18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TUTUKLU GAZETE 1 EYLÜL 2012 CUMARTES İ 9 Sırat köprüsü Tuncay ÖZKAN Hikmet ÇİÇEK Silivri 1 No’lu Kapalı Cezaevi F7 Koğuşu İSTANBUL Silivri 1 No’lu Cezaevi B3 (Alt) Tecrit Hücresi İSTANBUL esleğim nankördür. Eleştirdikleriniz hınç ve kinle, tırnaklarına yazdıkları hesaplarla günlerinin gelmesini beklerler. Çünkü gazeteci halkı, onlar kendilerini sever. Gazetecinin övgüsü suya yazılır. Yergisi ise yüreklere kazınır. Çünkü gazeteci halk adına sorgular. Denetim için eğitilir. Eleştiriyi bilir. Övgüler hep hak edilir. Yergiler gazetecilerin kara çalmasıdır. Eleştireni kimse sevmez. O yüzden gazetecilik ömür törpüsü mesleklerdendir. Rahmetli siyasetçi ve ünlü bilim adamı Erdal İnönü, “gazetelerde başkalarıyla ilgili haberleri okurken bana çok gerçek geliyorlar ama benimle ilgili yazılanlar hiç öyle değil…” derken tam da bu noktaya parmak basmıştı. Tutuklu olduğum Ergenekon davasında 4’üncü yılım eylülde bitiyor. Tanık olarak eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök dinlendi. Özkök zaman zaman övdüğüm çokça eleştirdiğim bir asker bürokrattı. Övgüleri unutmuş, gazetecilerden neler neler çektiğini neredeyse ağlamaklı ağlattı. Ona göre tam bir yıl boyunca sefer tasından yemek getirip Genelkurmay karargâhından yemek yememesi normaldi. Bunu eleştiren yazılar yazan gazeteciler ise komplocu. M İktidar ile ‘şiir gibi geçindiğini’ söylemesi normaldi. Bir asker bürokratın iktidarın kanat altına bunca sığınmasını, Başbakan’ın kendisine “hocam” diye hitap etmesini de doğal buluyordu. Hatta ona göre bu demokratlıktı. Demokrat olduğu için basın onu suçluyordu. Demokratlık suç muydu? Ancak bu iktidar demokratlığını ve siyasetçi sığınmacılığını eleştiren gazeteciler ise düpedüz kendisine karşı kampanya açan kalemşörlerdi. Odasının koridorunu kameralarla donatmasını eleştiren gazeteciler ise, darbeci değil de neydiler? O sırada ABD’li bürokrat Paul Wolfowitz’in kendisinden 1 Mart tezkeresi için baskı yapmasını istemesi dost kuvvetlerin ricası idi; bunun Cumhurbaşkanı Sezer tarafından engellenmesini yazıp Özkök’ü eleştirmek cuntacılık. Bunu yapan gazeteci darbeci. O gazeteciler sanık, o tanıktı Silivri’de. O tanık kürsüsünde iken, Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde yakın korumalığını yapan subay dâhil, bütün karargâhı terörist olmak suçlamasıyla sanık olarak arkasında diziliydi. O, dönüp “merhaba” bile diyemedi. Bakamadı. Sorulunca, “Tuncay Özkan bana televizyonda ‘salak’ dedi” diye inledi. Oysa emekli olmadan hemen önce, 30 Ağustos 2006 ta rihli oturumda Cüneyt Arcayürek ile beni bir programdaki eleştirilerimden dolayı T.C.K’nın meşhur 301. maddesinden yargılanmam için şikâyet etti. Hem de Genelkurmay adına. Bu suç duyurusu üzerine ağır cezada yargılandık. Avukat Fikret İlkiz, suç duyurusuna konu edilen programın deşifre metninde daksil kullanılarak tahrifat yapıldığını, bu yolla suç uydurulduğunu kanıtladı. Beraat ettik. Özkök’e “salak” dememiştik. Ama o mahkeme kararını değil, tırnağına yazdığını anımsıyordu. Özgürlük konusunda bir İslami televizyonda “özgür olmayanlar, özgür düşünemeyenler cennete giremezler” dedi. “Ama özgürlük tutuklanabilir, zulüm görebilir” diye ekledi. Beni tutuklayan savcı Zekeriya Öz, Hilmi Özkök için; “o bir demokrasi kahramanı” dedi. Beni tutuklayan diğer savcılardan Mehmet Ali Pekgüzel, Özkök’ü kapıya kadar geçirdi, tanıklığına müteşekkir idi. Sıkı sıkı sarılıp göğsüne bastı, yolculadı. Ben terörist gazeteci sanık olarak hücreme döndüm. Ranzamda sol yanımda yalnızlığıma sarılıp özgürlüğümü kucakladım. Aklımda takılı kalan o soruya yanıt aradım: Özgürlük sorusu! Hilmi Özkök! Acaba sırat köprüsünden geçer miydi? Ergenekon’un gizli tanıkları oğu, cinayet, yaralama, gasp, dolandırıcılık gibi suçlardan sabıkalı. ‘Gizli Tanık 9’ gibi öz yeğenini satan da var. Bir kısmı da itirafçı. Onlar Ergenekon savcılarının muteber tanıkları! Ergenekon davasında önümüzdeki günlerde, artık sayısını biz sanıkların bile karıştırdığı gizli tanıklardan biri dinlenecek. Kod adı ‘Karargâh.’ İfadesini okuyunca Ergenekon savcılarının neden bu ismi uygun buldukları anlaşılıyor. Çünkü gizli tanık bir ‘karargâh merkezi’nden ve bu merkezde yapılan ‘karargâh toplantıları’ndan söz ediyor. Gizli tanığın anlattığı ‘karargâh merkezi’ Haymana Cezaevi! ‘Karargâh toplantıları’ da Doğu Perinçek ile Yalçın Küçük'ün kaldığı koğuşta yapılıyor! ‘Karargâh’, 1999 yılında Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’le aynı koğuşta kaldığını ve onlara hizmet ettiğini öne sürüyor. Gizli tanık, mahkemeye geldiğinde neler söyleyecek? 24 Kasım 2009 günü Ergenekon savcısına verdiği ifade, ne söyleyeceği konusunda bir fikir vermiyor. İfadeden kısa bir özet verelim. Cezaevi değil sanki yolgeçen hanı! * Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’ün kaldığı koğuş, bir karargâh merkezi gibi idi. Çok sayıda insan koğuşlara kadar girip, kendileri ile görüşebiliyor, her ikisi de cep telefonu kullanabiliyor idi. Yarbay, binbaşı, üsteğmen rütbesinde kişiler resmi üniformalarıyla rahat rahat Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’ün koğuşuna girip onlarla görüşme yapabiliyorlardı... Bana gösterilen fotoğraflar arasında bulunmamakla birlikte tümgeneral rütbesinde karacı bir şahsın da toplantılara katıldığını ve ziyarete geldiğini gördüm. Bu kişi karargâh toplantısının başı gibi davranıyordu. * Hatta doğu şiveli olup konuşmalarından PKK’lı olduğunu anladığım kişiler de koğuşa gelip her ikisiyle rahat rahat görüşebiliyorlardı. * Cezaevine ziyarete gelenler arasında şu an fotoğrafını gördüğüm ve ‘doktor’ diye hitap ettikleri Emin Gürses, ‘hocam’ diye hitap ettikleri Habip Ümit Sayın, Mehmet Haberal (daha çok Yalçın Küçük’le sohbet ediyordu), Mehmet Zekeriya Öztürk (üniformalı olarak geliyordu), Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Mustafa Ali Balbay (genelde İlhan Selçuk’la beraber gelmekteydi), Osman Gürbüz, Sevgi Erenerol (Doğu Perinçek’e ‘senin için saatlerce yol çekiyorum ama buna değer’ diyordu) bulunmaktaydı. Ç * Levent Ersöz ve Mustafa Dönmez resmi üniformayla gelen kişiler arasındaydı... Koğuşun erzak ihtiyacını Sinan Aygün karşılıyordu... Hasan Atilla Uğur adlı şahıs, daha çok tabur ya da alay komutanlarının kullandığı cinste bir araçla geliyordu... Kemal Kerinçsiz isimli şahıs da sayamadığım kadar çok kereler ziyarete gelenler arasındaydı... Yine ‘Özbek hoca’ diye hitap ettikleri Mustafa Özbek de gelenler arasındaydı... Gelenler arasında olan Muzaffer Tekin’in çok aktif olduğu ve sözünün dinlendiği açıkça görülüyordu. * Haftanın pazartesi ve cuma günleri ‘karargâh toplantısı’ dedikleri toplantı yapıyorlardı. * Cezaevinde bulunduğum süre içinde yaklaşık 150’ye yakın değişik rütbelerden askeri üniformalı kişilerin ziyarete yahut toplantıya katıldığını gördüm. ÇÖPLÜKTEN TOPLANAN TANIKLAR Bu akıl dışı ‘tanıklık’ böyle sürüp gidiyor. Dinlenen ve dinlenecek olan ‘Karargâh’ benzeri gizli tanıkların sayısı 50 civarında. Hepsinin ortak bir özelliği var. Çoğu cinayet, yaralama, gasp, dolandırıcılık gibi suçlardan hüküm giymişler. Aralarında “Gizli Tanık 9” gibi öz yeğenini fuhuşa zorlamaktan sabıkalı olan da var. Bir kısmı ise PKK, DHKPC gibi örgütlerin itirafçıları. Ergenekon savcılarının ‘kamu adına’ gösterdikleri muteber tanıklar bunlar. Gizli tanık yüzü gizlenmiş, sesi değiştirilmiş biçimde ekranda göründüğünde neler olacağını anlatayım. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, aylardır yaptığı gibi, “yalnızca tanığın ifadesinde adı geçenler soru sorabilir” diyecek. Peki ya diğer sanıklar, tanığın ifadesindeki çelişkileri soramazlar mı? Hayır soramazlar. Sorularını yazılı olarak verecek ve bunların içinden mahkeme başkanının ‘uygun bulduğu’ sorular sorulacak! Sözlü soru sorma şansını elde eden sanık ve avukatlarının ise gene aylardır olduğu gibi soruları yarıda kesilecek. Başkan Özese, her zaman olduğu gibi, “biz burada tanığı sorgulamıyoruz”, “zamanı tasarruflu kullanalım” diyecek. Konuşmakta ısrar eden sanık duruşma salonundan çıkarılacak. Daha da ısrarlı olursa “mahkemenin huzurunu bozduğu” gerekçesiyle hakkında Silivri Savcılığı’na suç duyurusunda bulunulacak. Silivri’de ‘hakikat’ işte böyle aranıyor! ‘3’üncü yargı paketi’ ile savunma güçlendirilmiş. Boş laf. O paket her ne ise henüz Silivri’ye intikal etmedi. Onlar hapiste, dışarıdakiler beyin hapsinde Şükran SONER ster istemez rejimi demokrasi olan ülkeler içinde en yüksek sayılara varan tutuklu gazeteciler üzerinden sorunları tartışıyoruz... En yüksek sayılarla tutuklu gazetecimizin olmasının gerçek anlamını; Türkiye’de insanların gerçekleri öğrenme, olan biteni sorgulama, tartışma haklarının gasp edilmesi sonuçlarını anlamlı tartışamıyoruz… Rejimi kağıt üstünde demokrasi olan; ancak halklarının, oy veren seçmenlerinin gerçekleri bilmemeleri, sorunlarını, çıkarlarını tartışamıyor olmaları istenen ülkelerde, silahlı güçten daha etkin medya gücü satın alınmıştır… Siyasi iktidarlar, sermaye, kirli çıkar odakları eksen kitlelerin ele geçirilmiş medya eliyle afyonlanmaları, haklarını aramayı unutun, haklarını kullanamadıklarının bilincine bile varamamalarının en etkin yolu, yöntemi budur. İ Basın özgürlüğünün ne kadarı ile kullanılabildiği, bir ülkenin gelişmişlik, demokrasi, insan hakları göstergesidir. Türkiye medyası, yandaşı, satın alınmışı, şantajla susturulmuşu bir arada, İktidarsermaye, iktidar ideolojisi, rejim kaydırmacasının en etkin aracı, silahı olmuş ise… Cezaevlerinde tutuklu gazeteci rekoru kırılan ülke olmamıza şaşırmak anlamsız değil mi? Neden sorusuna çok çıplak yanıt ilk furyada gazeteci arkadaşlarımızın yargısız infaz içerikli tutuklanmalarına karşı gösterebildiğimiz toplumsal tepkiden bugünlere geriye düşüşümüz olmalı… Aradan geçen aylar yıllar içinde bir yandan tutuklanan arkadaşlarımızın sayıları artarken diğer yandan karşı duran, eleştiren arkadaşlarımız cımbızla seçilircesine bir bir işlerini kaybettiler… Ne zamandır meslek örgütlerimizin çatısı altında ancak örgütlenebilen tepki eylemlerinde kimlik, marka olabilmiş ar kadaşlarımızın erozyona uğradıklarını gözlemliyoruz. Gazetecilerin haber üretme, yorum yapabilme, program özgürlüklerine yönelik baskılar ise giderek daha vicdansız boyutlar kazanıyor… Doğrusu içerdeki arkadaşlarımızın insan hakları gaspı boyutları ile kıyaslanmasa da, çalışma, yaşam hakkı ve en önemlisi toplumun kendi çıkarlarından yana bilgilenme, bilinçlenme haklarının gasp edilmesi boyutlarında tablo her gün hızla daha karanlık oluyor… İçerdeki arkadaşlarımız bizden çok daha ağır bedeller öderlerken, dışarıda olan bizler, mesleğimize, değerlerine, halkın bilgilenme hakkına ihanette, kirlenmede, kötü sınav vermenin vicdan hesaplaşmasında, çok daha kötü bir konumda yaşamaya mahkum olmanın ezikliğini yaşıyoruz... Yeterli örgütlenmeyi başaramadığımız meslek örgütlenmelerimiz, uluslararası dayanışma da olmasa vay halimize... Hukukun olmadığı Barış için ‘üçüncü bir güç’ gerekiyor! yerde ne olur? Necdet SARAÇ Cüneyt AYRAL Balkan bozgunu ve Şemdinli Teoman ALİLİ ir ülkede yaşanabilinecek en korkunç durum, hukuksuzluktur. Türkiye bugün bunu yaşıyor! Halkın oyları ile seçilmiş milletvekilleri, gazeteci ve yazarlar, öğrenciler “tutuklu” olarak hapisteler. Eften püften, uydurma nedenler ile hapse atılanlar, tutuklandıktan sonra, gizli tanıklar ve uydurma kanıtlar ile sorgulanıp, yargılanıyorlar. Hitler Almanya’sını aratmayan bu faşist uygulamalar, Türkiye’nin nasıl bir uçurumun kıyısında debelenmekte olduğunun belgesidir. İçişleri Bakanı yazarları, sanatçıları, gazetecileri terörist ilan etmiş, buna karşılık hükümetin başı gıkını bile çıkartmamıştır. Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye’de olup bitenleri izlemekte ve sürekli olarak tepkisini göstermektedir, bu tepkiler yarın, bu faşizmi uygulayanların karşısına GERÇEK kanıtlar olarak çıkacaktır. Türkiye ve Türk Yargı Sistemi, içine düştüğü bu çıkmazdan kendisini kurtaramazsa, tarih önünde sorumlu olacaktır. B şiddet ve terör bu düşmanlıkları daha da körüklüyor ve barışı her gün biraz daha öteye itiyor. “Bin yıldır kardeşiz, kız alıp kız verdik, etle tırnak gibiyiz” şeklindeki yalanların arkasına saklanmak bile artık anlamını yitirdi… Böyle bir ortamda sakin olmak, barış istemek her babayiğidin harcı değil! Herkes bir ötekini bir kaşık suda boğacak gibi… Kaldı ki; söylemleriyle ve icraatlarıyla savaşı nlarca yıla yayılan ve karşılıklı olarak heO pimize ezberletilmiş, öğretilmiş düşmanlıklarımız var. Hızını artıran saldırılar, devam ettiren “her iki tarafın” da çok güçlü argümanları var. İnsan kendi inandığını bile “kısık bir sesle” söylemek zorunda kalıyor. Önce yutkunuyor, sonra konuşmaya çalışıyor! Barış için “üçüncü güç” yok. Asıl sorun burada! Mevcut taraflar arasına sıkışan barış istemini yalandan gerçeğe dönüştürmek için “üçüncü bir güce” ihtiyaç var. Artık yalnızca “büyük analizler” yaparak ya da “terör turizmi” diye dalga geçerek haklı da olsak hiçbir sorunu çözemeyiz, barışı da getiremeyiz. Önce gerçekçi olacağız, sonra cesur, arkasından da çözüm için rol üstleneceğiz. arih 1903, yer bugün Makedonya sınırlaT rında kalan Kruşevo kasabası. Kruşevo o dönemde bütün Makedonya gibi Osmanlı ka Kaleminiz bize emanet Ayça SÖYLEMEZ sabası. Fakat Makedonya’da ittihatçı subaylar devrimci bilinçleriyle saltanata karşı mücadele ediyorlar. Abdülhamit’e karşı savaşan ittihatçıları padişah yanlıları sürekli takip ediyor ve adeta bir cadı avı yürütüyor. İttihatçı vatansever subaylar olur olmaz sebeplerle tutuklanıyor hatta öldürülüyor. Oysa bütün ittihatçılar Osmanlı’nın toprak kayıplarını engellemek için Bulgar ve Sırp çetecilerle savaşıyor. Makedonyalı Jane Sandavski ile yakın ilişkiler kuran ittihatçılar Sandavski’yi de Abdülhamit’e karşı saflara katıyor. Sandavski ilk zamanlarda en büyük çetenin lideri. Fakat saltanatın ittihatçı avı nedeniyle savaşan subaylar etkisiz kalıyor ve boşluktan faydalanan Goçe Delçev ile Dame Grujev önderliğindeki Bulgar çeteciler Kruşevo’da kurtarılmış bölge ilan ediyorlar. 11 gün süren kurtarılmış bölge “Kruşevo Cumhuriyeti” bugün bile Makedonya’da ilk zafer günü olarak kutlanıyor. Sandavski’nin çetesi dağılıyor ve Kruşevo’dan cesaret alan çeteciler Türklerin Balkanlar’dan çıkmasına neden olan süreci başlatıyor. 1912’de Türkler Rumeli’den tamamen çekiliyor. Bu tarihi kesit size bir uyarı yapıyor mu? iz içeride, biz dışarıda tutsağız. Yine bir istibdat döneminden geçerken, karanlığı ayS dınlatmak için çabalayan sizler hapistesiniz. Biz, Dışarıdaki Gazeteciler de sansür, baskı ve türlü tehditle karşı karşıyayız. Belki şimdi sesimizi duyuramıyoruz, belki muhalif duruşunuz nedeniyle hapiste olduğunuzdan kimse haberdar değil, belki savaş sürerken eğlence programı yayımlayan televizyonların tahakkümü altında hal kın çoğunluğu. Ama önemli değil. Bizim işimiz sadece bugünü anlatmak değil, tarihe not düşmek de. Bugün olmasa yarın, gerçekler mutlaka ortaya çıkar. Malum, “gerçeğe kurşun işlemez.” Biz gazeteciler özgür olana dek dayanışmaktan, mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Adliyede, hapishane önlerinde, eylemde, sokakta, her yerde biz olacağız. Kaleminiz bize emanet, bıraktığınız yerden devam ediyoruz. Korku barikatları Uğur YILMAZ da toplumun esir olması değil midir? Bireysel bir iş değildir gazetecinin yaptığı. Kamu adına çalışır, kamuyu bilgilendirir. Tu C MY B C MY B utuklu Gazete. Tam da yerini bulmuş bir isim. Gazetecinin tutuklanması, gazeteT nin tutuklanması, gazetenin tutuklu olması tuklanan, halkın özgürlüğü ve halkın bilgi kanallarıdır. Peki, özgürlüklere, özgür düşünmeyi sağlayacak bilgi kanallarına yönelik barikatlar ne kadar dirençlidir? Sadece umut değil, bunları söyleten, fiziksel bir gerçek. Özgürlüğün, bilginin basıncına ne kadar dayanır, korku barikatları? Sizler özgürsünüz. Artık barikatlar düşünsün ne yapacağını.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle