18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

24 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ 13 YALÇIN PEKŞEN Bırakın dağınık kalsın! sadece parası, evi, otomobili değil, testesteron düzeyi de fazla olmalı. Fazla testesteron ise tıpkı fazla mal gibi göz çıkarmıyor büyük olasılıkla. Saç dökülmesi olayındaki sırlar: Erkeklerin bazılarının saçları dökülür, bazılarının dökülmez. Bunun nedeni bilinmez. Nedense saçları dökülen erkekler saçlarının döküldüğünü en son anlayan kişilerdir. Kafalarında 35 tel kalana kadar saçlı olduklarına inanırlar. Son kıl sizlere ömür olunca hemen anladıklarını da sanmayın: Bir gün arkadaşları Yahu senin saçların nereye gitti? diye sordukları zaman saçlarının dökülmüş olabileceği konusunda kuşkuya kapılırlar. Fakat kuşkuları kısa sürer. Çünkü yakınları arasında adları yavaş yavaş ‘Yeşilköy’, ‘Sabiha Gökçen’ veya ‘Formula 1 pisti’ne çıkmaya başlar. Bunun da çaresi varmış gibi görünür. Birçok erkek yanlardan ve arkadan aldıkları saçları dökülen kısmın üstüne örterek bir süre daha idare ederler. Fakat aslında idare edenler çevresindekilerdir. Bu çabaları karşılığında bir süre daha onlara, kafalarında saç varmış gibi Modern bir yöntem olan ‘saç ekimi’ işte bu faaliyetlerin sonunda ortaya çıktı. Arkadan alınan saçlar saç olmayan davranırlar. bölgelere ekiliyordu. Fakat ekilen yeni saçlar arasında öyle uzun mesafeler oluyordu ki, saç ektirdiği halde, başında saçı olan erkekler yine saçı dökülmemiş erkekler oluyordu. Bunun sonucunda kafa kazıtma yöntemi ortaya çıktı. Bu arkadaşların amaçları Ben saç olayına zerre kadar önem vermiyorum, işte kafamı bütünüyle kazıtıyorum. Mühim olan özgürlük, eşitlik, adalet ve insanlık, mesajı vermek olsa bile, her sabah itinayla kafalarını kazıyor veya kazıtıyorlar. İşin tuhafı kadınların bu erkeklere saçı dökülmemiş erkeklerden daha fazla ilgi göstermesi... Bu durum da kadınları anlamanın ne kadar zor olduğu görüşüyle açıklanıyor. Şen’lik Sağlık konusunda başka sorun kalmamış gibi Sağlık Bakanlığı ‘saç ekimi’ operasyonlarına el attı. Yayınlanan genelgede ‘saç ekiminin kanlı bir operasyon olduğu, hijyen açısından son derece steril bir ortamda yapılması gerektiği’ vurgulanıyor. Doğrudur ama ufaktefek yanlışlıklar da var. ‘Son derece steril ortam’ bulmak kolay mı? Örneğin hastanelerimizi ele alalım: ‘Son derece steril’ olanını bulmak mümkün olmadığı gibi, orta derecesini bile bulsak, öpüp başımıza koyacağız. Hastanelerde ameliyat sonrası ortaya çıkan komplikasyonlar gösteriyor ki, ülkemizdeki mikropların çoğu hastanelerimizde barınıyor. Öte yandan estetiğe yönelik bir konu olan saç ekiminin hastanelerde yapılması ne kadar doğru olur? Biz henüz hastanelerimizde gerçek sağlık sorunlarına bile çözüm bulamamış durumdayız. Neredeyse dünyaya gelen dört bebekten ikisi bu dünyayı göremeden öteki dünyaya gidiyor. Eğer saç ekimi yapanlar tarafından hastaneler dışında ‘son derece steril ortamlar’ yaratılabilirse, Sağlık Bakanlığının ilk yapacağı iş yeni bir genelge yayınlayıp, bundan böyle tüm ameliyatların saç ekimi merkezlerinde yapılmasını sağlamak olmalı. Saç ekimi bir gereksinim değilmiş gibi görünüyor ama pek öyle değil. Doğa yasalarından birine göre erkeklerin