24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ 13 YALÇIN PEKŞEN Turistten turiste mektup var çevreyi tanıyalım diye, biraz da alışveriş amacıyla şehrin çarşısına indik. Aman Tanrım, o ne ilgi, o ne ucuzluk öyle... Bir kere Türkiye’deki Türkler, bizim Hamburg’daki Türklerden daha iyi almanca konuşuyorlar. Sokaktaki dilenciler bile almanca dilenip, para vermeyince almanca sövebiliyorlar. Türklerin ticaret hayatına ne kadar erken atıldıklarına şaşar kalırsan Andreas. 59 yaş arası çocuklar adım başı ya karanfil satıyorlar, ya ayakkabı boyuyorlar, ya da önlerine bir tartı koyarak geleni geçeni tartmaya çalışıyorlar. Benim tombul karım Ursula, sık tartılma işini başlarda pek tutmadı. Ancak centilmen tartıcılar genelde eksik tarttıkları için sonradan hoşnut kaldı. 10 yaşına ulaşmış yöre çocuklarını parfüm endüstrisinin yılmaz pazarlamacıları olarak görüyorsun. Her çeşit popüler koku var, hem de sudan ucuz. Bizde 100 Euro’ya alamayacağın kokular burada 7 Euro. Tahmin edeceğin gibi Ursula hemen bir set düzdü kendine. Yine tahmin edeceğin gibi şimdi allerji tedavisinde.. Ülkenin tarihi eserlerinin titizce korunmasına hayran kalmamak elde değil Andi. O ünlü kalelerini gezmek için serin bir akşamüstünü seçmiştik ama kapalı olduğundan mümkün olmadı. Ziyaretler 50 dereceye varan öğle sıcağında eriyerek gezen birkaç turistle sınırlı kalıp, akşamüstü kapıları kapatılınca, al sana pırıl pırıl bir tarihi eser. Şehir içinde akşamları dolaşmak ise apayrı bir serüven. Tam yolu boş sandığın anda ansızın U dönüşü yapan bir atla kucaklaşabiliyorsun. Kolu kaptırıp bir dükkanın içine çekilmemek kolay değildi. Ancak dükkan sahipleri ile sürdürdüğümüz mücadeleler sırasında kısa sürede bilek kaslarımız iyice gelişti. Müzik konusu da bizi çok etkiledi...Bir formül bulmuşlar, Alanya’nın her yerine sabaha kadar müzik dinletebiliyorlar. Hamburg’da gece 9’da sifonu çeksen kapıda polisi bulacağından, bu özgürlüğü biz kavrayamıyoruz doğal olarak Türkler uygarlığın betondan geçtiği bilincine çoktan ulaşmışlar. Zengin bir şehir olduğundan önce fabrikasını kurup otantik parke taşı üretip döşüyorlar...Bir yıl sonra üstüne asfalt döküyorlar. Ardından üzerine yeniden parke taşı ve bu böyle sürüyor. Dönünce bu dahiyane fikirleri Hamburg belediyesine anlatmak boynumun borcu. Kaldığımız otel mayonezli yemekleri iki gün kadar güneşte bırakarak bizim bağırsak dayanıklılığımızı kontrol etti. Dayanıksız mideliler ise otel tuvaletlerinde toplu konçertolar verdi. Olumsuzluklar yaşanmadı değil. Örneğin metrekareye 3 kişinin düştüğü Kleopatra plajında güneşlenirken, karımı bir masöre kaptırdım. Sempatik Türk genci Ali, Ursula’ya yaptığı bir saatlik masaj sonucu, onun kalbini çaldı. Gerçi ben masajın sonlarına doğru, bildiğim masaj tekniklerine hiç uymayan suni teneffüsten bir hayli şüphelenmiştim ama olan oldu bir kere. Sonradan intikamımı aldım tabii. Çocukları ve beni davet ettiği halı sahada, bir akşam futbol oynadık. Ali’nin Ursula ile ilgili yakışıksız davranışını, verilmesi gereken yerde pas vermeyerek iki kez protesto ettim. Bu kaba davranışım üzerine Ursula’da beni protesto edip Ali’nin evine yerleşti. Biz çocuklarla yalnız dönüyoruz. Sevgili Andreas, tüm aksiliklere rağmen ben bu ülkeyi çok sevdim. Bomba, ishal, müzik, sıcak ve Ali beni olumsuz etkileyemedi. Seneye Ursula’yı almak üzere yine Alanya’ya gelebilirim. Beate’ye selamlar. Türkiye’ye gelirsen onu masaja yalnız göndermemeni öneririm. Sevgiler. Arkadaşın Hubert...’’ Alanya’ya tatile gelen bir turistten, Almanya’daki arkadaşına yazdığı ilginç bir mektup elime geçti. Side, Sorgun’da bulunan Saray Regency Oteli Genel Müdürü Sayın Yaşar Sunal’a teşekkürlerimle yayınlıyorum. ‘‘Sevgili Andreas Bildiğin gibi eşimle birlikte üç haftalığına Türkiye’nin güneyindeki Alanya’ya gelmiştik. Fiyatların çekiciliği (aynı paraya bizde ailece iki tiyatroya ve bir akşam yemeğine gidebilirdik) ve biraz da senin geçen yılki Fethiye izlenimlerin bizi bu değişik maceraya sürükledi. Alanya’ya ulaşım uçakla kolay gibi görünüyor ama bizim evden çıkıp otele varışımız rötar, transfer otobüsüyle diğer tatilcileri otellerine bırakışımız derken 12 saatimizi aldı. Seyşel adalarına uzak diyen beni bulsun. Neyse, böyle güzel, doğası bozulmamış bir beldeye ulaşmak, onca eziyete değdi doğrusu. Sonra ‘Ya Şundadır, Ya Bunda’da suç kimde Mehmet Ali Erbil’in ATV’de sunduğu programın adı ‘Ya Şundadır, Ya Bunda’ idi. Bu format çerçevesinde ünlü sunucunun yardımcısının pantolonunu indirmesi olay oldu. Şimdi ‘suç’u kimse üzerine almak istemiyor. ATV programı yayından kaldırdı, RTÜK ceza vermeye, Hilmi Bey de ‘Türk televizyonlarında ilk defa cinsel organı görülen’ kişi olarak ünlü olmaya hazırlanıyor. Televole programları ise Hilmi Bey’in durumunu ‘yeniden, yeniden ve yeniden’ göstermek için formül arayışında olsa gerek.. ‘Hilmi beyin görüntüsü... AZ SONRA...’ Peki suç kimde? ‘Ya şundadır, ya bunda’ yöntemiyle düşünürsek... ATV yönetimi böyle bir durumdan zararlı çıkacağı için bilerek izin vermiş olamaz. Yani masum sayılır. Mehmet Ali Erbil ise meslek yaşamını tehlikeye atacak olayın yaşanmasını elbette istemezdi. Söylediği gibi bu bir ‘iş kazası’ olabilir. Sonradan ünlü olacağı aklına gelmeyeceği için Hilmi Bey de istemezdi büyük olasılıkla,.. Fakat pantolonun altına pijama giymeyi de düşünemezdi doğal olarak. Geriye kalıyor izleyiciler... Onlar Mehmet Ali Erbil’in ekranda ıkınıpsıkınmasını, müstehcen konuşmalarını, yardımcılarına yaptığı abuksabuk şakalarını, genç kızları sıkıştırıp yaşlıbaşlı kadınlara takla attırmasını zevkle seyrederek kanala reyting kazandırıyorlardı. Mehmet Ali Erbil yine iyi dayandı. Her gün ekranda yaptığı sululuklardan o bıktı, seyirci bıkmadı. Sonunda bir yenilik yapmak istemiş olabilir ve böyle bir programda daha önce yapılmamış tek münasebetsizlik yardımcıların pantolonlarını aşağı indirmek olabilir. Şimdi söyleyin suç kimde? ? Şen’lik Rock’n Coke’a gelen gruplar belli değil ama biletler kapışıldı bile Rock coşkusu erken başladı ALPER TURGUT Türkiye’nin en iddialı ve en cafcaflı açık hava etkinliği olan Rock’n Coke İstanbul 2006 Festivali’ne iki buçuk ay kala on binlerce genci müziğin büyüsü sarmış durumda. Rock müzik festivallerinin başlangıcı 1969’a dayanıyor. Amerika’da Woodstock’da çiçek çocuklar, müzikle süslenecek bir gelenek inşa ettiler. Bu gelenek Amerika’da hala Warped Tour, Ozzfest, Dont Knock The Rock festivalleriyle sürüyor. Bir başka efsane hippilerin izinden giden 36 yıllık İngiliz festivali Glastonbury.. Dünyanın en büyük açık hava etkinliği olan Glasto, 2007’de daha güçlü dönebilmek için bu yıl mola veriyor. Yine İngiltere’de V festival, Reading, Download, İskoçya’da T İn The Park, Almanya’da Rock Im Park, Rock Am Ring, Bang Your Head, Wacken Open Air, With Full Force, Summer Breeze Open Air, Danimarka’da Roskilde, Hollanda’da Lowlands, Fields Of Rock, Pinkpop, Belçika’da Werchter, Graspop, İsveç’te Hultsfred, Avusturya’da Nova Rock, İspanya’da Benicassim, Fransa’da Eurockeennes de Belfort, İtalya’da Gods Of Metal, Bulgaristan’da Monsters Of Rock ve Yunanistan’da Rockwave Rock. Liste uzayıp gidiyor. Günümüzde müzik festivalleri, cüzdanlara zarar verse de gençlerin aylar öncesinden planlar yaptığı, politikadan arınmış, düzenle entegrasyonunu sağlamış metal ve rock müziğinin muhteşem gösterileri olarak hayat buluyorlar. Türkiye’de bugüne dek yapılan H2000, Rock İstanbul, İstanbul Rock Republic Festivali, Rock The Nations açık hava etkinlik ve müzik festivalleri, çoğu anlamsız kimi sapıkça şarkı sözlerinin ayyuka çıktığı, kulak tırmalayan sesleriyle güzel ve yakışlıların sahne aldığı, ucuz müziğin metalaştığı toplumumuzda iyi, farklı ve güzel müziğin de beklenip, özlenildiğini ortaya koydu. Keyif ve deşarj dışında Rock’ın muhalif, asi ve politik tavrını yansıtan Barışarock için ise ayrı bir pencere açmak gerekiyor. ‘‘Kola İçen Bush Olsun’’ şiarıyla popülizm, kapitalizm, savaş ve işgale hayır diyenlerin festivali olan Barışarock, rock müziğinin ruhunu iyi bilenler için sağlam bir seçenek olarak duruyor. Gelelim Rock’n Coke festivaline. Cola ile Rock aynı yerde buluşur mu? gibi çokça yinelenen ve ateşli tartışmalarla zihinleri yoran sorular artık bir yana bırakılıyor. Yeni nesil rocker’ların yanıtı basit: ‘‘Bu yıl dördüncüsü yapılacak olan festival, müzikseverlerin onayını aldı ki Türkiye’nin en büyük açık hava etkinliği haline geldi.’’ Tüketim çılgınlığın sonu yok. Hezarfen Havaalanı’nda 50 bin kişiyi 1, 2 ve 3 Eylül tarihlerinde ağırlayacak olan Rock’n Coke İstanbul 2006’ın kamp alanı biletleri daha sahne alacak gruplar belli olmadan bir buçuk ay önce satışa çıktı. Gençler, şimdilik müzik, nota, ezgi, tını her şeyi hasıraltı edip bilinmeyen için, karşı cinsle tanışıp, yakınlaşabilmek için kolları sıvadı. Onlar, 10 bin kişilik kamp alanında yer kapabilmek ve indirimli ön satıştan yararlanabilmek amacıyla 80 YTL ödeyerek ‘‘cennetten tapularını’’ almaya başladı. İstanbul’dan yaklaşık 50 km uzaklıkta Büyükçekmece gölüyle çevrili 300 dönümlük Rock’n Coke müzik kasabasında, Lunapark ve eğlence alanları (çarpışan arabalar, kamikaze, balon, superjumper, balerin, tırmanma duvarı), yiyecek ve içecek dükkanları, sağlık merkezi, ilkyardım çadırları, dinlenme alanları, kamp çadırları, el yüz yıkama istasyonu, tuvaletler, çöp ve atık istasyonu, otopark, bilet satış ve danışma noktaları bulunacak. Çarşı alanında tişörtten çantaya, havludan battaniyeye, festival hatıra eşyalarından çiklete kadar her türlü ihtiyaca yönelik satış yapılacak. HAFTA SONU 13 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle