterse milli olmadığı gerekçesiyle reddetmek şeklinde olsun yanlıştır. Çünkü imparatorluk tarihleri, hiçbir şekilde milli kalıplara sığamaz. Osmanlı tarihini ‘‘Türklerin tarihi’’, Osmanlının savaşlarını da ‘‘Türklerin savaşları’’ olarak okumak/okutturmak, gerçekleri çarpıtmaktır ve ne yazık ki ikinci dönem Cumhuriyet tarihçiliği kendi nesillerine böyle bir tarih öğretmektedir. Kaldı ki Türklerin tarihi yazılacaksa bunun Osmanlı’ya karşı bir tarih olması zorunlu. Çünkü Osmanlı, öncelikle Türk beyliklerinin düşmanı, yokedicisi olmuştur; ikincisi kendi içinde otantik Türkmen kültürünün ciddi bir tasfiyesinden sorumludur. Dahası Osmanlı tarihi, diğer halklardan daha da ağır bir şekilde Anadolu halkına karşı saldırı ve katliamlar tarihidir. Osmanlı tarihi ile Türk tarihi arasında kurulacak ilişki, Osmanlının Türkmenlerce kurulmuş olması ve Osmanlının egemenlik kurduğu toprakların bir kısmının bugün Türkiye’nin kurulu olduğu topraklar olmasından ibarettir. Bunun dışında Türkler’in tarihi, Osmanlı’ların tarihinden çok Akkoyunluların, Karamanoğullarının, Safevilerin ve tabii Baba İlyas’ların, Şeyh Bedrettin’lerin, Pir Sultan’ların tarihi olabilir. Durum buyken Osmanlı’nın Türkmen Ş O Acemden.’’ Osmanlı’nın Türkmen’e bakışı da alabildiğine aşağılayıcıdır. Osmanlı bürokrasisinin en gözde iki ismi bu bakış açısını şöyle yansıtır: Hoca Sadeddin Efendi, ‘‘Başına tac aldı çıktı ol pelid / İtdi biidrak etrakı mürid’’ (yani Şah İsmail’i kastederek, bir alçak başına taç alıp çıktı / idraksiz Türkler etrafında mürid oldular) derken, Koçi Bey, Yeniçerinin ‘‘bozulmasını’’, Ocak’a ‘‘Haremi Hümayun’a hilafı kanun Türk ve Yörük ve Çingane ve Yahudi ve bidin, bimezhep nice kallaş ve ayyaş...’’ (yani kanun yasak etmesine rağmen Türk, Yörük, Çingene ve Yahudi dinsiz, mezhepsiz, kalleş ve ayyaş) girişiyle açıklayarak, Osmanlı resmi siyasetinin Türkmen’e bakış açısını ortaya koyar. Adli mahlasıyla şiir yazan padişah II. Beyazıt’ın, ‘‘Değme etrak ne bilsin gamı aşkı Adli Sırrı aşk anlamaya hallice idrak gerek’’ Türkçesiyle, ‘‘Türkler ne anlar aşktan Adli / Aşkın sırrını anlamaya epeyce akıl gerek’’ diyerek, aynı bakışı yansıtmaktadır. Bir diğer örneğimiz Osmanlı Divan edebiyatının en seçkinlerinden Baki’ye ait; okullarda çocuklarımıza ‘‘en büyük Türk atalarından’’ diye tanıtılan Kanuni’ye sunduğu şiirinde; ‘‘Her tac olmaz fahru fena ehline sertac Türk ehlinüney hace biraz başı kabadır’’ der. Yani, ‘‘her taç yoksulluk ve yokluk ehline baştacı olmaz. Ey hoca Türk toplumundan olanın başı kabadır, sultan olma yeteneğinden yoksundur’’ demektedir. e ‘ETRAKI Bİ İDRAK’ Geçmişine böylesi yabancılaşan bir sarayın kültürel olarak da geçmişini sürdürmesi düşünülemezdi. ‘‘Saray’da anadili Türkçe olan pek az insan bulunması’’ (P. Mansen) bir yana, kullanılan resmi dil de, her ne kadar Türkçe temeli üzerinden yükseliyorsa da, Farsça ve Arapça kelimeler ve asıl önemlisi bu dillerin gramerinden türetilmiş Osmanlıcaydı. Osmanlı kurumlaştıkça, halk ile Saray arasındaki uçurum, kendini dilde de göstermek üzere derinleşiyordu. Aşık Paşazade’nin de belirttiği gibi, Osmanlı’da; ‘‘Türk diline kimesne bakmaz idi Türklere hergiz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi bu dilleri’’ Dildeki bu yabancılaşmada kendini gösteren Osmanlılık, aynı zamanda bu yeni kırma diliyle halkı aşağılayan bir egemenliğin de oluşturucusuydu. Dolayısıyla bu süreç, ‘‘Türk devlet geleneğinin bir evrimi’’ olmaktan çok, yeni faktörlerle birlikte ona yabancılaşan bir nitelikle Osmanlılaşma süreciydi. Bu çerçevede ‘‘Türk’’ kelimesinin resmi görevlilerin rapor ve yazılarında genellikle aşağılama ve küçümseme ifadeleri olarak kullanıldığı gerçeği de çarpıcıdır: İbni Kemal, Naima, Hoca Saadettin Efendi, vb. aynı zamanda şeyhülislam, vezir gibi yüksek görevler de yapan, Osmanlının resmi tarihinin de yazıcıları olanların kaleminde Türkler (ve Kürtler); ‘Türkü sütürk’ (azgın Türk), ‘Türk bed lika’ (çirkin yüzlü Türk), ‘Etrakı bi idrak’ (anlayışsızakılsız Türkler), ‘Nadan Türk’ (kaba, cahil Türk), ‘EşirraEtrük’ (şerli, çok kötü Türkler), Kızılbaşı evbaş (kızılbaş rezili), Etraki napak (pis, murdar Türkler), Ekradı bi akl u din, cemaatı kallaş (akılsız ve dinsiz Kürtler, kalleş cemaat), vb... Bu ifadelerden başka bir milliyetin Türk düşmanlığını çıkarmamak lazım kuşkusuz. Ancak egemen sınıf olan devşirme kapıkulu ve Saray’ın reayaya, halka, dolayısıyla başta Türkmen olmak üzere Anadolu halkına karşı aşağılayıcı bakış açısının ideolojik dışavurumu ile karşı karşıyayız. ç O T S ergi ergi ergi Minik fırçaların heyecanı İsmail Acar Sarıyer İlköğretim Okulu öğrencileri, yaklaşık altı yüz resmin yer aldığı ikinci resim sergisini açtı. Sergi 6. 7. ve 8. sınıf ilkokul öğrencilerinin çalışmalarından oluşuyor. Polisan’ın geçen yıl olduğu gibi bu yıl da akrilik boya vererek desteklediği sergide, beş yüz suluboya ve yüze yakın akrilik çalışma yer alıyor. Sarıyer İlköğretim Okulu resim öğretmeni Elif Gülünay ‘‘Öğrencilerim minik yüreklerinde yeşeren sanat bilincini herkese göstererek örnek olmak, içlerine sığmayan heyecanı tüm sanatseverlerle paylaşmak istiyorlar’’ diyor. Çocuklarda derin bir sanat sevgisi oluşturan ve onları resim çizmeye teşvik eden Gülünay, ‘‘Geçen yıl ilkini düzenlediğimiz ve yaklaşık 250 resmin yer aldığı sergiye gösterilen büyülüyor Venedik Bienali’nde dünya çapındaki bağımsız sanatçılar arasında en kapsamlı sergiyi gerçekleştiren İsmail Acar’ın bu çalışmaları 1 Temmuz tarihine kadar Türkiye’de ilk kez Addresistanbul’da sergileniyor. Dekorasyon, tasarım ve yaşam kültürü merkezi Addresistanbul’un düzenlediği ‘‘40 gün 40 gece Bahar Festivali’nin ‘‘Eklektik Bahar’’ teması çerçevesinde ünlü ressam İsmail Acar Türkiye’deki en kapsamlı sergisi ile İstanbullularla buluşuyor. Sergi de İsmail Acar’ın 51. Venedik Bienali kapsamında Venedik Sanat Bilimleri Akademisi ve Fondeko Doğal Tarih Müzesi’ndeki eserleri ve 23 ayrı binada gerçekleştirdiği ayrı çalışmaları yer alıyor. Sergi, Haziran ayı boyunca açık kalacak. ‘Küresel Gençlik Tüketilen Duygular’ ‘‘Küresel Gençlik Tüketilen Duygular’’ sergisi 2 Temmuz tarihine kadar Lucca’da gezilebilir. Sergi, tüketim odaklı kozmopolitanizmi hedef alarak günümüz dünyasının duygusal bir panaromasını sunuyor. Artık genç insanlar tek bir kültürel kimliğin parçası olmak istiyor. Amerikan pop kültürü ile şekillenen, güzellik, para, güç, seks ve tatmin hırsı ile tanımlanabilen bu küresel kimlik, izole ve hipnotize bir hayatı beraberinde getiriyor. ‘‘Küresel GençlikTüketilen Duygular’’ sergisi, tüketim odaklı kozmopolitan dünyanın sunduğu küresel kimliğin postmodern yapısına bir eleştiri. Çocuk, tren, merdiven ‘Çocuk, merdiven, tren’ adlı Murat Germen’in fotoğraf sergisi İstanbul Fotoğraf Merkezi’nde 29 Temmuz’a kadar görülebilir. Üçleme fotoğraf sergisi üç ayrı odada bağımsız olarak sergilenecek. ‘Çocuk’ adlı seri bir samimiyet arayışını simgeliyor. ‘Tren’ serisi ise birçoğumuzun pek sevdiği bu ulaşım aracının, kendine has ortamına odaklanan bir çalışma. Merdiven’ serisinde ise amaç merdivenin farkına varılamayan potansiyeline dikkat çekmek. (0 212 238 11 60) yoğun ilgi, öğrencilerimi çok mutlu etti ve heyecanlandırdı” dedi. Sanat aşkıyla dolu minik yüreklere, heyecanlarını paylaşma ve hayallerini gerçekleştirme fırsatı veren sergi Haziran ayı boyunca görülebilir. (0 212 320 62 62) (0 212 257 12 55) HAFTA SONU 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle