Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 17 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ ü yk Ö Alanya’da Bir Kıyıda NECATİ TOSUNER e bunca yıl sonra... Hep V aradığı o umudu hiç de bulamayacağını bilen, bunu çoktan öğrenmek zorunda kalmış olan bir adam gelecekti bu kıyıya. Umutlanmanın boşa umutlanmakla sonuçlanacağını bilen, yine de umutlanmayı, yeniden.. yeniden umutlanmayı kendine hiç yasaklamamış olan; oysa, umutlara kolayca kapılma yaşını da iyice geride bırakmış olan, bir adam... Bu kıyıda... Bu yabancı, bu yaşlı, bu kendini daha dayaşlı görür adam, kendi kendinin büyücüsü, bu adam. Şu geçmiş yazı arkada bırakmış, gitmiş yazdan kala kala üzünç kalmış, ve onu da yüklenip yanında getirmiş bir adam. Yürek sesinde bir tuhaflık sezinlemiş de buralara kaçmış gibi duran. Yalnızlık çeken. üneş tepemde yine reçel kaynatıyordu. Hani, annem hep ne derdi?.. Günah olur, güneşten sakınılmaz! Uzaktan üç yunus, artan bir coşkuyla, hızla geçiyordu. Şu yana dönük oturmuş olsaydım, kayalığın ardından bir tekne görünmüş olacaktı. Teknenin geliyor olması, denizin dinginliğini ürpertmeye hiç de yetmemişti. Bakınınca gördüm. Bir tekne, emeklermiş gibi yavaştan yavaştan geliyordu. Peki, benim içimi öylesine ürperten, yırtan... halat bükermiş gibi sırım sırım buran, tel tel eden neydi?.. Kurumuş kan rengi bir tekne! Ve, parıltısıyla hemen anımsanan, onun o güzelim kara saçları... İçimin tutuşan yangını. Sevdiğim.. sevdiğim... Yok, ona doğru koşmuş değilim. O zamanlar... Çocuksun. Çöp gibisin. Hırçınsın. Çaresizsin. İnsanlardan kaçar olduğun dünya! İnsanlardan saklanır olduğun... İnsanların olmadığı yerlere saklanır olduğun... Bir tek o. Yalnızca o, senin için ‘‘var’’ olan, o kız. Seninle oynamaya nasıl da hazır! Kayalığa doğru koşacak. Tepeye doğru... Ve sen, onun peşi sıra gitmeyi, bodur ağaçlar arasında... çalılar arasında onu aramayı seveceksin. Ona yetişmeye çelimsizliğin hep engel olacak. O, hep yitmiş olacak. Kinleneceksin. Sonra o, kendisini sana buldurtacak. Yakalatacak. Sonra sana, olmayansütünden verecek. Az verecek. Sonra, yokuş aşağı koşarak kaçacak. Sen ona yine yetişemeyeceksin. O, yine yitecek. Günler, onunla yitirip yitirip bulduğun onunla geçecek. Çirkinliğini yanında taşımayı hiç unutmayan adam! Bunu hep söylemiyorum, güneş söylüyor. Güneş söylüyorsa, doğrudur. onra da bir gün, sanki hiç beklenmedik bir şey oldu. Sevdiğin seni bıraktı ve bir adamla gitti. Uzaklara gönderdiler onu. Kurumuş kan rengi bir tekneyle. Denize bakınca, öyle uzun uzadıya bakınca, deniz, düz ve geniş bir yol olarak sanki insanın önüne serilmiş, yatıyor, göz alabildiğine uzanıp gidiyordu. Daha yeni yeni gençliğe erdiğim o yıllarda, kıyıda öyle bırakılmış kaldığımda, nasıl da çok istedim gitmeyi! Buralardan gitmeyi... Onu aramaya, onu bulmaya gitmeyi... Gidemedim. Gidemedim. Anneme bundan hiç söz etmedim. Korktum: Kıza büyü yapar mı yapardı! Suya inip tekneyi kıyıya itmeye başladı. Güçlükle itiyordu. Teknede bir adam vardı, kıvrılmış yatıyordu. Onunsa tekneyi kıyıya çıkarmaya gücü yetmiyor, çaresizlikle çırpınıyordu. Durup adımı bağırdı. Sanki duymadım mı?.. Gözlerim doldu, ellerim titrer oldu. Ona koşmak isteyen ayaklarım, gitmedi. PORTRE G 1944’te Ankara’da doğdu. 4 yaşındayken sakat kaldı. 1963’te ilk öyküsü yayımlandı. 1966’da İstanbulPertevniyal Lisesi’ni bitirdi. Bir süre Basın İlan Kurumu’nda çalıştı. Sonra birkaç yıl Almanya’da bulundu. 1977 yılında Derinlik Yayınları’nı kurdu, yayınevini 1986’da kapattı. 1983’te reklamcılık alanında çalışmaya başladı ve 1996 yılında emekli oldu. Tosuner’in eserlerinden bazıları şöyle: Öykü: Özgürlük Masalı (1965), Çıkmazda (1969), Necati Tosuner Sokağı (1983), Çılgınsı (1990), Bir Tutkunun Dile Getirilme Biçimi (1997), Güneş Giderken (1998). Roman: Sancı, Sancı... (1977), Yalnızlıktan Devren Kiralık (2000) Çocuk kitapları da bulunan Tosuner’in aldığı ödüllerden bazıları şunlar: ‘‘Kambur’’da yer alan ‘‘İki Gün’’ adlı öyküyle TRT Öykü Başarı Ödülü (1971), * ‘‘Sancı... Sancı...’’yla Türk Dil Kurumu Roman Ödülü (1978), ‘‘Güneş Giderken’’le Sait Faik Hikâye Armağanı (1999)... S Güneş denizin üstünde yittikten hemen sonra, kayalığın görkemi artmış gibi görünürdü. İşte o zaman, korunağın önündeki düzlükte, ben de ateşimi özenle yakardım. Ateşin yanmasını.. çoğalmasını, tütmesini.. korlaşmasını, yeniden beslenilmek için yalvarmasını, yalvarıyor gibi olmasını; aman sönecek diye telaşlanmayı, aman sönmesin diye dertlenmeyi, onu hemen canlandırmayı, severim. Onun yanarak var olmasını, yanarak havayı oynatmasını, havayla birlikte dans etmesini.. çılgın çılgın çıtırdamasını, kendini perişan etmesini, sonra yorulmasını, çaptan düşmesini, seyrelmesini, yavaş yavaş her şeyi boşlamasını, ben artık söndüm olmasını, severim. Artık çırpınmadan, hiç ses etmeden, isyan etmeden kendini sönmeye bırakmasına bakmayı da severim. Geceleri hep ateş yakardım. Ve ateş, benim yalnızlığımı alır götürürdü. eknenin burnu, suyun ulaştığı yere varınca, bacaklarına yapışan etekleriyle kumluğa koştu, adamı çekeledi, indirdi tekneden adamı, ve çekip kumlara bıraktı. T Bırakıldığı gibi kaldı adam, hiç kımıldamadı. Geriye koşup sulara girdi yeniden ve itti... itti tekneyi, kumluğa aldı. Durup tepeye bir baktı ve keskin bir feryat olarak adımı seslendi yine. Sonra da korunağa doğru, adımı bağıra bağıra, deliler gibi koşmaya başladı. Geliyordu. Geldikçe güzelleşiyordu. Ben böyle bir kavuşmayı dilemiş miydim hiç?.. Annem ölünce, onun yerine beni büyücü yaptılar. Ben sırtımın keskin eğrisini yere çizdikçe, insanlara iyi geliyordu. Toprağa atılan çizgiler... Çizdikçe anlam kazanır gibi olan, oysa, karmaşıklaşan, anlaşılması güçleşen çizgiler... elip karşımda soluk soluğa durdu. Yırtıcı bir bakışla gözlerini gözlerime dikti. Gözlerinden hırs ve kin saçılıyordu, ve sanki üzerime saldıracakmış gibi titriyordu. Gözlerim ona bakamaz oldu. Duramadı, saldırdı da. Yüzünde biçimlenen kin, korkuya dönüştü ve yumruklarıyla göğsüme vurmaya başladı. G Vurdukça sevdim onu. Kıpırdamadım. Ağladı. Bana yalvardı. Kıyıdaki adamı gösterdi: Onu iyileştirmeliydim, Sıcaklığıyla sarıldı bana. Dingin deniz. Dalgalı deniz. Kalçaları oynak deniz. Gidip adamı korunağın önüne taşıdık. Ateş yaktım. Sırtımın eğrisini yere çizdim.. çizdim... Gökten kara bir kuş geçti. Sonraki günler, annemden öğrendiğim her şeyi bir bir denedim. tlar, çiçekler ve böcekler üzerine ne biliyorsam denedim. Çizgi üstüne çizgi attım. Dualar okudum. O, çok gözyaşı akıttı. Gözyaşı akmaz oldu. Ateşi hiç söndürmedim. Adam iyileşmez diye çok korktum. Adam iyileşmez diye çok korktum. Bir bundan korktum. Hani ölse, benden bilir miydi, bilirdi. Bunu düşününce, sanki dirseğim sızılamış gibi oldum. Gökten kırk kara kuş geçti. Adam, kurumuş kan rengi tekneyi denize itiyor. Onlarla kıyıya inmedim. O, güzel gözlerindeki sevinci başka yana çevirmiş olsun. Bırak, yanağından da öpmesin. Sana hiç bakmadan öyle gidecek. Ve sen, burada, kendi bıçağının üstüne düşmüş gibi öylece kalacaksın. Büyücü, kendi derdine çare olmaz. zamanlar futbol diye bir şey yoktu. Kendi kalesine gol atmak diye bir söyleyiş de yoktu. Ve bunca yıl sonra... Hep aradığı o umudu hiç de bulamayacağını bilen, bunu çoktan öğrenmek zorunda kalmış olan bir adam gelecekti bu kıyıya. Umutlanmanın boşa umutlanmakla sonuçlanacağını bilen, yine de umutlanmayı, yeniden, yeniden umutlanmayı kendine hiç yasaklamamış olan; oysa, umutlara kolayca kapılma yaşını da, iyice geride bırakmış olan, bir adam... Bu kıyıdan... Bu yabancı, bu yaşlı, bu kendini daha da yaşlı görür adam, kendi kendinin büyücüsü, bu adam. Şu geçmiş yazı arkada bırakmış, gitmiş yazdan kala kala üzünç kalmış, ve onu da yüklenip yanında getirmiş bir adam. Yürek sesinde bir tuhaflık sezinlemiş de buralara kaçmış gibi duran. Yalnızlık çeken. O O S ahne tozu Ne istiyorlar bizden? ahne tozu ahne tozu Bir deliyle baş başa Nikolai Gogol’ün ünlü oyunu ‘‘Bir Delinin Hatıra Defteri’’ bir çok rejiyle yorumlandı. Metin Zakoğlu’nun on bir yıldır oynadığı ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ sadece 20 kişinin seyredebileceği gerçek bir deli koğuşunu andıran bir alanda bugün saat 16.00’da, yarın 20.30’da Kulis Sanat Evi’nde seyirciyle buluşuyor. Bir akıl hastasını canlandıran Zakoğlu, ‘‘Seyirci doksan dakika gibi bir zaman diliminde gerçek ile oyun arasında gidip gelen şaşırtıcı bir deneyim yaşıyor’’ diyor. Bu kez Umudum Tiyatro’nun kurucularından Zakoğlu’nun rejisiyle ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ tiyatroseverlerin karşısında. Küçük bir odadanın içinde sunulan bu ilginç performans, tiyatronun büyülü dünyasının sadece büyük salonlardan ve kadife perdelerden geçmediğininde bir göstergesi... (0 216 454 15 55, bilet fiyatı tam 22,5 YTL, öğrenci 17 YTL) Adalet Ağaoğlu’nun yazdığı Ufuk Tan Altunkaya ve Filiz Polat’ın yönettiği ‘‘Kozalar’’, tiyatro Artı’nın gözünden sahneye yansıyor. Oyun 24 Haziran’da Ortaköy Kültür Merkezi’nde Afife Jale Sahnesi’nde saat 19.00’de sahnelenecek. Tiyatro Kordelya’nın küllerinden doğan Tiyatro Artı’nın sahneye koyacağı oyun, Bilinmeyen Tiyatrolar Festivali kapsamında Ticketturk kanalıyla tiyatroseverlerle buluşuyor. Oyun, ‘Ne istiyorlar bizden canım? Ne kötülüğümüzü gördüler. O kadar etliye sütlüye karışan var. Biz karışıyor muyuz etliye sütlüye? Biz karışmayız hiçbir şeylere... Herkes ‘şöyle olmalıymış, böyle olmalıymış’ der dururlar. Dinlemeyiz bile. İnsanlar birbirini yiyormuş. Yemesinler! Biz mi ‘yiyin birbirinizi’ diyoruz’’ cümleleriyle anlatılıyor. Oyunda, Deniz Aktuğ, Tuğçe Kanbur, Burcu Taşdemir, Ufuk Dalmış rol alıyor. (0 212 260 09 25, bilet fiyatı 4 YTL) Tadından yenmez bir komedi! Erşah Kahraman’ın yazdığı ve yönettiği Bahçelievler Belediye Tiyatrosu’nda ‘Hayatınız İtinayla Değiştirilir’ adlı oyun 22 Haziran’da saat 20.30’da tiyatroseverlerle buluşacak. Kaybetmeye alışmış bir adam... Tanrı’ya saçma sapan bir yakarış... Adamın hayatını tamamen değiştirmek için gönderilen bir uhrevi varlık... Deyim yerindeyse tadından yenmez bir komedi! Hayatında başarıya ulaşamamış, tam anlamıyla kaybedenlerden olan Suat, isyan noktasına gelmişken evinin ortasında tüm hayatını baştan aşağı değiştirecek bir şeyle karşılaşır. Suat’ın hayatı değişmeye başlar; fakat varlığın kimse tarafından bilinmeyen bir de sırrı vardır. Oyunda, Erdi Coşkun, Çiğdem Karaman, Levent Salman, Sinem Akyüz, Erşah Kahraman rol alıyor. (0 212 441 36 8182, tam:16 YTL, indirimli: 11 YTL) HAFTA SONU 12 K