saçları dökülüyor ve ortaya çıkan parlak sathın üzerinde yeniden saç olsun istiyorlar. Bu uğurda 35 bin Euro/ Dolar ödemeye hazırlar. Çok şükür, ülkemizde 35 bin Euro veya Dolar için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacak yetişmiş personel de hazır. Bütün bu hazırlıklar şimdi boşa mı gitsin? Yüzde yüz garantili ilaçlar Eskiden saç ekme yöntemi bilinmiyordu. Sorunu ilaçlar ve merhemlerle çözme dönemi yaşanıyordu. Saçlarının ilaçla yeniden fırça gibi olacağına inandırılan erkekler, en fazla 120 seanslık merhem uygulamaları sayesinde evlerine döndükten sonra, en az 120 gün daha ayna karşısında yeni saçlarının görünmesini beklerlerdi. Oysa aynaya bakacaklarına, kafalarına ilaç süren şirketin sahibine baksalar, böyle bir olasılık olmadığını anlarlardı. Çünkü ‘yüzde yüz saç çıkartan ilacı’ bulanların çoğunun kafasında bir tek saç teline rastlanmazdı. Hepsinin öyküsü aşağı yukarı aynıydı. Saçları dökülünce, o hırsla işin ilacını aramak için yola çıkmışlar, sonunda bulmuşlardı. Ve ilacın saçları eski haline döndüreceğine ‘yüzde yüz’ inanmışlardı. İş şimdi başkalarını da inandırmaya kalmıştı.. ‘Kelin merhemi olsa kendi başına sürer’ şeklindeki atasözümüz bile, saçlarının yeniden çıkacağı heyecanıyla tutuşan erkeklerin aklına gelmezdi. Kafa kazıtmanın felsefesi SAÇ DÖKÜLMESİNİN SIRLARI Aslında saç dökülmesi erkekler açısından bir sorun gibi görünür ama kadınlar erkeklerin bu durumuna pek aldırmaz gibidir. Çoğunluğu saçsız olan erkeklerin yanındaki güzel kadınları görenler, saçsızlığın makbul bir durum olduğunu bile sanabilir. Bunda şahsın saçlarından çok banka hesaplarındaki kabarıklığın rol oynadığı pek düşünülmez. Saç dökülmesinin nedeni bilinmiyor ama bir tahmin yürütülüyor: Saçları döken unsur her neyse, erkeklik hormonuna bağlı olmalı, çünkü kadınların saçları dökülmüyor. Öyleyse saçı dökülen erkeklerin Karun Hazinesi’ne dair Değerli yazarımız Özgen Acar’ın, Karun Hazinesi davasında Amerikalı avukatlara ödendiği söylenen (Kültür ve Turizm Bakanı tarafından) 20 milyon doları ‘soygun’ olarak nitelememe haksızlık gözüyle baktığı anlaşılıyor. (‘Yanlışlıklardan Arapsaçı Yumağı’, 20 Haziran ) Konunun uzmanı elbette odur ve öyle düşünüyorsa doğrudur. Ben şaka yapmak istemiştim, şaka gibi görünmüyorsa suç benim. Ancak her şakada biraz gerçek payı olmalı. Bakan’ın ödendiğini ileri sürdüğü 20 milyon doları, yasal yöntemlerle tahsil edildiği için ‘soygun’ olarak nitelemem yanlış olmakla birlikte gerçekten aşırı bulmuştum. Şimdi Acar, paranın 2,5 milyon dolar olduğunu söylüyor ki, hesapları elinde bulunduran Bakan’a mı inanırsın, Acar’a mı derseniz, ben dostum Özgen Acar’a inanırım. Oyunculukta kalıplaşmak Oyunculuğu bekleyen en büyük tuzak, kalıplaşmak ve kendini yinelemektir. Kendini belli bir tipe şartlamak ve doğal olarak buna seyircisini şartlamaktır. Muhsin Ertuğrul Hoca, bir zamanlar Cumhuriyet’e devamlı yazardı. İnandığı tiyatroyu yazardı, oyunculuğu yazardı. Yılların deneyimleriyle damıttığı çok soylu bir birikimi vardı. Hocanın önceliği, tiyatroda disiplindi. Ama karşılıklı disiplin. Oyuncuda disiplin ve seyircide disiplin. Yıllar yılı bu disiplin içerisinde yaşadığımdan biliyorum, içime işlemiş. ‘‘Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin’’ diktası. Başlangıç yıllarında bu bana çok ters ve ürkütücü gelmişti, ama yıllar sonra önemini anladım, değerini bildim. Çünkü her şey sağlıklı ve başarılı bir perde açabilmek içindir. Muhsin Hocanın üzerinde durduğu bir başka ilke de, oyuncunun devamlı kendini yenilemesiydi. ‘‘Kendini yineleme, yenile.’’ Bu deyim onundur. Yukarıda dediğim gibi, oynadığı her rolde kendini tekrarlayan bir oyuncu, kısa sürede şartlanır ve seyircisini şartlar. Seyirci artık ondan hep o tavırları, o mimikleri, o ses tonlarını ve vurguları bekler. Hatta sahne giysilerinde bile kalıplaştığı o kişiliğin tipik kıyafetlerini, aksesuarını görmek ister. Tıpkı palyaçolar gibi veya bizim orta oyuncularımızdan Kel Hasan gibi. Örneğin Nejat Uygur. Bana göre Türk tiyatrosunun en tatlı palyaçolarından biridir. O hep aynıdır, oyunlar değişir, dekorlar, kadrolar, seyirciler değişir, zaman değişir, kavramlar değişir, ama o bizim ebedi palyaçomuz hiç değişmez. Hep o tatlı, doğal, abartısız tavırlarıyla, son derece naif bir biçimde, çevresinde dönen dolapların, entrikaların, aldatmacaların, art niyetlerin dışında kalır. NEDRET GÜVENÇ O cicili bicili kostümleri, komik şapkaları, hınzır esprileriyle hep aynıdır. Çünkü daha başlangıç yıllarından bu yana seçimini yapmıştır. Yıllar boyunca seyircisi ondan ne bekliyorsa, onu verir. Öyle yinelemek, yenilenmek gibi kaygıları hiç takmaz. Farklı iddialara, daha bir değişik arayışlara itibar etmez. O, dünya üzerindeki tüm clawn’lar gibidir, saf, temiz yürekli, abartısız ve tek tiptir, bizim sevgili Nejat Uygur’umuz. Her rolünde bir başka insan olabilen büyük oyuncularımızdan biri de, Müşfik Kenter’dir. O, sahnede rol oynamaz, o insan olur. Cüneyt Gökçer’i ‘Kral Oidipus’ta izleyen seyirci, Shakespeare’in ünlü ‘Onikinci Gece’sindeki Malvolyo veya ‘Mançalı Adam’daki Don Kişot müzikalinde izlese aynı aktör olduğu na kesinlikle inanmaz. Ünlü İngiliz aktörü Alec Guiness, oynadığı her rolde öncekinden çok farklı, bambaşka bir insan olurdu. Yerli yabancı, daha böyle pek çok örnek verebilirim. Dikkatli bir oyuncu, sahne üzerindeyken kendini kollar, yinelediği noktalarda kendini yakalar. Bu handikapların tek çaresi de, disiplinli, dikkatli, sağ duyulu ve zorlu mu zorlu bir prova dönemidir. Bir tarihte, Murathan Mungan benden ünlü ‘Taziye’ oyununda Kevsa Ana rolünü oynamamı istemişti. Bir aşiret kadınanası. Acımasız, gelenekçi, tüm aşirete hakim, kararlı, soylu, sofu, içe dönük, ketum ve kupkuru bir koca kadın. Çok zordu ama memnundum. Sahnede zor işleri severim, çünkü oyuncu uğraştıkça kendini aşar. Kevsa Ana, bambaşka bir dünyanın, bambaşka bir coğrafyanın, kendini törelerin çıkmazına hapsetmiş, taş kalpli ama muhteşem bir anıt kadınıydı. Dili farklıydı Mardin yöresi, giyim kuşamı farklıydı, Tanrısıyla, inançlarıyla, oğullarıyla, tüm çevresiyle ilişkileri farklıydı. Alışmışlığımızın öylesine uzağındaydı ki; ne yapabilirdim?.. En büyük yardımcım, tekstin kendisi oldu. Mungan’ın dizeleri, bana yolumu çizdi ve tabi yönetmenimiz Prof. Nurhan Karadağ. Büyük bir usta. Köy seyirlik oyunları ve Şamanizm konusunda araştırmaları vardı. Neyi, niçin ve nasıl yapabileceğimiz konusunda uzmandı. Korosuyla, danslarıyla, doğaüstü sahneleri ve halisünasyon sendromlarıyla sabahtan akşama acımasız bir disiplin içinde günler boyunca çalıştığımızı hatırlıyorum. Ama sonuç iyi geldi, tamamen kendimin dışında bambaşka bir kişiliği yakalamıştım, bütünlemiştim. O başarılı çalışmaların üstüne Murathan Mungan, bir gün bana ‘Geyikler ve Lanetler’ oyunundan bahsetti. Daha taslak halindeydi. Cuda Dağı’nın simgesi, ölümsüz CudAna’yı oynayacaktım. Ama bana nasip olmadı, hala içimde uktedir. Ne var ki sevgili Murathan, şimdilerde sen, sanırım tiyatro heyecanını aştın, külledin. O şahane şiirselliğinle farklı bir akarsuyun içindesin. Geçtiğimiz ay Tiyatro Festivalinde, Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosunda, Oyun Atölyesinden Shakespeare’in ünlü oyunu ‘Atinalı Timon’u izledim. Shakespeare’i özlemiştim, hevesle gittim. Timon rolünü Haluk Bilginer oynuyordu. Kuşkusuz değerli bir oyuncu, sahnede olsun, ekranda olsun, çok tatlı ve sempatik. Ancak şu sıralarda onu hangi rolünde izlesem, bana ‘Tatlı Hayat’ dizisindeki Yıldırım Kurutemizlemeciyi çağrıştırıyor. Oysa Bilginer, akademik kariyerini İngiltere’de pekiştirmiş, hatta ustalar şehri Londra’da sahneye çıkmış, mükemmel bir oyuncu. Ama Timon’da, yeterince deneyimi olmayan genç bir ekibin içinde yalnız kaldı. Bir Shakespeare oyunu için yönetmen dahil, oldukça yetersiz bir kadro, eğitimsiz sesler, anlaşılamayan bir Türkçe, bana göre oyunun asal temasını tamamen saptıran yanlış bir yorum, Timon karakterini çok zorladı. En şaşırtanı da, genç yönetmenin oyunun ünlü sofra sahnesinde Shakespeare’in dizeleriyle yetinemeyip, ‘‘Yiyin efendiler yiyin, bu hanı iştah sizin, doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin’’ diye Fikret’in ünlü Hanı Yama şiirinin o çok bildik satırlarıyla oyunu takviye etmek istemiş olması. Bana kalırsa böylece, Shakespeare’i küçümsemiş. Ola ki anlayamazlar endişesiyle de, o satırları oyun boyunca sık sık tekrarlayarak seyirciyi de küçümsemiş. Ya da, Fikret’in dizelerini bir Shakespeare oyununda, nesnel bir sofra aksesuarı gibi kullanmış diyelim!.. Kuşkusuz zorlu bir çalışma, büyük yorgunluklarla ve helecanla açılan perde, pahalı bir prodüksiyon, sonsuz bir iyi niyet ve gayret ortadaydı. Sonuçta her şeye rağmen, bir başyapıt olan eserin büyüklüğü, seyirciyi sarmaladı ve oyun kendi dinamizmi, sağlam dramatik yapısıyla ayakta kaldı. Böylece Shakespeare, hak ettiği alkışı fazlasıyla aldı!.. Zordur bu meslek, zordur, tuzaklarla doludur, kalıplaşmak, seyirciyi tek bir tipe şartlamak, işin kolayına kaçmaktır. Meslek hayatım boyunca kalıplaşmaktan, tekdüze bir oyuncu olmaktan hep kaçtım ve meslek büyüklerimin çoğunda bu dikkati gördüm, dinledim, gözledim. Şimdi ben genç oyuncuları bu konuda uyarmak istiyorum. Kalıplaşan oyuncu, kısa sürede yozlaşır, bir kısır döngüde kalır. seyirci beni böyle seviyor, böyle geldim böyle giderim derse tamam, seçimini yapmış demektir. Ancak, ne kadar kalıcı olacağını zaman gösterir, belki o büyük komedyenlerimiz bu seçimi yaparlar, ama o büyüklük herkese nasip olmaz. Yol yakınken her genç oyuncu, kendini bulmalı, bilmeli, sağduyuyla seçimini yapmalı. HAFTA SONU 13 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle